๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mucize Ve Büyük Özellikleri => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 26 Aralık 2009, 23:14:40



Konu Başlığı: Mustalık Oğulları Savaşında Vukua Gelen Bazı Özellik Ve Mucizeler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 26 Aralık 2009, 23:14:40
Mustalık Oğulları Savaşında Vukua Gelen Bazı Özellik Ve Mucizeler
[79]


el-Vâkidi der ki: Bana Sâid bin Abdullah bin Ebu´l-Ebyaz söyledi. Ona da babası, Cüveyriye Vâlidemiz´in azadlısı olan ninesinden naklen anlatmıştır. Şöyle ki: Ben Cüveyriye Bint-i Hâris´ten işittim. O bana dedid ki: "Resûlüllah bize geldiği zaman biz Müraysi´de idik. Babam diyor ki: Bizim asla kendilerine karşı koymaya gücümüz yetmeyecek olan bir kuvvetli ordu geldi." Hakikaten gelen askerlerin ve silahların çokluğu, anlatılmayacak derecede idi. Nihayet ben müslüman oldum ve Resûlüllah beni nikahladı. Medine´ye dönüşümüz sırasında ben, islâm askerinin durumuna bir daha baktım, onları daha önceki kadar çok sayıda göremedim. Anladım ki, daha önceki gördüğüm; Allah´ın dilemesi ve yaratması ile müşrikleri korkutmak içinmiş. Nitekim bizim kabileden müslüman olan biride, "Biz bu sırada, daha önce hiç görmediğimiz şekilde ve çoklukta askerler gördük! Bunlar alaca atlara binmiş, beyaz elbiseli adamlar suretinde idi." demiştir.."

(Bu haberi bu şekilde Beyhâki ve Ebû Nuaym sevketmiştir.)-El-Vâkidi ise şöyle demektedir:

Bana Hizam bin Hişam´in anlattığına göre, Cüveyriye validemiz şöyle demiştir: Ben, Peygamber Efendimiz´in gelişinden üç gün önceki rüyamda, Ay´ın Medine´den hareket edip geldiğini ve benim kucağıma düştüğünü görmüştüm. Ben bu rüyamı herhangi bir kimseye söylemek istememiştim. Nihayet üç gün sonra Peygamberimiz askeriyle birlikte geldiler. Bizi esir aldılar. Ben, gördüğüm rüyamı hatırladım ve ümîd ettiğim gibi çıkacağını bekledim ve ben müslüman oldum. Resûlüllab da beni azâd etti ve nikâhı altına alarak benimle evlendi."

(Bunu bu şekilde Beyhakî de rivayet etmiştir.)

Müslim Câbir´den şöyle rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.) bir seferden dönmüştü. Medîneye yaklaştığı sırada, öylesine şiddetli bir fırtına esti ki, neredeyse devesine binmiş adamı devesiyle beraber kumlara gömecek gibiydi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "Bu fırtına, bir münafıkm ölümü sebebiyle gönderilmiştir" buyurdu. Medine´ye geldiğimizde de, münafıkların en büyüklerindi! birinin Ölmüş olduğunu öğrendik."

(Bu haberi, Beyhâki ve Ebû Nuaym da Mûsâ bin Ukbe tarikiyle rivayet etmişlerdir.)

Beyhâki´nin rivayetinde şu fazlalık vardır: Şiddetle esmekte olan fırtına akşama doğru dindi. İnsanlar fırtınanın şiddetiyle dağılmış bulunan develeri topladılar. Bu sırada Resûlüllah´m devesinin kaybol duğu görüldü ve aranmasına başlanıldı. Ânsardan bir gurup sahabfnin yanında bulunan bir münafık, ileri-geri laf edip: "Madem ki Muhamme-d´e kaybolan bir deveden daha mühim işler hakkında semâdan haber geliyor, o halde devesinin de nerede olduğunu Allah kendisine haber verse ya" dedi. Sonra bu sahâbîlerin yanından ayrılarak Peygamber´in yanına gitti. Peygamberimiz de bu sırada konuşurken: "Münafıklardan birisi: Peygamberin kaybolan devesinin nerede olduğunu Allah kendisine haber verse ya!" diyerek saygısızlıkta bulunmuştur! İyi biliniz ki, devenin nerede olduğunu Allah bana haber vermiştir! Kaybolan devem, işte sizin tam karşınıza düşen şu vâdîdedir ve yuları bir ağaca takılmış vaziyette beklemektedir! Ve yine iyi biliniz ki, gaybı da Allah´tan başka kimse bilmez!" diye söylemiştir. Ashabdan bazıları da hemen karşı vadiye koşmuşlar ve onu orada Peygamberimiz´in buyurdukları gibi, yularından bir ağaca takılmış bir vaziyette bulup getirmişlerdir. Münafıklar ise, hızlıca daha önceki konuştuğu yere gitmiş, onların hepsinin orada oturmakta olduğunu hiç birinin yerinden ayrılmadığını görmüştür. Buna rağmen, "Allah aşkına doğru söyleyiniz, içinizden gidip de benim söylediğim sözleri Peygambere haber veren olmuş mudur? diye sormaktan da kendini alamamıştır. Onlarda kendisine: "Allah´a yemin ederiz ki, içimizden bir tek kişi yerinden ayrılmamıştır!" Cevabını vermişlerdir. O münafık da demiştir ki: "Zira ben, buradan kalkıp Peygamber´in yanına gittim ve benim burada Söylediğim sözden kendisinin haberdâr olduğunu gördüm. Eğer benim, O´nun gerçek bir Peygamber olduğunda bir şüphe ve tereddüdüm bulunuyorsa, kesin olarak şehâdet ediyorum ku, O gerçekten Allah´ın Resulüdür!"

(Bu rivayetin bir benzerini üstadlarmdan nakleden Ibn-i îshâk, Medine´ye dönüş sırasında vefat ettiği öğrenilen münafığın, Rifâa bin Zeyd bin el-Tâbût olduğunu söylerler.)

Ebû Nüaym´in Câbir´den seukettiği rivayet de şöyledir: "Biz, bir seferde Resûlüllah (s.a.v.) ile birlikte idik. Fena koku yayan bir rüzgar esti. Peygamber Efendimiz de: "Münafıklardan bâzıları, bâzı mü´minleri çekiştirip gıybet ettiler. Bu sebeple bu fena kokan rüzgar esmiştir!" buyurdular." [80]

îbn-i Asâkîr, îbn-i Azi tarikiyle Muhammed bin Şuayb´tan, o da Abdullah bin Ziyâd´tan rivayet ediyor. O demiştir ki: "Mustalık Oğulları savaşında Müreysi denilen yerde esîr edilenler arasında Cüveyriye de vardı. Babası onun fidyesini vererek kurtarmak için gelip mürâcâtta bulundu. Yolda gelirken, Akıl denilen yere geldiği zaman fidye develeri arasında bulunan seçkin iki deveyi ayırarak vâdîye saldı. Onları fidye için ayırmışken, sonradan vermeye kıyamadı. Sonra Peygamber Efendimiz´e geldiği zaman "Ya Muhammed kızımı esîr aldınız. Ben de onun fidyesi olarak develeri getirdim. Fidye karşılığı olarak kızımı serbest bırakmanızı istiyorum!" diyerek mürâcâtta bulundu. Peygambe rimiz de kendisine: "Fidye için yola çıkarmışken, Akîk vadisinde ayırıp da orada bıraktığın seçkin iki deveyi ne yaptın" buyurdu. Haris bunun üzerine hayret edip: "Ben şehâdet ederim ki sen, gerçekten-Allah´m Resulüsün! Evet, ben o develerin ikisini ayırıp sakladım. Bunu ise Allah´tan başka bilen yoktu! Muhakkak bunu sana Allah haber vermiştir!" Haris bu sözleri söyleyip müslüman oldu."

Buhâri ve Müslim Aişe Vâlidemiz´den şöyle rivayet ederler. O demiştir ki: "Resûlüllah (s.a.v.) bir sefere çıktıkları zaman, zevceleri arasında kura çekerdi. Kur´âda hangisi çıkarsa sefere onunla birlikte çıkardı. Bir gavzeye çıkmak üzere iken de böyle kur´â çekdi ve bana çıktı. Ben de Resûlüllah ile birlikte çıktım. Bu sırada hicâb âyetleri de inmiş bulunuyordu. Ben hicabıma bürünmüş olarak hevdecin içine. girdim, hevdecide beni taşıyacak olan deveye yüklediler. Böylece hevdec ile taşmıyor, hevdec ile birlikte iniyordum. Çıkılan bu gavze sona erdikten sonra dönmek üzere yola çıktık, kafilemiz yoluna devamla Medine yakınlarına kadar gelmiştik. Bir yerde konakladık. Ben gecele yin hacetim için orduyu geride bırakacak kadar yürüdüm, hacetimi bitirdikten sonra binit deveme döndüm. Göğsümü yokladığımda gerdanlığımın olmadığını gördüm. Hacetimi defettiğim yere gidip, esasen bende emânet olan bu gerdanlığı aramaya başladım. Aramakla epey uğraşmış olacaktım ki bu sırada kafile yola çıkmış. Hevdecimi de kaldırıp binit devemin üzerine koymuşlar.

Ben vücutça o yıllarda oldukça hafif olduğum için, beni hevdecimin içinde sanmışlar. Ayrıca yaşımda küçük idi. Üstelik kilo alacak miktarda yemek yiyemezdik. Bu itibarla hevdecin hafifliğini hic de yadırgamamışlar. Ben, haylice aradıktan sonra kaybolan gerdanlığı mı buldum ve kafilenin mola verdiği yere geldim. Bir de baktım ki, ortalıkta kimseler yok! Benim hevdec içinde olmadığımı anlayarak beni almaya gelirler kanaatiyle, yerimde oturup beklemeye başladım. Derken üzerime uyku bastı ve oracıkta uyumaya başladım... Derken üzerime uyku bastı ve oracıkta uyumaya başladım. Derken ordunun arkasında gelmekte olan Safvân bin Muattıl el-Sülemî, sabahleyin benim uyumakta olduğum yere gelmiş ve birisinin uyumakta olduğunu görmüş. Dikkat edince beni görüp tanımış. Hicâb âyeti gelmezden önce, beni görüp tanımakta idi. Onun: "Innâ lillah!11 diyerek istircâda bulunması üzerine uyandım ve derhal cilbâbımla yüzünü örttüm.

Allah´a yemin ederim ki, ne o bana birtek kelime söyledi, ne de ben ona. Onun, sâdece istircâ etmesi "Inna Lillah!" demesi sırasında sesini duydum. Safyân devesinden indi ve devesini yere çöktürdü. Beni devesine bindirdi, kendisi de deveyi yularından yederek çekti. Bu şekilde yola devam ederek orduya yetiştik. Onlar kaba kuşluk vakti, sıcağın şiddeti sebebiyle mola vermişlerdi. Benim bu durumda orduya yetişmem sebebiyle, kötü düşünceye saplanarak helak olan, helak olup gitti. Şüphesiz hakkımda uydurulan ve söylenen o büyük iftiranın başı, Abdullah bin Ubeyy bin Selûl idi. Kendisi, zâten bütün münafıkların da reisi idi. Derken oradan hareketle geçip Medine´ye geldik. Ben Medine´ye gelişimden sonra, bir ay kadar rahatsız olmuştum, insanlar, iftiracıların uydurdukları söz üzerine ileri geri konuşurlarmış. Benim ise, hiç birşeyden haberim olmamıştı. Fakat yadırgadığım bir hal vardı. O da diğer rahatsızlıklarım sırasında Resûlüllah Efendimizden görmeye alışık olduğum sıcaklık ve ilgiyi görmemiş olmamdır. Resûlüllah, yanıma geliyor, selâm veriyor ve: "Nasılsın?" diyor, sonra da çıkıp gidiyordu. Onun bu hâli beni düşündürmüyor değildi. Fakat, hakkımda söylenenlerden kesinlikle hiçbir şey bilmiyordum. Derken iyileşmeye başladım

Bir gün Ümmü Müsattah ile birlikte helaya gitmiştik. Biz, zâten geceden geceye dışarı çıkardık. Bu çıkışımız da geceleyin olmuştu. Giderken Ümmü Müsattah, ayağı sürçmüş olacak ki, yere düştü ve bu sırada: Müsattah´ın burnu yerlerde sürtülsün!" diyerek kendi oğlu hakkında bedduada bulundu. Ben de: "Sen ne diyorsun? Hiç Bedir´e katılmış bir müslüman için beddua mı edilir?" dedim. O da bana: "Ey kızım, o neler söylüyor, sen duymuyor musun?" dedi. Ben: "Neler söylüyor?" dedim. O da bana, bunun üzerine iftiracıların söylediklerini haber verdi. Ben bunun üzerine tekrar hastalandım ve hastalığım arttı. Dönüp evime gittiğim zaman, Resûlüllah odama girdi, selam verdi ve "Nasılsın?" dedi. Ben de kendisine: "Ben, ana ve babamın evine gitmek istiyorum, bana izin verirmisin?" dedim. Resûlüllah bana izin verdiler. Ben de ana babamın evine gittim. Ben, hakkımda söylenenler için, onlardan sağlam bir bilgi ve haber almak istiyordum. Anama hitaben: "Anneciğim, insanlar benim hakkımda neler söylüyor? diye sordum. Anam: "Anam kızcağızım, kendine iyi davran! Allah´a yemin ederim ki, senin gibi bir kaç kuması olan, kocasının yanında çokça sevilen güzel bir kadın, birtakım kötü söylentilerden kolay kolay kurtulmaz" diye konuştu.

Ben hayretler içinde kalarak: "Sübhânellah! demek insanlar öyle şeyler mi söylüyorlar?" demekten kendimi alamadım. O gece, sabaha kadar ağladım. Gözyaşlarını sabaha kadar hiç dinmedi, uyku nedir bilmedim. Peygamber (s.a.v.) ise, Ali bin Ebû Tâlib´i çağırıp kendisiyle benim hakkımda konuşmuş, Üsâme bin Zeyd ile de görüşüp konuşmuş. Üsâme bin Zeyd: "Ey Allah´ın Resulü, kendimi ve kendi ehlimi nasıl biliyorsan, sizin ehlinizi de öyle biliyorum. Sizin ehliniz için, hayırdan başka bir şey bilmiyorum" demiştir. Fakat Ali bin Ebû Tâlib: "Ey Allah´ın Resulü, Aişe´den başka kadın mı yok!" diyerek karşılık vermiştir. Ayrıca, Hizmetçileri Büreyre´ye sormasını da sağlık vermiş. Peygamberimiz de Büreyre´ye hitaben: "Ey Büreyre, sen Aişe hakkında hiç seni şüpheye düşüren bir şey gördün mü?" diye sormuş. Büreyre´de: "Seni hak peygamber olarak gönderen Allah´a yemin ederim ki, onun hakkında yadırgadığım hiç bir şey görmedim! Şu kadar var ki, Aişe anası evinde küçücük kızken, hamur yoğurmakta iken uyur kalırdıı. Evin keçisi de hamuru yerdi" diye cevap vermiştir.

O gün, Hz. Peygamber, iftiracıların başı Abdullah bin Übeyye gidip özür dilemesini söylemiş. Ben ise, bütün gun boyu ağlamaya devam etmiştim. Asla gözyaşım dinmiyor, uyku diye bir şey gelmiyordu. O kadar şiddetli ağlıyordum ki, ciğerlerimin parçalanacağını zannetmiştim. Ben bu şekilde ağlarken, anam ve babam başucumda oturuyorlardı. Bu sırada ansardan bir kadın geldi. Yanıma gelmesi için izin istedi, ben de kendisine izin verdim. Gelip yanıma oturdu ve benimle birlikte ağlamaya başladı. Biz işte bu durumdayken Resûlüllah çıkageldi. Selam verip oturdu. Hakkımda söylenti çıkardıkları günden beri, hiç yanımda oturmamıştı. Aradan bir ay gibi bir zaman geçmesine rağmen benim hakkımda bir vahiy de gelmemişti. Bu sefer oturduktan sonra şehâdet getirdiler ve sonra dediler ki: "Ey Aişe, senin hakkında bana, şöyle şöyle sözler geldi. Sen hakikaten bu hususta suçsuz isen şüphesiz Allah, seni beraat ettirecektir. Eğer bir günah işlemişsen Allah´a tevbe ve istiğfarda bulun, zira günahını itiraf edip tövbe ve istiğfarda bulunan kulunu Yüce Allah Affeder."

Peygamberimiz sözünü bitirince, gözyaşını dindi, bir damla bile düşmez oldu. Babama dedim ki: "Resûlüllah´a cevap ver." Babam: "Ben Resûlüllah´a ne diyeceğimi bilmiyorum dedi. Bunun üzerine ben anama hitaben: "Anacığım, benim namıma Resûlüllah´a cevap ver!" dedim. O da babam gibi: "Vallahi ben ResûldUah´a ne diyeceğimi bilemiyorum!" dedi. Bunun üzerine ben şu şekilde konuştum: "Ben yaşı küçük olan bir kızcağızım. Kur´âri´dan çok şey de bilmiyorum. Demek ki, insanlar benim hakkımda o şekilde konuşuyorlar ve onların bu konuşması da sizlerin içine iyice işlemiş durumda ve siz buna inanmış görünüyorsunuz. Eğer ben sizlere: "Ben öyle biv şeyden kesinlikle berîim (uzağım)!" desem, siz bana inanmayacaksınız. Eğer bir şey hakkında size itirafta bulunsam, hepiniz bana inanacaksınız. Halbuki yüce Allah benim öyle bir şeyden berî olduğumu bilmektedir. Vallahi sizinle benim durumum, ancak Yusufun babasının durumu gibidir! Nitekim o, o sırada: "Ben, Allah´ımdan sabr-ı cemîl niyaz ederim! Sizin dediklerinize karşı, kendisine ve yardımına sığınacak olan da ancak Allah´tır!" demişti. Sonra ben, dönüp yatağıma uzandım. Kesin olarak biliyordum ki, Allah beni beraat ettirecektir.

Fakat benim hakkımda Özel olarak vahiyy geleceğini hiç de düşünemiyordum. Şüphesiz naçiz bir kul olarak, Allah´ın benim hakkımda devamlı okunacak bir vahiyy göndereceğini düşünemezdim de. Belki diyordum, Resülüllah efendimiz benim berâtim hakkında bir rü´ya görür de böylece suçsuzluğum anlaşılmış olurdu, işte ben ancak böyle zannediyordum. Fakat yüce Allah´ın hikmetine ve tecellisine bakınız ki, ne Resülüllah oturduğu yerden intikâl etmişti, ne de oradakilerden herhangi birisi yerinden ayrılmıştı ki Yüce Allah´ın vahyi imdadıma yetişti. Resülüîlah´a vahiyy geldi ve kendileri vahiyy hâline girdiler. Mübarek yüzlerinden inci daneleri gibi ter döktüler. Sonra vahiyy hali O´nun üzerinden açıldı. O da gülümsemeğe başladı. îlk söylediği söz de şu oldu: "Ey Aişe Allah seni beraat ettirdi." Anam, hemen bana "haydi kızım, Resülüllah´m yanına dikil" dedi. Ben: "Vallahi O´nun yanına kalkmam, O´na teşekkür de etmem! Sadece Allah´a hamdederim!" diyerek anama karşılık verdim ve bu hususta yüce Allah, Kerim kitabındaki şu on âyeti inzal buyurdu."

Bu âyetleri, meâlen arz edelim:

"O yalan haberi getirip ortaya atanlar, içinizden bir topluluktur. Siz, onu sizin için bir şer sanmayınız. Bil´akis o sizin için hayırdır.

Onlardan her kişiye, kazandığı günahın cezası vardır. Onlardan o yalanın en büyüğünü idare edene de büyük bir azâb vardır."

"Onu işittiğiniz zaman inanan erkek ve kadınların kendiliklerinden güzel zanda bulunup: "Bu, apaçık bir iftiradır!" demeleri gerekmez miydi?"

"Ona dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki şahitleri getirmediler, o halde Allah yanında yalancıların tâ kendileridir."

"Eğer siz dünyada ve âhirette Allah´ın lutfu ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız bu yaygarada size mutlaka büyük bir azâb dokunurdu."

"Çünkü siz onu dillerinizle birbirinizden alıveriyorsunuz ve hakkında hiç bilginiz olmayan bir şeyi, ağızlarınızla söylüyorsunuz ve onu önemsiz bir iş sanıyorsunuz. Oysa o, Allah katında büyük bir günahtır."

"Onu işittiğiniz zaman, bunu konuşmamız bize yakışmaz, Hâşâ bu, büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi?"

"Allah size öğüt veriyor ki, eğer inanan insanlar iseniz, böyle bir şeye bir daha asla dönmeyiniz."

"Allah size âyetlerini açıklıyor. Allah bilendir, hikmet sahibidir."

"inananlar içinde edepsizliğin yayılmasını isteyenler için dünyada da, âhirette de acı bir âzab vardır. Allah bilir siz bilmezsiniz."

"Eğer size Allah´ın lutfu ve rahmeti olmasaydı, Allah çok merhametli olmasaydı, şüphesiz bu iftiranız sebebiyle büyük bir azaba uğrardınız!"

"Ey inananlar! Şeytanın adımlarını izlemeyiniz! Kim şeytanın adımlarını izlerse, o ona edepsizliği ve kötülüğü emreder. Eğer size Allah´ın lutfu ve rahmeti olmasaydı, hiç birinizi asla temizliğe erdirmezdi. Fakat Allah dilediğini temizler. Allah işitendir, bilendir." [81]

Allâme Zemahşeri, Keşşâfü´l-Kur´an adlı meşhur tefsirinde der ki:

"Herhangi bir günahla ilgili olarak inmiş bulunan âyetlerin hiç birinde, Hz. Aişe hakkındaki iftira günahıyla ilgili olarak inen âyetlerdeki kadar ağır bir suçlama vâki olmamıştır. Hz. Aişe´ye yakıştırılan iftira ile ilgili inen âyetlerde ise, muhtelif tahrikler ve çeşitli üslûblar ile pek ağır suçlama ve şiddetli azâb ile korkutma vardır. Bunların her biri şüphesiz irtikâb edilen suçun ağırlığını göstermektedir. Hatta iyi düşünecek olursak, Hz. Aişe´ye iftira suçunun günahının ağırlığı ve bu iftirayı irtikâb edenlere verilecek olan cezanın şiddetinin, putlara tapmanın günah ve cezasından daha ağır olduğunun gösterildiğini farkedebiliriz. Bu ise hem Aişe validemizin taharet ve iffetini, hem de Resülüllah Efendimiz´in Allajı yanındaki üstün mertebesini ifâde eder."

Allâme Ebû Bekir el-Bakıllânı de bu konuda der ki: "Yüce Allah, müşriklerin kendisine isnâd ettikleri şeyleri Kur´ân´da zikrettiği zaman, Kendi Zâtını tesbîh ve tenzih eder. Meselâ bir âyet-i celîlesinde şöyle buyurur: "Onlar (yâni müşrikler), "Allah bir çocuk edindi!" dediler. Sübhâneh = Halbuki Allah böyle bir şeyden münezzehtir!" [82]Ve daha buna misâl olarak zikredebileceğimiz pek çok âyet var. Fakat münafıkların Hz. Aişe´ye isnâd ettikleri şeyi zikrettiği zaman da zâtını tenzih ve tesbîh etmiştir ve "Sübhânek hazâ bühtânün azîm!" =Hâşâ, bu büyük bir iftiradır, buyurmuştur. Hz. Aişe´nin öyle bir şeyden berâetini beyân sadedinde kendisini tesbîh etmek suretiyle, Aişe vâlidemiz´in suçsuzluğunu çok üstün ve nezîh bir beyânla, kullarına bildirmiştir."

Müfessir îbn-i Cerîr, Abdullah bin Caşh´ın oğlu Muhammed´ten şöyle nakleder: "Hz. Aişe ile Hz. Zeyneb, bir gün kendi aralarında iftihar ediştiler. Zeyneb validemiz: "Ben Peygamberle nikâhı hakkında Allah´ın âyet indirdiği bir kimseyim!" diyerek îftihâr etti. Aişe validemiz de: "Ben suçsuzluğu hakkında Allah´ın âyet ettiği kimseyim!" diyerek iftiharda bulundu. Bunun üzerine Zeynep Validemiz, Hazreti Aişeye hitaben: "Gerçekten ey Aişe, sen yapayalnız kaldığın o karanlık gecede nasıl duâ ve niyazda bulundun; diye sordu. Aişe validemiz de şu karşılığı verdi: "Hasbiyallahü ve ni´mel vekîl=Bana Allah yeter, O ne güzel vekil´dir!" diyerek duâ ve niyazda bulundum; yegâne vekilimiz bulunan Allah´a sığındım!"

Benim halam ve mü´minlerin de anası bulunan Zeyneb, Aişe validemizin bu cevabı karşısında: "Kulti kelimete´I mü´minîn= Gerçekten ey Aişe sen ehli imanın sözünü söylemişsin!" diyerek takdirlerini belirtti.

îbn-i Ebû Hâtim´in çıkardığı bir habere göre, Sâid bin Cübeyr şöyle demiştir: "Nur süresindeki .on âyetten başka beş âyet daha vardır ki, bunların hepsi, yani on beş âyet, Hz. Aişe´ye iftira edenlerin tekzibi ve Hz. Aişe´nin beraatı ile ilgili olarak nazil olmuştur." Yine ibn-i Ebû Hâtim´in çıkardığı bir habere göre, îbn-i Abbas da şöyle demiştir: "Nûr süresindeki: "O namuslu, bir şeyden habersiz ve inanmış kadınlara zina iftira edenler, dünyada da âhirette de lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azâb vardır" mealindeki âyet-i kerîme, özel olarak Hz. Aişe hakkında nazil olmuştur."

Saîd bin Mansûr ile îbn-i Cerîr´in îbn-i Abbas´tan olan rivayetleri ise şöyledir: îbn-i Abbâs bu âyeti okumuş sonra şöyle demiştir: "Bu âyet özel olarak Aişe ve diğer peygamber zevceleri hakkında inmiştir ve onlar hakkında bu âyette tevbeden bahsedilmemiştir. Diğer âyet ki:

"Namuslu kadınlara zina suçu atıp da sonra dört şahit getirmeyenlere seksen değnek vurunuz" buyurulmuştur, bunu tâkîb eden âyette de o zina iftirasında bulunanlar için: "Artık bundan sonra tevbe edip islâh-ı nefs edenler hâriç. Çünkü Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir" buyurulmuştur. Yâni: mü´minlerin kadınlarına iftira edenlerin bu iftira suçu için, sonra islâh-ı nefs ettikleri takdirde tevbe hakkı tanınmıştır. Fakat peygamber zevcelerine zina suçunu isnâd edenlerin bu günâhına, bir tevbe hakkı tanınmamıştır. Onların tevbelerinin kabul edilmeyeceğine işarette bulunulmuştur." [83]

Teberânî´nin çıkardığı bir habere göre, Husayf demiştir ki: "Bir defasında ben, Saîd bin Cübeyr´e sordum: "Ey imam, zina suçunu irtikâb etmek mi, yoksa namuslu bir insana zina isnadında bulunmak mı daha büyük bir günahtır?" dedim. O, verdiği cevapta: "Zina etmek daha büyük bir günahtır" dedi. Ben kendisine: "Yâ imam, ilgili âyet, namuslu insanlara zina iftirasında bulunanların, dünyâda da âhirette de lanetlenmiş olduğunu haber vermektedir. Ayetin bu beyânı, zina iftirasında bulunmanın daha büyük günah olduğunu göstermiyor mu?" dedim. O da bana verdiği cevapta: "Evet, gösterir. Fakat bu âyet-i kerîme, validemiz Aişe ile ilgilidir" dedi.

Yine Taberânî, Dahhâk bin Müzâhim´den şu haberi nakletmiştir: "Bu âyet-i kerîme, Peygamber´in (s.a.v.) zevceleri ile ilgili olarak inmiştir."

Bu konuda, Feryâbî, tbn-i Cerir ve îbn-i Ebû Hâtim´in tefsirlerinde, îbn-i Abbas´tan şöyle rivayet ettiklerini görmekteyiz. O demiştir ki: "Peygamberlerden hiç birinin, hiç bir hanımı, asla zina etmemiştir! Böyle bir ayıbı, şanı yüce Allah, hiçbir peygamberin başına getirmemiştir." [84]




[79] Mustalık Oğullan Gazvesi, Hicretin beşinci yılının şâbân ayında olmuştur. Sebebi ise: Peygamberimiz´e gelen haberlere göre, Mustalık Oğulları´nın reisi Haris bin Ebû Dirar, kabilesini ve etrafındaki arabları harbe hazırlıyordu... Peygamberimiz, durumu tetkîk için Büreydetü´bnülhasîb´i göndermiş, o da oraya giderek Hâris´le karşılaşmış, hazırlıklarını tesbît ederek Resûlüllah´a dönmüştür. Resûlüllah da derhal ashabını hazırlayıp çıkmıştır... Daha önce hiçbir gazveye katılmamış bulunan bâzı münafıklar da bu gazveye katıldılar... Ve onlar yüzünden bu gazvede, meşhur "İfk Hâdisesi" vukua geldi... Mustalık Oğulları bu gazvede darmadağın oldular... İslam Ordusu, kesin bir zafer ve birtakım ganîmetlerle döndü... Esirler arasında bulunan Cüveyriye de Hâris´İn kızı İdi. Müslüman oldu ve Peygamberimizle evlendi

[80] Eğer bu rivayet sahih ise, bunun bu Mustalık Oğulları Gazvesi´nde vukua geldiğine delalet eden bir şey, bulunmamaktadır... Bu Gazve´de veya başka bir seferde vuku1 bulmuş olması da muhtemeldir

[81] Nur suresi, 11-21

[82] Enbiya suresi, 26

[83] Bu hususta bilinen ve kabûi edilmiş olan odur ki: Hz. Aişe Validemize zina suçu İsnadında bulunanlardan Musattah ve Hassan bin Sâbİt´i, samîmi tevbelerine binâen Yüce Allah atfetmiştir... Onların tevbelerini kabul buyurmuştur... Diğer samîmi olarak tevbe edenlerin de tevbeleri kabul edilmiştir... Ve zahir olan âyetin hâs değil, âm oluşudur... Ve samimi olarak tevbe etmeyen, kendilerine tevbe etmek nasîb olmayanlar hakkındadır... Ve ilgili sahih bir hadis-i şerifte de, namuslu kadınlara veya erkeklere zina İsnadında bulunmak, "Yedi büyük günah"tan biri olarak haber verilmiş ve böyle bir iftirayı itrikâb edenin, helak olacağı bildirilmiştir

[84] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/410-418.