๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mişkatul Mesabih => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 08 Eylül 2011, 13:54:27



Konu Başlığı: Tercümesi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 08 Eylül 2011, 13:54:27
Tercümesi:


164 - (25} Irbaz Bin Sâriye (R.A) den mervicf.ir, dedİki: Resûiüllah (S.A.V) ayağa kaikdı ve dedi:

«Sizin biriniz, tahtına (koltuğuna) kurularak dayanıpda Allâhü teâlanın Kur'andaki hükümlerden başka hiç haram kıldığı yokmu sanır?!

—  Duymuş olunuzki, şüphesiz ben Allâha yemin ederim elbet ben em­rettim, vâzû nasihatda bulundum ve ben Kur'anı kerimdeki kadar veya on­dan da çok eşyalardan nehyettim (Pek çok şeylerin haramhğını beyan et­tim).[188]

—  Şüphesiz Allahü teâla size ehli kitabın izni ile helal kılmıştır. Onların kadınlarını dövmeyide helal kılmamıştır ve onlara cizye olarak bağladığı mailen verdikleri vakit kalan mallarının meyvalarını! (ve emsalini) yeme nizde size helal olmaz.» [189] 

 

Îzahat
 


Râvî Irböz bins âriye (R.A), ashabı suffa denilen hak aşıkları ve fukara­yı sâbirinden idi ve aşkı ilâhi neticesinde çok ağlardı. Hak teâiaya kavuşma aşkı çok olduğundan hak tealaya şu duada bulunurdu : «Ey Allâhıml yaşım büyüdü ve kemiklerim zaifledi, binaenaleyh beni kendine kavuştur.»[190]

Râvî son zamanlarda Samda sakin olmuştur..Kendisinden sahabeden Ebi Umâme (R.A) ve pek çok tabiîn hadîsi şerif rivayet etmiştir. Rivayet et­tiği hadîsi şerif adedi, otuz bir (31) hadisdir. Yetmiş beş yaşında iken Sam­da vefat etmiştir. Allah ondan râzî olsun.

Hadîsi şerifde beyan edilen ilk hükümler ile ilgili kısa îzahat, yukarıki hadîsi şeriflerde zikredilmiştir. Biz burada hadîsi şerifin son cümleleri ile ilgi­li hükümleri kısa yoldan açıklamaya çalışacağız.

Müslümanlarla kâfirlerin harbleri neticesinde, müslümanlar galib gelib kâfirlere tazminat ve temînat olarak senelik bağlanan cizyeyi ödedikleri tak­dirde onların canları, mal ve mülklerine tecavüz edilemiyeceği beyan edil­mektedir. Evleri, hanımları ve malları her türlü saldın ve tecâvüzdan berî olması gerektiğini kesinlikle beyan buyurmaktadır.

Şu halde böyle emniyet ve emanda olmaları gereken gayri müslimleriı mallarına, ev ve meskenlerine ve aile efratlarına tecavüz edib saldırmak, müslümaniara saldırmak kadar ve hatta müslümanlara zulümden de eşettir. En âdî ve iğrenç harekettir[191] 

 

Tercümesi

 

165 - (26J Yine öhdan {irbaz bin srâiye R.A den) mervîdir, dedi i

«Resûlüllah (S.A.V) günlerden bir gün bizimle beraber namaz kıldı, son­ra yüzünü çevirib döndü ve bize gayet ciddi bir vâzu nasihatda bulundu ki, O nasihatten gözler ağladı ve kalbler korkup titredi.

—  İşte o anda bir adam dediki : Ya Resûlüllah! sanki! bu vâzu nasiha­tiniz vedalaşma nasihati gibidir. Binaenaleyh bize vasiyet ediniz.

—  Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Size, Allahdan korkma ile Habeşi i zenci bir kölede olsa, emrine kulak verip itaat etmenizi tavsiye ederim. Zira sizden bir kimse, benden sonra yaşarsa, pek çok ihtilafı görecektir.[192]

—  İşte c ihtilafın çoğaldığı zaman, benim sünnetime ve doğru yolda olan hulefâ-i Reşâdİmin (dört halifemin) sünnetine sanlınız. O   sünnetlere öyle sanlınki, sanki onlara azı dişlerinizle sim sıkı sarılınız ve yeni ihdas edilen işlerden (dine sokulan yeni uydurma ve Bid'atlardan) kaçınınız; Zira her yeni çıkan (ve dinde yeri olmayıp dine aykırı olan), Bid'atttr ve her Bid'at dalalettir (sapıklıktır).» [193] 

 

Îzahat
 

Hadîs şerifde calibi dikkat olan bâzı cümleleri kısa yoldan açıklamayû çalışalım. Hadîs) şerifin bir cümlesinde, «Size, Allahdan korkmayı tavsiye ederim.» buyurulmuştur.

Bu cümle ile bütün hikmet ve faziletin başı Allahdan korkmaya bağlı olmasından dolayı, Allaha şirk etmekten, isyan ve tuğyanda bulunmakdan berî olarak emri ilâhîlere sarılıb nehyi ilâhîlerden kaçınmayı kesin olarak ilk hamlede tavsiye edib emir buyurmuştur.

Peygamber efendimizin bu tavsiyesi. Halikı zülcelâlın ilahî tavsiyesine muvafık olarak buyurulmuştur. Cenâbu hak bir âyeti kerîmesinde şöyle tavsiye buyurmuştur:

«İzzi ceâlım hakkı için, biz, senden önce kendilerine kitab verilenlere de, size de hep «ALLAH dan korkun» diye tavsiye ettik...» (Nisa sûresi, 131)

Allahdan korkan kimseler, din millet ve vatan için iyi şeyler yapar ve iyilikler düşünerek dâima hakkaniyeti izhar ederler. Allahdan korkmayanlar ise, hem kendüeî-ne zarar getirirler ve hem dine, vatan ve millete zarar lan olur. Ahirette de şiddetli azaba müstehak olurlar.

Bir ayeti kerîmsae de şöyle buyurulmuştur:

«Ey îman edenler! Allahdan gerçekten ve ciddî olarak korkun ve ancak müslüman olarak ölün.»  (Ali İmran, 102)                                                           

Bu ayeti kerîmenin ve yukardakj hadîsi şerifin manalarını anlaşılır şe­kilde açıklayan büyük İmanlı şâirimiz MEHMET AKİF merhum şöyle beyan etmiştir :

Ne irfandır ahlâka yükseklik veren ne vicdandır;

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Yüreklerden çekilmiş farz edilsin hafvı yezdanın (Allah korkusunun).

Ne irfanın kalır tesiri kat'iyyen ne vicdanın.

C -cem'iyyet ki vicdanında hâkim havfı yezdandır (Allah korkusudur.)

Bütün dünyaya sahibtir, bütün akvama (kavimlere) sultandır.

Fakat efradı Allah korkusundan bî haber mîllet,

Çeker, milletlerin menfuru kıbdiler kadar zillet.

Meâiî (yüksek) meyli hiç kalmaz, şehâmet büsbütün kalkar;

Ne hakimlik tanır artık, ne mahkum olmakdan korkar.

(SAFAHAT, 307 — 308)

Ey mümin kardeş! AKİF merhumun feryad ederek ilâhî aşkla söylediği bu kıymetli sözlerini dikkatla tekrar tekrar oku, okuda günümüzdeki mel­anetlere iyi teşhis koy ve kendini Aflahdan korkan, hak hukuk tanıyan, bü­yüğüne hürmet, küçüğüne şefkat ederek yatan ve millete hayır getiren veya getirecek kişilerden olmaya çalış. Aynı zamanda cenabu hakka hayırlı dua et ve ellerini açda nesiininde böyle Allahdan korkan yüksek ahlaka sahib olan kişiler hâlinde devamını dile.

Yukardaki satırları okuyan her müslüman, iyi düşünmeli ve hayattaki eşkiyayı ve birbirlerine zulmetmeyi ve hatta fitnenin esas tahrikçisi hâlinde görülen ve dâima hayasız ve edebsizlere yardım eden hatta afv edib sırtla­rını okşayan zalimleri iyi anlamak gerekir. Her çeşit zümrevî ve fırkavî hastalıklardan uzak olan hakikî müminler, en doğruyu ve en iyisini göre­bilirler. Fakat kendilerini ve beyinlerini bir tarafa yanı bir fırkaya veya bir şahsa şartlamış iseler, bu zavallılar kolay kolay doğruyu ve Allahdan kork­mayan hâinleri göremez, anlayamaz ve hatta savunmalarını yaparlar.

Böyleler hakkında Resulü Ekrem efendimiz mübarek sözünde şöyle buyurmuştur:

«Senin bir şeyi sevmen, seni kör ve sağır eder.»[194]

Netekim atalar sözlerinde, «Kork Aflahdan korkmayandan» demiş­lerdir.

Hadisi şerifde ikinei tavsiye ise şöyledir:

«Size habeşli zenci bir köle de olsa, âmirinize kulak verib itaat etmenizi îavsiye ederim.»

Gayet inee ve açık ifâde İle beyan edilen bu hükme de, çok dikkat etmek ve gereğini icra etmek çok mühim ve elzem bir mes'eledir. Zira «müs-

lümanım» diyen ve fakat âmirlerine itaat etmeyen pek çok kimseler geç-mişde görülmüştür ve hâlada görülmektedirler.

Kendilerinin etrafı olursa veya maddi bakımdan bir az varlık sahibi iseler, bakarsınız başlarına gelen as[en köylü veya fakir kimselerden ise, o âmiri küçümseyip beğenmeyen ve hatta takma atlar falan uydura­rak hakaret etmeye kalkışanlar, zamanı sabıklarda olduğu gibi, günümüz­de de aynı haller görülmektedir.

Böyle zavallı kimselerin Allanın kulu Peygamberin ümmeti olmaları gülünçtür. Zira gerçekten Allanın kulu ve peygamberin ümmeti olmuş ol­salardı, Habeşli zenci bir köle de olsa meşru ve doğru olan her emrine itaat edildiği gibi, saygı ile hürmetine devam ederlerdi.

Hicretin sekizinci senesinde kuzâa taifesinden Bella ve azre kabileleri Medînei münevvere hayvanlarını toplayıp götürmek için Vâdiyil kura denilen mahalle toplandıkları işitiliyor, bunun üzerine Amr bin As (R.A), baş buğ tâyin ediliyor ve otuz kişi ile onları tedib edib dağıtmak üzere gönderiliyor. Fakat oraya yaklaşınca düşmanın adedi çok olduğunu öğrenen başbuğ Amr bin As (R.A) hemen Resûlüllaha elçi gönderiyor ve takviye isteyor.

Bunun üzerine Resulü Ekrem efendimiz ikiyüz kişiyi Ebû ubeyde Bin cerrah (R.A) kumandasında takviye olarak gönderiyor ve «ihtilaf edib fitne çıkarmayınız. İttifak üzere olunuz» buyuruyor.

Bu ikiyüz (200) kişilik takviye ordusunun içinde Ashabın en efdalı Ebû Bekir ve Ömer (R.A) de varlardı. Ebû Ubeyde (R.A) Amr bin As (R.A) in yanına varınca askerlere İmam olmak istedi. Amr bin As (R.A) ise, «Sen bana imdad geldin. Asıl askerlerin emîri benim» dedi. Ebû Ubeyde mülayim bir zat idi ve «Resulü Ekrem, ihtilaf etmeyiniz, diyerek emir buyurdu, sen bana uymaz isen ben sana uyarım.» diyerek Amr bin As (R.A) in imam ol­masına muvafakat edib eemaatı müslimin ile beraber namazı kıldı. (Kısası Enbiya, 8. hicret bahsi)

Görüldüğü üzere Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer hem takviye için gelirler­ken Ebû Ubeyde (R.A) in riyaseti altında bulunuyorlar ve hemde bizzat or­dunun başbuğu olan Amr bin As (R.A) in riyaseti altında inkıyad ederek itaat ediyorlar. Halbuki bu iki zat, bu ümmetin en efdal kişileridir.

Bu icraatı işlemekle Hz. Resûlallah sallellâhü aleyhi vesellem ümmet­lerine örnek hayatı tatbik ettirmiş oluyor ve işte sizde böyle olunuz, diyerek talim ve terbiyeyi bilfiil gösteriyor. Alıbda amel eden müsiümanlara ne mut­lu, şayet bu hüküm ve yaşantılara inandım, deyibde amel edemiyen ve her âmirine isyan etmek için çeşitli yalan ve iftiralar uyduranlara yazıklar olsun. Böyle adamlar, gerçekten Allanın kulu ve Peygamberin ümmeti olamazlar. Nefislerinin ve menfeatlarının kulu olabilirler.

Ülülemre itaat etmenin bir ilâhî emir olduğu şu âyeti Kerîme ile beyan edilmiştir :

«Ey müminler! Allâha itaat ediniz. Peygambere ve sizden olan ülülem­re de itaat edimiz..»                                                              (Nisa sûresi, 59)

Ayeti kerîmede belirtildiği üzere «bizden, yani biz müslümanlardan» olan ülülemre itaat etmek kaydı vardır. İslamı kabul etmeyen ve islâmın hü­kümlerini tahkir eden ülüiemre itaat meselesi bu kaydın dışında kalır. Na­mazını kılan, orucunu tutan, kurbanı kesen ve cenaze namazını eda eden her kişi bizdendir, müslümondır. Böyle olan amirlerin meşru ve doğru olan emirlerine itaat etmek, hem Allanın emrine ve hemde peygamberimizin buy­ruğuna itâaat etmektir.

Şayet Müslümanlardan olduğu halde kötülükleri emreden bir ümerâ olursa, böyle kötü ve haram olan emirlerine iâat etmek haram ve günah­tır. Caiz değildir. Zira böyle kişiler kendilerini hâşâ Allâhın üstünde gören mel'un kimselerdir, itaat etmek doğru olamaz. Farz olan amelleride terk et­tirmeye kalkana da itaat edilmez. Zira âmirlerin âmiri ve hakimlerin hâkimi mutlakı olan Allâha îtâaî etmek her şeyin üstünde bir farzdır.

Bu gerçek bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuştur:

«Allâha isyan oîan şeyde, hiç bir ferde itaat etmek olamaz. Ancak ita­at, mâruf (iyi ve helal) olan şeydedir.»[195]

Bu son hadîsi şerifi dikkatla okuyahmda nefsânî arzularımıza uygun olarak emir ve tavsiyelerde bulunan zâlim emirlere itaat etmenin caiz olma­yacağını iyi bilelim.

Hakikat böyle iken, günümüzde pek çok kişiler, başa geçen zâlimlerin islâmın ruhuna ayktrî çıkardıkları kanunlara, emir ve sözlerine «uiülemre itaat» diyerek bağlanıb onlarla iş yapıyorlar ve o hükümlere tabî olmayı suç saymayorlar.

Ey zavallılar : Allahm kelâmı olan kitabımız Kur'anı Kerimde beyan edi­len kesin ve açık hükümlere muhalif hükümler veren veya haram olanları iş­lemek için emir verenler, ilâhî hükmü değiştirmeye haklan ve hadleri yok­tur, onlar şeytanın dostları, cehennem odunlarıdırlar. Yanlarına arkadaş çoğaldıp beraber cehenneme yoldaş arayan zâlimlerdir.

Evet böyle zâlimlere ve zulüm emri verenlere itaat edilmez. Fakat isyan ederek fitne de çıkarılması doğru değildir : Ancak onların kötü olan emir­leri yerine getirilmez mümkin olur ve menfeat umulursa, ikaz edilir.

Hadîsi şerifde İzahını yapdığımız cümleler içinde, «Habeşli zenci bir köle de olsa» hükmü ile başa getirilen ve getirilmesi gereken emîrin, mutlaka erkek olması beyan buyurulmuşîur. Zira emirlik hakkı ve iyi neticeli umerâlık vazifesi, erkeklere verilmekle hem dünyevî ve hem dînî ve uhrevî selâmet

ve seadete nail olunur. Hem akıl bakımından ve hemde din bakımından eı keklerden noksan olan kadınlara emirlik vermek ise, o memleket ve milletin her bakımdan felâket ve belâsına sebeb olur.

Netekim Peygamber sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyur­muştur :

«İşlerinin başına kadın geçiren (kadını emir yapan) bir millet, asla fe­lah bulamaz.»[196]                                                                                   

Diğer bir hadîsi şerifde mealen şöyle buyurulmuştur:

«Ey ümmeti Muhammedi eğer sizin âmirleriniz hayırlılarınızdan, zengin­leriniz sehâvetli kimseleriniz hâlinde olurlarsa ve işlerinizi aranızda müşa­vere edenlef 'îâlinde olursanız, işte bu takdirde yerin üstü (yaşamanız), siz.in için yerin altından (ölmenizden) daha hayırlıdır.

— Ve eğer sizin âmirleriniz, şerlilerinizden, zenginleriniz pahillerlnîz hâlinde olanlardan olurlarsa ve işlerinizi kadınlarınıza havale ederseniz (Kadınları başınıza âmir yapar veya bütün söz ve yetgiyi kadınlarınıza ve­rirseniz), işte bu takcfıirde sizin için yerin altı üstünden (ölmeniz yaşamanız­dan) daha hayırlıdır.»[197]                                   

Yukardaki hadîsi şerifleri okuyan her müslüman iyi dikkat etmeli ve iyi düşünmelidir. İyi düşünüp inanmalıki, günümüzde kızlarını milletin içine çı-rıl çıplak salıp ondan sonrada medeniyet, hürriyet ve ilericilik gibi kelimeler le islâmın ana esaslarını inkar veya tahkir edercesine hareket edib bir nevî kafir olanları veya bu işin yönlerini bilemeyip câhillerin işledikleri hallere bakmalıki, ne kadar islâma aykırî ve ne kadar felâkettir. Bu hâli işleyenle­rin zararı sırf kendilerine münhasır değil, bütün millet ve memleket belâlara ve felâketlere sürüklenmiş oluyor.

Hal böyle iken yabancı erkeklerin içinde oturmasına, kalkmasına, gidib gelmesine veya beraber yeyip İçmesine ve çeşitli hizmet ve vazife görmele­rine kızlarını ve hanımlarını müsâade edenlerin ne kadar kötülük ettikleri, millet ve memleketin baş belâsı oldukları ortaya çıkmış oluyor.

Bu durumların dışında haram oîan halvetler işleniyor, göz zinaları, dil zinaları, el ve ayak zinaları ve hatta sokaklarda âdeta alenî zinanın her çeşit başlangıcını çekinmeden yapmalarına gözlerini yuman veya görmez­likten ve bilmezlikten gelen baba ve analar, diğer hadîsi şeriflerde beyan edildiği üzere «DEYYUS ve DEYYÜSE» kimselerdir. Aynı zamanda ataların bir sözü vardır: «Dişisini kıskanmıyan, domuzdur.» Bu sözü anlayıb öğren­mek isteyen hayvanat bahçelerine giderlerse, erkek domuzların dişilerini kıskanmadığını görürler.

Bu meselelerin daha geniş îzahı, «İSLAMDA TESETTÜR VE HAYA» ad­lı eserimizde geçtiğini müsiüman kardeşlerimize ehemmiyetine binaen bildi-riniz. Oradan mutlaka okumalarını tavsiye ederiz. [198] 

 

Tercümesi:
 

166 -[27) Abdullah bin Mes'ud (R.A) den mervîdir, dedi :

Resûlüllah (S.A.V) bize bir çizgi çizdi, sonra dediki :

«İşte bu dosdoğru çizgi, Allanın yoludur.»

Sonra Resûlüllah (S.A.V) o doğru çizginin sağına ve soluna çizgiler çiz­di ve dediki :

«İşte bu çizgiler, yollardır. Bu yolların her birinin üzerinde bir şeytan vardırki, o bâtıl yofa (insanları) davet eder.»[199]

Resûlüllah (S.A.V) Şu meal d a ki âyeti kerîmeyi okudu :

«Şu emrettiğim yol, benim dosdoğru yolumdur: Dâima ona uyun. Baş­ka (bâtıl) yollara ve dinlere uyup gitmeyin ki, sizi onun yolundan saptırıp parçalamasınlar..»    (En'am sûresi, 153) [200] 

 

İzahat

 

Hadîsi şerifde belirtildiği üzere, Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz evvelâ bir tek yol çiziyor ve diyor ki : «İşte bu dosdoğru çizgi, Al-lâhın yoludur.»

Resûlüllah bu ifâdesi ile şu hususlara işaret buyuruyor :

a)   Doğru yolu Allâhü teala beyan etmiştir. Ve her yönüyle apaçık be­lirtilmiştir.

b) Bu doğru yol, aynı zamanda hakkın tek olduğunu beyandır. Allâhü tealânın beyan ettiği hak birdir. Binâenaleyh bir meselde ihtilaf edilirse,, mutlaka biri haklı diğeri haksızdır. Her ikisi haklı olamaz. Çünkü hak birdir.

Şu halde ihtilaf sahihlerinin her birine haklılık verilecek olursa, hak ile bâtıl karıştırıldığından fesat bir hüküm verilmiş olur. Bu mes'elenin daha geniş İzahı usul ilimleri İle akâid kitablarında zikredilmiştir.

c)   Peygamber efendimizin yukardaki ifâdesi ile şu gerçekler de anla­şılmaktadır :                                                     

Çeşitli alim ve müctehidlerin beyanları, eğer kitâbullâha ve sünneti nebeviyyeye uygun oiursa, onlarda dosdoğru yoldur. Binaenaleyh o yola tabî olanlarda Allanın hak olan yoluna tabî olmuş olurlar.

Hadîsi şerifin devam eden hükümlerinde beyan edilen sağlı sollu çizilen yollar İse, bâtıl yollardırki, o yolların üzerinde şeytanlar bulunmaktadır. Binâ­enaleyh o batı! yollara tabî olanları cehenneme götürmek üzere yerleşmiş­lerdir. Akıllı müslüman dosdoğru yol olan tek ve hak yola tabî olur. Şeytan­ların üzerlerine durubda sâliklerini cehenneme götürecekleri bâtıl yollara gir mez.

Bâtıl yollara duran şeytanların gaye ve emellerini cenâbu hak muhtelif âyetlerinde belirtmiştir. Cümleden bir kaç tanesi şöyledir :

«Ey müminler! Hepiniz iç ve dışınızla sabit bir şekilde islâma ç'riniz. Şey tanın adımlarına (izlerine, tuzaklarına ve yollarına) uymayınız. Çünkü o (Şeytan), sizin apaçık bir düşmanınızdır.»  (Bakara sûresi, 208)

Diğer ayeti kerime meali :

« (Habîbiml) Sana indir Men Kur'ana ve senden evvel indirilen kitabîara îman ettik, diyerek samimiyetsiz iddiada bulunanlara bakmazmısın?! (On­lar) o azgın şeytana muhakeme olmak isteyorlar. Halbuki onu (Şeytanı), tanımamakla emrolunmuşlardı, Şeytan ise, onları çok uzak bir sapıklığa dü­şürmek ister.»                                            (Nisa sûresi, 60)

Bu âyeti kerîme bir münafık ile bir yahûdî arasında geçen bir dâvayı, hakeme havale etmek istediklerinde, münafık-ın Hz. Peygamberi bırakıb Yahûdîlerin reîsi olan Kâb bin eşrefe gitmek istemesi üzerine nail olmuştu. Bu  hâdisenin şekil ve îzahı bu âyeti  kerîmenin tefsirlerinde mezkûrdur.

Diğer bir âyeti kerîme meali şöyledir:

«Muhakkak Şeytan, size ezetî bir düşmandır. Binaenaleyh sizde onu düşman tanıyınız. Çünkü o, etrafına toplanan avenesini ancak cehennem­lik olsunlar diye çağırır.» (Fatır sûresi, 6) [201] 

 

Tercümesi:
 

167 - (28) Abdullah bin Amr (R.A) den mervidir, dedi:

Resûtüllah (S.A.V.) buyurdu :

«Sizin birimiz (Hakîkî ve kamîl) mümin olamaz, tâki benim getirdiğime (kitap ve sünnete) hevâsı (arzu ve ameli) tâbi ola.»

{Hadisi, İmamı Beğavî «Şerhissünne» adlı eserinde rivayet etmiştir. İmamı Nevevi «Hadisi Erbein»lnde, bu hadis sahihdir, demiştir. Bizde «Kita-bul hucce» de Sahih isnadla rivayet ettik.) [202] 

 

İzahat
 

Yâni her hangi bir müslümanın kâmil ve olgun îmâna sâhib.olması, Re-sûlülah (S.A.V) efendimizin getirmiş olduğu hükümlerine ve sünneti nebe-viyyelerine, içten ve gönülden bağlı olarak tabî oimasına bağlıdır. Hakîki ve gerçek mümin, meylü mehabbetini en güzel bir şekilde Rasûlülâha bağlar ve her hâlü kârında ona uymayı şiar edinir.

İtikat ve îmanda, ibâdet ve ahlakda, ticâret ve alış verişde, nikahlanma ve boşanmada, insan ve hayvan haklarında, mahlûkata şefkat ve merha­mette, bâtıl ve küfürle mücâdelede, haramlardan kaçınıb helaliarı işlemekde ve bunların gibi islâmın hükümlerini icra ve tenfiz etmede, adım adım ve nokta nokta Resûlüllâha tâbi olur, her türlü muhalefetten kaçınır.

Peygambere tâbi olanla olmayanların kısımlarını şöyle sıralayabiliriz :

a) Bir kimsenin din ve îmana sevgi ve mehabbeti, şer'i şerifin esâsına bağlı olarak tezahür ediyor ise, İşte o şer'in emirlerine son derece bağlılığı­nı gösteren kimse, vahdaniyeti ilâhiyyeye gerçekten inanmış mümini kamil­dir ve Peygambere en kemailı bir şekilde tâbi olan kişidir.

b) Bir kimsede hevâyı hevesine tabî olarak şer'in emirlerine muha­lefet eder ve hevâyı hevesinin arzu ve isteklerine tabî olursa, işte bu kim­sede nefsânî arzularını ifah edinen kimse olması hasebi ile dünya ve ahi-rette zarar ve ziyana uğrayan kâfirdir.

Bu İzahımız, islamın her hükmünü tahkir edib veya inkar edercesine davranıb kendi arzu ve emellerine tâbi olan münkirleri zikretmiş oluyo­ruz.

Böylelerini Cenâbu hak Kur'anı keriminde şöy beyan buyuruyor: «—(Ey habîbim!) şimdi o kimseyi gördün ya: (Hak ve hakikati bırakıb keyfine taparcasına) nefsânî arzusunu kendine   ilah edinmiştir.» (Casiye sûresi, 23)

c)   Bir kimse de şeriatın îman ve îtikad esaslarına inananarak tabî olur ve fakat furûu amel denilen abdest, namaz, zekat, oruç, hac, nikah ve helal olan muameleter gibi şer'î amelleri işlemezse, işte bu kimse fâsıktır.

d)  Ve bir kimse de, îman ve îtikad esaslarına içten inanmayıp sâdece dış görünüşden islâmın amelî hükümlerini işlerse, işte o kimse münafık ame. linl işlemekle münafıktır.

Yukardaki taksimatı öğrendikten sonra, hak ve hakîkatı arayan ve Hz. Peygambere adım adım, nokta nokta tabî olmak gayesine tâbi olan   kışı, kendisini araştırmalıdır. Aceba bu sınıfların hangisindendir. Kendi itikat ve amellerini kontrol eden her müslüman yolunun doğru veya eğri olduğunu mutlaka görecektir. Yeterki dikkatla ve halisane bir şekilde araştırılsın.

Şayet bir kişi, islâmın esaslarına hakkı ile vakıf değilse, bu takdirde is-lamı iyibilen ve bildiklerine ihlasla îmân edib amel eden âlim ve kâmil kişi­lere müracaat ederek îtikat ve ameelerinin eksik yönlerini öğrenib düzelt­meleri zarurî bir vecibedir. [203] 

 

Tercümesi :
 

168  - (29) Bilâl bin elhars elmüzenî (R.A) den mervidir, dedi : Resûlüilah (S.A.V) buyurdu :

«Bir kimse, benden sonra benim öldürülmüş sünnetimden bîr sünetimi ihya ederse, muhakkakki o sünneti ihva eden kimse için, o sünnette amel edenlerin ecirlerinden hiç bir şey noksanlaşmaksızın o sünneti işleyenlerin ecri kadar ecrü mükcfat vardır.

— Bir kimsede Allah (C.C) ve Resulünün râzt olmadığı kötü Bid'atı ih­das ederse, o Bid'atla amel edenlerin vizir ve günâhları noksanlaşmadan onların günâh ve vebali kadar günâh, o Bid'atı ihdas edenede vardır.»[204]

169 - (30) Yukardaki hadîsi şerifi, ibni mâce, kesir bin   Abdillah bin Amrden, oda babasından, oda dedesinden rivayet etmiştir. [205] 

 

İzahat

Râvî Bilâl bin elhars veya elhâris elmüzenî (R.A}, Medînei münevvere-li sahâbîlerdendir. Hicretin beşinci senesinde müslüman olmuştur. Medînei münevverenin biraz uzağında olan «İstîrâ» denilen mahelde sakin olurdu. Fakat zaman zaman medînei münevvereye gelirdi.

Hz. Bilâl bin elhars (R.A), Hz. Muaviye (R.A) in zamanında hicretin alt­mış (60) ında vefat etmiştir. Kendisi vefatı ânında, seksen yaşında idi. Ken-

dişinden oğlu Abdurrahman ile Alkarna bin elvakkas (R.A) hadis rivayet et­mişlerdir. Allah ondan râzî olsun.

Hadîsi şerifde geçen hükümler, calibi dikkat meseleleri ihtiva etmekte­dir. Zira Resûlüllâhın ölmüş sünnetini ihya etmek, çok güç   bir meseledir. Bu güç olan meseleyi yaşamak ve yaşatmak efbette fevkalâde bir ameldir.

Günümüzde Resûlüllâhın ölmüş sünnetleri pek çoktur. Hatta farzlar dahî işlenmeyen bir memlekette elbet ölmüş sünnet çok olur. Öyle ise farz­ları işlerken terk edilen sünnetleri ihya edenler, alış verişde işlenmeyen sünnetleri ihya edenler, nikah ve mchir meselelerinde ölrnüş sünnetleri ih­ya edenler, geyinme, yeme ve içme ânında öimüş sünnetleri ihya edenler, konuşma ve davranışlarda ölmüş sünnetleri ihya edenler, Cami eemaat meselelerinde ölmüş sünnetleri ihya edenler, komşu haklarına riayet hu­susunda ölmüş olan sünnetleri ihya edenler. Karı koca ve ana baba hak-iarında ölmüş sünnetleri ihya edenler, evlad terbiyesi hususunda ölmüş sünnetleri ihya edenler, Setrül'avrete riayet etmiyerek öldürülmüş sünnet­leri ihya edenler, Hak ve hukuk meselelerind adaletle hüküm verme husu­sunda öldürülmüş sünnetleri ihya edenler ve bunlara benzer hayatta yapı­lan ve yapılması îcab eden ve fakat yapılmayıp terk edilen sünnetleri ihya edenler, en büyük, tükenmeyen ve daimî bir ecir yolunu ihdas ve ihya eden kimselerdirler..

Yukardaki saymış olduğumuz hayatî meselelerden bir kaç meseleden misal vererek açıklamaya çalışalım..

Kur'ânı kerimde ve Peygamberimizin sünnetinde her bakımdan duru mu müsâid olan bir erkek için birden fazla hanım alma hakkı vardır. En az bir ve en çok dört hanım almak mubah ve sünnet iken, bu sünneti işleyen­ler pek azınlıktadır ve hatta bu sünneti işleyenlere, «Metres taşıyor, gay­ri meşru hayat yaşıyor» diyenleri mealesef duyduk ve vardırlar.

İşte her türlü tehlike ve tahkirlere rağmen bu sünneti adalet üzere iş­leyen müslümanlar, ölmüş sünneti ihya ettiklerinden en güzel ve en karlı bir sünnet işlemişlerdir.

Keza sakal sünnetini, veraset haklarını islamî hüküm üzere icra eden­ler de aynı ecre nail olan kimselerdir.

Ölmüş sünnetleri ihya edib yaşamalarına sebeb olan müslümanlar, kendilerinin işledikleri amellerin ecrine nail oldukları gibi, ondan sonra onların işleyip ve ihya ettikleri sünnetleri işleyenlerin eçirlerindende aynısını onlarda alacaktır. Yani sünneti ihya eden müslümanlar, kendileri ölseler da­hî ihya ettikleri sünnetleri işleyenler devam ettikçe, o adamların amel defter­leri kapanmaz, dâima yazılır.

Öldükten sonra amel defteri kapanmayan müminlerden bâzılarını Re­sulü Ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz şu mübarek sözlerinde açıklamışlardır :

«İnsan (Mümin) öldüğü zaman, ameli kesilir (amel defteri kapanır). An­cak üç kişinin ki kapanmaz. (Onlarda şunlardır:)

g) Devam edib çalışan sadakadır (yani; Cami, çeşme, seccade sermek, ağaç dikmek, hastane ve yo! yapmak, yapdırmak gibi yaşayan sadakalar­dır.)

b)  Kendisinden faydalanılan Mimdir (yani, ilim sahibi oiur ve o ilmin-dende başkalarını okutmak, eser yazmak, nasîhatta bulunmak ve bilme­yenlerin yollarını öğretip doğrultmak gibi faydalar temin edilen ilim sahibi­nin de amel defteri ^kapanmaz}.

c)  Kendisine hayırlı dua eden evladı bırakan iyi evlad sahibidir. (Yâni, bir müslüman ölünce arkasında hayrüihalef olarak kendisini rahmetle ana­cak ve başkalarına zulümde bulunmayacak iyi ve sâlih bir evlad bırakan kimsenin de amel defteri kapanmaz}. [206]           

Bu hadîsi nebevinin hükümlerini okuyan her müslüman, iyi bellemeli ve kendisine bakmalıdır. Acebâ ölmezlik ve amel defterini devamlı hayırla dolduran bu üç amel ve halden hangisi kendisinde vardır. Şayet her üçüne de malik îse, çok ve çok mutlu insandır. Zira her ne kadar kendisi bedenen dünyadan ayrılmış olsa da manen ve rûhan yaşayor gibi dünya ile irtibatı devam etmektedir.

Şayet bu üç amelden hiç birisine sâhib olamamış kimseler hâlinde ise, o adamcağızda üzülmelidir. İyi insanlara gıbda etmelidirki, o iyilik sahibini sevmekle bari bir fazilet ve ecre nail olabilsin. Ameller niyyetîere göre ol­ması hasebiyle iyi niyyetler çok güzel iyilikler ve iyi neticeler meydana ge­tirir.

Cenâbu hak, bizleri ve müslüman kardeşlerimizi bu kıymetli amel ve faziletlerden nasibini alanlardan eylesin. Amin.

İyi niyyet, iyi kazanç ve iyi niyyetle işlenen hayırlı amellerin mükâfatı ife ilgili geniş İzahat, yukarda birinci hadîsi şerifin İzahatında geçmiştir.

İşte bu mutlu insanlar, her ne kadar bedenen dünyadan göç edib ahi-rete gitselerde ölmemiş'yaşayan insanlar menz'ilindedirler. Mutlu insanlar, böyle öldükleri halde ölmemiş insanlar sınıfından amel defterleri iyiliklerle dolan ve çalışan adamlardır.

Bu iyilikleri ihya edenlerin zıddına bâzı kimselerde şer ve haramları ih­das ederler, kumar bilmeyenlere kumar öğretenler, çalgı öğretenler, hırsız­lık ve uğursuzluk öğretenler, çalgılı şarkılar ihdas edenler, dans ve balu ya­panlar ve öğretenler, içki içib başkalarına da içtirib alıştıranlar, namazı terk ettirenler, bir yerde kumar hâne açıb orada kumar oynatanlar, keza fuhuş hâne açıb1 fuhuş yapdıranlar, alış verişlerde ihtikarda bulunanlar, yalan söy­leyerek alış verişde bulunanlar, karaborsa mal satanlar, faizciliği mubah-mış gibi işleyib başkalarına da teşvik edenler, yeni yetişen genç dimağlara kötülükleri telkin ederek; Allah; Peygamber, din îman, vatan, millet, düş­manlığı yapanlar, ana baba ve büyük tanımayan aynı zamanda her türlü haksızlıkları mubahmış gibi telkin edib işletenler ve daha saymakla bitme­yecek kadar pek çok kötülükleri işleyenler, işleten ve teşvik edenler de o işledikleri kötülüklerin vizrini çekecekleri gibi, o işledikleri veya tâlim edib işlettikleri kimselerin ilâ nihâye günâhları devam ettikçe o ilk ihdas edib çı­karan veya yapanların vizirleri de devam eder, onların vizri kadar vizir ve cezaya çarbacaktirlar.

İşte böyle kötülükte örnek olan kimselerde, çok kötü ve çok zararda olan bir ahmak ve mücrimdirler. Bu adamlar âhirette başkalarının işlediği günahların yüzünden şiddetli ve kat kat azaba müstehak olacaktırlar. Böyle felâket olan kötülüklerden Allâha sığınmak en çıkar yoldur. Cenâbu hak bü­tün ümmeti muhammedle bizleri ve neslimizi bu gibi iflas ettirici ve çok çok kötü amellerden muhafaza buyursun. Amin.

Yukardaki hadîsi şerifde beyan edilen ve ikinci hükmü hâmil olan bü­yük veba! ve vizir sahibleride böylece anlaşılmış oluyor. Bu kısa izahattan sonra tekrar yukardaki hadîsi şerifi okuyalım ve üzerinde iyi düşünelim. İyi düşünelimde kendimizi tehlike ve veballardan korumuş olanlardan olalım. [207] 

 

Tercümesi:
 

170 - (31) Amr bin Avf (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Muhakkak din, hicaza sığınır, yılanın deliğine akıp sığındığı gibi ve elbette din, hicazda muhafaza edilip korunacaktır, dağın tepesindeki sığınıp korunma merkezinde geçinin sığındığı gibi.[208]

— Şüphesiz din, garib olarak başladı ve gelecekde başladığı gibi ga­ripliğe avdet eder. Binâenaleyh gariplere müjdeler olsun ve o garipler, ben­den sonra benim sünnetimden ifsad edilenleri ıslah eden    kimselerdir.» [209] 

 

İzahat
 

Râvî Amr bin Avf (R.A), hicretin beşinci senesinde müslüman olan ve medînei münevvere yakınında «Müzenî» isimli bir mahalde karar ederdi, ken dişinin medînei münevverede de bir evi var idi, zaman zaman burada da sa­kin durdu. İlk iştirak ettiği muharebe, Handek muharebesidir.

Kendisinin îman etmesi üzerine hal ve hareketini ve kendisi gibilerin durumlarını yüce Allah överek hakklarında şu âyeti kerîme nazil olmuştur :

«Peygambere indirilen (Kur'an-ı kerîmi) dinledikleri vakit, hakkı tanıdık­larından dolayı gözlerinin yaşla dolub taşdığını görürsün onların. (Onlar şöyle) derler : Ey Rabbimiz! îman ettik, artık bizi (hakka) şahid olanlarla beraber yaz.» (Mâide sûresi, 83)

Bu âyeti kerîmede beyan edilen Allah aşkı ve Allah korkusundan doiayı gözleri yaşla dolub ağlayan ve halleri Hâliki zülcelâl tarafından övülen zat­lardan biriside, yukardaki zâtı muhterem olduğu beyan edilmiştir.

Tebük seferinde Allah aşkı ve ümmet derdi ile ağlayanlardan birisidir.

Medînei münevverede sakin olurken Hz. Muaviyenin hilâfeti zamanın­da vefat etmiştir. Allah ondan râzi olsun.

Hadîsi şerifîn baş tarafında beyan edilen cümlelerde, ahir zamanda fit­ne ve fesatların zuhur edib etrafa dağıldığında din, evvelce olduğu gibi tekrar Hicaz bölgesine sığınacağı ve bu sığınıb akma bir nevî deliğine akan yılana teşbih edilmiştir.

Yukarda 160 nolu hadîsi şerifde bu mânayı ifade eden cümlede «îman» tâbiri ile zikredilmişti. Din ile îman kelimesinin mânası aynı hükmü ifade et­mektedir. Onun için burada açıklamak îcab eden hususlar bir nebze orada zikredilmiştir. Muhterem okuyucularımıza 160 nolu hadîsi şerifi ve "aah bö­lümünü okumalarını tavsiye ederiz. [210] 

 

Tercümesi:

 

171 - (32) Abdullah bin Amr (R A) den mervidir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«And olsunki, benî İsrail üzerine gelen şey gibi tıpa tıp, adım adım be­lim ümmetim üzerinede gelecektir. Eğer onlardan bir kimse, annesine aleni olarak gelmişse (açıkça tecâvüz edip zina etmişse), elbette o işlenenin ay­nısını benim ümmetimdende işleyen olacaktır.

—  Şüphesiz beni israil yetmiş iki millete ayrılmıştır. Benim ümmetimde yetmiş üç millete ayrılacaktır. O yetmiş üç milletten bir tanesi hariç diğer-erinin hepsi {yetmiş ikisi) cehennemdedirler.

—  Ashabı kiram decMler : O cennete girecek bîr millet kimdir ya Resûlüllah![211]

—  Resûlüllah (S.A.V) buyurdu : «Benim ve ashabımın yolu üzere olandır.» [212] 
 



[188] (Hadîsi, Ebû Dâvud rivayet etmiştir. Ve fakat hadisin isnadında; Eş'as bin Şube el Mıssîsî bazı söz söylemiştir.}

[189] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/325.

[190] (Mirkat, c. I, 197}

[191] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/326.

[192] (Hadîsi, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizi ve ibni mâce rivayet etmişlerdir. Ancak tirmizi ve ibni mâce, namaz kelimesini zikretmemişlerdir.)

[193] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/326-327.

[194] (Ahmed, Ebû Dâvud, Fethulkebîr, a 2, 69)

[195] (Buhârî,  müsiim; Fethul kebir, c. 3,346)

[196] (Buharı)

[197] (Tirrnizî, Feyzulkadir, c. 1, 430)

[198] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/327-331.

[199] (Hadîsi, Ahmed, Nesâî ve Dârimî rivayet etmiştir.)

[200] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/332.

[201] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/332-333.

[202] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/333-334.

[203] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/334-335.

[204] (Hadîsi, Tirmizi rivayet etmiştir.)

[205] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/335.

[206] (Müslim, Fethulkebîr. c. 1, 154)

[207] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/335-338.

[208] (Hadîsi, Tirmizî rivâyt etmiştir.)

[209] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/338-339.

[210] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/339.

[211] (Hadîsi, tirmizî rivayet etmiştir.}

[212] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/340.