๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mucize Ve Büyük Özellikleri => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 29 Aralık 2009, 23:33:05



Konu Başlığı: Peygamberimizin Açlığın, Susuzluğun, Güçlüğün vs. Seklindeki Mucizeleri
Gönderen: Sümeyye üzerinde 29 Aralık 2009, 23:33:05
Ondokuzuncu Bölüm








Peygamberimizin Açlığın, Susuzluğun, Güçlüğün, Gayretin, Sıcağın, Soğuğun Giderilmesi Ve Gözyaşlarının Tutulması Şeklindeki Mucizeleri


Beykaki ve Ebû Nuaym îmrân bin Husayn'dan rivayet ederler. 0 demiştir ki: Ben Peygamber´in (s.a.v.) yanında idim. Derken Fâtıma (r.a.) validemiz geldi ve O´nun önünde durdu. Peygamberimiz O´na baktı ve şiddetli açlıktan yüzünün renginin solduğunu gördü. Elini kaldırıp onun göğsü üzerine koydu, parmaklarını açık bir halde tutup şöyle dua da bulundu: "Ey açlığı gideren, düşmüşü kaldıran Allah´ım! Muham-med´in kızı Fâtıma´yı yükselt!"

îmrân der ki: Ben, Fâtıma´ya baktım, derhal yüzünün sarılığı git mişti. Daha sonra kendisine rastladığımda hâlinden sordum, o da bana cevabında: "Ey îmrân, o günden bu güne, artık hiç açlık duymadım" dedi.

(Beyhakî bu rivayetle ilgili olarak der ki: "Zahir olan odur ki, îmrân onu, "Hicâb Ayeti" nazil olmadan önce görmüştür.) [1]

Ebû Yâlâ, Beyhakî, îbn-i Asakîr, çeşitli tarîkler ile Ebû Ümâme el-Bâhilî´den şöyle rivayet ederler: "Beni, Peygamber (s.a.v.), kendi kav mine dâvetçi olarak gönderdi. Ben, kavmimin yurduna vardığımda çok acıkmıştım. Onlar ise, eskisi gibi kan yiyorlardı. Bana: "Haydi gel, sen de bizimle ye!" diye çağırdılar. Ben de kendilerine: "Ben, bir islam dâvetçisi olarak, sizi bu gibi şeyleri yemekden sakındırmak için geldim!" diye karşılık verdim. Onlar da benimle alay edip beni yalanladılar ve red ettiler. Ben de onlardan aç ve susuz olarak ayrıldım. Çok büyük bir sı kıntı içindeydim. Takatsiz kalıp yere uzandım ve uyudum. Uykumda biri bana gelip içinde süt bulunan bir kab uzattı, ben de onu alıp içtim. Açlığım ve susuzluğum gitmişti.

Ben ayrıldıktan sonra kavmim arasında ihtilaf çıkmış, bâzıları demişler ki: ´İçimizden en iyi ve en akıllı adamımız bize geliyor, biz de onu aç-susuz aramızdan çıkarıyoruz. Bu, çok ayıp olmuştur. Gidip onu buraya getirmeli ve yedirip içirmeliyiz!" Bâzıları da: "Yiyecek ve içeceği yanımıza alıp onu bulunca kendisine ikram etmeliyiz" diyerek arkam dan yola çıkmışlar ve beni arayıp bulmuşlar. Bana gelip de tekliflerini yaptıkları zaman, onlara dedim ki: "Gerçekten sizin ikram edeceğiniz yiyecek ve içeceğe, kesinlikle bir ihtiyacım bulunmamaktadır." Onlar bana: "Biz seni, açlıktan ve susuzluktan çok bitkin bir halde görmüştük, niçin ikramımızı kabul etmiyorsun?" diyerek İsrarda bulundular. Ben de: "Allah bana yedirdi ve içirdi! Eğer inanmıyorsanız, karnıma bakınız!" dedim. Onlar da durumu anladılar ve hepsi müslüman oldular."

Bu rivayetin bâzı yollarında ve tbn-i Asakîr´in tahririnde, olay şöyle verilmektedir: "Resûlüllah Efendimiz beni onlara gönderince gidip kendilerini İslama davet ettim. Fakat onlar beni red ettiler. Ben de kendilerine: "Hiç olmazsa bir içimlik su verin, zira ben çok susuzum!" dedim. Bunu dahi vermediler ve bana: "Biz seni, susuzluktan Ölmek ü-zere terkedeceğiz!" dediler. Ben de aynı zamanda hareket edemiyecek kadar yorgun olduğumdan, başımı yere vurup uzandım ve abamı üzeri me çekerek uyudum. Sıcak da son derece şiddetli idi. Uyurken biri gelip bana cam bir bardak içinde içecek sundu. İnsanlar ne bu bardak gibi güzel bir bardak görmüşlerdir, ne de bu içecek gibi lezzetli bir şey iç mişlerdir. Bana bundan içmeyi mümkün kıldı ve ben de kanmcaya kadar içtim. İçtikten hemen sonra da uyandım. Vallahi bundan sonra bir açlık, bir susuzluk belasıyla karşı karşıya kalmadım." [2]

Beyhakî, Sâbit´ten, Ebû îmrân el-Cevnl ve Hişâm bin Hassân´dan şu haberi nakleder: Ümmü Eymen, Mekke´den Medine´ye hicret ettiği zaman, yanında hiç bir içeceği ve yiyeceği yoktu. Ravhâ denilen yere geldiği zaman, çok şiddetli bir şekilde susuzluk çekiyordu. Derken üst tarafında, hafifçe seslenen bir ses duyar. Bu nedir kabilinden başını yu karı kaldırdığı zaman, semâdan bir su kovasının sarkıtıldığım görür, derhal eliyle onu tutar ve kanmcaya kadar ondan içer. Susuzluk musi betinden bu şekilde kurtulur."

Ümmü Eymen bu hususta kendisi der ki: "Bu olaydan sonra ben, çok sıcak günlerde dahi susuzluk sıkıntısı çekmezdim. Günün en sıcak anlarında Kabe´yi tavaf ederdim ve yine susamazdım."

(Bunu çeşitli tarîklerden tbn-i Menya´ ile îbn-i Sa´d dahî rivayet etmişlerdir.)

Beyhakî Ebû Bekir bin Abdurrahmân tarikiyle Ümmü Belemeden şöyle nakleder: O demiştir ki: "Resûlüllah (s.a.v.), bana benimle evlen mek istediğini söyledi. Ben de kendisine: "Benim durumumda olan bir kadın evlenemez. Zira ben, yaşı ilerlemiş aynı zamanda çok kıskanç bir kadınım. Ayrıca bakmaya mecbur olduğum kimseler de var" dedim. Peygamber Efendimiz de bana: "Ey Ümmü Seleme, ben senden daha yaşlıyım. Kıskançlığına gelince, bunu Allah senden giderecektir. Bak makla yükümlü olduğun kimseler ise, Allah´a ve O´nun Resûlü´ne emânettir" buyurdu. Ben de bunun üzerine kabul ettim ve Resûlüllah beni nikâhı altına aldı."

Der ki: "Ümmü Seleme, kadınlar arasında bulunurdu, fakat sanki kadın değilmiş gibi, hiç kıskançlık duymazdı."

(Bunu, îbn-i Menya´, Ebû Yâlâ ve Abdullah bin Ahmed de çeşitli tarîklerden rivayet etmişlerdir.)

Ebû Nuaym Ümmü îskak´ın şöyle dediğine dâir bir haber naklet mektedir: "Ben erkek kardeşimle birlikte Medine´ye hicret ettim. Hicret için yola çıktığımızda yanımızda bir azığımız yoktu. Kardeşim yolda gi derken: "Azığımızı unuttum, Mekke´ye dönüp onu getirmeliyim" dedi ve geri döndü. Mekke´ye döndüğü zaman, kocam durumdan haberdâr ol muş ve kardeşimi öldünnüşdü... Ben ise yapayalnız Resûlüllah´a (s.a.v.) hicret ettim ve kardeşimin, kocam tarafından Mekke´de öldürüldüğünü haber verdim. Benim üzüntü ve acımı çok iyi anlayan Hz. Peygamber; bir avuç su alıp onu yüzüme serpiverdi. Ben de silkelenip sanki kendime gelivermiştim."

Der ki: "Ümmü îshâk´a bâzı musibetler uğrardı, o da bunlardan sarsılmazdı. Gözleri yaşlanır, fakat bu gözyaşları yanakları üzerine dö külmezdi. Yani çok sabırlı ve metanetli bir kadın olmuştu artık."

Ahmed, îbn-i Sa´d, Beyhakî ve Ebu Nuaym Sefineden şöyle rivayet ederler: "Bir gün bana: "Senin adın nedir?" diye sordular. Ben de dedim ki: "Benim adım Sefîne´dir. Bu adı bana Resûlüllah (s.a.v.) vermiştir. Şöyle ki: Biz, Peygamber Efendimiz ve ashabı ile birlikte yolda giderken, onlara yanında bulundurdukları eşyası ağır gelmişti. Peygamberimiz bana: "Haydi, kilimini yere ser!" diye emretti, ben de serdim. Sonra O ve arkadaşları eşyalarını bu kilimin üzerine koydular ve toparlayıp bana yüklediler. Bu sırada Efendimiz bana: "Endîşe etme, sen bir sefine (gemi) sin" buyurdular. Ben de bir sıkıntı çekmeden yükümü taşıdım, îşte bugünden itibaren bana Sefine denildi. Her ne zaman istesem, bir veya iki devenin taşıyabileceği yükü yüklenir, hiçbir sıkıntı çekmeden onu taşırdım." [3]




[1] Bil´âkis zahir olan bu rivayetin sahih olmamasıdır. Zira Imrân´ın Fâtıma ile karşı­laşması ve ona halinden suâl etmesi, mâkul bir şey değildir. Kaldı ki, bir İnsan şu madde ve dünyâ âleminde yaşadığı müddetçe, açlık ve susuzluk duygusundan hâli olamaz... Nitekim Fatıma´nın babası, islâm hidâyetinin peygamberi, günahkâr müslümanların âhiretteki şefaatçisi Muhammed (a.s.) dahi, bu alemde bu duygulardan tamamen hâli kalmamıştır

[2] Bu bir keramettir ki, Allah bunu Ebû Umâme´ye ikram ve ihsan eylemiştir. O, kavmini islâm´a çağırmış, kavmi de onu reddetmiş, üstelik onu aç ve susuz bırakmışlardır İşte bu keramet, Resûlüllah´ın (s.a.v.) bir mucizesi olup, O´nun bereketiyle meydana gelmiş bir fevkalâdeliktir.

[3] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/127-129.