๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mucize Ve Büyük Özellikleri => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 25 Aralık 2009, 23:46:41



Konu Başlığı: İsra Ve Miraçla İlgili Bazı Sorular
Gönderen: Sümeyye üzerinde 25 Aralık 2009, 23:46:41
İsra Ve Miraçla İlgili Bazı Sorular[43]


SORU:

Burada sunulan bunca hadis rivayetlerinin hiç birinde: "Mirac´ın göz açıp yumuncaya kadar olup bittiğine" dair bir kayıt geçmedi. Halbuki çoğu zaman böyle söylenir ve: "Asırlarca sürecek bir yolculuk, bir an içinde olmuş, Peygamberimiz Miracdan döndüğü zaman henüz yatağı soğumamıştı" denilir. Bu hususta ne dersiniz, acaba?

CEVAP:

Kitabımız Kur´an-ı Kerim; Isra (ve Miraç) mucizesinin "geceleyin" olduğunu bildirmiş, arap lisanının inceliklerine vakıf olan tefsir alimlerimiz de ilgili ayetteki "LEYLEN" lafzının, "gecenin bir bölümü içinde geçtiğine işaret ettiğini" beyan etmişlerdir. Yoksa: "Göz açıp yumuncaya kadar, bir an içinde olup bitti" dememişlerdir. Bazıları: "Gecenin az bir müddeti içinde" demiş, bazıları da: "Gecenin üç, veya dört saati içinde" cereyan ettiğini söylemişlerdir. [44]

Şüphesiz en iyisi ve en doğrusu, sevgili ve büyük Peygamberimi zin bizzat kendilerinin dediği gibi demektir. Çünkü o: "Yatsı namazını sizin yanınızda kıldım, sonra Beytü´l-Makdİs´e gidip namaz kıldım. Sonra gördüğünüz gibi, sabah namazını da sizinle beraber Mekke´de kıldım" buyurmuştur.

SORU:

Allah´ın kayıt ve şart tanımayan kudreti karşısında, bir an ile birkaç anın veya saatin bir farkı olmayacağına göre, "Miraç bir anda olup bitmiştir" demenin bir sakıncası olabilir mi?

CEVAP:

Bir müslümanın; her konuda olduğu gibi, bu konuda da gayet ölçülü olması ve ölçülü konuşması gerekir. Hele hakkında ayet ve hadislerde bilgi verilmiş bir meselede, bu bilgilere hakkı ile rivayet ve itibar etmesi, buna göre amel edip, buna göre söz söylemesi lazımdır.



Sevgili ve şanlı Peygamberimizin çeşitli vesilelerle sakındınnaya özen gösterdiği ifrat ve tefritten (aşırılık ve gerilikten) çok sakınması icab eder. Binaenaleyh, herhangi bir müslüman: "Miraç, göz açıp yumuncaya kadar olup bitmiştir!" dememeli. "Üç-dört saat sürdü. Yatsı namazının kılınmasından bir müddet sonra başladı, sabah namazından önce bitti" demelidir.

SORU:

Miracın çok kısa bir zaman içinde olup bittiğine dair: "O gece, Resulüllahın mübarek cesedi (yanımdan) ayrılmadı" diye Hz. Aişe validemizden bir hadis rivayet ederler. Bunu nasıl açıklarsınız?

CEVAP:

Bir defa bu söz, hadis değildir. Sonra bu sözde ehl-i hadis´in açıkladığı gibi, bir desise (gizli bir hile) vardır. Gerçi bu sözü bazıları kabul etmiş ve sahih hadislere göre te´vil eylemiş ise de; aslında buna da ihtiyaç yoktur. Bazıları ise bu sözü ileri sürerek, "Mirac´m ruh ile olduğuna" delil saymak istemiştir. Sahih hadislere göre te´vil etmek isteyenler ise; "Yani, ruhu bedeninden ayrılmadı, ruh ve beden birlikte, Mirac´a gitti" gibi bir mana vermiştir. Aslında;

"Mirac´a gidip dönüşüm o kadar seri oldu ki, yatağında yatmakta ojan Hatice, henüz öbür tarafına dönmüş değildi" rivayetinin nasıl aslı yoksa, bu Aişe rivayetinin de aslı yoktur. Çünkü o zaman, Hz. Hatice hayatta olmadığı gibi, Hz. Aişe de henüz Peygamberimizle evlenmiş değildi. Nitekim ehl-i hadisten İbn-i Dıhye: "Bu rivayet, Hz. Aişe adına uydurulmuş bir yalandır" demiştir, imam Ebu´l-Abbas bin Süreye de: "Bu rivayet, sahih değildir. Aslında bu söz; bu konudaki sahih hadisleri red ve inkar etmek için yalandan uydurulmuştur" demiştir [45]. Evet, hadis kisvesi giydirilmiş öyle rivayet ve hikayeler vardır kî, bunlar sırf sahih hadisleri red ve inkar için uydurulmuştur. Bunlarda bir takım desiseler vardır. Ancak hangi rivayette ne gibi bir desise olup olmadığının hakemleri; özellikle ehl-i hadis olan alimlerdir. Zaten hadisin ve sünnet´in sahibi ve hafızı da onlardır. Onlar aslında, ehl-i sünnet´in de ta kendileridir. Fakat ne kadar acı ve fecidir ki, son zamanların ehl-i hadisten hoşlanmayan bazı müslümanları; onlar hakkında "Hadis Ezbercileri", onların mesleği ve saadetti yolu hakkında da "Hadis Ezberciliği" gibi tabirler kullanarak Ümmet-i Muhammed´in onlardan istifade etmesine gölge olmak isterler. Bazen de hiddetlene rek: "Sen, Allah´ın kudretini inkar mı ediyorsun?" derler. Hatta daha da ileri giderek: "Sen, Allah´ın kudretini inkar ediyorsun, küfre düşüyor sun!" diye, karşılarındaki gerçek alimi, küfür ve inkarcılıkla ithama kalkışırlar. Bir gün, böylelerinden biri, Yunus (a.s.)m balığın karnında ne kadar kaldığından söz eder ve "tam kırk gün kalmıştır" hükmünü verir. Orada bulunanlar arsındaki büyük alim ve imam el-Şa´bi, bu ifratı düzeltmek ister ve: "Yunus (a.s.), balığın karnında kırk gün değil bir gün kalmıştır. Hatta bir günden bile az kalmıştır. Şöyle ki: Kuşluk vaktinde balık onu yuttu, ertesi gün ikindi sonrası güneş batmak üzere iken, balık esneyerek ağzını açtı. Bu sırada Yunus Peygamber dışardaki güneşin ışığını görünce: "La ilahe illa ente sübhaneke" diyerek Allah´ı tevhid ve teşbih etti. Balık da onu Allah´ın izni ve ilhamı ile dışarı attı. Yunus (a.s.) ana karnındaki, doğacak çocuğun dışarı çıkması gibi, balığın karnından dışarı çıktı" diye güzel ve kıymetli bilgiler verdi. Karşısındaki cahil, hışımla imama haykırdı: "Sen, Allah´ın kudretini inkar mı ediyorsun?" İmam, büyük bir anlayış ve güzel bir anlatışla buyurdu ki:

"Ben asla Allah´ın kudretini inkar etmiyorum, edemem! Eğer yüce Allah dilerse, balığın karnında bir çarşı yaratır, dilediği kullarını da burada dilediği kadar barındırır. Fakat ben sizlere, Yunus Peygamberin balığın karnında ne kadar kaldığına dair sıhhatli bir bilgi vermek istemiştim. [46]

Unutulmasın ki, herhangi bir rivayet veya hikayedeki bir desise, bazen tefrit tarafından yanaşıp eksiltici, bazan da ifrat tarafından gelip artırıcı mahiyette olabilir. Fakat her iki halde de güdülen maksat aynıdır: "Yani sahih bir hadisin veya islami bir hakikatin red ve inkarıdır."

Nitekim Hz. İbrahim´in ateşe atılması mucizesinde de buna şahit oluyoruz. Şöyle ki: Müdekkık ve muhakkik âlimlerimizden allâme Kadızade, okuyucularım uyarıyor ve diyor ki: "...Ve bir hikaye-i acibe dahi şöyle nakl olunur: "Nemrut, Hz. İbrahim´i (a.s.) ateşe bıraktıkta Allah´ü Teala ateşi gülistan eyledi. Bağlar bahçeler peyda olup ağaçlar hasıl oldu ve bu ağaçlarda kuşlar, bülbüller öttü ve su havuzları peyda olup, bu havuzlarda balıklar hasıl oldu." Bu naklolunan hikaye-i garibede desise vardır. Eğer ateş yok olup, ortalık güllük gülistanlık oldu ise, "ibrahim´i ateş yakmadı" demek, bir yalan olur. Halbuki işin doğrusu şudur: "Allah´ü Teala ateşte yakmayı yaratmadığı için ateş ibrahim´i yakmadı." Yani kafirler Hz. İbrahim´i ateşin içine attılar. Hak Teala ise ateşte yakmayı yaratmadı, ateş (ilgili ayette de açıkça bildirildiği gibi) gayet serin ve selamet oldu. İbrahim (a.s.) ateşin üzerine atıldığı zaman, ateşin üzerine düştü, ateşin üzerinde durdu, ateşin üzerinde epey yürüdü. Ateş ise onu yakmadı. Çünkü Allah´ü Teala ateşin yakıcılığım yaratmadı.

Nitekim Kuran-ı Kerim´de buyurur: "Biz dedik ki: Ey ateş, serin ve selamet ol! ibrahim´i yakma ve üşütme."

Yoksa ateşi yok ettik, orayı güllük gülistanlık eyledik demek değildir." [47]

SORU:

Miraç denilince muhakkak Sidre-i Münteha´yı, Ka´be Kavseyn makamını, Arş-ı A´lâyı hatırlıyoruz. Bu gece Peygamberimiz, Arş-ı A´lâya kadar ve hatta ondan da Ötelere gitti mi? Gitti ise, o makamın adı nedir?

CEVAP:

Hiç bir sahih hadiste Miracın göz açıp yumuncaya kadar olup-bittiğine dair bir ifade bulunmadığı gibi; Miraç gecesinde Peygamber efendimizin Arş-ı A´lâya çıktığı veya ondan daha da ötelere gittiği dahi mevcud değildir. Ancak bazı zayıf ve münker rivayetler vardır ki, bunlara da itibar ve itimad edilemez. Bunun dışındakiler ise, şahsi yorumdan ibaret kalır.

SORU:

Bu hususta yeterli ve kıymetli bilgiler var mıdır? Eğer varsa kısaca bunları aktarır mısınız?

CEVAP:

Bu hususta, yeterli ve kıymetli bilgi verilmek üzere Mevahib Şerhi´nde denilmektedir ki:

"Miraçla ilgili sahih hadislerde, Peygamber´in (s.a.v.) Arş´a ayak bastığına dair hiç bir bilgi yoktur! Ibhi Münir´in (kendi şahsi fikri olarak) böyle söylemesi, kabul edilebilir bir şey değildir."

imam Radiyyüddin el-Kazvini´ye bu hususta sordular: "Ey imam, Peygamberimizin Miraçta Arş´a ayak bastığı, yüce Allah´ın da ona: "Ey Muhammed, Arş senin ona ayak basmanla şereflenmiş tir" buyurduğu şeklinde rivayetler var. Siz bu hususta ne dersiniz?" dediler, imam Radiyyüddin de şu cevabı verdi: "Bu rivayet, asla sahih ve sabit değildir. Peygamberimizin Mirac´da Arş´m üzerine çıktığına dair herhangi bir sahih ve sabit bir hadis olmadığı gibi; bu hususta hiç bir hasen hadis bile sabit değildir. Sahih haberler ile sabit olan odur ki: Peygamber efendimiz, Sidre-i Münteha´ya kadar gitmiştir. Ondan daha ötelere gittiğine dair rivayetler var ise de; bunlar münker ve zayıf haberlerden ibarettir. Bunlara itibar ve itimad edilemez..."

Bazı hadis alimleri de bu kabil çürük ve yalan haberleri uyduranları lanetlemiş; "cümle edeb ehlinin efendisi" bütün ariflerin serdarı Peygamberimize karşı gösterdikleri bu edeb dışı cüretlerinden dolayı onları şiddetle kınamışlardır, imam Radiyyüddin´in bu husustaki cevabını ise, gayet yerinde bulup tasvib etmişlerdir. Ayrıca bir bilgi verip: "Hiç bir sahih hadiste, yahut da zayıf haberde efendimizin Arş´a çıktığı ya da Arş´ı gördüğü varid olmamıştır" demişlerdir.

Evet tbni Ebu´d-Dünya´nın, Ebu´l-Meharık adlı birisinden naklettiği rivayette: "Arş´ın nuru içinde kaybolmuş bir adam gördüm" denilmiş ise de; "Arş´ı gördüm" veya "Arş´a çıktım" denilmemiştir. Kaldı ki, bu rivayette adı geçen Ebu´l-Meharık, kim olduğu bilinmeyen meçhul birisidir. Üstelik haber mürsel´dir. Bu konuda hüccet değildir." [48] Maalesef, ehli sünnetin göz bebeği olan ehli hadisin bu kıymetli tesbit ve tahkiklerine aldırış etmeyen bazı müfridler; şu veya bu yerde gördükleri bir yazıya aldanarak: "Peygamberimiz o gece, Arş-ı A´lâdan da ötelere gitmiştir" derler. Yine derler ki: "Peygamberimiz Arş´a vardığı zaman Arş onun eteklerine yapışmış ve: "Aman ya resülaüah, kulların benim hakkımdaki yalan ve iftiralarından bu gece beni beraat ettiriver!" diye yalvarmış. Peygamber efendimiz ise: "Çekil önümden ey arş! Bu gece benim meşgalem büyüktür, benim bu geceki safvet ve halvetimi bulandırma!" diyerek arş´ı azarlamış!" derler ve daha neler derler, neler... Böylesine çürük bir tahtaya basarak, yüksek maneviyatın zirvelerine tırmandıklarını, zannederler."

SORU:

Ayetle sabit olan Kabe-Kavseyn makamı hakkında biraz bilgi verir misiniz?

Hiç şüphesiz, îsra ve Miraç sevgili ve şanlı Peygamberimizin, en büyük mucizelerindendir. İlgili ayet ve hadislerin, yetkili alimlerimizin bildirdiği veçhile, bu gece sevgili Peygamberimiz Mescid-i Haram´dan Mescid-i Aksa´ya gitmiş, buradan semalara çıkmış, Hz. ibrahim´le buluşup görüştüğü yedinci kat semadan daha ötelere giderek nihayet Sidre-i Münteha´ya müntehi olmuştur. Burada ve buraya müntehi olmazdan önce, anlatılması imkansız nice ayetler ve tecelliler müşahede etmiş, cennete girmiş, cehennemi görmüştür. Burada (yani Sidre-i Müntehada) Cibril´i biraz geride bırakarak, kendisi için işaret edilen yere kadar gitmiş, bu makamda durup Rabbi ile söyleşmiş; ondan vasıtasız emirler ve hediyeler almış, onun cemal ve kemal nurunun tecellisinde kalmış, ona münacatta bulunup ümmeti için dua ve niyaz eylemiş, ondan rahmet, hidayet ve lütuflar dilemiştir. Burada hiç bir peygambere ve meleğe nasib olmayan ilahi bir yakınlığa ermiş; yüceler yücesi Allah´ın nurunu, belki de kendisini görmüştür. O derece ona yakınlaşmıştır ki, izzet ve ceberrut sahibi Allah ile kendisi arasında iki kavs (yay) arası kadar, hatta bundan daha az bir mesafe kalmıştır (yani: bu derece yaklaşmış, fakat çok az da olsa, arada yine de, bir mesafe, bir ayrılık kalmıştır). Böylesine bir yakınlıktan, böylesine bir müstesna ve münezzeh huzurdan ayrılırken de, ümmeti için üç büyük hediye almış, dönüşünde bunları da ümmetine tebliğ ve müjde etmiştir.

îşte; sevgili ve şanlı Peygamberimizin Mirac´da ve Sidre-i Münteha´nm bir yerinde, Rabbi ile buluşup görüştüğü, ondan vasıtasız emirler ve hediyeler aldığı, onun müstesna ve münezzeh huzuruna kafaul edildiği ve iki yay arası kadar ona yakın olduğu bu makama "Kabe-Kavseyn" yani "iki yay arası yakınlık" makamı denilmiştir.[49]

SORU:

Bazıları bunu, "varlıktaki bütün şeyler var oldukları günden beri, özden öze aktarılarak, eriyip süzülerek geldiler. Bu, tâ Miraç gecesine kadar devam etti. Nihayet Miraç gecesinde iki varlık kaldı. Muhammed´in varlığı, bir de hep var olan Hakk´ın varlığı. Miraç gecesinde alemlerin efendisinin Mirac´a çıkışı ile bu ikilik de kalktı. Zira Peygamberimiz- Hakk´m huzurunda kendi varlığını--fani kılıp Hakk´m varlığında yok eyledi. Ortada Muhammed diye bir şey kalmadı. O O´nda eridi, hatta O oldu. Hulasa: Miraç da tek varlık kaldı: Allah" diyerek izah ediyorlar. Hatta bu gibi sözleri kaleme alıp neşrettikleri de oluyor. Bu hususta siz ne dersiniz acaba?

CEVAP:

Bunlar ve benzeri sözler; islamm kaynaklarındaki bilgilerin oradan alınıp, ihtiyacı olanlara aktarılması değildir. Sadece bazı kişilerin, kişisel sözleridir. Tabidir ki, islami bilgiler adına itibar ve itimaddan da uzaktır.

"Dilin kemiği olmadığı gibi sözünde ölçüsü ve durağı olmaz ve olmamalıdır" diye düşünenler her konuda her şeyi söyleyebilirler. Bunların, kendilerinin "aşk ehli" olduklarını söylemesi için de, herhangi bir engel yoktur. Aşk ehli veya cezbe ehli oldukları için, hiç bir mantık ve durak tanımayan, aşk adına, istedikleri gibi konuşurlar. Fakat dinini ve dininin temeli olan Kur´an´ını her şeyden üstün tutan ve de tutması gereken bir müslüman elbette ki gelişigüzel konuşamaz. Gelişigüzel konuşmalara da itibar ve itimad edemez. Bu gibi sözlerin; islam adia değil de Aşk, İttisal» Vahdet, Vahdet-i Vücut gibi meslekler acuna söylenmiş sözler olduğunu derhal farkedecek kadar, kitabından nur ve feyiz almış bulunur. Kur´an´m bu husustaki açık, ısrarlı, hikmetli ve eşsiz beyanını, hiç bir beyana değişmez!

Kur´an, bütün açıklığı ve ısrarı ile beyan eder ve der ki: "Böylece o ona, iki kavsın yarısı kadar, hatta daha da fazla yakın oldu." [50]

.JKur´an bütün açıklığı ile, ´ikisi arasındaki mesafeyi veriyor. Bu mesafe ne kadar âz olursa olsun, mutlaka bir mesafenin bulunduğunu, asla bir ittisal, yani birleşme, bir olma; "ikiliğin ortadan kalkması" diye bir şeyin bulunmadığını gösteriyor. Zaten en mükemmel ve en son ilahi din olan islam; başta temel kaynağı Kur´an olmak üzere, hiç bir kaynağında, hiç bir yerinde ittisal diye bir tabir veya düşünce getirmemiş; kendi müntesipleri bulunan müslümanlara böyle bir şeyden bahsetmemiştir. Kur´an´ın bu açık ve eşsiz beyanından da anlaşılacağı gibi, islam´a göre insanlık aleminin herhangi bir ferdinin, yükselebileceği en son ve en büyük makam, Mirac´taki bu Kab-e Kavseyn makamıdır. Bu makama ise ancak islamın peygamberi Hz. Muhammed (a.s.) yükselmiştir. O´nun bu yükselişi ise hem yükseldiği bu makamın ne kadar büyük ve yüce olduğunu gösterir, hem de bu derece yükselindiği halde, Allah ile ittisalin söz konusu olmadığını ve asla olmayacağını gösterir. Kur´an´ı bilenler, Kur´an´dan nur ve feyiz alanlar için bu, ne büyük bir hikmet, ne kadar yüce ve ulu bir hakikattir! [51]



[43] Önemine binaen mütercim tarafından ilave edilmiştir.

[44] Celaleyn Tefsin Haşiyesi el-Fütühatü´l-İlahiye, 2/600. Mısır, 1318. Mevakib Tefsiri, 1/470. Amire, 1286.

[45] Bakınız, Mevahib-i Ledünniye Şerhi Zerkanî, 6/4. Beyrut, 1393

[46] Bakınız, Hayatü´l-Hayevanü´l-Kübra, 2/309

[47] Birgivi Şerhi Kadızade, s. 38. Amire, 1267.

[48] Mevahib-ı Ledünniye Şerhi Zerkanî, 6/106.

[49] Mevahıb-ı Ledunnıye Şerhi Zerkanî, 6/108.

[50] Necm suresi, 9

[51] Bakınız, islama giriş s78.ist1965.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/306-312.