๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mucemüs Sağir => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 13 Ocak 2011, 18:13:14



Konu Başlığı: Cennete girmede kavimlerini geçenler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 13 Ocak 2011, 18:13:14
Cennete Girmede Kavimlerini Geçenler


194. Ebû Ümâme el-Bahilî (r.a.) rivayet ediyor:

"Resûlullahı şöyle derken işittim:

"Cennete girmede ben Arapların öncüsü oldum. Süheyb Rumların öncüsü oldu. Bilal Habeşlilerin öncüsü oldu. Selman da İranlıların ön­cüsü oldu."[696]

 

İzah

 

Peygamberimiz Arapların ilk Müslümanı, Süheyb Rumların;

Bilal, Habeşlilerin, Selman da İranlıların ilk Müslümanı olduğu için hadiste bunların Cennete girmede kendi milletlerininin öncü­sü olduklarını ifâde ediyor.

Hadiste geçen Sahabîler hakkında tafsilatlı bilgiyi Sahabîler Ansiklopedisi İsimli eserimize havale ederek burada özet bilgi vermek istiyoruz:

Selman, Selmân-ı Fârisi ismiyle şöhret bulan büyük Sahabîlerdendir. Aslen İranlıdır. Mecûsî bir ailenin çocuğu olduğu halde yollara düşerek hakkı aramış, Hıristiyan olmuş, hakkı bulmaya olan düşkünlüğü onu köle olmaya kadar götürmüş, efendilerinin tarlalarında çalışırken Resûlullahın Medine'ye hicret ettiğini du­yunca hemen ona koşmuş ve İslâmiyetle şereflenmiştir. Peygam­berimiz kendisini kölelikten kurtarmış ve "ehl-i beyti" arasında saymıştır.

Peygamberimizin çok sevdiği Hz. Selman, bir çok defalar onun iltifatına mazhar olmuş, ilminden feyiz almış ve âlim Sahabî­ler arasına katılmıştır. Peygamberimizin ona en büyük müjdele­rinden birisi, "Cennet üç kişinin hasretini çeker: Ali, Ammar bin Yâsir ve Selmân'dır"[697] hadisi olmuştur.

Hz. Selman, Peygamberimizin vefatından sonra fetih ordula­rında kumandanlık yaptı. Hz. Ömer kendisini Medâin'e vali ta­yin etti.

Süheyb, Süheyb bin Sinan isimli Sahabîdir. Kendisi ilk Müslümanlardandır. O da hadisde Cennetlik oldukları haber verilen arkadaşları Selman (r.a.) ve Bilal (r.a.) gibi bir köle idi. Fakat o azâd edilmişti. Hamisiz olduğu için müşriklerin çok ağır işkence­lerine mâruz kaldı.

Hz. Süheyb azad edildikten sonra çok çalışıp bir miktar mal edinmişti. Medine'ye hicret ederken müşrikler önünü kestiler ve şöyle dediler: "Sen Mekke'ye bir köle olarak geldin. Fakirdin. Bizim sayemizde zengin oldun. Burada kazandığın serveti bera­berinde götürmek istiyorsun. Buna razı olamayız."

Süheyb şu cevabı verdi:

"Sizin gözünüz Mekke'deki servetimdedir. İlân ediyorum, ne kadar malım varsa hepsi sizin olsun. Çekilin yolumdan."

Bu teklif müşrikleri sevindirdi. Onu serbest bıraktılar. Me­dine'ye hicret eden Hz. Süheyb bunu Resûlullaha haber verdi­ğinde ondan şu müjdeyi aldı:

"Ey Ebû Yahya, sen bu alış verişten kârlı çıktın."

Hz. Süheyb, Hicretin 38. yılında vefat etti.

Bilal ise, Bilâl-i Habeşî ismiyle ve "Müezzinlerin efendisi" un­vanıyla anılan Sahabîdir. İlk Müslümanlardandır. Köle olduğu için azılı müşrik Ümeyye bin Halef tarafından çok ağır işkence­lere maruz bırakıldı. Fakat o inancı uğrunda bütün bu işkencelere katlandı, inancından asla taviz vermedi. Bunun dünyevî karşılığı olarak da Allah Hz. Ebû Bekir'in vasıtasıyla onu kölelikten kur­tardı. Hz. Bilal Peygamberimizin sevgisini kazanmış bir Sahabî idi. Onun müezzini olarak şöhret buldu. 407 numaralı hadise de bakınız.[698]

 

İslâm Garip Olarak Başladı, Yine Garip Hale Gelecek
 

195. Sehl bin Sa'd (r.a.) rivayet ediyor:                       

Resûlullah (s.a.v.),

"Muhakkak İslâm garib olarak başladı, yine garib hale gelecektir. O gariplere müjdeler olsun" buyurdu.                                                                       

"O garipler kimdir, ey Allah'ın Resulü?" denildi.

Resûlullah (s.a.v.),

"İnsanların bozulduğu zamanda bo-zulmayip başkalarını ıslaha çalışanlardır" buyurdu.[699]             

 

İzah

 

Bâzıları bu hadisde geçen "seyeûd" fiilini "seyesîr" mânâsına nakıs fiil olarak telâkkî etmişler ve neticenin kötü olacağı mânâ­sını çıkarmışlardır. Bunun için İslâmın neticesinin iyi olmayacağı sanılarak ümitsizliğe düşülmüştür. Oysa "yeûd" fiilinde "yeniden başlama" mânâsı da vardır. Doğru olan da "yeûd" kelimesine bu mânâyı vermektir. Bu mânâ İslâm kültürüne de uygundur. Nite­kim Peygamberimiz en zor şartlarda dahi mü'minlefi istikbalde yapacakları fetihlerle müjdelemiş, İslâmiyetin yer yüzüne hâkim olacağını bildirmiştir. Dolayısıyla ümmetini ümitsizliğe düşürmek Peygamberimizin yapmayacağı birşeydir.

Alimler, bu hadisin gayesinin neticenin kötü olacağını bildire­rek korkutmak değil, müjdelemek olduğunu söylerler. Meselâ bunlardan Elmalılı Hamdi Yazır, Neml Sûresinin 93. âyetinin tef­sirinde "İslâmiyetin istikbâli gece değil, gündüzdür; sönük değil, parlaktır. Ara sıra basan gece zulmetleri onu dinlendirip tekrar uyandırmak içindir" d

edikten sonra yukarıdaki hadis-i şerifi zik­reder ve özet olarak şöyle der:

Birçok kimseler bu hadisi hep mü'minleri korkutmak için söy­lemişler, onları ümitsizliğe ve bedbinliğe sokmuşlardır. Bu hadis,

"İslâm garip olarak zuhur etti, ileride garip olarak zuhur edecek" manasınadır. Hadiste geçen "fetübâ (ne mutlu)" kelimesi, ge­leceğin karanlık olacağını söyleyerek korkutmak için değil, müjde içindir. Çünkü hadisde geçen "garipler" İslâm'ı ilk yayan bahtiyar kimseler gibidir.[700]

İslâmı ilk yayan bahtiyar kimselere niçin "garib" deniliyordu?

Şirkin, putperestliğin ve her türlü ahlâksızlığın yaygın olduğu Cahiliyye devrinde Peygamberimizin Allah'ın birliği inancıyla or­taya çıkıp müşriklerin inandıkları sayısız ilâhları "bir"e indirmesi onlar tarafından "garip" karşılanmıştı.

Müşrikler Peygamberimize îman eden kimselerin işkenceyi, hattâ ölümü dahi göze alarak sarsılmaz bir imanla ona bağlan­malarını da "garip" karşılamışlardı. O insanların Allah ve Resulü uğrunda, mallarını, mülklerini, ailelerini bırakarak Habeşistan'a ve Medine'ye hicret etmeleri de "garip" di. Kısacası müşriklere göre İslâmiyet de, Müslümanlar da "garip"di. Bu insanlar müş­riklerin nazarında gariptiler fakat Allah'ın nazarında bahtiyardılar. Rabbimiz bunu bir âyet-i kerimede şöyle bildirir:

"O Peygambere îman eden, ona hürmet eden, düşmanlarına karşı ona yardımda bulunan ve onunla indirilmiş olan nura [Kur'ân'a] uyanlar, kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir."[701]

Evet, Peygamberimiz bu hadislerinde Allah'ın bildirmesiyle asırlar sonrasını görmüş, İslâmiyetin ve Müslümanların İslâmiyetin ilk yıllarında olduğu gibi "garip" karşılanacaklarını, imanları uğrunda sıkıntı çekeceklerini bildirmiştir. "Ne mutlu o gariplere" buyurarak da bu "garipliğe" razı olanları, Allah ve Resulü uğrun­da sıkıntı çekenleri müjdelemiştir.

Nitekim tarihin pekçok devirlerinde mü'minler "garip" kar­şılanmışlar, sıkıntı çekmişler, zindanlara atılmışlardır. Ülkemiz­de de Cumhuriyet devrinden sonra Allah'a îman eden, Ona ibâdet eden ve bu noktada taviz vermeyen mü'minler "garip" karşılanmış, eziyete tâbi tutulmuş, öldürülmüş, zindanlara atılmış, mes­leklerinden olmuşlardır.                                                         

20. yüzyılın son yıllarında dahi insanlar İslâmiyeti savundukları için hapsedilmediler mi? Kız talebeler başlarını örttükleri için okuldan atılmadılar mı?

İşte, Peygamberimiz bu hadisleriyle İslâmiyet uğrunda çile çekenleri bir yönüyle Sahabîlere benzetmekte, sabretmelerini is­teyerek "Ne mutlu o gariplere" ifadesiyle istikbalin böylelerin ol­duğunu müjdelemektedir.

Asrımızın en büyük "garip"lerinden birisi de en zor şartlarda dahi İslâmiyetin geleceğinin parlak olduğunu, istikbalde İslâmi­yetin hükmedeceğini müjdeleyen Bediüzzaman'dır. Bediüzzaman Said Nursî, Allah, Peygamber ve Kur'ân dediği için memleketin­den, talebelerinden koparılmış, çeşitli yerlere sürgüne gönderil­miş, zindanlara atılmış, defalarca zehirlenmiştir. Fakat bu hadisi düşünerek Allah'a şükretmiştir. Garipliğini ve bu hadisin kendi­sine nasıl tesellî verdiğini özetle nakletmek istiyoruz:

"Sizleri ziyâde müteessir etmemek için, gurbetimdeki firkati­min ziyâde elîm kısmını tayyedip [atlayıp] bir kısmını sizlere hi­kâye edeceğim....

"İhtiyarlık sırrıyla, hemen ekseriyet-i mutlaka ile, akran ve ah­babım ve akaribimden yalnız ve garip kaldım. Onlar beni bırakıp âlem-i berzaha gittiklerinden neş'et eden hazin bir gurbeti hisset­tim (...) Ve şu gurbet içinde bir daire-i gurbet daha açıldı ki, va­tanımdan ve akaribimden ayrı düşüp, yalnız kaldığımdan tevellüd eden firkatli bir gurbeti hissettim....

"Birden fesübhânallah dedim; bu gurbetlere ve karanlıklara nasıl dayanılır düşündüm....

Birden nûr-u iman, feyz-i Kur'ân, lütf-u Rahman [iman nuru, Kur'ân'ın feyzi, Rahman olan Allah'ın lütfü] imdada yetiştiler. O beş karanlıklı gurbetleri, beş nûrânî ünsiyet dairesine çevirdiler. Lisânım: 'Vekil olarak Allah yeter.'O ne güzel vekildir.' söyledi. Kalbim,

'Allah bana yeter. Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur" âyetini[702] okudu. (...)

"Meşhur Hikem-i Atâiyyenin şu fıkrası: 'Cenâb-ı Hakkı bu­lan, neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden, neyi kazanır?' Yâni: 'Onu bulan herşeyi bulur. Onu bulmayan hiçbir şeyi bulmaz, bulsa da başına belâ bulur.' Ne derece âlî bir hakikat olduğunu gördüm ve 'Tûbâ il'1-kurabâ [Ne mutlu o gariplere]1 hadisinin sırrını an­ladım, şükrettim."[703]

Evet, bu hadis bâzılarının anladığı gibi bir ümitsizlik değil, bir müjdedir. İstikbalda İslâmın ufkunun bir müddet kararacağı, İslâmiyetin ilk yıllarında olduğu gibi Müslümanların sıkıntalara ma­ruz kalacağı, fakat zaferin İslâmın olacağı haber verilerek Müs­lümanlardan bu sıkıntı ânında sabırlı olmaları istenmektedir. Bu sabrın neticesinde büyük bir mükâfat olduğu müjdelenmektedir. O karanlık devri yaşadık. Artık aydınlık ve nurlu devirler biz Müslümanları bekliyor. "Ümitvar olunuz, istikbalde en yüksek gür sada İslâmın olacaktır" müjdesinin aydınlığı ufkumuzda doğmak üzere. "Kışda gelenler" bizim "baharımıza" zemin hazır­ladılar. Allah onlardan razı olsun. Onları ve bizleri "garipler" ker­vanına dahil etsin.[704]

 

Cihada Gitmek Ve Anne Babanın İzni

 

196. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Düşman evinin kapısında bile olsa, anne babanın izni ol­maksızın savaşa gitme."[705]

 

İzah

 

Umumî seferberlik ilân edilmesi veya kişinin asker olması gibi, üzerine farz olan bir cihada çıkması için anne ve babasından izin alması gerekmez. Ancak farz olmadığı halde, sadece sevap kazanmak düşüncesiyle savaşa çıkmak isteyen kimsenin anne ve babasından izin alması gerekir.

Bu konuda izahını yaptığımız hadisten başka daha birçok ha­dis vardır. Bir defasında bir zât Resûlullaha gelerek, "Ey Al­lah'ın Resulü, ben cihada çıkabilir miyim?" diye sormuştu.

Peygamberimiz (s.a.v.), 

"Senin annen baban var mı?" buyur­du.

O zât, "Evet" cevabını verdi.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Öyle ise onların hizmetinde bulunarak cihad et."[706]

Bir defasında aynı soruyu soran birisine Peygamberimiz,

"Annen ve baban sana izin verdiler mi?" diye sormuş, o kimse "Hayır" cevabını verince de şöyle buyurmuştur:

"Git onlardan izin iste. Eğer izin verirlerse cihada katıl, yoksa onlara hizmet et."[707]

Farz olmadığı halde sevap kazanmak düşüncesiyle anne ve ba­basından izin almadan savaşa çıkan birisi günahkâr olur. Taberâni'nin rivayet ettiği ve ileride tamamının tercüme edeceğimiz bir hadisde, anne ve babasının izni olmadan cihada çıkan ve şehid olan kimsenin mahlukat arasında hesap bitinceye kadar bekleti­leceği, Cennete sokulmayacağı bildirilmiştir.[708]

Ancak sevap kazanılmak üzere cihada çıkmak için izin almak, Müslüman olan anne ve baba içindir. Şayet kişinin anne ve baba­sı Müslüman değilse, onların iznini alması şart değildir.[709]

 

Yolculuk Dönüşünde Namaz Kılmak
 

197. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) yolculuktan döndüğünde iki rekât na­maz kılardı.[710]

 

Sehiv Secdesi
 

198. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah bize öğle veya ikindi namazlarından birini kıl­dırdı. İki rekattan sonra selâm verdi. Bu arada "Namazmı kısaldı yoksa?" diyerek mescidden çıkanlar oldu. Cemaat içerisinde Ebû Bekir ve Ömer de vardı. Fakat onlar Resûlullahabirşey söylemekten çekindiler. Acelesi olanlar çıkıp gittiler. Resûlullah bir elini diğerinin üzerine gelecek şekilde mescidin tahtasının üzerine koydu. Bu esnada Zülyedeyn [iki elli] Bu ismi ona Resûlullah vermişti isimli biri kalktı, "Yâ Resulallah, unuttun mu yoksa namaz mı kısaldı?" dedi.

Resûlullah (s.a.v.),

"Unutmadım, namaz da kısaltılma­dı" buyurdu. Sonra da oradakilere sordu.

Onlar, "Zülyedeyn doğru söylüyor" dediler.

Resûlullah geri döndü, normal rekâtları gibi veya daha uzunca iki rekât daha namaz kıldırdı. Sonra iki defa secde yaptı."[711]

 

İzah 
                       

 

Konuyla ilgili bir başka hadis de şöyledir:                       

"Şüphesiz namazla ilgili yeni birşey olursa onu size haber veririm. Ama ben ancak bir beşerim, sizin gibi ben de unuturum. Birşey unuttuğum zaman bana hatırlatınız."[712]

Bu hadisten Resûlullahın yerinden ayrıldıktan, hattâ konuş­tuktan sonra namazını tamamladığını öğreniyoruz. Mezhep âlim­lerinin konu ile ilgili görüşleri şöyledir:

İmam Şafiî'ye göre böyle birinin namaza devam etmesi sahih­tir.

İmam-ı A'zam ve talebelerine göre, İmam yanlışlıkla iki re­kâtta selâm verirse, cami içerisinde hatırladığında ve konuşmadı­ğında namazının kalan rekâtlarını tamamlayabilir. Camiden çıktık­tan ve konuştuktan sonra namazı yeni baştan kılması gerekir. Ha­nefî mezhebi âlimlerine göre izahını yaptığımız hadisde konuş­tuktan sonra namaz kılmak ilk zamanlara mahsus bir ruhsat idi, sonradan bu hüküm değişti.

İmam Mâlik göre ise abdest bozulmadıkça ne kadar ara veri­lirse verilsin, kalan rekâtları kılmak caizdir.[713]

 

Gusülden Sonra Abdest Almak
 

199. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

"Gusülden sonra abdest alan bizden değildir."[714]

 

İzah

 

Guslün kendisi bir abdestir. Bir insan guslettikten sonra abdesti bozacak birşey olmadığı müddetçe, gusülle abdestli olarak yapılması gereken bütün ibâdetleri yapabilir; namaz kılabilir, Kur'ân okuyabilir. Dolayısıyla gusül abdestinden sonra yeniden abdest almaya gerek yoktur.

Hadiste geçen "Bizden değildir" ifâdesi, "Bizim sünnetimize uygun hareket etmiş olmaz" mânâsındadır. Nitekim Hz. Aişe'nîn rivayet ettiği şu hadis, Resûlullahın gusülden sonra abdest almadığını açıklar:

"Resûlullah (s.a.v.) gusleder, sabah namazının sünnetini ve farzını kılardı. Onun guslettikten sonra abdesti yenilediğini ha­tırlamıyorum."1

Gusülden sonra abdest almak sünnet olmamakla beraber, güsle başlarken abdest almak sünnettir.[715]

 

Zemzem
 

200. Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Zemzemden bahsetti. Zemzemin mü­barek bir su olduğunu, lezzetli bir gıda ve hastalığa şifâ ol­duğunu bildirdi.[716]

 

İzah

 

Hadiste dikkat çekilen Zemzem, hacıların Mekke'den getirdik­leri hemen herkesin bildiği bir sudur. Hadiste de ifâde edildiği gibi lezzetli ve şifalıdır.

Zemzem, Hz. İbrahim zamanında onun hanımı Hacer valide­mizle oğlu İsmail'in (a.s.) zor durumda kalması sebebiyle Ceb­rail'in (a.s.) ayağını yere vurması ile çıkmıştır. Tafsilat için Ha­nefi ve Şâfiîlere Göre Büyük İslâm İlmihali isimli eserimizin 598. sayfasına bakılabilir.[717]



Çok Ziyaret Etmek Sevgiyi Azaltır

 

201. Habib bin Mesleme rivayet ediyor:

"Az az ziyaret et ki sevgin artsın."[718]

 

İzah

 

Hadiste az ziyaretin sevgiyi artıracağına dikkat çekiliyor. Çünkü sık sık yapılan ziyaretler günlük hayatta da yaşadığımız gibi, ünsiyet peydah ettirir. Bir tanıdığımıza ilk gittiğimizde onun bize gösterdiği alaka ile sonraki günlerde yaptığımız sık sık ziya­retler esnasında gösterdiği alaka hiçbir zaman bir olmuyor.

Ancak hadiste geçen "az ziyaret" ziyareti bütün bütün azaltmak demek değildir. Bunun ortasını bulmak gerekir. Ayrıca eğer bir kimsenin ne kadar sık ziyaret edilse bundan memnun kaldığı bi­linir, anlaşılırsa ve bu ziyaretlerle o kimseye manen faydalı olu­nuyorsa, böylelerini fazla ziyaret etmek hadisin sınırlamasına dâ­hil değildir. Çünkü mü'minler arasındaki irtibat çok mühimdir.[719]

 

İmamlık Ve Müezzinliğin Mesuliyeti
 

202. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"İmam namazda cemaatin kefili, müezzin de mutemetidir. Allah'ım, imamları hakda sebat ettir, müezzinleri de bağış­la."[720]

 

İzah

 

İmamlık yüce ve kudsî bir meslek olmakla beraber, mes'uliyetlidir de. Yukarıdaki hadisde, imamın namaz esnasında cema­atin mes'uliyetini yüklendiğine dikkat çekilmektedir. Konu ile il­gili bir başka hadis şu mealdedir:

"İmam kefildir. Eğer namazı iyi kıldırırsa sevap hem onadır, hem cemaatedir. Şayet kötü kıldırırsa, vebali kendinedir, cemaate birşey yoktur."[721]

Hadisde müezzinlerin de mutemeti olduğu ifâde edilmektedir. Bilhassa saat ve takvimlerin olmadığı zamanlarda müezzinler na­maz vakitlerini, imsak ve iftar vakitlerini ilân ediyorlardı. Müslü­manlar onların okudukları ezan ile namaz kılıyor, oruç açıyor­lardı. Hadiste geçen mutemet kelimesi bunu ifâde etmektedir.

Hadisin son kısmında ise Peygamberimiz ağır bir mes'uliyet yüklenmiş olan imam ve müezzinlere duâ etmektedir.[722]

 

Kabir Azabı                                                    
 

203. Halid bin Urfata (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullahın (s.a.v.),

"Karın ağrısından ölen kabrinde azap görmez" buyurduğunu işittim" diyor.[723]

 

İzah

 

Kabir azabı, inkarcı ve günahkâr kulların kabre konuldukları andan itibaren Kıyamete kadar maruz kalacakları azaptır. Gerek âyet-i kerimelerde, gerekse hadis-i şeriflerde kabir azabının ola­cağı açıkça anlatılmıştır. Meselâ Tekâsür Sûresinde kabir azabına şöyle işaret edilir:

"Çokluğunuzla övünmek, kabre girinceye kadar sizi oyaladı. Heyhat! Kabre girdikten sonra bileceksiniz. Sonra Kıyamette bi­leceksiniz."[724]

Peygamberimiz de birçok hadislerinde kabir azabını haber ver­miştir. Meselâ bir hadislerinde kabirdekilere sabah akşam her gün Cehennemdeki yerlerinin gösterileceğini bildirmiştir.[725] Zaman zaman Ashabına kabir azabından Allah'a sığınmalarını tavsiye et­miştir.[726]

Peygamberler, Allah'ın sevgili kulları ve sevabı günahından fazla olan mü'minler kabirlerinde azaba çarptırılmazlar. Çeşitli hadislerde Allah yolunda şehid olanların, nöbet tutarken ölenle­rin, Tebareke Sûresini devamlı olarak okuyanların, kelime-i tev­hidi çok söyleyenlerin kabir azabından kurtulacakları bildirilmiş­tir. Peygamberimiz yukarıdaki hadislerinde de karın ağrısından ölenlerin kabir azabına çarptırılmayacaklarını bildirmiştir.

Bununla beraber, böylelerine azap verip vermemek Allah'ın, dilemesine bağlıdır. Fakat Allah'ın rahmetinin böyle kullarına ka­bir azabı çektirmeyeceği kuvvetle ümit edilir.

Kabir azabı hakkında tafsilatlı bilgiyi Ölüm Cenaze Kabir isimli eserimizin 313-326. sayfasına bakılabilir.[727]

 

Aklin Ehemmiyeti

 

204. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Kişi namaz, zekât, hac, umre ve cihad ehlinden olur, hattâ neyde hayır var diye hayrın miktarlarını dahi araştırır. Fakat Kıyamet gününde aklını kullanması ölçüsünde mü­kâfat görür."   
   



[696] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/284.

[697] Tirmizî, Menâkib: 34.

[698] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/285-286.

[699] Müslim, İman: 232; İbni Mâce, Fiten: 15; Tirmizî, İman: 13. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/286-287.

[700] Hak Dini Kuran Dili, 5:3713, 3714.

[701] A'raf: 7/157.

[702] Tevbe: 9/129.

[703] Mektûbat, s. 22-24.

[704] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/287-290.

[705] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/290-291.

[706] Ebû Dâvud, Cihad: 31; Müslim, Birr: 5; Buhari, Cihad: 138; Tirmizî, Cihad: 2.

[707] Ebû Dâvud, Cihad: 32; Beyhakî, Sünen: 9:29; Hakim,  Müstedrek, 1:114 (2501)

[708] Taberânî, Mucemüs-Sagir, 1:238 (465 numaralı hadise bakınız).

[709] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/291-292.

[710] Buhari, Megâzî: 79, Cihad: 198; Müslim, Tevbe: 53, Salatü'l-Müsâfirin: 74; Ebû Dâvud, Cihad: 166; Nesâî, Mesacid: 38. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/292.

[711] Ebû Dâvud, Salat: 189; Buhari, Salat: 88; Müslim, Mesâcid: 97, 99; Tirmizî, Mevakit: 175; İbni Mâce, İkâme: 134. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/293.

[712] Ebû Dâvud, Salat: 189.

[713] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/293-294.

[714] Mu'cemü'l-Evsat, 4:51 (3065) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/294.

[715] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/294-295.

[716] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/295.

[717] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/295.

[718] Mu'cemü'l-Evsat, 4:61, (3076) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/295-296.

[719] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/296.

[720] Tirmizî, Mevâkıt: 39. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/296.

[721] İbni Mâce, İkâme: 47.

[722] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/296-297.

[723] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/297.

[724] Tekâsür: 102/1-4.

[725] Buhârî, Cenâiz: 89.

[726] Müslim, Cennet: 17.

[727] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/297-298.




Konu Başlığı: Ynt: Cennete girmede kavimlerini geçenler
Gönderen: Ceren üzerinde 09 Haziran 2017, 16:44:29
Esselamu aleyküm.Rabbim bizleri peygamber efendimize layık bir ümmet eyleyip,cennet ehli lan kullardan eylesin inşallah...


Konu Başlığı: Ynt: Cennete girmede kavimlerini geçenler
Gönderen: Sevgi. üzerinde 10 Haziran 2017, 03:23:57
Ve aleykümselam cennete girmede sahabeden bazı kişiler kavimlerinin öncüsü olmuştur hepimize nasip olur inşaAllah


Konu Başlığı: Ynt: Cennete girmede kavimlerini geçenler
Gönderen: Mehmed. üzerinde 17 Haziran 2019, 14:09:24
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Cennete girmede kavimlerini geçenler
Gönderen: Ceren üzerinde 17 Haziran 2019, 18:49:15
Esselamu aleykum. RABBİM bizleri cennet ehli olan allahın rizasina kavusan kullardan eylesin inşallah. ..