๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mucize Ve Büyük Özellikleri => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 27 Aralık 2009, 16:55:15



Konu Başlığı: Huneyn Gazvesinde Görülen Bazı Mucizeler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 27 Aralık 2009, 16:55:15
Huneyn Gazvesinde Görülen Bazı Mucizeler


Buna Evtas Gazvesi de denilmektedir. Her iki yer, Mekke ile Tâif arasındadır. Ayni zamanda Hevâzİn Gazvesi dahi denilmektedir. Çünkü Peygamberimizde savaşmaya gelenler onlardı... Bunlar, Mekke´nin fethini düyunca sıra bize geliyor diyerek silahlanmışlar, Mâlik bin Avf´ın kumandasında birçok kabîle ile birleşerek Huneyn´e gelmişlerdi... Peygamberimiz de on ikibin askeriyle onları orada karşılamıştı...

Buharı ve Müslim Berâ bin Âzib´ten rivayet eder. Ona denilmiştir ki: "Siz Huneyn Gavzesi´nde Resûlüllah´ı bırakarak firar mı ettiniz?" O da şu cevabı vermiştir; "Fakat Allah´ın Resulü firar etmedi! Hevâzin askerleri gerçekten atıcı kimselerdi. Biz kendileriyle karşılaşıp iyi bir hamle yapınca onlar bozuldular. Bizimkiler de ganimet toplamaya başladılar. Bu sırada onlar geri dönüp üzerimize saldırınca bizimkiler bozguna uğradı... Fakat Peygamber (s.a.v.) katırının üzerinde sebat ediyor ve şöyle diyordu:

"Ben Peygamberim, yalan yok! Ben Abdü´l-Muttalib Oğluyum!"

Müslim, Ebû Uvâne ve ISfesâî Abbâs´m şöyle dediğini naklederler: Peygamber (s.a.v.) Huneyn Günü, katırından yere indi ve bir avuç toprak alarak kâfirlerin yüzüne doğru saçtı ve sonra şöyle buyurdu: "Bozguna uğraymız! Muhammed´in Rabbine kasem olsun!" Allah´a yemin ederim ki, Peygamberimiz yüzlerine doğru toprağı saçar saçmaz onlarda bir bozgun oldu ve derhal kaçmaya başladılar..."

Yine Müslim´in Seleme bin el-Ekva´dan rivayeti ise şöyledir: Huneyn Gazvesinde Peygamberimizin katırından indiğini görünce kâfirler üzerine üşüştüler. Peygamberimiz de yerden bir avuç toprak alıp onların üzerlerine doğru saçtı ve: "Hepsinin yüzleri kara olsun!" buyurdular. Hepsinin iki gözü toprakla dolmuştu. Çâreyi geri dönüp kaçmakta buldular..."

Târih´inde Buharı, îhn-i Sa´d, Hâkim ve Beyhakî, Ayyâd bin Haris el-Nusarî´nin şöyle dediğini kaydederler: "Peygamberimiz Huneyn Günü´nde bizim üzerimize bir avuç toprak saçtı... Bu toprak bizim gözlerimize dolarak kaçmamıza sebep oldu..."

Yine BuharVnin Târih´inde ve BeyhakVnin rivayetinde Amr bin Süfyân el-Sakafi´nin şu haberi verdiği kaydedilir: "Huneyn Günü Hz. Peygamber üzerimize bir avuç toprak saçtı. Bu toprak gözlerimize dolarak bizim hezimetimize sebep oldu. Biz orada, etrafımızda ne kadar taş, ağaç ve asker varsa hepsinin üzerimize yağacağım zannettik ve çâreyi kaçmakta bulduk..."

Ibn-i Asakîr´in Haris bin Bedel´den rivayeti de bu şekildedir... Abd bin Humeyd´in ve Beyhakî´nin Yezid bin Amir el-Süvâî´den rivayeti de bu merkezdedir. Huneyn Savaşı´na müşrikler safında katılmış bulunan bu zât da, durumu bu şekilde anlatmış, sadece farklı olarak: "O sırada her birimiz, arkadaşının gözüne toprak dolduğuna dâir şikâyette bulunduğunu görmekte idi..." ifâdesini kullanmıştır... Kendisinden sevkedilen diğer bir rivayete göre, ona o gün, Allah´ın kalblerine ilkâ ettiği korkudan suâl etmişler, o da demiştir ki: "Hz. Peygamber yerden toprak alıp atıyordu, sanki demirden taslar içinde gökten kum yağıyordu! Bu, dışarıda böyle olduğu gibi, içimizde de aynen böyle oluyor, kalblerimiz korku ile doluyordu..."

Beyhakî, îbn-i Asakîr ve Müsned´inde Müsedded, Ümmü Bürsen´in âzadlısı Abdurrahmân´dan şu haberi nakleder: "Bana, Huneyn Savaşına müşriklerle beraber katılmış bulunan bir adam şöyle anlattı: Biz Huneyn´de Peygamber´in ashabı ile karşılaştığımız zaman, onlar bizim karşımızda bir koyun sağımı kadar tutunanı a dılar... Biz, bozguna uğrayan müslüman askerlerin peşine düşmüş onları kovalıyorduk... Derken beyaz katıra binmiş bulunan birisiyle karşılaştık... Bir de ne görelim, bu zat, Hz. peygamber imiş... O´nun yanında bulunan güzel yüzlü ve beyaz adamlar bizi karşıladılar! Bize karşı durup: "Hepsinin yü2)eri ksra olsun) Haydi gen dönünüz)" diye haykırdılar... Arkasm-dan, omuzlarımıza binerek bizi geri sürdüler... işte bizim oradaki geri dönüp kaçışımız böyle olmuştur..."

Beyhakî ve Ebû Nuaym îbn-i îshâk tarikiyle Ümeyye bin Abdullah´tan şöyle nakleder: "Huneyn Gününden önceki gecede Mâlik bin Avf, Peygamber´in ordusunu gözetleyip haber getirmeleri için bâzı adamlar (üç kişilik küçük bir grup) gönderdi... Bunlar kısa bir müddet

sonra kaçarak geldiler. Korkudan titriyorlardı. Mâlik, kendilerine çıkışıp: "Nedir, bu hâl?" diye bağırdı. Onlar da dediler ki: "Biz onlara yaklaşmak üzere giderken alaca (siyahlı beyazlı) âtlara binmiş bâzı beyaz adamlarla karşılaştık... Onlar üzerimize doğru yürüyünce, gördüğünüz gibi kaçıp dönmeye mecbur olduk..."

îbn-i îshak, Beyhakî ve Ebû Nuaym Cübeyr bin Mut´ım´den şöyle rivayet ederler: Huneyn Günü´nde biz peygamber (s.a.v.) ile beraber idik. Tam savaşın kızıştığı bir sırada ben, düşmanla bizim aramızda semâdan, kıldan Örülmüş siyah elbiseler kıyafetinde bâzılarının inmekte olduğunu gördüm. Sanki vadinin her tarafını karıncalar kaplamış gibiydi... Ve hemen sonra düşman saflarında hezimet de yüz göstermiş idi... Biz, bu semâdan inenlerin melekler olduğuna hiç şüphe etmedik..."

Vâkıdî der ki: Bana Muhammed bin Şerahbil´in oğlu İbrahim, babasından naklen dedi ki: Huneyn Savaşı ile ilgili olarak Nadir bin Haris şunları söylemiştir: "Peygamber Huneyn Savaşına çıkarken Kureyş´ten katılan iki bin kadar asker arasında ben de vardım. Fakat bizim maksadımız, eğer durum Muhammed´in aleyhine dönerse, karşı tarafa yardım etmekti... Fakat bizim için böyle bir fırsat olmadı... Huneyn´den dönüşte Cîrâne denilen yere geldiğimizde, Resûlüllah beni gördü, yanma çağırdı ve: "Sen Nadır´sın, değil mi?" dedi. Ben de "Evet, ey Allah´ın elçisi" diyerek karşılık verdim. Fakat hâlâ Huneyn Günündeki niyet ve düşüncede idim... Hz. Peygamber bana dedi ki: "Samimî olarak şehâdet getirmen, senin için Huneyn günündeki düşündüğün şeylerden çok hayırlıdır!"

işte bunun üzerine ben, derhal Allah´tan başka ilâh olmadığına, Muhammed´in de Allah´ın elçisi olduğuna şehâdet getirdim... Benim, huzurunda bu şekilde şehâdet getirmem üzerine Hz. Peygamber, benim hakkımda şu duada bulundu: "Allah´ım onun, bu şehâdet üzerindeki sebatını ziyâde eyle!" îşte ben, bu ikinci şehâdetimden ve Hz. Peygamber´in benim hakkımdaki bu duasından sonradır ki, îmânım ve şehâdetim üzerinde yalçın kaya gibi sabit oldum; hak ve hakîkat üzerindeki hasîretim de son derece ziyâde oldu..."

Beyhakî ve îbn-i Asakîr, Sadaka bin Saîd tarikiyle Mus´ab bin Şeybe´den, o da babası Şeybe bin Osman´dan nakleder. Şeybe demiştir ki: "Peygamber (s.a.v.) Huneyn´e çıktığı zaman, ben de O´nunla birlikte çıkmıştım. Vallahi ben, bu sefere bir müslüman olarak çıkmış değildim. Benim maksadım, Hevâzin´in bir zafer kazanarak Kureyş´i de emri altına almasın, idi... Huneyn´de Resûlüllah ile birlikte iken, O´na dedim ki: "Ey Allah´ın Resulü, ben askerin arasında alaca atlara binmiş tanımadığım bâzı askerler görüyorum!" Bunun üzerine Hz. Paygamber bana: "Ey Şeybe, semâdan inen bu melekleri alaca atlı olarak sâdece kâfirler görür!" Sözünü bu şekilde bitirdikten sonra, mübarek elini göğsüm üzerine koyan Hz. Peygamber: "Allah´ım, Şeybe´ye hidâyet

ihsan eyle!" diye benim hakkımda duada bulundu. Ve bu duasını üç defa tekrar eyledi... Elini kalbimin üzerinden çeker çekmez kalbimin değiştiğini gördüm. Artık Allah´ın yarattığı kuÜarı arasında, bana en sevgili olan O idi! Müslümanlar da Hevâzin ile şiddetli bir çarpışmaya tutuşmuştu. Hz. Peygamber´in binitinin yularından Ömer tutuyordu. Abbâs da saçağından... Abbâs bu sırada: "Ey muhacirler! Ey Bakara Sûresi´nin ehli olan ashâb! Sizler neredesiniz!... işte, Allah´ın Resulü buradadır!" diye yüksek sesle bağırıyordu... insanlar da sür´atle Hz. Peygamberdin yanında toplanmaya başladılar... Peygamberimiz bu sırada: "Haydi ilerleyiniz! Ben peygamberim, yalan yok! Ben, Abdü´l-Muttalib oğluyum!" diyordu... Müslümanlar bunun üzerine bütün güçleriyle düşmana karşı yöneldiler... Çarpıştılar... Peygamber Efendimiz durumu gördü ve: "işte şimdi harb kızıştı!" buyurdu.

İbn-i Sa´d ve îbn-i Asâkîr Abdü´l-Melik bin Ubeyd´ten ve daha başkalarından şu haberi nakletmiştir: Şeybe bin Osman, kendisinin nasıl müslüman olduğunu anlatır ve şöyle derdi: "Peygamber (s.a.v.), Mekke´yi fethettiği zaman, Kureyş ile birlikte Hevâzinliler´le savaşmaya gitmeye ben de karar vermiştim. Maksadım, karışıklık çıktığı bir sırada ansızın Muhammed´in yanma yaklaşmak ve O´nun hakkından gelmek idi... Bu şekilde, bütün Kureyş´in intikamını almış olacağımı düşünüyordum... Müslüman olmak meselesinde ise; "Arapda ve Acemde bütün insanlar istisnasız müslüman olsalar da yalnız ben kalsam, yine de müslüman olmam!" diye düşünüyordum. Nihayet Huneyn´e gittik. Ben, hâlâ ve devamlı olarak fırsat gözlüyordum... Bir ara, ümîd ettiğim karışıklık meydana gelmişti. "İşte fırsat doğdu!" diyerek, Hz. Peygamberce iyice yaklaştım. Hattâ kılıcımı kınından sıyırarak kaldırdım. Tam vuracağım sırada, şimşek çakar gibi ateşten bir alev beni kaplayıverdi... Beni yakıp kül edecek zannettim ve çok kortum. Derhal elimle gözlerimi kapamıştım... Elimi gözümden çektiğim sırada, Hz. Peygamber "Ey Şeybe, yakınıma gel" diyerek beni çağırdı. Kendisine yaklaştığımda eliyle göğsümü sıvadı sonra şu duada Dulundu: "Ey Allah´ım, onu şeytanın şerrinden koru ve kendisine hidâyet ver!" Vallahi, Peygamber´in bu duasından sonra ben Peygamberimiz´i, gözümden, kulağımdan ve öz canımdan daha çok sever oldum... Bende olan şeytanın vesvesesinden de Allah beni kurtardı..."

Sonra Hz. Peygamber bana: "Haydi kılıcınla diğer müslümanlar gibi, Allah yolunda sen de savaş!" buyurdu... Ben de Peygamber (s.a.v.)´in Önünde savaşmaya başladım. Allah bilir ki, sâdece O´nun Önünde savaşarak kendisini düşmandan canım pahasına korumak, bana her şeyden sevimli geliyordu... Eğer o sırada babam sağ olsaydı , da karşıma çıkmış bulunsaydı, onu geri çekilmeye zorlamak için kendisine karşı kılıcımı kullanmakta hiç tereddüt etmezdim... Sonra Peygamberimiz çadırına girdi. Peşinden ben de girdim. Bana dedi ki:

"Ey Şeyb.e, senin o kendi kendine konuştuğun şeylerden, Allah´ın sana verdiği hidâyet, senin hakkında gerçekten hayırlı olmuştur!" Ben de karşılığında: "Anam-babam sana feda olsun! Ben, Allah´tan başka ilah olmadığına ve senin Allah´ın elçisi bulunduğuna şehâdet ediyorum!" diyerek müslüman oldum. Sonra benim için istiğfar edivermesini rica ettim. O da: "Allah seni, mağfiret etsin!" buyurdu.

Ebu´l-Kâsım el-Beğavî, Beyhaki, Ebu Nuaym ve İbn-i Asakîr Abdullah îbn-i Mübarek tarikiyle Ikrime´den riâyet ederler. îkrime şöyle demiştir: "Şeybe bin Osman, kendi macerasını şu şekilde dile getirmiştir: Peygamber (s.a.v.) Huneyn Gazâsma çıktığı zaman, ben, Ali ve Hamza tarafından öldürülen babam ve amcamı hatırladım ve: "Bugün,onlârın intikamını alacağım gündür!" diye düşündüm. Bu düşünce ile Huneyn´e katıldım ve dâima Muhammed´i haklıyacağım bir fırsatı gözetledim bir ara kendisine yaklaşmak istedim ve sağ tarafına doğru ilerledim. Baktım onun sağında amcası Abbas var. Amcası bana fırsat vermez dedim... O´nun sol tarafına yaklaşmak istedim, sol tarafında da Ebû Süfyân bin Haris vardı. O da bana fırsat vermez dedim... İyisi arkasından yaklaşayım dedim... Ve epey kendisine yaklaştım. Hattâ kılıcımı çekip tam hamle yapmak istediğim anda, şimşek çakar gibi ateşten bir alevin üzerime gelip beni sardığını gördüm. Beni yakıp kül edeceğinden korktum ve geri çekildim., Bu sırada Peygamber (s.a.v.) bana döndü ve: "Ey Şeybe yanıma yaklaş!" buyurdu. Ben de yaklaştım. Mübarek elini kalbimin üzerine koydu ve göğsümü eliyle sıvadı. Bu sırada Allah şeytanı kalbimden çıkarmıştı. Başımı kaldırıp da Hz. Peygamber´e baktığımda, O´nu cümle âlemden ve öz canımdan daha sevgili olarak buldum... Hz. Peygamber, bana tekrar hitap ederek: "Ey Şeybecik, haydi diğerleri gibi sen de Allah yolunda çarpış!" dedi... Sonra amcası Abbâs´a hitaben:

"Amca Rıdvan Ağacı altında biat edenleri, Medine´nin îslâm merkezî olması için Allah´ın dinîne yardım edenleri buraya çağır, sesinin çıktığı kadar bağırıp kendilerine seslen!" buyurdu. Abbas da onlara nida etti... Ashâb-ı kiram oraya öyle akıp geliyorlardı ki, sanki yavrusunu çok özlemiş dişi devenin yavrusuna koştuğu gibi... Derhal orada toplanıp Peygamber (s.a.v.)´i çepeçevre çevirip ortalarına almışlardı... O´nu bu şekilde korumaya çalıştılar. Bu sırada Hz. Peygamber, amcası Abbâs´a yerden bir avuç toprak alıp kendisine vermesini istedi ve eline bir avuç toprağı aldığı zaman kâfirlerin yüzlerine doğru saçtı ve:

"Yüzleri kara olsun! Hâ Mîm. Inşaallah yardımsız kalıp perîşan olsunlar!" buyurdu. Bunun üzerine düşmanlar kaçışmaya başladılar..."

Ebû Nuaym´in Enes´ten rivayeti de şöyledir: Huneyn Savaşında müslümanlar, düşmanı hezimete uğrattıktan sonra acele edip ganîmet toplamaya başlayınca, karşı taraf toparlanıp hücuma geçti ve bu sefer

de müslümanlar- hezimete uğradı... Bu sırada Hz. Peygamber Düldül adındaki boz katırı üzerinde idi. Düldül´e alçalması için işaret etti. O da alçaldı. Bu sırada yerden bir avuç toprak alıp kâfirlerin yüzlerine saçtı ve: "Hâ Mîm. Yardımsız kalıp perişan olsunlar!" buyurdu. Kâfîrleride hazîmete uğradılar... Biz o sırada ne bir ok attık, ne de mızraklarımızı kullandık..." [138]

Hâkim, Ebû Nuaym ve îbn-i Asaklr, Haşrac bin Abdullah´tan, o da babası yoluyla dedesinden şöyle nakleder: Bana Aziz bin Ömer şöyle anlatmıştı: Huneyn savaşında kâfirlerle çarpışırken bana bir ok isabet etti. Alnım yaralanmış ve akan kanlar yüzümü ve göğsümü bürümüştü. Durumu gören Hz. Peygamber eliyle kanı yüzümden sildi ve göğsümün alt kısmına kadar sıvadı... Sonra benim hakkımda duada bulundu... Göğsümde Peygamberimizin eliyle dokunduğu yer, beyaz bir nişan hâlinde kalmıştı..."

îbn-i Asakir´in tek başına sevkettiği rivayette de, Abdurrahmân bin Ezher´in şöyle dediğini görüyoruz: Huneyn Savaşı gününde Halil bin Velîd, yara almıştı... Peygamber (s.a.v.), onun yarasını mübarek tükrüğü ile ilaçlamış, Hâlid´in yarası da derhal iyi olmuştu..."

îbn-i Sa´d da, Abdullah bin Zübeyr´den şunu rivayet eder: Peygamber (s.a.v.)´in Huneyn Savaşma katılanlar arasında SafVân bin Ümeyye de vardı. Fakat Safvan, bu savaşa bir kâfir olarak katılmıştı... Huneyn´den dönülüp Ci´râne denilen yere gelindiğinde, Peygamber Efendimiz, ganimet olarak alınan mallar arasında dolaşıyordu... Bu sırada SafVân da O´nun yakınında idi. Safvân, gözünü bir düzlükte toplanmış bulunan ganimet malı hayvanlara dikmiş, hep onlara bakıyordu... Peygamberimiz kendisine: "Ey Ebû Vehb, bu mallara imrendin mi yoksa?" dedi... O da "Evet" cevabını verdi... Peygamberi miz kendisine: "Haydi onların hepsi senin olsun!" buyurdu... Safran bunun üzerine: "Bu kadar büyük bir cömertlik ve bağış, peygamber olmayan birisinden gelemez!" düşüncesi de vardı, derhal müslümanhğı kabul etti..."

Ebû Nuaym Atiyye el-Sa´dfden şu haberi nakletmiştir: Atiyye, Hevâzin´den alınan ganimetler hakkında Hz. Peygamber´e laf eden kişidir. Peygamberimiz de ona konuşup: "Allah´ım, onun hissesini hasis eyle!" demişti... Atiyye, ganimet mallardan bir türlü nasibini seçemiyor, ne bir hizmetçi beğeniyor, ne de bir bakire cariyeyi kabul ediyordu... Derken çok yaşlı bir kadına rastladığı zaman, kendi kendisine dedi ki: "îşte ganimet hissem olarak bu yaşlı kadım almalıyım. Zira bu kadın, onların hepsinin anası sayılır. Ve bu yaşlı ananın azadlığım sağlamak için de bana, istediğim malı onun fidyesi olarak vermeyi kabul ederler..." tşte bu düşünce ile, o yaşlı kadını ganimet hissesi olarak aldı... Ve çok kârlı bir hisse aldığı kanaatiyle "Allahu Ekber!" diyerekJ sevincinden tekbîr getirdi... Kendisini, adetâ başlı başına bir zafer kazanmış zannediyordu... Halbuki Resûlüllah, onun hissesinin hasîs olması için onun aleyhinde duada bulunmuştu... Sonra Atiyye, bu yaşlı kadını fidye vererek kurtarmaya hiçbir kimsenin gelmediğini görünce, hatâsını ve isabetsiz hareket ettiğini anladı. "Yâ Resûlallah, ben ne kadar yanlış hareket etmişim?" diyerek üzüntüsünü belli etti... Sonra hiç bir işe ve hizmete yaramayacak olan o yaşlı kadını, hiç bir karşılık almaksızın serbest bırakmaya mecbur oldu..." [139]



[138] Sahih olan rivayete göre, Peygamberİmiz´e yerden toprak alan İbn-i Mes´ûd veya amcası Abbâs idi... Ve kâfirler tekrar geri dönüp saldırdıkları zaman, çok şiddetli çarpışmalar oldu... Müslümanların çok zor durumda kalmaları üzerine, Allah´ın imdadı kendilerine yetişti... Yâni melekler, bu savaşta da imdada gönderildi.

[139] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/468-474.