Konu Başlığı: Peygamberimizin Ashabının Melekleri Gördüğüne Anlatilmamis olan bazi Haberler Gönderen: Sümeyye üzerinde 30 Aralık 2009, 20:46:37 Peygamberimizin Ashabının Melekleri Gördüğüne Ve Onların Kelamını İşittiğine Dair Bundan Önce Anlatılmamış Olan Bazı Haberler Buharî ve Müslim, Ebu Osman el-Nehdİ´nin şöyle dediğini nakle derler: Bana ulaşan habere göre, Cebrail (a.s.) Peygamberimiz´e gelmiş, bu sırada Peygamberimiz´in yanında Ümmü Seleme varmış. Cebrâîl bir miktar konuştuktan sonra gitmiş. O gidince Peygamberimiz, Ümmü Seleme´ye onun kim olduğunu sormuş. Ümmü Seleme de Dıhyetü´l-Kelbî demiş." Ümmü Seleme der ki: "Ben, gerçekten onu Dıhyetü´l-Kelbî san mıştım. Fakat Peygamberimiz´in Cebrâîl hakkındaki sözlerini işittikten sonra, onun Cebrâîl olduğunu anlamış oldum." Bu haberin ravisi Ebu Osman el-Nehdî´ye: "Sen bunu kimden duy dun?" diye sormuşlar. O da: "Üsâme´den işşittim" cevabım vermiştir. Yine Buharî ve Müslim Ebu Hüreyre´den şöyle rivayet ederler: "Bir gün Peygamber (s.a.v.), insanların arasında bulunuyordu. Bir adam ge lip: "îman nedir?" diye sordu. Peygamberimiz de: "îman; Allah´a Onun meleklerine, kitaplarına, rasüllerine inanmandır. Aynı zamanda öldük ten sonra dirilmeye de inanmandır." Gelen adam: "Peki, islam nedir?" diye sordu. Peygamberimiz de: "islam; Allah´a ibadet edip hiç bir şeyi O´na ortak koşmaman, namazı dosdoğru kılman, zekatı eksiksiz olarak vermen, ramazan orucunu tut-mandır." Peygamberimiz´in bu cevabından sonra gelen adam: "Peki ih san nedir?" dedi. Peygamberimiz de: "İhsan; Allah´a sanki O´nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Zira her ne kadar sen O´nu gör müyorsan da, muhakkak O seni hep görmektedir." Gelen adam, bu cevabı aldıktan sonra da: "Kıyamet ne zaman ko pacaktır?" diye bir soru yöneltti. Peygamberimiz de onun bu sorusuna: "Bunu, sorulan kişi soran kişiden daha iyi biliyor olamaz! Fakat ben sana, onun alâmetlerinden haber verebilirim! Şöyle ki: Bir câriye, hanım efendisini doğurduğu, sığır çobanlarının yüksek binalar yapmak için birbirleriyle yarış ettikleri zaman, bil ki kıyamet yaklaşmış demektir. Malum beş şey vardır ki, onları Allah´tan başka kimse bilmez. Kıyame tin ne zaman kopacağını bilmek de, bu beş şeye dâhildir ki, onu Allah´tan başkası bilemez" cevabını verdi." Sonra, o soruları yönelten adam gitti. Peygamberimiz de: "Haydi, gidip o adamı geri çağırınız!" buyurdu. Arkasından koşturdular ise de, kimseyi göremediler. Peygamber (s.a.v.) de bunun üzerine: "O Cebrail idi, insanlara -böyle sorular sorarak- dînini öğretmek için gelmişti" buyurdu. [1] Ebu Mûsâ el-Medînî el-Mârife adlı kitabında Temim bin Sele-me´den şu haberi nakleder: "Bir gün ben, Peygamberin (s.a.v.) yanın daydım. Adamın biri Peygamberimiz´in yanından ayrılıp gitti. Başına güzel bir sarık sarmış, sarığının ucunu da arkasına sarkıtmış bir vazi yette idi. Ben Hz. Peygamber´e: "Ey Allah´ın elçisi, bu adam kimdir?" diye sordum. O da bana: "Bu, Cebrail´dir" buyurdu. Ahmed, Taberânî ve Beyhakî sahih bir senedle Harise bin Nûmân´dan şöyle rivayet ederler: "Bir gün ben, Peygamber´e (s.a.v.) uğ radım. O´nun yanında Cebrail vardı. Selam verdim ve çekip gittim. Tekrar Peygamberimizle buluştuğum zaman, bana sordu: "Ey Harise, sen bana uğradığın zaman yanımda kim vardı, gördün mü?" dedi. Ben de: "Evet" karşılığını verdim. Buyurdu ki: "O Cebrail idi ve sen selam verdiğin zaman, o da sana selam vermişti." Yine Hârise´den îbn-i Sa´d´ın çıkardığı haber de şöyledir: "Ben ha yatımda Cebrail´i iki defa gördüm." [2] Ahmed ve Beyhakî îbn-i Abbas´tan şöyle rivayet ederler: "Bir gün ben, babamla birlikte Rasulullah´m (s.a.v.) yanında idim. Rasulullah´m yanında birisi vardı ve fısıltı halinde O´nunla konuşuyordu. Ben ve ba bam oradan ayrılıp çıktık. Babam bana dedi ki: "Amcanın oğlunu gördün mü? Hiç bizimle ilgilenmedi! Sanki bizimle konuşmak istemiyordu." Ben dedim ki: "Babacığını, O´nun yanında bir adam vardı ve O´nunla konu şuyordu. Bu yüzden bizimle ilgilenemedi." Babam, Rasulullah´m yanın daki adamı görmemişti. Bu yüzden geri dönüp Hz. Peygamber´e aramızda geçenleri anlattı ve O´na: "Senin yanında demin birisi mi var dı?" diye sordu. Peygamberimiz de bana hitaben: "Ey Abdullah, sen onu gördün mü?" dedi. Ben de: "Evet" karşılığını verdim. Bunun üzerine Peygamberimiz: "O/Cebrâîl idi ve ben bu yüzden sizinle ilgilenemedim" buyurdu. Yine îbn-i Abbas´tan îbn-i Sa´d´ın rivayeti de şöyledir: "Ben, haya tımda Cebrail´i iki defa gördüm ve Allah Resulü benim için iki defa dua buyurdu."[3] Hâkim´in Îbn4 Abhas´tan rivayeti ise şöyledir: "Ben, Peygamber´in (s.a.v.) yanında Cebrail´i gördüğüm zaman Peygamberimiz bana hitaben: "Ey Abbas´m oğlu Abdullah, peygamber olmayan birisi Cebrail´i gördüğü zaman, muhakkak gözlerine âmâlık gelir. Fakat bu (gözlerinin kör olması), senin başına ömrünün sonunda gelecektir!" buyurdu. [4] Taberânî ve Beyhakî Muhammed bin Seleme´den şu haberi rivayet ederler: "Ben, Rasuluîlah (s.a.v.)´e uğramıştım. O, bir adamla başbaşa vermiş konuşuyordu. Kendilerini meşgul etmemek için geçip gittim. Sonra dönüp geldiğimde Peygamberimiz bana: "Demin niçin selam ver meden geçip gittin?" dedi. Ben de: "Sizi öyle görünce sözünüzü kesmeyi hoş görmedim" karşılığını verdim ve yanındaki o zatın kim olduğunu sordum. Peygamberimiz de: "O, Cebrail idi" buyurdu. Hakim, Aişe´nin şöyle dediğini nakleder: "Bir gün Cebrail´i, benim odama gelip Rasuluîlah ile görüşürken gördüm. Rasulullah´a: "Bu kim dir?" diye sordum. O da bana: "Kime benzettin?" dedi. Ben: "Dıhyetü´l-Kelbî´ye benziyor" dedim. Peygamberimiz de bana: "Sen Cebrail´i gör dün" buyurdu. Ve çok geçmeden bana hitaben dedi ki: "Ey Aişe, işte Cebrail sana Allah´ın selâmını veriyor!" Ben de buna karşılık: "Ey Allah´ın Resulü, ben de ona Allah´ın selâmını sunuyorum! O, ne hayırlı bir konuktur" dedim." îbn-i Ebu´d-Dünyâ ve îbn-i Asâkîr Muhammed bin el-Münkedir´den şöyle rivayet ederler: "Bir gün Peygamber (s.a.v.) Ebu Be kir´in evine gitti ve onu şiddetli bir şekilde hastalanmış olarak gördü. Onun yanından çıktığı zaman doğruca Aişe´nin yanına geldi ve ona ba basının hastalığını haber vermek istedi. Derken arkadan Ebu Bekir çı-kageldi. İçeri girmek için izin istedi. Aişe´de "babam geldi" dedi ve onu içeri aldı. Peygamberimiz bu hale teaccüb edip şaştı. Ebu Bekir de du rumu şöyle açıkladı: "Ey Allah´ın Resulü, sen benim yanımdan ayrılır ayrılmaz bana bir uyku bastı. Uyurken bana Cebrail geldi ve burnum dan bir ilaç döktü. Ben de onun içirdiği bu ilacın te´siriyle derhal ayağa kalktım ve arkandan yetiştim." Müslim Imrân bin Husayn´dan şöyle rivayet eder: "Vaktiyle me lekler bana selam verirler ben de onların selamını duyar ve alırdım. Vaktaki yaramı ateşle dağladım, bu hâl benden zail oldu. Sonra bunu terkettim ve önceki hâlime tekrar kavuştum." Tirmizi Târih´inde, Beyhakî ve Ebu Nuaym, Gazâle´nin şöyle de diğini naklederler: "Imrân bin Husayn, bizlere evin süpürülüp tertemiz yapılmasını emreder, biz de bunu yapardık. Ve "es-Selâmü aleyküm, es-Selâmü aleyküm!" diye selam sesleri duyardık. Fakat selam verenleri görmezdik." Tirmizi, bu haberi naklettikten sonra der ki: "Bu onlara meleklerin selam vermesidir." Ebu Nuaym, Yahya bin Saîd el-Kattân´ın şöyle dediğini nakleder: "Biz Basra´da idik. Bize, Peygamber´in ashabından Imrân bin Hu-sayn´dan daha faziletli biri gelmemiştir. Imrân bin Husayn tam otuz sene müddetle evinde meleklerin selâmını alıp durmuştur!"[5] îbn~i Sa´d ise, Katâde´den şu haberi nakletmiştir: "Melekler Imrân bin Husayn ile müsâfaha ederlerdi. Fakat o, yarasını ateşle dağladığı zaman bu hâl kendisinden zail olmuştur." Buhari ve Müslim Üseyd bin Hudayr´dan şu haberi vermektedirler: "Bir gece ben, Bakara Suresini okumakta idim. Atım da yanıbaşımda bağlı idi. At eşinmeye başladı. Ben acaba ne var ki, diyerek sustum. Atım da sakin oldu. Sonra okumaya başladım, atımda yeniden eşinip cevalan etmeye başladı. Ben sustum, atım da sakin oldu. Başımı yukarı doğru kaldırdığımda şemsiye gibi bir karaltı gördüm. Fakat bu karaltının i-çinde kandil gibi pek çok ışık parıldamakta idi ve devamlı yukarıya doğru çıkıyordu. Baktım, sonunda iyice yükselip kayboldu. Atımın da bundan heyecanlandığını anlamıştım. Sabah olunca durumu, Peygam-ber´e (s.a.v.) arz ettim. O da şöyle buyurdu: "Ey Üseyd, o senin gördüğün melekler idi. Onlar senin sesini (Kur´an okuyuşunu) duymak için in mişlerdir. Eğer sabaha kadar okusaydın, sabahleyin insanlar o melek leri görürlerdi." (Bu haber, Üseyd bin Hudayr´dan çeşitli tarikler ile rivayet edil miştir. Bunlardan birinde: "Oku ey Üseyd! Gerçekten sana Âl-i Davud´un mezamiri (Dâvûdî ve güzel bir sadâ ile okuyuş) verilmiştir" denilmektedir ve gerçekten de Üseyd´in sesi çok güzeldi ve çok güzel o-kurdu. Ebu Nuaym´in çıkardığı haberde ise: "Ey Üseyd, o senin gördü ğün, Kur´an dinlemeğe gelen melek idi" buyurulmuştur. Yine Ebu Nuaym´in bir başka tarîkten olan rivayeti de, bu mealdedir). Ebu Ubeyd Fedâilul-Kur´ân adlı kitabında Muhammed bin Cerir bin Yezîd´den şu haberi nakletmiştir ki ona da Medine´li bazı üstadlar nakletmiştir: Şöyle ki: "Bir gün Peygamber´e (s.a.v.) sordular: "Ey Al lah´ın Resulü, bu gece Sabit bin Şümas´ın evi sabaha kadar bir çok kan diller yakılmış gibi ışık verip durdu. Acaba bunun sebebi ne idi?" dediler. Rasulullah da şu cevabı verdiler: "Belki o, sabaha kadar Bakara Sûresini okuyup durmuştur." Bunun böyle olup olmadığını bizzat Sabit´in kendi sinden sorduklarında, o da: "Evet, Bakara Sûresini okudum" karşılığını vermiştir. îbn-i Ebu Şeybe ve Beyhakî Avfbin Mâlik el-Eşcai´den şöyle nakle derler: "Biz, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte seferde idik. Derken ben Peygamberimiz´i kaybettim. Hemen O´mı aramaya çıktım. Ararken Muaz bin Cebel ile Abdullah bin Kays´m ayakta durmakta olduklarını gördüm ve onlara: "Rasulullah Efendimiz nerede?" diye sordum. Onlar da dediler ki: "O´nun nerede olduğunu biz de bilmiyoruz. Ancak vadinin üst tarafından bir ses duyduk ve burada bekliyoruz." Ben de orada bek lemeye başladım. Az sonra Rasulullah efendimiz geldi ve şöyle buyurdu: "Rabbim´den bana elçi geldi ve beni, ümmetimden yarısını cennete koy mak ile şefaat arasında seçim yapmak durumunda bıraktı. Ben de şefa atçi olmak şıkkını seçtim." îbn-i Ebil´d-Dünya Kitabü´z-Zikr adlı eserinde Enes bin Mâlik´in şöyle dediğini nakleder: "Bir gün Übeyy bin Ka´b: "Mescid´e gidip kendi mi ibadete vereceğim, namaz kılıp dua edeceğim! Allah´a öylesine hamd ü senalarda bulunacağım ki, şimdiye kadar hiçbir kimse öylesine ham-detmemiş olsun!" Böyle deyip Mescid´e vardı. Namazım kıldıktan sonra hamd ü senaya başlıyacağı sırada arkasında birisinin yüksek sesle şöyle dua etmeye başladığını duydu: "Allah´ım, bütün hamd sanadır. Bütün mülk senindir! Hayrın ta mamı senin elindedir, gizli ve aşikar bütün işler de sana rücu eder! Hamd ancak sanadır. Sen her şeye kadirsin! Geçmiş günahlarımı ba ğışla, geleceğin kötülüklerinden de beni sakla! Bana, razı olacağın ter temiz ve güzel ameller nasib eyle! Benim duamı ve tevbemi kabul eyle!" Übeyy, Peygamber´e (s.a.v.) gidip durumu aynen arz etti. Peygam berimiz de kedisine: "O, Cebrail (a.s.) idi" buyurdu. Buharı ve Beyhakî Numan bin Beşir´den şöyle rivayet ederler: "Bir gün Abdullah bin Revaha, ansızın bayıhverdi. Kız kardeşi dehşete ka pılıp: "Ey benim dağım, ey benim dayanağım!" diye feryada başladı. Bir müddet sonra kendisine gelen Abdullah bin Revaha, kız kardeşine dedi ki: "Sen benim hakkımda o sözleri sarfederken, bana da hep sual açtılar ve: "Sen demek onun dağı mısın? Sen onun dayanağı mısın?" diyerek sı kıştırdılar." [6] Taberani´nin îbn-i Ömer´den olan rivayeti de şöyledir: "Bir gün Abdullah bin Revaha bayılmıştı. Sanki kıyamet kopmuş gibi kadınlar feryad ediyordu. Derhal Peygamberimiz onun yanına geldi. Abdullah az sonra kendine geldi ve: "Ey Allah´ın Resulü, ben baygın iken kadınlar: "Vah benim dağım, vah benim dayanağım!" diye feryad ediyor, bir melek de elinde demir bir çekiç ile başucumda duruyor ve bana: "Demek sen böyle misin?" diyordu. Ben ise "hayır" diyerek cevab veriyordum. Eğer "evet" deseydim, muhakkak onunla beni dövecekti." Ibn-i Sa´d Ebu Imran el-Cuni´den de buna benzer bir rivayet var dır. Taberani Hasan-ı Basri´den şöyle rivayet eder: "Bir gün Muaz bin Cebel´e baygınlık gelmişti. Kardeşi de: "Vah benim dağım, dayanağım!" diye feryad ediyordu. Kendine geldiği zaman Muaz dedi ki: "Ey karde şim, bugün bana çok eza verdin!" Kardeşi ise: "Ben, asla sana eza vermek istemem" dedi. Muaz da dedi ki: "Ben baygın iken sen: "Vah dağım, da yanağım!" diye feryad ediyordun, bir melek de başucumda durup; "De mek sen böyle misin?" diyerek beni sıkıştırıyordu. Eğer ben ona "evet" deseydim, muhakkak bana azab edecekti." îbn-i Ebü´d-Dünya, Hakim ve Beyhakî Abdurrahman bin Avfın oğlu İbrahim´den şu haberi nakletmişlerdir: "Abdurrahman bin Avf şid detli bir şekilde hastalanmıştı. Derken bayıldı. Etrafındakiler ise onun öldüğünü zannetiler ve onun üzerini örterek dağıldılar. Bir müddet sonra Abdurrahman kendine geldi ve şöyle dedi: "Ben baygın iken iki şiddetli melek geldi ve bana: "Haydi bizimle gel, muhakeme olunacak sın!" dediler. Beni alıp götürürlerken iki melek karşımıza geldi. Bu iki melek ise, öncekilerin tersine çok merhametli ve nazik idi. "Bu adamca ğızı nereye götürüyorsunuz?" dediler. Önceki iki melek de: "Muhakeme olunmağa" cevabım verdiler. Onlar da dediler ki: "Siz bu adamı serbest bırakınız! Zira bu adam, kendisi için Allah´ın saadeti nasib buyurduğu kimselerdendir!" Bunun üzerine beni serbest bıraktılar."[7] [1] Hadis´te geçen: "Cariyenin hanım efendisini doğurması" üzerine denilmiştir ki: Fetihler çoğalacak, pek çok harb esîri alınacak, cariyenin efendisinde olan çocuğu, kendisine efendi olacak. Veya bunun mânâsı: Ana-babaya itaat azalacak, kadının doğurduğu çocuk, kendisine köle muamelesi yapacak; bir kız evlâd, kendi annesine karşı efendilik taslıyacak, onu hor ve hakîr tutacaktır. Şüphesiz daha iyisini Allah bilir. İlk hadisin râvîsi Ebu Osman el-Nehdî, 12 sene Selmân´a arkadaşlık etmiş, Kadisiye, Celûlâ, Tüster, Nehâvend, Yermûk ve Azarbeycân savaşlarına katılmış bir islâm kahrama nıdır. [2] Harise Cebrail´i, bir adam şekline girmiş olarak görmüştür. Bu, ona ve ashabtan pek çoklarına nasîb olmuştur [3] Bu duaların birinde Hz. Peygamber, mübarek elini onun omuzuna koymuş ve onun hakkında: "Allah´ım, bu kulunu dînde fakîh eyle ve ona kitâb´ın te´vil ve tefsirini talîmbuyur diyerekdua etmiştir. [4] Cebrail´i pek çok sahâbî gördüğü halde, hiç biri bu yüzden âmâ olmadı. Daha önce geçmiş bulunan Ebu Hüreyre hadîsinde bildirildiği gibi, bir defasında Cebraîl bir ârâbî suretinde gelmiş ve Mescid´de Resûlullah´ın yanında bulunan ashabın hepsi onu görmüştü ve bunlardan hiç biri âmâ olmamıştır. Yâni Hâkim´in bu rivayeti sahih değildir. Ibn-i Abbas´ın ömrünün sonuna doğru âmâ olması ise, yaşlılığın getirdiği bir netîce veya başka bir sebeb-ledir. Cebrâîl´i gördüğü için değildir. [5] Şüphesiz Basra´ya Imrân gibi fazîlet sahibi diğer sahâbîler de gelmiştir. Hiç de Imrân´dan geri olmayan bu sahâbîler: Ebu Mûsâ el-Eş´arî, İbn-i Abbas, Enes bin Mâlik ve daha başkalarıdır. [6] Abdullah´ın kardeşi Amra: "Ey benim dağım, dayanağım!" diye, bu husustaki yasak konulmazdan önce feryadda bulunmuştur veyahut o sırada, böyle bir nehiy olduğunu bilmemekte idi. Yoksa bile bile bu câhiEiye âdetini irtikab etmezdi [7] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/179-184. |