๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mucemüs Sağir => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 11 Ocak 2011, 18:57:59



Konu Başlığı: İmanın tadını aldıran üç şey
Gönderen: Sümeyye üzerinde 11 Ocak 2011, 18:57:59
İmanın Tadını Aldıran Üç Şey


391. Abdullah bin Muâviye (r.a.) rivayet ediyor:

"Üç şey vardır ki, kim onları yaparsa imanın tadını, lezze­tini almış olur. Bunlar:

1. Sadece Allah'a kulluk etmek, Allah'tan başka ilâh ol­madığını bilmek.

2. Her yıl gönül hoşluğu ile zekât vermek. Zekâtı, yaşlı, uyuzlu, hasta, değersiz hayvanlardan değil, mallarının orta hallisinden vermek. Çünkü Cenâb-ı Allah zekâtınızı ne mal­larınızın iyisinden vermenizi emretmiştir, ne de kötüsürden vermenize razı olmuştur.

3. Nefsini tertemiz kılmak."

Bir Sahabî, "Nefsi tezkiye etmek nasıldır?" diye sordu.

Resûlullah (s.a.v.),

"Kişinin nerede olursa olsun, Al­lah'ın kendisi ile beraber olduğunu bilmesidir" buyurdu.[64]

 

İzah                                                                                                          

 

Ebû Dâvud'da, hadisin bir kısmı geçmektedir. Hadiste geçen, "İmanın tadını almaktan" maksat, yaptığı ibâdetlerden lezzet al­mak, Allah ve Resulünün sevgisini kazanabilmek için sıkıntılara tahammül göstermek ve bunları dünya menfaatlarmdan üstün görmektir.                   

Kişiye imanın tadını, lezzetini aldıracak olan üç şeyden birin­cisi, sadece Allah'a kulluk etmektir. Sadece Allah'a kulluk eden birisinin de imanın tadını alacağı açıktır.

İmanın tadını aldıran ikinci husus, zekâtı gönül hoşluğu ile vermektir. Çünkü bir insanın kazandığı malı başkasına vermesi nefse ağır gelir. Bir kimsenin, emek vererek, ter dökerek elde ettiği bir malı başkasına vermesi zordur. Kişi eğer bunu Allah'ın bir emri olduğu için gönül hoşluğu ile verebiliyorsa, bu onun imanın tadını aldığının bir alametidir.

Hadiste zekâtın yaşlı, uyuzlu, hasta, değersiz hayvanlardan değil, malların orta hallisinden verilmesi gerektiğine de dikkat çe­kilmektedir.

Başka bir hadislerinde zekât memurlarına ısrarla Müslüman­ların mallarının iyisini almamalarını emretmiştir.[65] Peygamberimiz bir defasında da Übey bin Ka'b'ı (r.a.) zekât alması için birisine göndermişti. Übey bin Ka'b (r.a.) o zâta gitti, hayvanlarını topla­masını istedi. O kimse develerini toplayınca zekât olarak iki yaşı­na basmış bir deve vermesi gerektiğini söyledi. O kimse, "Onun ne sütü var ne de taşımaya elverişli. Ama şu deve hem genç, hem de besili dişi bir devedir. Bunu al" dedi.

Übey bin Ka'b (r.a.), "Emrolmadığım şeyi almam. Resûlullah yakınımızda. Bana takdim ettiğin şeyi ona takdim etmeyi arzu ediyorsan bunu yap. O kabul ederse ben de ederim. Kabul etmez­se ben de etmem."

O Sahabî vermek islediği deveyi de yanına aldı, beraberce Resûlullaha gittiler. Sahabî durumu ona izah etti. Peygamberimiz şöyle buyurdu:

"Vermen gereken deve, memurun istediğidir. Ama ondan da­ha iyisini vermek istiyorsan, Allah bunun sevabını sana verir. Biz de onu senden kabul ederiz."

O kimse, "İşte o budur yâ Resûlallah. Onu sana getirdim. Bu­yur al" dedi. Peygamberimiz onun alınmasını emretti ve o Sahabîye malının bereketlenmesi için duâ etti.[66]

Hayvanların iyisini zekât olarak vermek faziletli olduğu gibi, meyvenin de iyisini zekât olarak vermek gerekir. Bir hadislerinde âdi ve küçük hurmanın zekât olarak alınmasını yasaklayan Pey­gamberimiz, âdi hurmayı zekât olarak veren birisi için de,

"Bu kimse isteseydi, bundan daha iyisini zekât olarak verebilirdi. Bu zekâtın sahibi kıyamet günü âdi kuru hurma yiyecektir" buyur­muştur.[67]

Yüce Allah'ın bir âyet-i kerimede,

"Kendinizin ancak göz yu­marak alabileceğiniz kötü ve haram şeylerle bağışta bulunmaya kalkışmayın"[68]

buyurarak mü'minlere zekâtlarını çürük, bozuk ve­ya hastalıklı mallardan vermemeleri noktasında ikaz etmiştir.

İzahını yaptığımız hadiste imanın tadını aldıran üçüncü şeyin nefsi tezkiye etmek olduğu ifade edilmektedir. Nefsini tezkiye et­menin de kişinin nerede olursa olsun, Allah'ın kendisi ile beraber olduğunu bilmesi olduğu haber verilmiştir. Devamlı Allah'ın hu­zurunda olduğunu bilen biri Allah'ın emirlerini karşı gelmekten sakınır. Allah'ın yapılmasını istediği şeyleri de gönül huzuru ile yapar.

Peygamberimiz (s.a.v.) imanın tadını aldıracak başka şeyler de saymıştır. Meselâ bir hadis şöyledir:

1. Allah ve Resulünün kişiye herşeyden daha sevimli olması,

2. Sevdiğini sırf Allah rızâsı için sevmesi.

3. Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmekten ateşe atılacakmışcasına nefret etmesi.[69]

Bir başka hadiste ise,

"Allah'ı Rab, İslâmı din, Muhammed'i Resul olarak kabul eden, İmanın tadını almıştır" buyurulmuştur.[70]

 

Bâzı Sahabîlerin Fazileti
 

392. Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

"Ümmetim içerisinde ümmetime karşı en merhametlisi Ebû Bekir, Ümmetim içerisinde ümmetime karşı en şefkatlisi Ömer bin Hattab, ümmetimin en hayâlısı Osman, ümmeti­min en güzel hüküm vereni Ali bin Ebî Talip, helal ve hara­mı en iyi bilen Muaz bin Cebel, o kıyamet gününde âlim­lerin bir adım önünde gelir. Ümmetimin en güzel Kur'ân okuyanı Übeyy bin Ka'b, miras hukukunu en iyi bileni Zeyd bin Sâbit'tir. Uveymir'e, yanı Ebu'd-Derdâ'ya bunların hepsi verildi."[71]

 

Borçlunun Okuyacağı Dua

 

393. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor;

Resûlullah (a.s.v.) Muâz bin Cebel'e (r.a.) şöyle dedi:

"Üzerinde dağ kadar borç olsa dahi okuduğun zaman Allah'ın seni ondan kurtaracağı bir duayı sana öğretiyim mi? Ey Muâz! Şöyle de:

"Ey mülkün hakikî sahibi olan, âlemlerde dilediği gibi ta­sarruf eden Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verir, dilediğin­den de mülkü çeker alırsın. Sen dilediğini aziz eder, yüksel­tir, dilediğini zelil kılar, alçaltırsın. Bütün hayır ve iyilik yalnız Senin kudretindedir. Senin herşeye gücün yeter.

"Dünyanın ve âhiretin Rahmanı! Dünyayı ve âhireti dile­diğine verir, onları dilediğine de vermezsin. Bana merhamet et. Rahmetinle beni Senden başkasının rahmetine muhtaç etme."[72]

 

Dinde Güçlük, Tedavi Olmak Ve İnsana Verilen En Hayırlı Şey

 

394. Üsâme bin Şerîk (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullahın (s.a.v.) yanında idim. Bedevîler geldiler, sağından ve solundan sorular sormaya başladılar. "Yâ Resûlullah, şunu yapmamızda bize bir günah var mı? Şunu yapmamızda bize bir günah var mı?" dediler.

Resûlullah (s.a.v.),

"Allah dinde güçlüğü kaldırmıştır. Ancak Müslüman bir kimseye zulüm ve haksızlık eden kişi güçlüğe maruz kalır ve helak olur" buyurdu.

Onlar, "Şu hastalıktan tedavi olabilir miyiz?" diye sordu­lar.

Resûlullah (s.a.v.),

"Ey Allah'ın kulları tedavi olunuz. Çünkü Allah ölüm dışında her hastalığın devasını da indirmiştir" buyurdu.

Onlar, "Ya Resûlullah, insana verilen en hayırlı şey ne­dir?" dediler.

Resûlullah (s.a.v.),

"Güzel ahlâk" cevabını verdi.[73]

 

İzah

 

Kur'an'da da,

"Allah dinde üzerinize büyük bir güçlük yüklemedi"

buyurularak dinin kolay olduğu ifâde edilmiştir.[74] Resûlul­lah (s.a.v.) bedevilerin birinci suallerine verdiği cevapta, Allah'ın dinde zorluğu kaldırdığını bildirerek bu gerçeği ifâde etmiştir. Peygamberimizin bu cevabından bedevilerin kendilerini sıkıntıya sokacak şeyler sorduklarını anlıyoruz. Peygamberimiz bir hadis­lerinde de "Din kolaylıktır" buyurarak ümmetini önemli bir nokta­da ikaz etmiş, onlardan dini kendi yanlış bilgileriyle zorlaştırmamalarını istemiştir.

Dinin kolaylık olduğunu ifade eden Sevgili Peygamberimiz, buna bir istisna getiriyor.

"Müslüman bir kimseye zulüm ve hak­sızlık eden kişi güçlüğe maruz kalır ve helak olur" buyuruyor. Müslümana zulüm ve haksızlık etmek ona hakaret etmek, dil uzat­mak, gıybet etmek akrabalık ilişkilerini koparmak gibi husus­lardır. Böyle yapanlar kıyamet gününde güçlüğe maruz kalacak­lar, yaptıkları zulüm ve haksızlığın cezasını çekeceklerdir.

Bedevilerin, "Tedâvî olabilir miyiz?" sualleri üzerine de Resû­lullah onları tedâvî olmaya teşvik etmiştir. Konu ile ilgili daha başka hadisler de vardır. Meselâ bu hadislerden birisi şu meal­dedir:

"Her derdin bir devası vardır. Eğer o derdin ilacı bulunursa, Allah'ın izniyle o hastalık iyileşir."[75]

Bir Sahabî Peygamberimize sordu: "Yâ Resûlallah, yapageldiğimiz tedavi ve tehlikelerden sakınmamız, Allah'ın kaderinden herhangi bir şeyi geri çevirir mi?"

Peygamberimiz,

"Tedavi de Allah'ın kaderindendir"[76] buyurdu.

Resûlullah bu hadisiyle, kişinin hasta olması takdir edildiği gi­bi, tedavi olan birisinin tedavi olacağı da her şeyi aynı anda bilen ve gören Allah tarafından takdir edildiğine, tedavi sonunda iyi olan birisinin kaderin dışına çıkmadığına dikkat çekmektedir.

Evet, Yüce Allah'ın binlerce ismi vardır. Bunlardan birisi de "şifâ verici" mânâsına gelen "Şâfi'dir. Allah'ın "rızık verici" mânâsındaki "Rezzak" ismi acıkmayı gerektirdiği gibi, Şâfi ismi de hasta olmayı icab ettirir. Rabbimiz Rezzak ismiyle hayvan olsun, insan olsun rızka muhtaç olan mahlukatın imdadına koşarak onla­ra rızık yetiştirirken; Şâfi ismiyle de hayvan olsun, insan olsun, hastalık verdiği mahlukâtına şifâ ihsan eder.

Mahlukatına şifâ dağıtmayı hiçbir sebep olmadan doğrudan doğruya verebileceği gibi; bir ismi de Hakîm olduğundan, hikme­ti gereği herşeyi bir sebebe bağladığı gibi, bir hastanın iyi olma­sını da çoğu zaman tedavi şartına bağlamıştır. Dolayısıyla hastalı­ğına uygun tedaviyi bulan bir insan genelde iyileşir. Genelde iyi­leşir diyoruz. Çünkü her tedavi olan hasta iyileşmeyebilir. Bir hastanın iyileşmesi, gerekli tedavi imkanının temin edilmesinin yanı sıra Allah'ın dilemesine, iyileşmesini takdir etmesine bağlı­dır. Şayet Allah bir hastanın iyileşmesini takdir etmemişse, o has­ta gerçekten hastalığına uygun olarak binler tedaviden de geçse, iyileşmesi mümkün olmaz. Bunu, fiilen yaşadıkları için doktorlar daha iyi bilirler. Mesleğinde tecrübe sahibi olmuş hemen her doktorun, tıbbın bütün gereklerini yerine getirdikleri halde iyileştiremedikleri veya ölümden kurtaramadıkları hastaları mutlaka ol­muştur. Evet, bir insanın eğer eceli gelmişse, tedavisi bilinen bir hastalıktan da olsa, dünyanın en gelişmiş hastanesinde, dünyanın en başarılı doktorları tarafından dahi kurtanlamaz. Diğer taraftan, eğer hastanın eceli gelmediyse, veya Allah onun iyileşmesini takdir ederse, dünyanın en başarılı doktorunun "Bu hasta iyileşmez. Bu hasta üç aya kalmaz vefat eder" dediği nice hasta, iyileşir, hat­ta öyle diyen doktorun vefatını görür. Hiç kimse bu hakikate iti­raz edemez. Çünkü hemen herkesin tıbbın bütün imkanlarına kar­şı kurtarılamayan; veya sahalarında otoriter hekimlerin "Bu hasta kurtulmaz" dediği halde tam olarak sıhhatine kavuşan bir yakını olmuştur.

Evet, Cenâb-ı Hak yarattığı her dert için bir de derman yarat­mıştır. Fakat insanları çalışmaya, araştırmaya, kâinata koyduğu âdetullah kanunlarını araştırmaya teşvik için bunu gizlemiştir. İn­sana düşen araştırıp bu devaları bulmaktır. Hastalıkların devası maddî olabileceği gibi, manevî de olabilir. Hadis kitaplarında 'Tıb" başlığı altında bâzı hastalıkların maddi ve manevî ilaçlarına dikkat çekilmiştir. Ehil olanın hastaya okuması da hadislerde yer alan bir tedavi şeklidir. Tıbbın âciz kaldığı bâzı hastalıkların oku­ma sayesinde iyileştiği de bir gerçektir.

İnsan kaderinin nasıl yazıldığını önceden bilmediğinden, belki yakalandığı hastalıktan şifâ bulması, doktora gitmesine, sebeplere teşebbüs etmesine bağlıdır. İyileşmesi tedavi şartına bağlanan hasta, doktora giderse iyileşebilir. Gitmediği takdirde ise şartı ye­rine getirmediğinden hastalığı devam eder.

Dolayısıyla, tedaviden kaçma, "Doktor mu iyi edecek? Kade­rimde varsa iyi olurum" düşüncesi İslama zıttır. Tedaviye karşı çıkmak, kaderi ve Cenâb-ı Hakkın Hakîm ismini anlamamak, kâinata koyduğu kanunlara karşı çıkmak demektir.

Hadisin son kısmında ise insana verilen en hayırlı şeyin güzel ahlâk olduğu nazara verilmektedir.[77]

 

Peygamberimiz Bid'at Ve Heva Ehlinden Uzaktır
 

395. Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Aişe'ye şöyle buyurdu:

"Ey Âişe! "Dinlerini fırkalara ayıranlar ve çeşitli taraftarla­ra dönüşenler"[78] âyetinde belirtilenler, bid'a ve bâtıl görüş sahipleridir. Onlar için tevbe yoktur. Ben onlardan uzağım, onlar da benden uzaktırlar."[79]

 

İzah


 

Suyutî'nin, Câmiü'l-Kebîr isimli eserinde yer alan hadiste,

"Şüphesiz her günah için tevbe vardır, ancak heva ve bid'ad ehli­nin tevbesi yoktur"[80] ilâvesi vardır.

Bid'adın ne olduğunu da şu hadisten öğreniyoruz:

"Dinde her sonradan uydurulan şey bid'addır. Her bid'ad da sapıklıktır. Her sapıklık Cehennemliktir."[81]

Hadislerde bid'atçının tevbesinin kabul edilmeyeceği bildiril­mektedir. Peygamberimiz bir başka hadislerinde,

"Allah bid'adını terkedinceye kadar hiçbir bid'atçının tevbesini kabul etmez"[82]

bu­yurarak tevbenin kabul edilmemesini bid'atını devam ettirme şartına bağlamıştır.

Sevgili Peygamberimiz bid'atçının sadece tevbesinin değil, amelinin de kabul edilmeyeceğini bildirmiştir.[83]

Bid'adçının bu derece şiddetle tehdit edilmesinin sebebi nedir?

Çünkü bid'ad, dinde olmayan bir şeyi dindenmiş gibi dine sokmak, İslâmiyete yeni hükümler koymak demektir. Bu sebeple dinimiz için son derece zararlıdır. Bunun içindir ki, Resûlullah (s.a.v.),

"Bir bid'atçi öldüğünde, Allah İslâmiyet için bir fetih gerçekleştirmiştir" buyurmuştur.[84]

 

Söz Taşımak

 

396. Huzeyfe bin Yemân (r.a.) rivayet ediyor:

"Katât Cennete giremez. Katât, söz taşıyandır."[85]

 

İzah


 

Dinimizin yasakladığı kötü ahlaklardan biri de insanların ara­sını açmak için laf getirip götürmedir. Yüce Allah Kur'ân'da Pey­gamberimizden (s.a.v.) "söz taşıyanlara iltifat etmemesini" istemiştir.[86] Peygamberimiz de,

"Bana kimse Ashabımın birinden canımı sıkacak bir şey getirmesin"[87] buyurarak Sahabîlerini bu noktada ikaz etmiştir.

Söz taşıyanlar, gerek mahşer gününde, gerekse haşirden son­ra Cehennemde büyük azaba çarptırılacaklardır. Nitekim bir ha­diste insanlar arasında söz taşıyanların mahşer yerinde dilleri ağızlarından çıkmış olarak haşredilecekleri bildirilmiştir.[88] İzahını yaptığımız hadiste de söz taşıyanların Cennete girmeyecekleri bil­dirilmiştir. İnsanların arasını bozmak için söz taşıyanlar Cehennemde cezalarını çekinceye kadar, Cennete girmeyeceklerdir. Ve­ya bunu helâl sayarlarsa ebedî olarak Cennete girmeyeceklerdir.

Söz taşımanın böyle şiddetle yasaklanmasının sebebi, söz taşımanın fertler arasındaki münasebeti bozacağı, cemiyetin huzu­runa tesir edeceği, birlik ve beraberliği bozacağı içindir.

Dinimizde söz taşımak yasaklandığı gibi, kendisine söz getiri­len kimseye de bir vazife yüklenilmişdir. Bunlar:

Söz taşıyanı, koğucuyu tasdik etmemek, Onu koğuculuktan men etmek, Ona Allah için kızmak,

Kendisinden laf getirilen kimseye su-i zanda bulunmamak, onun kendisi hakkında böyle şeyler söylemeyeceğini düşünmek.

Söylenilen şöz üzerinde durulması gereken bir şeyse onu tah­kik etmek. Yüce Allah bununla ilgili olarak da şöyle buyurur:

"Ey iman edenler! Eğer fâsıkın biri size bir haber getirirse onu araştırın. Yoksa cahillik edip bir topluluğa kötülük eder, sonra da yaptığınıza pişman olursunuz."[89]

Başkalarına "Filan benim hakkımda şöyle söylemiş" diyerek koğucuya yasak ettiği şeyi kendisi yapmamak

Laf taşımakla ilgili olarak bir istisnaya yer verelim: Söz taşı­manın hanımlığı, seri bir maslahat olmadığı zamanlar içindir. Seri bir maslahat varsa, sözü gerekli yere ulaştırmak, müstehap, hatta bazan vaciptir. Meselâ bir kimse birisine bir haksızlık yapacaksa, bunu bilenin kendisine haksızlık yapılacak olan zâtı uyarması, ha­ram kılınan söz taşımaya girmez.[90]

 

Cuma Namazının Bir Rekatına Yetişen Kimse
 

397. İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Cuma namazının bir rekâtına yetişen Cuma namazına ye­tişmiş sayılır."[91]

 

İzah

 

Resûlullah (s.a.v.) bu hadisleriyle Cuma namazının bir rekâ­tına yetişen kimsenin Cuma namazına yetişmiş olacağını bildir­miştir. Buna göre Cuma namazının bir rekâtına yetişen kimse, bir rekât daha kılarak namazını tamamlar.

Şafiî, Mâliki ve Hanbelî mezhepleriyle, İmam-ı A'zam'ın tale­belerinden İmam Muhammed'e göre, Cuma namazına teşehhütte yetişen kimse, Cuma namazına yetişmiş sayılmaz. Böyle birisi imama uyar, imam selâm verdikten sonra kalkar, dört rekât ola­rak öğlenin farzını kılar.

Hanefî mezhebine göre ise kişi imama teşehhütte de yetişse Cuma namazına yetişmiş sayılır. İmam selâm verdikten sonra kalkar, iki rekât namaz kılar.[92]

 

Ahir Zaman İdarecileri

 

398. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Âhirzamanda zâlim idareciler, fâsik (günahkâr) yardım­cılar, hâin hâkimler, yalancı din âlimleri olacak. Sizden her kim o zamana ulaşırsa sakın onlar için haraç [gayri müslimlerden alınan vergi] memuru, taksimci ve polis olmasın."[93]



Mü'minin Allah Katındaki Değeri

 

399. Ebû Bekre (r.a.) rivayet ediyor:

"Eğer gök ve yer ehlinin tamamı bir tek mü'mini öldür­mek için bir araya gelse, Allah onların hepsini yüz üstü Ce­henneme atar."[94]

 

İzah

 

Hadis, mü'minin Allah katındaki değerini anlatmaktadır. Mü'min Allah indinde değerlidir, çünkü o, bedeni, sahip olduğu duy­gu ve kaabiliyetler itibarıyla Allah'ın bir sanat harikası olduğu gi­bi, kalbinin imana ayna, hal ve hareketlerinin de Alah'ın dininin uygulama alanı olması sebebiyle emsalsiz bir varlıktır. Bunun içindir ki onu haksız yere öldürmek büyük bir vahşettir, büyük bir cinayettir. Bu cinayeti işleyenler kim olursa olsun, isterse gök ve yer ehlinin tamamı olsun, Allah bunların tamamını yüz üstü Cehenneme atmaktan geri durmaz. Çünkü "Bir insanı haksız yere öldürmek, bütün insanları öldürmek gibidir."[95]

Bir mü'min Allah indinde çok kıymetli olduğu içindir ki, bu hakikati anlayanlar mü'minin hayatına çok büyük değer vermiş­lerdir. Hz. Ömer bu konudaki hassasiyetini şöyle ifâde eder:

"Hayatım kudreti elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer bir mü'mini kaybedeceksiniz dört bin silahşörle korunan bir şehri alma pahasına da olsa bu beni sevindirmez."[96]

Başka bir defasında da o günün imkansızlıkları içerisinde Kıbrısa sefer düzenlenmesi için kendisinden izin isteyenlere karşı şöyle demiştir:

"Vallahi, benim için bir tek Müslüman, Bizans'tan ve Bi­zans'ın içinde bulunan herşeyden çok daha değerli, çok daha se­vimlidir. Sakın, sakın bana bu konuda bir daha bir şey sor­mayın."[97]



[64] Ebû Dâvud, Zekât: 5. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/49.

[65] Ebu Dâvud, Zekât: 5; Neseî, Zekât: 12.

[66] Ebu Dâvud, Zekât: 5; Müsned, 5:142.

[67] Ebû Dâvud, Zekât: 18; İbni Mâce, Zekât: 19

[68] Bakara: 2/267.

[69] Buhari, İmân: 14, Edeb: 42; Müslim, İman: 67, 68; Tirmizî, İman: 10; Nesâî, İman: 3; İbni Mâce, Fiten: 23.

[70] Câmiü's-Sagîr; 3:557. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/50-52.

[71] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/52-53.

[72] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/53-54.

[73] Mu'cemü'l-Evsat, 7:196 (6376.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/54-55.

[74] Hacc: 22/78.

[75] Müslim, Selâm: 69.

[76] Tirmizî, Tıb: 21.

[77] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/55-57.

[78] En'âm: 4/159.

[79] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/58. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/59.

[80] Suyutî, Câmiü'l-Kebîr, 9:193 (27978.)

[81] İbni Mâce, Mukaddime: 7.

[82] Câmiü's-Sagir, 2:200.

[83] İbni Mâce, Mukaddime: 7.

[84] Camiü's-Sagir, 1:439. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/58-59.

[85] Buhari, Edeb: 50; Müslim, İman: 169; Ebu Dâvud, Edeb: 33; Tirmizi, Birr. 79. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/59.

[86] Kalem: 68/10-12.

[87] Tirmizî Menakıb: (3893) Ebu Dâvud, Edeb: 33.

[88] Dakaiku'l-Ahbar fi zikri'I-Cenneti ve'n-nâr, s. 25.

[89] Hucurât: 49/6.

[90] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/59-61.

[91] Nesâî, Cuma: 41, Mevâkit: 30; Müslim, Mesacid: 161; Tirmizî, Cuma: 25; Ebû Dâvud, Salât: 233. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/61.

[92] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/61-62.

[93] el-Mu'cemü'l-Evsat, 5:107 (4202.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/62.

[94] Tirmizî, Diyat: 8.

[95] Mâide: 5/32.

[96] Beyhakî, Sünen, 9:42.

[97] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/63.




Konu Başlığı: Ynt: İmanın tadını aldıran üç şey
Gönderen: Rüveyha üzerinde 23 Kasım 2014, 01:26:45
Esselamu Aleyküm ve Rahmetullah..Mevlam razı olsun kardeşim. Sadece Allah! kulluk etmek, gönül hoşnutluğuyla zekat vermek, ve nerde olursak olalım Mevlamızn bizimle olduğunu unutmamak imamnın tadına vardırıyor inşaAllah..Mevlam cümle ümmet-i Muhammedi iman tadına vardırsın inşaAllah..


Konu Başlığı: Ynt: İmanın tadını aldıran üç şey
Gönderen: Mehmed. üzerinde 19 Haziran 2019, 08:39:31
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri İslam yolundan bir nefes ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: İmanın tadını aldıran üç şey
Gönderen: Züleyha üzerinde 19 Haziran 2019, 11:28:10
Allah razı olsun selam ve dua ile...


Konu Başlığı: Ynt: İmanın tadını aldıran üç şey
Gönderen: Sevgi. üzerinde 20 Haziran 2019, 15:44:27
Rabbim bizleri herzaman rızasına göre doğru yolda ilerlemeyi nasip etsin inşaAllah


Konu Başlığı: Ynt: İmanın tadını aldıran üç şey
Gönderen: Ceren üzerinde 20 Haziran 2019, 18:57:38
Esselamu aleykum. Tevekkul içinde sonsuz noksansiz bir iman ile inanan ve inandığı gibi yaşayan kullardan olalim inşallah. ..