๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mucize Ve Büyük Özellikleri => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 29 Aralık 2009, 22:44:25



Konu Başlığı: Peygamberimizin Bazı Yiyecek Artırılıp Bereketlenmesi Şeklindeki Mucizeleri
Gönderen: Sümeyye üzerinde 29 Aralık 2009, 22:44:25
Peygamberimizin Bazı Yiyecek Maddelerinin Artırılıp Bereketlenmesi Şeklindeki Mucizeleri
[6]


Müslim, Enes´ten şöyle rivayet eder: "Bir gün ben, Peygamber (s.a.v.)´e gittim. O, ashabı ile birlikte oturmuş onlarla konuşuyordu... Baktım, karnına birşey bağlamış olduğunu farkettim." Ashaptan bâzısına sordum: "Peygamberimiz, karnını niçin bağladı?" dedim. Bana: "Açlıktan" diye cevap verdiler...[7] Ben, derhal Ebû Talha´ya giderek durumu haber verdim. O da, kendisiyle evli olduğu anama: "Evimizde yiyecek bir şey var mıdır?" dedi. Anam ona: "Az miktarda ekmek ile, birkaç hurma vardır, eğer Peygamberimiz yalnız gelecek olursa O´na yetter, yanında bir kişi daha getirecek olursa, bu taktirde az gelir." dedi. Ebû Talha bana: "Haydi git, Peygamberimiz tek basma çağırmanın çâresine bak" dedi" dedi. Ben de gidip, Peygamberimiz tam hanesine gi receği sırada, Ebû Talha´mn kendisine daveti bulunduğunu söyledim. Peygamberimiz ise; ashabını da çağırarak ve benim elimden tutarak davete icabet etti. Davet yerine yaklaşırken elimi bıraktı, ben hızla gi derek ev sahiplerine durumu haber verdim... Ebû Talha kapıya çıkarai dedi ki: "Ey Allah´ın Resulü, bizim hanemizde ancak bir kişiyi doyura cak kadar yiyecek vardır ve ben bunu Enes´e de söylemiştim." Peygam ber Efendimiz de ona: "Telaşlanma, gir! Allah, senin evinde bulunan yiyeceği, dilediği kadar bereketlendirir!" buyurdu ve eve girdiler... Bu rada Peygamberimiz: "Evinizde bulunan yiyeceğin tamâmını bir araya toplayıp bana getiriniz!" dedi. Yiyecek getirildi. Peygamberimiz, önünde bulunan yiyeceğin bereketlenmesi için dua buyurdular... Sonra bana hitaben: "Ashâbm sekizer sekizer içeri gelmelerini sağla!" buyurdu. Ben de öyle yaptım. Peygamberimiz, mübarek elini yiyeceğin üzerine tutuyor ve: "Haydi-yiyiniz ve "Bismillah" diyerek Allah´ın adını anınız!" buyuru-yordu... Ashâb, sekizer sekizer gruplar hâlinde gelip karınlarını doyur­dular... Sayıları seksen kadardı... Sonra bana ve ev sahiplerine: "Şimdi de siz yiyiniz!" buyurdu. Biz de yiyip doyduk. Sonra elini yiyeceğin üze rinden kaldırdı ve: "Ey Ümmü Selîm, bak, yiyeceğinizden bir eksilme olmuş mudur?" buyurdu. O da: "Anam-babam Sana feda olsun, ey Al-îah´m Resulü, ben eğer onların yediklerini görmemiş olsaydım, yiyece ğimizden hiçbir eksilme olmamıştır derdim" dedi..."

Buharı ve Müslim Enes´ten şöyle rivayet ederler: Bir gün Ebû Tal ha, Ümmü Selîm´e dedi ki: "Ben, Resûlüllah Efendimizin sesinde bir zayıflık hissediyorum ve bunun açlıktan ileri geldiğini zannediyorum. Acaba evimizde bir miktar yiyecek yok mudur?" Ümmü Selim de: "Evet" dedi ve birkaç arpa ekmeği çıkardı. Ben de derhal resûlüllah´a döndüm. O bana sordu: "Ebü Talha mı gönderdi?" dedi. Ben de: "Evet" dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz, yanındakilere: "Haydi kalkınız, Ebû Talha´nın bize daveti var" buyurdu. Ben yine derhal eve döndüm ve du rumu Ebû Talha´ya haber verdim. O da telaşlanarak: "Ey Ümmü Selîm, Peygamberimiz, insanları alarak bize gelmektedir! Halbuki bizim onlara yedirecek kadar bir yiyeceğimiz yoktur!" dedi... Ümmü Selîm de: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedi... Derken Resûlüllah efendimiz de geldi ler... Buyurdular ki: "Ey Ümmü Selîm, yanınızdaki yiyeceği bana geti riniz!" Yiyecek getirildi. Peygamberimiz, bu arpa ekmeklerinin ufalanmasını ve üzerine biraz yağ gezdirilmesini emretti. Öyle yaptı lar... Sonra Peygamberimiz (s.a.v.), bâzı şeyler söyleyip duada bulundu ve şöyle buyurdu: "Ey Enes, ashabımın, onar kişi hâlinde sırayla gelip bu yemekten yemelerim sağla!" Onlar da onar kişilik sıralar halinde ve nöbetle gelip bu yemekten yediler ve karınlarım iyice doyurdular... Sa yıları yetmiş-seksen kadar vardı..."

(Bu rivayetle ilgili Müslim´in tek başına olan rivayetinde ise şöyle denilmiştir: Sonra bu yemekten Peygamber (s.a.v.) ve ev halkı yediler. Komşularına yetecek kadar da arttı... Peygamberimiz, bu yemeğin be reketlenmesi için dua buyurdukları sırada ise: "Allah´ım, bunun bere ketini çok büyük eyle!" diye niyaz edip Allah´a yalvarmıştı.")

Ebû Nuaym ve îbn-i Asaklr´in Enes´ten olan rivayeti ise şöyledir: Peygamber (s.a.v.), Zeyneb bint-i Cahş ile evlendiği zaman, anam bana dedi ki: Ey Enes, Peygamber Efendimiz bugün bir damâd olarak sabah ladı... ihtimâldir ki O´nun sabah yiyeceği yoktur. Şu yağ tulumu ile bir miktar hurma getir de, ben onlar için bir sabah kahvaltısı hazırlıyayım" dedi. Ben de getirdim. Anam onlar için Hays denilen bir yemek hazırladı ve bana: "Haydi bunu al da Resûlüllah efendimiz´e götür!" diye emretti. Ben de derhal bu yiyeceği alarak O´na götürdüm. O bana: "Yemeği bir kenara koy da ashabıma çağır!" buyurdu ve Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali´nin de isimlerini saydı... Gidip onları çağırdım. Sonra, Mesciddeki-leri ve gördüğüm herkesi çağırmamı emretti. Ben, yemeğin azlığına rağmen, çağırmamı emrettikleri kimselerin çokluğunu düşünerek hay ret ediyordum... Tabiî ben onların hepsini çağırdım. Onlar da gelip her tarafı doldurdular... Sonra bana Peygamberimiz, o yemeği getirmemi emretti. Ben de getirdim, O´nun önüne koydum. Parmaklarının üçünü yemeğin içine sarkıttılar ve yemek kabarıp bereketlendi... Davetliler yiyip dağıldılar. Nihayet kabın içindeM yemeğin hiç eksilmediğini gör düm. Herkes yiyip gittikten sonra Efendimiz bana: "Bunu alıp Zeyneb´e götür" buyurdu.

Sabit der ki: Ben Enes´e: "O yemekten yiyenlerin sayısı ne kadar dı?" dedim. O da bana: "Yetmiş iki kişilerdi" diye cevap verdi.

Taberâni, Ebû Nuaym ve îbn-i Asakîr, Abdurrahman bin Ebû Ku-seyme vasıtasıyla Vasile bin el-Eska´dan şöyle rivayet ederler: Ashab-ı Suffe beni, bir miktar yiyecek getirmem için Hz. Peygamber´e gönderdi ler. Bu sırada onların sayısı yirmi kadardı ve bir müddettir bir şey ye memişlerdi. Ben de gidip durumu Peygamberimiz´e haber verdim. Peygamberimiz evine iltifat ederek: "Evimizde yiyecek bir şey var mı dır?" diye sordu. Evden de: "Evet, bir miktar ekmek parçası ile süt var dır" dediler... Bunlar getirildi. Peygamberimiz ekmekleri iyice ufaladıktan sonra, bunun üzerine sütü döktüler. Sonra bunu mübarek eliyle ovarak yumuşattılar ve serîd yemeği hâline getirdiler... Sonra bana: "Ey Vasile, arkadaşlarının onunu çağır; diğer onunu daha sonra çağırırsın!" buyurdu. Ben de onların onunu çağırdım. Onlar gelince Peygamber (s.a.v.): "Haydi yiyiniz, Bismillah! Fakat yemeğin kenarın dan alıp ortasını bırakınız! Zira onun bereketi yukarından ortasına gelir ve devam eder" buyurdular... Onlar da afiyetle yiyip karınlarım bir gü zel doyurdular. Sonra bunlar gidip diğer on kişilik grub geldi. Bunlar da yiyip karınlarım doyurdular... Peygamberimiz, öncekilere olan kelamı­nı, bunlara da aynen söyledi... Bunlar da kalkıp gittikten sonra kalan yemeğe baktım, hayli artmıştı... Ben buna çok hayret etmiştim..."

Taberâni, Ebû Nuaym, Süleyman bin Hayyan tarikiyle [8]yine Vasile bin el-Eska´dan şöyle rivayet eder: "Ben, Ashâb-ı Suffe´den idim. Bir gün Suffe ashabı açlıktan şikayet edip beni Peygamber (s.a.v.)´e gönderdiler. Ben de gidip durumu Hz. peygamber´e arz ettim. Bunun ü-zerine Efendimiz: "Ey Aişe, yanında yiyecek var mı?" diye sordu. O da: "Sadece bir miktar ekmek kırıntısı vardır" cevabını verdi. Peygamberi miz: "Onu bana getir" buyurdu ve kendisine getirilen bu ekmek parça sını bir sahanın içine ufaladı. Sonra üzerine yağ dökerek serîd (tirid) yemeği hazırlamaya başladı. Bunu eliyle iyice ovarak güzel bir hâle ge tirdi... O ovup islâh ettikçe, yemek de çoğalıp büyüyordu... Nihayet bana: "Git de arkadaşlarından onunu çağır!" buyurdu. Ben de gidip ça ğırdım. Onlar geldiklerinde, Hz. Peygamber kendilerine: "Haydi yiyiniz, Bismillah! Fakat etrafından alınız, üstünden almayınız. Zira onun üze­rine bereket, yukarıdan iner" buyurdu. Bunlar yiyip karınlarını doyur duktan sonra kalktılar. Peygamberimiz diğer on kişilik grubu çağırmamı emretti ve onlar geldiğinde, Öncekilere olan kelâmını aynen onlara da söyledi. Nihayet bunlar da yemeklerini yiyip doydular. Sonra kalkıp gittiler... Peygamberimiz: "Suffe ashabı arkadaşlarından kalan var mıdır?" diye sordu. Ben de: "Evet, on kişi daha vardır" dedim. Pey gamberimiz onları da çağırmamı emrettiler. Ben de gidip onları da ça ğırdım. Bu son grub da gelip yemeklerini yediler, karınlarını doyurup kalktılar... Peygamberimiz bana: "Haydi bu yemeği alıp Aişe´ye götür!" buyurdu. Baktım, yemekten hiç eksilen olmamıştı. Alıp onu Aişe´ye gö türdüm..."

Taberâni, mü´minlerin validesi Safiyye´den şöyle nakleder. O de miştir ki: Bir gün Peygamber (s.a.v.) bana gelip dedi ki: "Ey Safiyye, ya nında yiyecek bir şey var mı? Zira ben açım." Ben de: "Bir miktar çekilmi, arpa var" dedim. Peygamberimiz de bunu tencereye koyup pi şirmemi emretti, ben de pişirince kendisine haber verdim. Sonra bana yağ tulumunu getirmemi emretti. Onda da çok az bir şey vardı. Kenar larını sıkarak kaynayan yemeğin üzerine biraz yağ akıttı. Sonra elini bu yemeğin üzerine koyarak: "Bismillah!" buyurdu. Sonra bana hitaben: "Haydi, mü´minlerin diğer validelerini çağır! Biliyorum ki onlar da en az benim kadar acıkmış durumdadırlar" dedi. Ben de gidip onları çağırdım. Hep beraber bu yemekten yedik ve doyduk. Sonra Ebû Bekir geldi, der ken Ömer geldi. Sonra bir adam daha geldi. Bunlar da o yemekten yiyip doydular... Daha geriye hayli yiyecek arttı..."

Ahmed, Bezzâr ve Beyhakî Ebû Hüreyre´den şöyle rivayet ederler: Bir gün Arâbînin biri Peygamber (s.a.v.)´e müsafir olmuştu. Ona ikram etmek için bir şey talep ettiğinde, evde kurumuş bir ekmek parçasından başka bir yiyecek bulunmadığını öğrendi. O kuru ekmek parçasını iyice eliyle ufaladıktan sonra, elini onun üzerine koydu ve bereketlenmesi için duada bulundu. Sonra ârâbîye: "Buyur yel" dedi. O da yedi ve doydu. Fakat tamamını tüketemedi. Baktı, yiyecek hayli artmış. Hayret edip, Hz. Peygamber´e hitaben: "Sen, gerçekten çok iyi bir adamsın!" dedi...."

Dârimî, İbn-i Ebû Şeybe, Tirmizî, Hâkim, Beyhakl ve Ebû Nuaym, Semura bin Cündüb´ten şöyle rivayet ederler: Peygamber (s.a.v.)´e bir kab içinde bir miktar yiyecek getirilmişti. Ashâb-ı Kiram, sabah kahvaltı vaktinden öğle vaktine kadar, müteaddid gruplar hâlinde bu yiyeceğin bulunduğu sofrada yemeklerini yemeye devam ettiler...."

Birisi Cündüb´e sordu: "O yemeğe, sonradan ilâveler mi yapılıyor du?" dedi. O da şu karşılığı verdi: "Ona bir ilâve yapılmıyordu, fakat semavî ve ilâhî bir imdâd ve ikram ile bereketleniyordu..."

Beyhakt, Taberânî ve Ebu Nuaym, Ebû Eyyûb´tan şöyle rivayet e-derler: Bir gün ben Peygamber (s.a.v.) ile Ebû Bekir için, ancak ikisine yetecek kadar bir yemek hazırlamıştım. Hazırladığım yemeği onlara takdim ettiğim zaman Peygamberimiz: "Haydi git, bana Ansâr´ın eşrafından otuz kişi çağır!"" buyurdu. Bu bana oldukça ağır gelmişti. Kendi kendime: ´Tanımda başka bir şey yok ki, buna ilave edeyim" de­mekten, nefsimi alamadım... Bu sebebie duymazlıktan geldim. Fakat Hz. Peygamber, bana olan emrini ikinci defa tekrarlayınca, çaresiz gidip onları çağırdım... Peygamber Efendimiz onlara hitaben buyurdu ki: "Haydi buyurunuz!" Onlar da doyuncaya kadar yediler... Sonra Pey gamberimizin peygamberliğine olan şehadetlerini ifâde ettiler... Ve O´na ayrıca bîat ettiler... Onlar çıkıp gittikten sonra Peygamberimiz bana: "Haydi git de Ansâr´dan altmış kişi daha çağır!" buyurdu. Ben de gidip çağırdım ve devamla nihayet bu yiyecekten, Ansâr´dan tam yüz seksen kişi yiyip karınlarını doyurdular...."

Buharı Abdurrahmân bin Ebû Bekir´den şöyle rivayet eder: "Biz, yüz otuz kişi olarak Peygamber (s.a.v.)´in yanında idik. Peygamberimiz bize hitaben: "Yanınızda yiyecek bir şey var mı?" diye sordu. İçimizden bîrinin bir sâ´(uç kilogramlık kadar) yiyeceği varmış, bunu getirip teslim etti. Peygamberimiz bunun, öğütülüp hamur yapılmasını emretti... Derken oradan bir adam, koyunları ile birlikte geçiyordu, peygamberi miz bu adamdan bir koyun satın aldı ve bu koyunun kesilip hazırlan masını emretti... Ayrıca koyunun karaciğerinin kızartılmasını istedi. Kızartıldıktan sonra bunu yüz otuz kişiye ayrı ayrı taksim etti... Hazır olanın hissesini hemen verdi, o anda hazır olmayanların hisselerini de ayırıp onlar için sakladı... Allah´a yemin ederim ki, bu koyun hepimize kâfi geldi... Az büyükçe iki çanak üzerine konulan etten, hepimiz yiyip doyduğumuz halde tüketemedik... En sonunda kalanı, devenin sırtına yükletilerek, bizimle beraber yola çıkarılıp götürüldü...."

Buharî, Ebu Hüreyre´den de şu haberi rivayet etmektedir: "Ben, Allah´a yemin ederim ki, bir gün açlıktan bayılacak hâle gelmiştim, ne redeyse yere düşecektim... Karnıma da taş bağlamıştım... Geçenlerin görebileceği şekilde yolun kenarında oturmakta idim... Derken oradan Ebû Bekir´in geçmekte olduğunu gördüm ve kendisine; Kur´ân´dan bir âyet sordum... Maksadım, sadece halimi sezmesi ve beni alıp doyurmak üzere evine götürmesi idi... Yoksa o âyeti sormam, bir bahaneden ibaretti... Fakat o, maksadımı anlamadığı için geçip gitti... Derken Ömer geçiyordu, ben ona da bir ayetten sordum, O da Ebû Bekir gibi soruma cevap verdikten sonra geçip gitti... Sonra Ebu´l-Kâsım Muham-med (s.a.v,) geldi, beni görür görmez halimi anladı ve tebessüm buyur du... Sonra bana: "Ey Ebû Hüreyre!" diyerek seslendi. Tabîî ben de: "Buyur ey Allah´ın Resulü" diyerek mukabele ettim. Bunun üzerine O: "Peşimden gel" buyurdu. Ben de kendisini takib ettim. O, önden evine girdi, ben de girmem için izin istedim. îzin verilince içeri girdim ve orta yerde süt olduğunu gördüm. Peygamberimiz, bu sütün nereden geldiğini sordu, evdekiler de: "Fülan kişi bunu sana hediye olarak göndermiştir" dediler... Peygamber Efendimiz bana: "Haydi git ve Suffe Ehli kardeş lerini çağır!" emrini verdi... Ehl-i Suffe ise; malı ve çoluk çocuğu olmayan kişilerdi ve islâm´ın konukları idiler... Resûlüllah´a bir sadaka geldiği zaman, onu onlara gönderirdi, kendisi bundan bir şey almazdı. Eğer ge len şey, bir hediye olursa, yine onlara gönderir, kendisine de ondan bir miktar ayırırdı... Bu sefer ben, sütün miktarına bakarak peygamberi-miz´in onları çağırmasını hoş karşılamamış tim. Çünkü bu süt, ancak bana yeter diye düşünüyordum... Onları çağırdığım zaman, önce onlara ikram edeceğini de bildiğimden, kesin olarak bundan bana bir şey art maz kanâtindeydim. Fakat Allah´a ve Resûlü´ne itaatten başka çâre de yoktu, mutlaka emri yerine getirmeli idim... Gidip onları çağırdım, onlar da geldiler, oturup yerlerini aldılar... Peygamberimiz: "Ebû Hüreyre!" diye seslendi. Ben de derhal: "Buyurunuz, ey Allah´ın resulü!" dedim. O da, sütten alıp kardeşlerime vermemi emretti. Ben bu sütten bir kadeh (küçük bir bardak) alıp sırayla kardeşlerime vermeye başladım. Sonun da sıra Peygamber Efendimiz´e gelinceye kadar devam ettim. Hepsi sü tünü içip kanmıştı... Peygamberimiz kadehi eline aldı ve bana bakarak tebessüm buyurdu. Bana hitaben: "Ey Ebu Hüreyre, şimdi sen ve ben kaldım!" buyurdu. Ben de: "Evet yâ Resûlellah" dedim. Buyurdu ki: "Haydi sen al, sütünü iç." Ben de alıp içtim... Peygamberimiz, bir daha içmemi söyledi. Ben de içtim... O, bana: "iç!" diye emrediyor, ben de içi yordum. Sonunda: "Ey Allah´ın elçisi, yemin ederim ki, bir damla daha içecek hâlim kalmadı!" dedim ve kadehi kendilerine verdim. Peygamber Efendimiz de bu tecellî eden bereketten dolayı Allah´a hamdetti ve "Bismillah" diyerek sütünü içti...."

îbn-i Sa´d, Ali´den şöyle rivayet eder: "Bir günün akşamında biz, hiçbir şey yemeden yatmak zorunda kalmıştık... Sabah olunca, çalışıp bir dirheme bir miktar yiyecek alarak eve getirdim. Fâtıma bundan ek mek ve yemek hazırladı... Sonra bana: "Babam´a gidip onu yemeğe ça-ğırsan" dedi. Ben de gidip Allah resulünün huzuruna vardığımda, o uzanmış vaziyette idi ve şöyle diyordu:

"Ben, açlığın (şiddetle acıkmış olmanın) şerrinden Allah´a sığını rım!"

Kendisine dedim ki: "Ey Allah´ın Resulü, bir miktar yiyeceğimiz var, Sîzi bizimle yemeğe davet ediyoruz." Peygamberimiz teşrif ettiler, bu sırda tenceremiz hâlâ kaynamakta idi. Buyurdular ki: "Kızım Aişe´nin yiyeceğini gönder!" Fâtıma bir tabağa onun hissesini koyarak gönderdi. Sonra Resûlüllah: "Hafsa´nın hissesini gönder!" buyurdu. 0-nunkini de gönderdi. Derken dokuz zevcesinin her birinin hissesinin gönderilmesini emrettiler ve gönderildi. En sonunda: "Haydi kızım, şimdi babanın ve kocanın hisselerini ver!" buyurdular. Bizim hisseleri miz verildikten sonra: "Kızım şimdi de kendi hisseni alıp ye!" buyurdu lar. Fâtıma da kendi hissesini alıp yemeğe başladı. Böylece o yemekten hepimiz yedik. Fâtıma tencereyi kaldırdığı zaman, sanki ondan hiçbir şey alınmamış gibi, dolup taşıyordu."

Ebû Nuaym, Suhayb´dan şu haberi nakleder: "Bir gün ben, Resûlüllah (s.a.v.) için bir yemek hazırlayıp O´na gittim. Yanında as-habdan bâzıları da vardı. Ben, onlar görmesin diyerek Resulüllah´m karşısına dikilip bana bakmasını bekledim ve bana baktığı zaman işarette bulundum. Peygamberimiz de: "Bunlarla beraber değil mi?" diye işarette bulundu. Ben de "hayır" dedim ve yalnız kendilerini davet etti ğimi imâ eyledim. Peygamberimiz, davetimi kabul etmemiş gibi, sükût ediyordu. Ben de yerimde dikiliyordum. Derken bana baktı, ben de ken disine işarette bulundum. O da bana: "Bunlarla birlikte değil mi?" diye işaret ediyordu. Böylece iki veya üç defa tekerrür edince, dayanamayıp "evet" demek zorunda kaldım. Çünkü ben çok az bir yiyecek hazırla mıştım. Hepsi birlikte gelip o az yiyecekten yediler ve doydular. Onlar, kâfî miktarda yedikten sonra, daha geriye bir miktar arttı."

Ebü Nuaym, Ebû Seleme´den, o da Yaîş bin Tahfe´den şöyle nakle der: "Benim babam Suffe ehlindendi. Bize şöyle anlatmıştı; Bir gün Peygamber (s.a.v.) ashabına, Suffe ehlinden birer veya ikişer kişi alarak evine götürmesini ve onlara yedirip içirmesini emretti. Onlar da öyle yaptılar. Ben ve bir arkadaşım, Peygamberimiz´le birlikte gittik. Eve vardığımız zaman Peygamberimiz: "Ey Aişe, bize yiyecek bir şey çıkar!" buyurdu. Aişe validemiz de bir miktar (buğday, kavut, et veya hurma karışımı bir yemek olan) ceşiş çıkardı. Biz bunu yedik. Sonra Aişe vali-~ demiz, bir miktar da hurma tatlısı çıkardı ki, çok azdı onu da yedik. Sonra Peygamberimiz süt getirilmesini emretti, süt getirildi, onu da iç tik ve kandık. Halbuki getirilen süt de küçük bir kadehti."

îbn-i Sa´d, Esma bint-i Yezld´den şöyle rivayet eder: "Bir gün ben, akşam vakti Peygamber´in (s.a.v.), akşam namazını bizim mahallenin mescidinde kılmakta olduğunu gördüm. Yanında ashabdan da bazıları vardı. Evime giderek bir miktar et ve ekmek getirdim ve Hz. Peygam-ber´e: ´Yâ Resûlallah, bununla akşam kahvaltınızı yapar mısınız?" de dim. O da ashabına hitaben: "Haydin bismillah diyerek yiyiniz!"

buyurdu. O ve oraya O´nunla birlikte gelmiş bulunan ashâb ve hazır bulunan ev halkı, bundan yediler. Sayılan kırk olduğu halde, Allah´a yemin ederim ki sanki onlar bundan hiç yememişler gibi, bir eksilme olmamıştı. Sonra Peygamber Efendimiz, evimizde bulunan bir su ka bından su içtiler. Ben bu su kabını, bir hâtıra olarak sakladım, içinde artakalan suyu, misk yerine süründüm. Biz bundan bereket umarak zaman zaman içtik, zaman zaman da bâzı hastalara içirdik."

Taberâni Mes´ûd bin Hâlid´den şöyle naklediyor: "Bir gün ben, Peygambere (s.a.v.) bir koyun göndermiştim ve daha sonra da bâzı ev ihtiyaçları için dışarı çıkmıştım. Ben dışarıda iken Hz. Peygamber, bu gönderdiğim koyunun etinden bir kısmını bizim eve göndermiş. Benim bundan haberim olmadığı için, dışarıdan geldiğim zaman, eşime: "Bu et de nedir?" diye sordum. O da: "Bunu bize Hz. Peygamber göndermiş" cevabını verdi. Ben de kendisine: "Peki neden bunu pişirip de çocuklara yedirmiyorsun?" dedim. Eşim bana dedi ki: "Bu, onlar yedikten sonra geriyde kalan bir artık ve berekettir! Onlar daha önce iki veya üç koyun kesildiği halde ancak kâfi gelirken, bu sefer bir tek koyun, onlara da yetmiş ve artmıştır" cevabım verdi."

Yine Taberâni, güzel bir senedle Ebû Hüreyre´den şu haberi nah-letmiştir: "Bir gece Peygamber (s.a.v.) beni çağırdı ve dedi ki: "Haydi eve git. Yanınızdaki yemeği bana veriniz de ve o yemeği alıp buraya getir!" Derhal eve gittim ve bana verilen bir tabak içindeki yemeği getirdim. Tabağın içinde bir miktar hurma ezmesi (tatlısı) varmış. Sonra Pey gamberimiz bana, Mesciddekileri çağırmamı emretti. Ben de gidip onları çağırdım. Fakat kendi kendime, bu yemek ancak bana yeter diyordum. Onlar gelip toplandıkları zaman, Peygainber Efendimiz parmaklarını tatlının üst tarafına batırdı, sonra: "Haydi yiyiniz, Bismillah!" buyurdu. Hepsi yiyip doydular, ben de yiyip doydum. Fakat ortaya konulan ye mekte hiçbir eksilme görülmüyordu. Ben onu, nasıl getirip koydumsa, aynen öyle kaldırdım. Sâdece üzerinde sevgili Peygamberimizin par­maklarının izleri vardı."

îbn-i Sa´d, Ebu Hüreyre´den şu haberi nakleder: "Bir gün ben, aç lığın verdiği rahatsızlık ile evimden çıkarak Mescid´e gittim. Orada bâzı arkadaşlar vardı. Onlar da dediler ki: "Bizi bu saatte buraya çıkaran, sâdece açlıktır." Mescid´den çıkıp Hz. Peygamber´e gittik ve durumu kendilerine haber verdik. O da bize yemek çıkarılmasını istedi. Bir tabak içinde bir miktar hurma getirildi. Bunu eline alan Peygamberimiz, he pimize ikişer hurma verdi ve: "Bu ikişer hurmayı yiyiniz, üzerine de su içiniz! Bu size, bugünkü yiyeceğiniz olarak yeter" buyurdular."

Buharı ve Müslim Ebû Bekr´in oğlu Abdurahmân´dan, onun şöyle haber verdiğini rivayet ederler: "Bir gün Ebû Bekir, eve üç misafir ge tirdi. Sonra kendisi akşam kahvaltısını yapmak üzere Hz. Peygamberin yanma gitti. Bir müddet de Hz. Peygamber´in yanında kaldıktan sonra eve döndü. Zevcesi ona dedi ki: "Misafirlerinin yanma dönmek için seni bu kadar oyalayan şey nedir?" O da durumu anlayarak: "Yoksa misafir lerimiz hâlâ akşam yemeklerini yemediler mi?" diye bağırdı. Zevcesi de: "Biz yemelerini istedik ama, onlar sen olmayınca yemekten imtina ey lediler" cevabını verdi. Ebu Bekir, bu duruma çok üzüldü ve öfkesinden: "Vallahi ben bu yemekten ebediyen yemem!" diye bağırdı ve misafirleri ne yemeleri için ısrar etti. Onlarda yemeye başladılar. Ben de kendile riyle beraber yiyordum. Vallahi içimizden hangimiz yemekten bir lokma alsak, aldığımız yer derhal doluyordu. Yemeğe devam ettik ve karınla rımızı bir güzelce doyurduk. Fakat önümüzdeki yemekten hiç eksilme olmuyordu. Babam Ebu Bekir de, durumu gözden geçiriyordu. Yemeğin hiç eksilmeden aynen kaldığını görünce, ilâhî müdâhaleyi, bereketlen meyi gördü ve daha önce ettiği yemine pişman olarak: "Karıcığım, bu gözlerimle gördüğüm hâl nedir?" diye sormaktan kendini alamadı. Ha nımı da ona: "Ey gözümün nuru, görmez misin ki bu yemek, daha önceki gibi tam üç misli olmuştur. Bu derece bereketlenmiştir!" diyerek mukabelede bulundu. Ebû Bekir de bu yemekten yedi ve: "Şüphesiz o ettiğim yemin, şeytandan ve benim bir hatâm idi!" dedi. Sonra bu yemeği alarak Hz. Peygambere götürdü. Yemek sabaha kadar orada kaldı. Sonra sabah olunca Hz. Peygamber´e on iki adam geldi, her adamın grubunda kaç kişi olduğunu Allah bilir. Bunlar, on iki grup halinde sı­raya girip hepsi o yemekten yediler ve doydular."

İbn-i Sa´d, Beyhâkî ve Ebu Nuaym Ebu´l-Aliye tarikiyle Ebû Hü-reyre´den şöyle rivayet ederler: Bir gün ben, bir miktar hurma ile Pey gamber´e (s.a.v.) gidip, bu hurmaların bereketlenmesi için dua buyurmasını rica ettim. Paygamber efendimiz bu hurmaları eline aldı ve benim için dua etti, sonra bana dedi ki: "Bunları al, içine azık koyduğun torbaya bırak. Bunlardan almak istediğin zaman, torbayı dökme, elini içine sarkıtarak al ve ye!" Ben de Öyle yaptım ve uzun müddet bu hur malar bana kâfi geldi. Belki Allah yolunda birkaç deve yükü hurma harcadım. Hem kendim yiyordum bu hurmalardan, hem de başkalarına ikram ediyordum. Ben bu hurma torbasını evimdeki dolapta saklamakta idim. Nihayet müslümanların halîfesi Osman şehit edildiği gün, torba yere düştü ve içindeki hurmalar yere saçıldı. O günden itibaren de be reketi kalmadı."

Beyhakî ile Ebu Nuaym´ın îbn-i Şîrîn tarikiyle olan rivayetleri ise şu merkezdedir: Peygamber (s.a.v.) bir gazvede, yiyeceklerin azalması üzerine: "Ey Ebû Hüreyre, yanında yiyecek var mı?" diye sordu. Ben de: "Torbamda bir miktar hurma var" dedim. Peygamberimiz: "Onu bize getir" buyurdu. Ben de getirip teslim ettim. Yere de bir deri yazmamı emretti, ben de yazdım. Elini torbanın içine attı, onun içindeki hurma ları çıkardı, bu derinin üzerine koydu. Meğer torbamın içinde yirmi bir adet hurma varmış... Peygamberimiz, bu hurmaları teker teker derinin üzerine koyarken her bir defasında besmele çekti, sonra dua buyurdular ve bana: "Haydi filana ve onun arkadaşlarını çağır" dedi. Ben de onu ve arkadaşlarını çağırdım. Bunlar yiyip doyduktan sonra kalkıp gittiler. Sonra bana: "Filanı ve onun arkadaşlarım çağır" buyurdu, bunlar da gelip yediler, doyunca kalkıp gittiler. Bu şekilde herkes ondan yiyip doydu. En sonunda da bir miktar hurma arttı... Peygamberimiz de bana: "Haydi şimdi de sen otur ve ye!" buyurdu. Ben de oturdum ve yedim. Peygamberimiz de yedi. Yine geride hurma artmıştı. Efendimiz bu ar takalan hurmayı aldı ve bana verirken: "Bunları al ve torbana koy, fakat bu torbadan hurma alacağın zaman torbayı yere dökme ve tersine çe virme... Elini içine atarak al ve ye!" buyurdu. Ben de öyle yaptım ve bu hurmalardan yıllarca çok miktarda yedim ve Allah rızası için başkala rına yedirdim. En sonunda Osman zamanında, asıldığı yerden düşüp hurmalar yere döküldü. Böylece ondaki bereket ve fevkalâdelik de kay boldu."

Beyhakî ve Ebû Nuaym, Ebu Mansûr tarikiyle Ebû Hüreyre´nin şöyle dediğini rivayet ederler: "Ben, islâmla şereflendikten sonra yaşa dığım devrede, üç büyük musibetle karşılaştım: Birincisi, Peygamber´in (s.a.v.) vefat edişi, ikincisi, Halîfe Osman´ın şehîd edilmesi, üçüncüsü de Resûlüllah Efendimiz´in duası ile bereketlenmiş olan hurma torbamın, düşüp bereketini kaybedişidir. Zira ben, Peygamber Efendimizle birlik te bir seferde iken, o bana: ´Yanında bir şey var mı?" diye sormuştu. Ben de kendisine: "Torbada birkaç hurmam var" demiştim. Sonra Peygam berimiz bu hurmaları isteyip eline almış ve bereketlenmesi için duada bulunmuş, sonra bana: "Haydi on kişi çağır" demişti. Ben de on kişi ça ğırmış, bu on kişi bu hurmadan yiyip karnını doyurmuş; Sonra yine O´nun emriyle on kişi çağırmış, bu on kişi de bu hurmadan doyurmuştu. Böylece devam edip onar kişi halinde bütün asker gelip bu hurmadan doymuştu. Kalan hurmaları da Efendimiz bana vermiş ve bu hususta: "Bu hurmalardan birşey almak istediğin zaman, elini içine at, hurmayı al, fakat torbayı ters çevirme" buyurmuştu. Ben de bu şekilde hareket ederek Resûlüllah´m hayatında, Ebû Bekir, Ömer ve Osman´ın hayâtında hep ondan yiyip istifâde ettim ve ettirdim. Osman öldürül düğü zaman, evimde ne varsa yağmaladılar. Bu sırada bu bereket de sona erdi."

Buharı ve Müslim Aişe´nin şöyle dediğini naklederler: Resûlüllah (s.a.v.) âhirete irtihal buyurduktan sonra, bana âit odanın duvarında bir raf vardı. Burada bir miktar arpa kalmıştı. Ben bundan uzun müddet yemeğe devam ettim. Bir gün, ne kadar olduğunu öğrenmek için bu ar payı Ölçtüm. Bu yüzden tükenip gitti."

Müslim, Beyhakî ve Bezzâr Câbir´den şöyle nakleder: Bir gün ada mın biri, Peygamber´e (s.a.v.) gelerek yiyecek istedi. Peygamberimiz de kendisine bir miktar arpa verdi. Adam bu az miktardaki arpayı alıp gitti ve uzun müddet çoluk çocuğu ve evlerine gelen misafirleri ile yemeğe devam etti. Bir gün onun ne kadar olduğunu öğrenmek merakı ile ölç mek istedi. O da tükeniverdi. Tekrar Peygamberimiz´e gelip müracâtta bulundu. Peygamberimiz kendisine: "Eğer onu ölçmeye kalkışmasa idin, daha uzun müddet ondan yemeğe devam edecektiniz!" buyurdu.

Hakim ile Beyhakî´nin Nevfel bin ei-Hâris´ten çıkardıkları bir ha ber de şöyledir: "Ben evlenmek istediğim zaman, Peygamber´e (s.a.v.) gidip bana yardımda bulunmasını istedim. O da bana otuz sâ´ (90 kilo civarında) arpa gönderdi. Biz bu arpadan altı ay kadar yemeğe devam ettik. Sonra ben bunu ölçtüm, yine geldiği gibi otuz sâ´ olduğunu gördüm. Fakat sonra kısa zamanda tükeniverdi. Ben gidip bunu Hz. Peygam ber´e haber verdim. O da bana dedi ki: "Eğer onu ölçmeseydim, yaşadığın müddetçe ondan yemeğe devam edecektin..."

Hasan bin Sîifyân, Nesâl, Taberânî ve Beyhakî, Hâlid bin Abdü´l-Uzzâ bin Selâme´den şöyle rivayet ederler: "Hâlid´in çoluk çocuğu çok kalabalık idi. Bir koyun kestikleri zaman birer kemik bile düşmüyordu. Bunun için bir defasında bir kaç koyun kesmeleri gerekiyordu. Bir gün Peygamber (s.a.v.), Hâlid´in ihtiyacı için bir koyun kestirdi, sonra ken disi bu koyundan bir miktar yedikten sonra, Hâlid´e bir kab getirmesini istedi. Pişirilen et yemeğini bu kabının içine döktü, sonra da: "Allah´ım bu yemeği Hâlid ve onun ev halkı için bereketli eyle!" diyerek dua etti. Hâlid bu yemeği evine götürüp sofraya döktü. Çoluk çocuğu ile sofranın başında toplanıp yediler. Hepsi bundan karınlarını doyurdukları halde, yemeği tüketemediler. Yemekten bir miktar da artmıştı."

Buharl, el-Şâ´bî tarikiyle Câbir´den şöyle rivayet eder: Câbir´in ba bası Uhud Savaşında şehid düşmüş, geride altı kız evlat bırakmış, üs telik Ödenecek hayli borcu da varmış... Hurmaların toplanma zamanı gelince, Câbir Hz. Peygamber´e gidip: "Ey Allah´ın Resulü, biliyorsunuz ki babam Uhud´da şehit olduğu zaman, pek çok borç bırakmıştı. Ben a-lacaklıların sizi görmelerini arzu ediyorum" diyerek mürâacâtta bulun muştur. Peygamberimiz de kendisine: "Haydi git, her hurmanın meyvesini, aynı ağacın altında topla, sonra gelip bana haber ver!" bu yurmuştur.

Câbir, hurmaları topladıktan sonra Hz. Peygamber´e haber vermiş, Peygamber Efendimiz de hurma yığınlarım kontrol ederek en büyük yı ğının başında oturmuş, sonra Câbir´e: "Haydi alacaklıları çağır!"6buyur-muş. Câbir de gidip alacaklıları getirmiştir. Câbir bu olayla ilgili olarak bizzat kendisi der ki: "Vallahi ben, toplanan hurmaların tamâmının, babamın bıraktığı borca yetmesine, kız kardeşlerime bir tek hurma gö-türmemeye razı idim. Peygamber Efendimiz ise, bütün alacaklılara bü yük yığından ölçüp alacağı kadar hurma veriyordu. Nihayet son alacaklının hakkı da kendisine verildikten sonra, baktım ve hayretler i-çinde kaldım. Zira o büyük yığından, babamın bütün borçları ödendiği halde, bir tek hurma eksilmemiş gibi duruyordu. Diğer ağaçlardan top lanan hurma yığınlarına ise, hiç dokunulmamış idi."

Buharı ve Müslim Vehb bin Keysân tarikiyle yine Câbir´den şöyle naklederler: Babam Uhud´da şehit olduğu zaman, pek çok borç bırak mıştı. Bir yahûdî, babama da olan alacağını istediği zaman, kendisinden biraz müsaade etmesini istedim, fakat yahûdî müsâade etmedi. Ben de derhal Hz. Peygamber´e giderek O´nun bu hususta yardımcı olmasını istedim. Peygamberimiz de yahûdî ile konuştuktan sonra Câbir´e hitaben: "Ey Câbir, haydi hurma salkımlarını kes ve onun alacağım derhâl öde!" buyurdu ve hemen yerine döndü... Câbir hurmaları keserek yahûdîye olan otuz vesak (Ölçek) hurma borcunu ödedi. Geriye kendisi için de on yedi ölçek hurma arttı... Câbir bu durumu Ömer´e anlattığı zaman Ömer: "Ben zâten Hz. Peygamber´in hurma bahçesine doğru bu maksatla yürüdüğünü gördüğüm zaman, Allah´ın ona bol bereketler ve receğine inanmıştım!" dedi.

Beyhâki bu konuda der ki: Bu iki rivayet arasında bir çelişki yok tur. Zira birinci rivayet; diğer borçluların alacaklarının bizzat Hz. Pey gamber tarafından ödendiğini bildirmektedir, ikinci rivayette ise, bunlar ödendikten sonra alacaklı olan yahûdînin otuz Ölçek alacağının, Câbir´in eliyle Ölçülüp ödendiğini bildirmektedir. Bu ikinci defasında Hz. Peygamber, Câbir´e hurma ağaçlarında kalanların toplanmasını emre­dip, yahûdîye olun borcunu da bundan kendi eliyle ödemesini emret miştir." [9] Hâkim, Nebîh el-Anezî tarikiyle yine Câbir´den şöyle nakleder: Ba bam Uhud´da şehit olduğu zaman geride çok miktarda borç bırakmıştı. Bir gün ben hanımıma dedim ki: "Bugün Resûlüllah Efendimiz öğle üzeri bizim eve gelecek." Ve O da, o vakitlerde geldi. Kendisi için bir yaygı hazırlamıştık, onun üzerine yatıp uyudu. O uyurken, ben de bir oğlak kesip hazırlattım. Uyandığı zaman yemeği O´nun önüne koydum. Bana buyurdu ki: "Haydi Ebû Bekir´i çağır!" Sonra havarilerini (islâmın yar dımcılarını) da çağırmamı emretti. Ben de gidip çağırdım. Onlar da gelip bu yemekten yediler. Hepsi doyduğu halde, geriye pek çok yemek arttı."

Taberânî, Ebû Nuaym ve îbn-i Asâkir Ebu Recâ´dan şöyle nakle derler: Peygamber (s.a.v.), bir gün evinden çıkıp ansârdan birinin bah çesine gitti. Bahçenin sahibi bu sırada bahçesini sulamakta idi. Peygamberimiz ona: "Bahçeni ben sulayıp iyice suya kandınrsam, bana vereceğin nedir?" dedi. Bahçe sahibi: "Ben bunu suya doyurmak için bu kadar çalışırım, yine de kandıramam" diye mukabele etti. Peygamberi miz: "Ben burayı iyice suya kandırırsam, bana yüz adet hurma verir misin?" dedi. O da: "Evet" karşılığını verdi. Peygamberimiz, kuyunun başına geçip kovayı eline aldı ve pek kısa zamanda hurma bahçesini sulayıp kandırdı. Bahçe sahibi: "Bahçemi sel götürecek!" diye bağırıyor du. Sulama bitmişti. Bahçe sahibi Peygamberimiz´e yüz adet htuÇma ö-dedi. Peygamber Efendimiz de ashabını toplayarak hep beraber bu hurmadan yediler ve karınlarını doyurdular. Sonra Peygamberimiz, gidip hurma sahibine hiç eksiksiz olarak yüz hurmayı iade etti."

Beyhâki Ebû Hüreyre´nin şöyle dediğini nakleder: Devs kabilesine mensup Ümmü Şerik adında bir kadın vardı. Kendi kabilesinde iken müslümanlığı kabul edip Hz. Peygamber´e gitmek istedi ve bir yol ar kadaşı aradı. Bir yahûdiye rastladığı zaman, onun kendisine yolda ar kadaşlık edeceği teklifini aldı ve onunla birlikte yola çıkmaya karar verdi. Yahudi hemen yola çıkmak üzere idi. Ümmü Şerik de: "Hemen kabıma su doldurup geleyim" dedi. Yahûdî de ona: "Senin su almana lüzum yok, zira ben fazlasıyla su almış bulunuyorum" dedi. Böylece he men yola çıktılar. Akşamleyin bir yerde konakladılar. Yahudi yemeğini hazırlayıp Ümmü Şerîk´i akşam yemeğine çağırdı. Ümmü Şerik dedi ki: "Önce bana bir miktar su ver, çünkü ben çok fazla susamışım, su içme dikçe bir lokma yiyemiyeceğim!" dedi. Yahudi kendisine: "Sen, yahûdi dinine geçmedikçe sana bir yudum su vermem!" dedi. Ümmü Şerîk´in ise kendisine verdiği cevap çok kesin oldu: "Ben ebediyyen yahûdîlik dinîne geçmem!" Bu cevabı verdikten sonra, devesinin yanına gidip onu güzelce bağladı ve başını devenin dizleri üzerine koyarak istirahata çekildi. Geceleyin uyurken başının az yukarısında bir su kovasının bulunması ve bunun alnına dokunmasıyla uyandı. Bizzat kendisi der ki: "Uyandı ğımda baktım, gerçekten bana yukarıdan bir kova su sarkıtılmış, sütten beyaz ve baldan tatlı bir su idi bu... Kanıncaya kadar bu sudan içtim. Sonra bu su kovasından elime dökerek, yanımda getirdiğim ve kurumuş bir haldeki su kabımı´ ıslattım, sonra da ağzına kadar doldurdum. Sonra kova yukarıya çekilmeye başladı başladı ve gözümden kayboldu. Sabah olunca yanımdaki yahûdî yanıma geldi ve: "Ey Ümmü Şerik" diyerek seslendi. Ben de kendisine, gel dedim ve yaklaşınca, olanları anlattım. O bana: "O su kovası, yukarıdan mı indi?" diye sordu. Ben de: "Evet" dedim ve sonunda da semâya çekildiğini gözlerimle gördüğümü anlat tım. Sonra yola devam edip Resûlüllah (s.a.v.)´in huzuruna geldim. Resûlüllah da beni Zeyd bin Harise ile evlendirdi ve bana otuz ölçek hurma verilmesini emretti. Bu hurmalar hakkında da: "Ondan yiyiniz ve fakat onu ölçmeyiniz!" buyurdular.

Ümmü Şerîk, yanında bir yağ tulumu getirmişti, bu yağ tulumunu Hz. Peygamber´e hediye etti. Ümmü Şerik´in cariyesi bunu Resûlüllah´a getirip teslim etti. Resûlüllah bu yağ tulumunu boşalttıktan sonra teslim ederken bu cariyeye dedi ki: "Bunu alıp götür, aynen eski yerine as, ağzını bağlama!" tembihinde bulundu. O câriye de aynen öyle yaptı. Ümmü Şerîk, bu yağ tulumunun aynen eskisi gibi dolu bir vaziyette ve eski yerinde asılı durmakta olduğunu görünce, cariyesine çıkıştı ve: "Ben sana bunu Resûlüllah Efendimiz´e hediye ettiğimi ve götürüp kendisine vermeni sana emretmedim mi?" dedi. Câriye de: "Efendim, ben senin bana olan emrini aynen yerine getirdim, fakat Resûlüllah Efendimiz boşunu bana teslim ederken, ağzını bağlamaksızm aynen eski yerine asmamı söyledi, ben de öyle yaptım, durum bundan ibarettir" cevabını verdi. Bundan uzun müddet yediler. Bir zaman sonra, evlerindeki arpayı ölçtüler onun da aynen ilk gündeki gibi otuz ölçek olarak kaldığını, hiç eksilmemiş olduğunu müşâhade ettiler."[10]



[6] Bu çeşit mucizelerle ilgili hadîsler, sahih ve sabittir. Tebük, Hendek Gazvelerinde ve daha başka yerlerde vukua gelmiştir

[7] Peygamber Efendimiz, bazan açlıktan karnına taş bağlamıştır. Fakat O bunu, bazılarının iddia ettikleri gibi, zâhitlik ve sofîlik düşünceleriyle yapmamıştır. Belki, yiyecek bir şey bulamadığı zaman yapmıştır. Bulduğu zaman da yemiştir. Biliyoruz ki O; helvayı sever, etli kabak yemeği yer, hurma ile hıyar yemekten de hoşlanırdı... Bu hususta tekkellüf (ge reksiz bir Özenti) göstermez, herhangi bir yiyeceği kötülemezdi... Eğer iştihâsı varsa yer, de ğilse terkederdi ve buyururdu ki: "Biz acıkmadıkça yemez, yediğimiz zaman da mîdemİzi iyice doldurmayız."

[8] Kûfe´li hadisçilerdendir. Onun hakkında İbn-i Main: Sadûktur, fakat hüccet değil­dir, Ali İbnü´l-Medini: Sağlamdır, Ebû Hatim de: Sadûktur, demişlerdir.

[9] Şu kadar var ki, birinci rivayeti verirken müellif merhum, biraz kendiliğinden ta­sarrufta bulunmuş, rivayeti aynen vermemiştir.

[10] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/90-103.