๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mucize Ve Büyük Özellikleri => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 26 Aralık 2009, 22:52:01



Konu Başlığı: Hendek Gazvesinde Görülen Ayetler Ve Mucizeler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 26 Aralık 2009, 22:52:01
Hendek Gazvesinde Görülen Ayetler Ve Mucizeler


Beyhakî Katade´den rivayet eder. O şöyle demiştir: "Bize anlatıldığına göre Peygamber (s.a.v.) Ahzab gününde buyurmuş ki: "Bu günden sonra artık müşrikler bize savaş açamazlar!" Gerçekten de Rasulüllah´ın buyurdukları gibi, Ahzab savaşından sonra müşrikler bir daha müslümanlara karşı savaş açamamışlardır." [58]

Buhari Süleyman bin Sürad´dan rivayet eder. O şöyle demiştir: "Rasulüllah efendimiz Ahzab günü, düşmanlar savulduktan sonra buyurdular ki: "Şu andan itibaren savaşan bizler olacağız! Artık onlar bize değil, biz onlara savaş açacağız!"

(Ebu Nuaym da Cabır´den benzen bir rivayet nakletmiştir.)

Buhari Cabir bin Abdullah´tan rivayet ediyor. O şöyle demiştir: "Biz Ahzab günü hendek kazıyorduk, çok sert ve sağlam bir kayaya rastladık, onu bir türlü paçalayamadık. Ashab gidib durumu Peygam ber efendimize arz ettiler. Peygamberimiz: "Hendeğe ben ineyim" buyurdu ve ayağa katktı. Bu sırada açlıktan karnına taş bağlamış olduğu görüldü. Gerçekten bizler tam üç gündür hiç bir şey yememiştik. Peygamberimiz hendeğe indi, balyozu eline alıp kayaya vurdu. Kayanın yumuşak bir toz yığını haline geldiği görüldü. Ben dedim ki: "Ya Rasülallah eve gitmem için bana izin veriniz." O da izin verdi. Ben eve gidip hanımıma dedim ki: "Ben Peygamber efendimizin dahi aç olduğuna muttali oldum. Kendisine yedirebileceğimiz bir şey yok mudur?" Hanımım da bana: "Bir miktar arpa ile oğlağımız var" dedi. Ben derhal oğlağı kestim. Hanım da arpayı öğüttü. Eti tencereye koyduk.

Ben derhal Peygamberimize gelip: "Ya Rasülallah az miktar yiyeceğimiz var. Sizi ve bir iki arkadaşınızı hanemize buyur ediyoruz" dedim. Peygamberimiz yiyeceğin miktarını sordu, ben de bildirdim. Bunun üzerine o: "Bu çoktur ve hoştur" buyurdu ve bana hitaben:"Git hanımına söyle, ben gelmeden tencereyi indirmesin, ekmeği de pişirmesin" buyrdu. Bütün ashabına hitaben de: "Haydi hepiniz Cabir´in yemeğine" diyerek davette bulundu. Bütün muhacirler ve ensar kalktılar. Ben bu durumdan telaşlanarak eve koştum, hanımıma: "Vay halimize Peygamberimiz bütün ashabını ve onlarla beraber olanları alarak yemeğe geliyor" dedim. Hanımım bana: "Neyimiz olduğunu Peygamberimiz sormadı mı?" dedi. Ben de: "Sordu" dedim. Hanım: "Öyleyse telaşa mahal yok! Hepsi gelsinler!" Peygamberimiz ashabı ile birlikte geldi. Ashabına hitaben: "Haydi giriniz birbirinize sıkıntı vermeyiniz!" buyurdu. Sonra hamurdan küçük parçalar alıp üzerine bir miktar et koyarak mübarek tükrüğü ile bunu tencere ve fırını ilaçlayıp mayaladı. Sonra fırında pişen etli ekmekleri alıp ashabına verdi. Bu minval üzere buna devam etti ve bütün ashabını bu şekilde doyurdu. Yine de hayli yiyecek kaldı. Buyurdu ki: "Bundan kendiniz de yiyiniz, ayrıca komşularınıza da hediye ediniz. Zira bütün insanlara açhk isabet etmiş durumdadır."

Buhri´nin Müslim ile beraber (yani ittifak halinde) yine Cabir´den olan diğer rivayetleri de aynıdır, ancak şu farklılık vardır:

"...Sonra bereketlenmesi için dua buyurdular. Ben, Allah´a yemin ederek ifade edeyim ki, ashabın sayısı bin kadar olduğu halde, hepsi bundan yiyip doydular. Kalkıp gittikleri zaman da tenceremizde hâlâ et kaynıyordu. Gerek etimiz, gerek ekmeğimiz, sanki hiç yenilmemiş gibiydi."

Vâkıdl ve İbni Asakir Abdullah bin Mugayyes el-Ensari´den şöyle rivayet ederler: "Hendek savaşı sırasında Ümmü Amir el-Eşheliye Peygamber efendimize bir tas içinde Hays denilen (ve et suyu ile undan yapılan) çorba gönderdi. Bu sırada efendimizin yanında Ümmü Seleme de vardı. Ümmü Seleme bu çorbadan karnını doyurdu. Rasulüllah da bir miktar içtikten sonra, Rasulüllah´ın münadisi hendek ehlini bu çorbadan içmeye çağırdı. Onlar da gelip bu çorbadan içtiler ve doydular. Sonunda bu çorba sanki hiç içilmemiş gibi duruyordu."

(Vâkıdînin ve ibni Asakir´in bu haberi, mürseldir.)

Ebu Yala ve İbni Asakir, Abdullah bin Ali bin Ebu Rafi´den naklederler. Onun ninesi Selma, kendisine şöyle haber vermiştir: "Hendek günü Peygamber (s.a.v.) Ebu Rafİ´e bir koyun göndermiş, bunun kesilip kızartılmasını istemiş. Ebu Rafi de bunu kesip kızarttıktan sonra bir sepete koyarak Rasulüllah´a getirmiş ve bu koyunun iki ön bacağı (döşleri) bile hiç umulmadık derecede bereketlenmiştir."

Ebul-Kasım el-Beğavi, kendisinin Mu´cem adlı eserinde Muaviye bin Hakem´den şu haberi nakletmiştir: "Bizler hendekte Rasulüllah ile birlikte çalışıyorduk. Derken kardeşim Ali bin Hakem´in ayağı hendeğin duvarına çarparak yaralandı. Yarası oldukça ciddi olup kanıyordu. Derhal Peygamberimize geldi. Peygamber efendimiz de onun bu yarasını mübarek eliyle sıvadı ve: "Bismillah" dedi. Kardeşimin ayağı iyi olup, hiç kendisine rahatsızlık vermedi."

Beyhakî îbni îshak tarikiyle şöyle rivayet eder: Selman-ı Farisi´den bana gelen habere göre, o demiştir ki: "Hendek günü ben, bir kısmın kazılması için çalışıyor fakat güçlük çekiyordum. Bana iltifat edip çektiğim güçlüğün farkına varan, Rasulüllah efendimiz, hendeğe inip elimden balyozu aldı ve şiddetle vurdu. Bu sırada balyozun altından bir kıvılcım çıktı. Bir daha vurdu, yine altından kıvılcım parladı. Bir daha vurdu. Yine altından bir kıvılcım parladı. Ben dedim ki: "Ey Allah´ın rasülü. Bu parlayan kıvılcımlar nedir?" Efendimiz de buyurdular ki: "Birinci kıvılcım, Allah´ın bana Yemen´i fethedeceğini gösterir, ikincisi: Şam´ın ve batının fethim gösterir. Üçüncüsü ise, Allah´ın bana doğuyu da fethedeceğinin işaretidir." [59]

tbni îshak der ki: Kendisine itimad ettiğim kimselerin bana anlattığına göre, Ebu Hureyre, Ömer ve Osman zamanlarında şöyle konuşurmuş: "Ey müslümanlar! Bütün güç ve imkanlarınızla Allah yolunda cihad edip ülkeler fethediniz! Ben varlığım elinde olan Allah´a yemin ederek söylerim ki, sizin fethettiğiniz ve kıyamete kadar da fethedeceğiniz hütün şehir ve ülkelerin anahtarlarını, şanı yüce Allah; sevgili Rasülü Muhammed´e vermiştir."

Beyhakî ve Ebu Nuaym Bera bin Azib´ten rivayet eder. O şöyle demiştir: "Bizler hendek kazımmda çalışırken, büyük ve sert bir kayaya rastladık. Bir türlü onu parçalayamadık. Şikayetimizi Rasulüllah´a götürdük. O balyozu eline aldı ve "Bismillah" diyerek bir darbe indirdi. Derhal kayanın üçte biri parçalanmıştı. Akabinde Peygamber efendimiz: "Allahü ekber" diyerek tekbir getirdi ve: "Allah bana Şam´ın anahtarını vermiştir. Vallahi ben oradaki kırmızı köşkü görüyorum" buyurdu. Sonra ikinci defa vurdu, bu seferinde de üçte biri daha ufalanıvermişti. Peygamberimiz derhal "Allahü ekber" diyerek tekbir getirdi ve: "Faris´in anahtarları bana verilmiştir! Vallahi ben Medain´in beyaz köşkünü görmekteyim" buyurdu. Sonra üçüncü defa vurdu ,ve o kocaman kayayı kum yığını haline getiriverdi. Derhal "Allahü ekber" diyerek tekbir getirdi ve: "Bana Yemen´in anahtarları verildi! Şu anda ben oranın başşehri olan San´a´nm kapılarını görmekteyim" buyurdu." [60]

îbni Sad, îbni Cerir, îbni Ebu Hatim, Beyhakî ve Ebu Nuaym Kesir bin Abdullah tarikiyle; babası vasıtasıyla dedesinden şu haberi vermektedirler: "Hendek kazarken beyaz ve sert bir kaya çıktı. Bunu kırmaya çalışırken demirimiz kırıldı, tyice zorlanmıştık. Nihayet durumu Peygamber efendimize arz eyledik. O da Selman´m elindeki balyozu alarak bu beyaz ve yuvarlak kayanın üzerine şiddetle vurdu. Kaya sarsıldı ve balyozun altından bir ışık çıktı. Sanki Medine´nin iki yakası arasını aydınlatmıştı ve karanlık bir gecede parlayan bir kandil gibi gözlerimize aksetmişti. Bunun üzerine tekbir getiren Peygamber efendimiz, ikinci bir darbe daha indirdi. Kayadan yine bir sarsıntı ve bir ışık çıktığını gördük. Yine tekbir getiren Peygamberimiz; üçüncü defa kayaya şiddetle vurdu ve kayayı kum yığını halinde par çalayı verdi. Yine Medine´nin iki yakasını aydınlatırcasma bir nur çıktı. Efendimiz derhal tekbir getirdi. Biz de gördüğümüzü ve Peygamber efendimizin tekbir getirişini kendisine arz edip, hikmetini sual eyledik. Buyurdular ki: Birincisinde bana Hire ve Medâin şehirleri gösterildi ve Cebrail ümmetimin buraları fethedeceğini bildirdi, ikincisinde Rum diyarının kırmızı köşkleri gösterildi. Buralarının da ümmetim tarafından fethedileceği Cebrail tarafından bildirildi. Böyle bir fetih ve zaferle şimdiden sevinebilirsiniz. Üçüncüsünde ise, San´a´nm köşkleri gösterildi ve burasının da fethedileceği haberi verildi. Sizler de bu müjdeli haberlere sevinebilirsiniz."

Bu sırada münafıkların nifak dolu sözleri işitilmeye başladı. Onlar diyorlardı ki: "Muhammed, bir taraftan sizlere büyük müjdeler veriyor; kendisi Medine´de olduğu halde Hire ve Medain´deki köşkleri gördüğü nü söylüyor, diğer taraftan bakıyoruz, hendek kazmakla meşgulsünüz? Gelecek olan düşmanın karşısına çıkmaktan bile acizsiniz!" işte münafıkların ve kalbinde hastalık olanların bu kabil sözleri üzerinedir ki, şanı yüce Allah Kerim Kitabındaki şu ayeti indirmiştir:

"Münafıklar ve kalblerinde hastalık bulunan kimseler: "Allah ve rasülü bize Sadece boş vaadlerde bulundu" diyorlardı." [61]

Beyhakî ve Ebu Nuaym îbni Ishak tarikiyle Said bin Meynadan naklederler. O da Numan bin Beşir´in kız kardeşinden nakleder. O demiştir ki: "Annem, elbisemin bir kenarına bir miktar hurma koyarak, bunu hendek kazmakta olan babam va dayıma götürmemi istedi. Giderken Rasulüllah´a uğradım. Beni çağırdı, ben de yanma gittim. Hurmaları iki avucuna aldı, yere bir yaygı yayılmasını emretti, elindeki hurmaları yerdeki yaygının bazı yerlerine sepeledi. Sonra hendek kazmakta olanları çağırıp bu hurmaları yemelerini emretti. Onlar da gelip toplandılar. Onlar hepsi bu hurmadan yediler ve doydular. Kalkıp gittikleri zaman, yaygının üzerinde hâlâ hurma vardı, [62]

Ebu Nuaym îbni Abbas´tan şöyle nakleder: "Mugire oğullarından bir adam: "Ben vallahi Muhammed´i öldüreceğim" diyerek atma biner ve atını hendeğe sürer. Hendeğin içine yuvarlanıp boynu kırılarak telef olur. Karşı taraf: "Ey Muhammed onun ölüsünü bize teslim et, biz sana onun diyetini verelim" derler. Fakat Peygamberimiz bunu kabul etmez ve: "Bırakınız onu, o habis bir adamdır, onun diyeti de elbette habistir" buyurur.

Beyhakî Katade´den şöyle nakleder: "Şanı yüce Allah, Bakara süresindeki şu ayetini inzal buyurur:

"Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu ki, iyice sarsılmışlardı." [63] işte müminler Hendek savaşı sırasında Ahzab´a yani kabileleri toplu olarak karşılarında gördükleri zaman: "Bunlar hiç şüphesiz Rabbimizin ilgili ayetinde bize haber verdiği durumdan başkası değildir" dediler.

Buhari ve Müslim´in ittifakla îbni Abbas´tan rivayet ettikleri bir hadiste Rasül-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ben, hendek savaşında Ahzab´a (müttefik düşman ordularına karşı) saba rüzgarı ile zafere kavuşturuldum! Vaktiyle Ad kavmi de, Debûr (Lodos) rüzgarı ile helak olmuştu."

Ebu Nuaym ile îbni Ebu Hatim´in seukettikleri îbni Abbas hadisi ise şöyledir: "Ahzab harbi sırasında kuzey güneye gelip dedi ki: Haydi rüzgarını sal da Allah´a ve rasülüne yardım eyle!" (Allah ve Rasülünün düşmanlarını perişan et!) Güney de kuzeye dedi ki: "Geceleyin sıcak bir esinti cereyanı olmaz. Sen onların üzerine saba rüzgarını gönder de hepsi perişan olsunlar." Derken saba rüzgarı esmeye başladı. O kadar şiddetle esti ki, düşmanların ateşleri söndü, çadırlarının ipleri kopup darmadağın oldu. Eşyaları, atları, develeri birbirine karışıp tam bir felaket ve hezimet oldu. işte bu durumu kastederek Peygamber efendimiz de: "Ben saba fırtınası ile zafere kavuşturuldum. Vaktiyle Ad kavmi de Debûr rüzgarı ile helak olmuştu!" buyurdular.

Imam-ı Mücahid´in Ahzab (birleşik ordular) harbiyle ilgili olarak nazil olan Ahzab suresinin: "Ey Müminler! Allah´ın size olan nimetini hatırlayın, hani bir zaman size ordular gelmişti de, biz onların üzerine bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah, bütün yaptıklarınızı görmektedir" [64]anlamındaki ayetiyle ilgili olarak şu açıklamada bulunduğu bildirilmektedir: "Ayetteki "Bir rüzgar" ile Cenab-ı Hak, saba rüzgarını murad etmektedir ki birleşik orduların üzerine bu rüzgarı göndermiş, Hendek savaşı sırasında düşmanların ateşini onunla söndürmüş, tencere ve kazanlarını, ip ve çadırlarını söküp altüst eylemiştir. O derece ki, onlar orada tutunamayıp ric´ate mecbur olmuşlardır. Yine Cenab-ı Hak, "...Ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik" buyurmakla da; tarafı üahiyesinden gönderilen melekleri kasdetmektedir. Çünkü bu savaşta da bilfiil savaşa katılmamakla beraber melekler gönderilmiştir."

Beyhakî Huzeyfetü´bnül Yeman´dan şöyle rivayet eder. O demiştir ki: "Biz Rasulüllah (s.a.v.) ile birlikte hendekte bulunduğumuz bir gece, gördüm ki çok şiddetli bir rüzgar esmektedir ve hava da inadına soğuk olmuştur. Bu sırada Rasulüllah efendimiz buyurdular ki: "Düşmanın ne yaptığına dair kim bir> haber getirirse, kıyamet günü ona şefaat edeceğim!" Rasulüllah´ın bu davetine içimizden icabet eden olmadı. Rasulüllah: "Düşmanın durumu hakkında kim bir bilgi getirecek?" diye ikinci ve üçüncü defa davette bulunduğu halde gönüllü olarak kalkıp ta "ben getireceğim!" diyenimiz çıkmadı[65]Sonunda efendimiz, doğrudan bana hitabla: "Ey Huzeyfe kalk! Git ve düşmanın durumu hakkında bilgi getir!" diyerek emrettiler. Ben hemen kalkıp gittim, düşmanın durumu hakkında bilgi alıp getirinceye kadar sanki hamam da yürür gibiydim. Havanın çok soğuk olmasına rağmen hiç üşümemiş-tim. [66]Rasulüllah´a: "Ya Rasülallah, ben soğuğun şiddetinden korkarak size icabet edememiştim" diyerek özür dilemiştim. Rasulüllah da bana: "Haydi git, ne soğuktan, ne de sıcaktan korkun olmasın" buyurmuştu. Hatta: "Allah´ım, onu önünden, arkasından, sağından, solundan, üst tarafından ve alt tarafından gelebilecek olan fitne ve zararlardan koru!" diyerek dua buyurmuştu.

Ben aslında düşman karşısında cesareti de az olan bir kişi idim. Rasulüllah´ın duaları bereketiyle ne bir korku, ne bir zarar veya fitne gömleksizin gidip vazifemi ifa eyledim. Düşman saflarına usulca daldım, etrafı güzelce gözetledim. Düşman tam bir perişanlık´ ve şaşkınlık içindeydi. Herkes: "Haydin göç, göç!" diye bağırışıyordu. Fakat kimse fırtınanın şiddetinden yerinden kıpırdayamıyordu. Binit hayvanlarının çadır ve yataklarının üzerine taşlar geliyordu. Sanki iki kuvvetli ordu birbirine girmiş, kılıç harbi yapıyormuş gibi sesler geliyordu. Ben, durumu gözlerimle gördükten sonra geri döndüm. Dönüş yolunu yarıladığım sırada sayıları yirmi kadar görülen atlılara rastladım. Bu başları sarıklı süvariler bana dediler ki: "Peygamberinize müjde ve haber eyle, Allah yardımını gönderip düşmanlarınızı perişan etmiştir!" Ben yoluma devam ederek Rasuîüllah´ın yanına geldim. Döner dönmez de yine eskisi gibi üşümeye başladım. Tam bu sırada şanı yüce Allah, ehli İslama olan yardımını beyan eden ayeti celilesini inzal buyurdu. (Ki bu ayeti celile, az yukarda mealini gördüğümüz Ahzab suresinin dokuzuncu ayetidir.)

Sahihtir kaydıyla Hakim´in ve Ebu Nuaym´ın diğer bir rivayetinde şu farklılık vardır:

Huzeyfe der ki: Rasulüllah bu sırada bana hitaben: "Ey Huzeyfe, düşmanın durumunu öğrenmeye sen gider misin?" diye teklifte bulundu. Ben de dedim ki: "Ey Allah´ın rasülü, Bilirsiniz ki ben öldürülüp şehid olmaktan asla korkmayan bir adamım! Fakat doğrusu bu ki, düşman eline esir düşmekten korkmaktayım." Bunun üzerine efendimizin bana kelamı: "Korkma ey Huzeyfe, sen esir olmayacaksın!" oldu. Ben de bunu üzerine gittim. Düşman içlerine kadar ilerledim. Gördüm ki, fırtınanın şiddetinden müşriklerin çadırları yıkılmakta, etrafta kab kaçakları uçuşmakta, atları ve develeri birbirine girmekte. Herkes: "Haydin göçüyoruz göçüyoruz!" diye bağrışmaktadır."

Buhari ve Müslim (hadis ve rivayet ilminde kendilerinden şeyhayn diye bahsedilir. Burada da müellifimizin "şeyhayn-yani iki büyük üstad rivayet ettiler ki" ibaresi ile başladığını görüyoruz. Daha önceleri de bir çok yerde aynı tabiri kullanmıştır. îşte bu iki büyük üstad ve imam); Abdullah bin Evfadan ittifakla rivayet ederler: O demiştir ki: "Ahzab (Hendek) savaşında Rasulüllah (s.a.v.) şöyle dua buyurdular:

"Allah´ım sen, kitabı indiren, hesabı seri olansın! Birleşik ordular halinde de karşımıza gelip bizi ve dinimizi yok etmek isteyen şu orduları perişan eyle! Allah´ım, onları iyice sars ve tam manası ile perişan eyle!" [67]

Yine Buhari ve Müslim Ebu Hureyre´den naklederler. O şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.) buyururlar ki:

"Allah´tan başka ilah yoktur! O birdir! O, kendi askerini aziz ve muzaffer kılmıştır! Kulu Muhammed´e yardım eylemiş, Ahzab´ı (müttefik ordularını) perişan kılmıştır. O birdir, O´ndan başka sığınılacak, yardım ve imdad dilenilecek başka bir varlık yoktur!"

İbni Sad, Said bin Müseyyib´den rivayet eder  O demiştir ki: "Hendek savaşı sırasında Peygamber (s.a.v.) muhasara altında kalmıştı. O ve ashabı yirmi güne yakın muhasarada tutuldu. Hepsi çok sıkıntı ve üzüntü duydular. Nihayet Peygamber efendimiz Cenabı Allah´a dua ve niyazda bulunup: "Ey Allah´ım, bize olan ahdini ve vadini yerine getirmeni istiyorum! Allah´ım bize yardım ve imdad eyle! Allah´ım eğer istersen (düşmanlarımıza imkan ve fırsat verirsen), kıyamete kadar sana kulluk eden olmaz!" diyerek islamî tevhidin gereği, yüceler yücesi Allah´a sığınıp O´ndan yardım ve zafer dileğinde bulunmuştur."

îbni Sa´d, Cabir bin Abdullah´tan nakleder. O demiştir ki: "Peygamber (s.a.v.) efendimiz, Ahzab mescidinde pazartesi, salı ve çarşamba günleri Cenabı Hakka dua ve münacatta bulundu. Çarşamba günü öğle namazı ile ikindi namazı arasında duasının kabul buyuruldu-ğuna dair işaret aldı. Bizler de O´nun mübarek yüzünün neşe ve sürurundan, bunun farkına vardık. Şahsen dahi; nice sıkıntı ve zorluklarım için dua ve niyazda bulunup ta Allah tarafından kabul edildiğini görmek isterdim. Tam bugünü bir fırsat bilerek, aynı saat içinde Cenabı zül-Celal´e dua ve niyazlarda bulundum. Kabul edildiğinin işaret ve emmarelerine de nail oldum."

İbni Sa´d, Vâkıdî tarikiyle onun üstatlarından. Onlar da Amr bin Abd-i Vedd´den naklederler. Bu adamcağız Hendek savaşında sesinin çıktığı kadar bağırıp kendisine mübariz istemiş. Ali bin Ebu Talib (r.a.) de: "Ben ona mübariz olarak çıkmak istiyorum!" demiş. Bunun üzerine Peygamber efendimiz kendisini hazırlayıp kılıcını kuşandırmış, sarığım sarmış ve: "Ey Allah´ım düşmanına karşı Ali´ye yardım eyle!" buyurarak Ali hakkındaki duasını etmiş. Sonra onu mübarezeye çıkarmıştır. Her ikisi kıyasıya çarpışmış, ortalığı toz duman kaplamış. Bu sırada Ali, Amr´in boynunu vurarak öldürmüştür. Amr´in arkadaşları da çareyi kaçıp geri çekilmekte bulmuşlardır."

Ebu Nuaym Urve ve îbn-i Şihab´tan şöyle nakleder: "Nuaym bin Mesud Peygamber´e (s.a.v.) gelerek şunları söylemiştir: "Ya Rasülallah Kureyş harpten usanmış ve neticeden ümid kesmiş bir durumdadır. Bana onlardan, haber geldi. Diyorlar ki: "Biz hayli zor durumdayız, zaman da hayli uzamış bulunuyor, yiyecek sıkıntısı da başlamıştır. Şu işi bir an evvel bitirmemiz için bize önçmli bi yardımınız gerekiyor." .Ben de kendilerine (ki onlar benim müslümanlığımı gizlemem sebebiyle, halâ beni kendilerinden sanıyorlar) şu haberi yolladım: "Dediğiniz çok güzel ve yerinde. Fakat size tam itimat edemeyiz. Bunun için bazı adamlarınızı rehin vermeniz gerekir. Bu takdirde size yardımcılar gönderebiliriz." Bunun üzerine Rasulüllah da bana dedi ki:

Kureyzalılar sulh için bana haber göndermişler. Ben de kendilerine. "Nadir oğullarını mallarıyla birlikte yurtlarına iade edebileceğimi" söyledim. Bu durumda Kureyzalılar benimle barışıp harpten çekilebi lirler." Bunun üzerine ben Gatafanlılara gidip: "Haberiniz olsun, ben yahudilerin sizi aldatmak üzere bulunduklarına muttali oldum. Bu hususta ben size iyilik etmek istiyorum. Bana inanınız, yahudilere kanmayınız! Biliniz ki Muhammed, daima doğru söylemiştir. Ben onun: "Kureyzalılar benimle yeniden sulh yapıp harpten çekilmek istiyorlar" dediğini kendi kulağımla duydum. Onların kardeşleri bulunan Nadir oğullarını, mallan ile birlikte yurtlarına iade etmek şartıyla, bu barışı yapmaya hazır imişler" dedim.

(Benim bu çalışmam ve sözlerim üzerine düşman cephesinde birleşmiş olanların arası açılıp, birbirine olan itimatlarını kaybederek büyük tereddüt ve sıkıntılara düştüler. Bunun da Kureyşin durumunun sarsılmasına ve neticenin onlar için bir hezimet olmasına çok etkisi olmuştur.)

Yukarıda ki haberi kısaca bu şekilde aktaran Ebu Nuaym der ki: "Bu haber de delalet eder ki, dostun da, düşmanın da daima söyleyip durduğu, zaman zaman dilinden eksik etmediği, söylendiği zaman itiraz da etmediği bir şey vardır. O da: "Muhammed (a.s.)´in; hep doğru söylediği, Muhammed´ül-Emin olduğudur."

îbni Adiyy, Beyhakî ve îbni Asakir el-Kelbi tarikiyle Ebu Salih´ten, o da îbni Abbas´tan şöyle rivayet ederler: Yüce Allah´ın kerim kitabındaki ayeti celilesi şöyledir:

"Belki de Allah sizinle onlardan düşman olduklarınız arasına bir sevgi koyar. Allah buna kadirdir. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." [68]

îşte bu ayeti celilede beyan buyurulan sevginin tecelli ve tahakkuku cümlesindendir ki, Peygamber (s.a.v.) efendimiz Ebu Süfyan´m kızı Ümmü Habibe ile evlenmiştir de, Ümmü Habibe "müminlerin annesi" sıfatına nail olmuştur. Ebu Süfyan´ın oğlu Muaviye de müminlerin dayısı durumuna gelmiştir. [69]

Tahavi´nin naklettiği haberler arasında: "Peygamber (s.a.v.) hen dek savaşı sırasında ikindi namazını kılamamıştı. Cenabı Hak, batan güneşi geri çevirip batı ufkunda gösterip tuttu, Peygamberimiz de ikindi namazını kıldı. Sonra güneş tekrar battı" diye bir rivayet bulunmaktadır.

(Bu rivayetin münakaşası, ilerde gelecektir.) Nevevi´nin bu husustaki ondan nakli: "Bu rivayetin ravileri, sikadır" şeklindedir. Nevevi bunu, Müslim üzerine yazdığı şerhte de söylemiştir.[70]



[58] İşte bu, Peygamber efendimizin; peygamberlik alâmetlerinden ve mucizelerinden biridir. Gerçekten Cenab-ı Hak, müşrikleri Hendek gazvesinde hezimete uğrattıktan sonra, Kureyş artık bir daha Medine´ye veya müslümanlara karşı savaş açamamıştır. Asla ve ebediyen, böyle bir şeyi artık düşünememiştir bile..

[59] Az sonra, Beyhakî ve Ebu Nuaym´m Bera b. Azib´den rivayet ettikleri metinde de gayet açıkça ifade edildiği veçhile, Hendek kazılırken bir büyük kayaya rastlandığı, Rasulüllah efendimizin üç darbe ile onu parçaladığı, her üç darbe sırasında; gözle görülen bir nur halinde kıvılcımların çıktığı hakkındaki rivayet sahihtir. Bu rivayete dair bazı metin farklarının bulunması, onun sıhhatine zarar vermez. Bunun zuhuru ve şüyuu sebebiyledir ki, münafıklar da şöyle söylenmeye başlamışlardır: "Şu işe bakın siz! Muhammed, bir taraftan ashabına Farsî´lerin ve Rum´ların ülkelerinin fethini müjdeliyor; diğer taraftan hiçbir kimse Medine´den dışarı adımını atamıyor! Kimse, tek başına hacetine dahi gidemiyor!"

Şanlı ve sevgili peygamberimiz ise, yukarıda geçtiği veçhile, Hendek savaşından sonra İslamî fetihlerin başlama devrine girildiğini de müjdeliyordu. Gerçekten de öyle olmuştu...

Hendek savaşı, en sahih tesbite göre, hicretin beşinci yılında ve şevval ayında olmuştur. Buna Hendek Savaşı denilmesinin sebebi; Selman-ı Farisî´nin (r.a.) Rasulullah efendimize, düşmanın geleceği taraf ile Medine arasına hendek kazılmasını tavsiye etmesi; Peygamberimizin de bu tavsiyeyi kabul ederek hendek kazdırmasıdır. Bütün müslümanlar gibi peygamberimiz de bizzat hendek kazımında canla başla çalışmıştır. Bu savaşa aynı zamanda Ahzab Harbi de denilir. Zira müşrikler çeşitli hizipleri, yani kabileleri toplayarak büyük bir ordu halinde Medine önlerine gelmişlerdi. Sayısı on bin kadar olan bu orduda; başta Kureyş olmak üzere, Gatafan, Selîm oğulları, Esed oğullan, Fezara, Eşca1 ve Mürrs oğullan kabileleri de vardı. (Siratü İbn Hişam, 3/226. El-Bidaye ve´n-Nihaye fi´t-Tarih, 4/94.)

[60] Habbab b. Eret´in rivayet ettiği sahih bir hadiste şöyle buyurulmuşîur: "Allah´a yemin ederim ki, O, bu yüce ve mübarek dinini mutlaka tamamlayıp kemale erdirecektir! O zaman islam ülkeleri arasında bulunacak olan San´adan devesine binerek yola çıkan bir islam kadını, Hadramût´a kadar tek başına yolculuk edecek ve Allah korkusundan başka kalbinde bir korkusu bulunmayacaktır. (Bir de koyunları varsa, kurt kapar endişesi olacak. Yoksa yolda soyulursam, canıma, namusuma bir zarar gelirse, diye bir korkusu kalmayacak, islam nizamı, huzur ve emniyeti bu derecede temin etmiş olacaktır.) Fakat sizler ey ashabım, bu, hemen olsun diye acele etmektesiniz." Unutmayalım ki, sevgili peygamberimiz bu büyük müjdesini; Mekke´de müslümanlar Kureyş´in işkencesi altında ezilirlerken vermiştir. Mucize´nin büyüklüğünü anlayıp, ibretle dolmamız, gerçek inananlar olmamız gerekmektedir.



[61] Ahzab suresi, 12

[62] Az miktardaki bir yiyeceğin veya suyun çoğalıp bereketlenmesi şeklinde tecelli eden Rasulullah´ın mucizeleri sahihtir ve pek meşhurdur. Bunları rivayet edenlerin sayısı o kadar çoktur ki, nihayet bu rivayetler mütevatir hükmünde olmuştur .

[63] Bakara suresi, 214

[64] Ahzab suresi, 9

[65] Rasulüllah´ın bu davetine icabet eden olmamasını anlamak, oldukça zor bir şey... İhtimaldir ki, Rasulüllah içlerinden muayyen birine kesin bir emir halinde tevcihde bulunmadığı için, "acaba hangimize emir verecek" diye gecikmiş olabilirler. Aksi halde, Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, Rasulüllah´ın emrine icabet etmenin kafi bir vecibe olduğunu bütün ashab biJİrler ve gereğini de yerine getirirlerdi. Nitekim emir tevcih edilince Huzeyfe (r.a.), derhal gereğini yerine getirmiştir. Tabii bu olayda Huzeyfe´nin büyüklük ve faziletine delalet eden bir incelik de bulunmaktadır

[66] Huzeyfe, "gidip gelinceye kadar hiç üşümediğini" söylüyor. Fakat döndükten sonra herkes gibi o da üşümeye başlamıştır. Çünkü daha önce, Rasulüllah´ın duası bereketiyle Allah´ın hususî hıfz ve himayesi altında idi. Bu, Allah´ın kendisine bir lütuf ve kerameti İdi

[67] Buhari ve Müslim´in Abdullah b. Ebu Evfadan rivayetleri şöyledir: Peygamber (s.a.v.) efendimiz, düşmanla karşılaştıkları bazı zamanlarda zeval vaktinin geçmesini bekler sonra şöyle derdi: "Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz, Allah´tan daima sulh ve afiyet,isteyiniz! Düşmanla karşılaştığınız zaman da, mutlaka sabır ve sebat eyleyiniz. Kesin olarak biliniz ki cennet, kılıçların gölgesi altındadır."

Bunu söyler sonra şu şekilde dua buyururdu: "Ey Kİtab´ı İndiren, bulutları yüzdüren, düşmanlara hezimet veren Allah´ım! Şu karşımızdakileri perişan eyle! Onlara karşı biz inanan kullarına zafer ve nusretler ihsan eyle"

[68] Mümtehine suresi, 7

[69] Bu rivayette geçen bu söz ve açıklamanın, aynen Ibn Abbas´ın sözü olduğunu kabul etmek hayli zordur. Zira bu ayeti ceüle, Peygamber efendimizin Ümmü Habibe ile evlenmesinden çok sonraları inzal buyurulmuştur. Bunu ibn Abbas da çok iyi bilmektedir. Ayet-i celile, istikbalde vukua gelecek olan sevgiden bahsetmekte ve bu sevginin islam hidayetini kabul ederek tecelli ve tahakkuk edecek olan islam ve kardeşlik sevgisi olduğunda da şüphe bulunmamaktadır

[70] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/394-403.