๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mişkatul Mesabih => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 23 Haziran 2011, 14:58:06



Konu Başlığı: İlimle İlgili Üçüncü Fasıl II
Gönderen: Sümeyye üzerinde 23 Haziran 2011, 14:58:06

İlimle İlgili Üçüncü Fasıl II




İzahat
 

Râvî Ahvas bin Hakîm (R.A) Humusun hemeaandan veya el'ansî-el'msî dendir. Tabiînin abidlerinden olan bu zat, hadîs hıfzı zaif oldu­ğundan beşinci tabakadandır. [236]                       

Âleme rahmet olarak gönderilen Resulü ekrein efendimize, Sa-hâbe-i kiramdan bir zat Serden soruyor. Efendimizde, «Serden sormayı­nız, hayırdan sorunuz» cümlesini üç sefer tekrar ediyor ve şerrin şer­ri olan en büyük şerri haber veriyor ve diyorki:

«Dikkat ediniz! Şüphesizkı Şerrin Şerri (şerrin en büyüğü) bilgin­lerin şerlileridir.»

Yani, ilim sahibi olan kimselerin kötü ve Şerlileri, milletin en kö­tüsü ve en büyük şerlisidirler. Çünkü her şeyde bilginler, örnek kim­selerdir. Bildikleri ile amel etmezler ve insanlara kötü örnek olurlar­sa, onların o kötülüklerine uyarak pek çok kimselerin şerri işlemeleri­ne sebeb olurlar.

Câhil kimselerden pek çokları, âlimlerin işledikleri kötülükleri işlemekde beis görmezler ve derlerki: «Falan hocada veya falan âlim ve bilginde bu işi işleyor. Eğer günah olsaydı, bu âlim bunu işlemezdi..

gibi.»

Böyle sözleri hayatda pek çok kişilerden işittiğimiz olmuştur ve «câhil için bir defa helak, âlim için yedi defa helak» denilen kıymetli sözler, hep böyle âlimler için söylenmiştir. Mevlâmız, ilim sahibi olan lanmızı, ilmi ile âmil olarak böyle helak ve tehlikeden korusun. Amin.

Bir hadîsi şerifde denilmiştir,:

«Bir kabilenin ölümü, bir âlimin ölümünden daha kolaydır.»[237]

Bu hadîsi şerifin pek çok yönlü anlamı olmakla beraber en açık anlamı iki cihetdedir.

a)   İlmi ile âmil olan bir âlim ölünce, onun ölümü islâmda büyük bir gedik açmış olur. Zira onun îkaz edib uyardığı memleket, şehir ve köy halkı, o mubârekden mahrum olduklarından, hepsi mateme bürü­nürler, mânevi gıdadan kesilirler ve yer yüzündeki diğer varlıklar ve semâdaki meleklerde, o âlime sağlığında nasıl dua ederlerse, ölümü üede matem yapıb üzülürler.

İşte böyle olunca, «Bir kabilenin ölümü, bir âlimin Ölümünden da­ha kolaydır» Hadîsi nebevinin hükmü ortaya çıkmış olur.

b)  Birde hadîsi nebeviden anlaşılan mânâ, ilim sahibi olan âlim, ilmi ile amel etmez ve dâima şerle meşkul olarak müminlere ve top yekûn insanlara kötü örnek olursa, işte bu âlimde ölmüştür. Bu âlime pek çok kişilerde tâbi olub kötülük yarışma girişecekleri ve hatta gi­riştikleri muhakkak olmakla, o memleket halkı, ruhen ve manen öl­müş demektir.' Onların hayatları dünyada elem, ızdırab, nifak, şıkak, cidal ve kıtal gibi kötülüklerle devam eder. Ahirettede Cehennem aza­bına müstehak olub elem verici azab ile azablanırlar.

Meselâ : âlim; sapık akîde sahibi olursa veya abdest alıb namaz kılmaz, camiye cemaata gitmez, karısı ve kızları açık cıblak olur ve kızların mevcud fesadhklar içinde tahsilim savunur ve kızlarını yollar-sa, bu âlimden okuyan talebeler ve câhil halkda aynı fesadlığa düşebi­lirler.

Büyükler bir sözlerinde demişlerdir : «Âlimin zellesi, âlemin zcllesidir.»

Evet âlim bir kişinin, her hangi bir küçük günahı işlemesi, bütün câhil halkın küçük ve büyük günah işlemesine sebeb olur. Onun için, âlimin hatası; âlemin hatası, âlimin günahı; âlemin günahı, âlimin kö­tülüğü; âlemin kötülüğü, âlimin fitnesi; âlemin fitnesi, âlimin fesadı; âlemin fesadı ve âlimin sapıklığı; âlemin sapıklığıdır.

Fâsık âlimlerin zarar ve kötülükleri, böyle olduğu gibi bildikleri ile amel eden iyi ahlak sahibi âlimlerde, yer yüzünün en hayırlı kim­seleri olduğu hadîsi nebevinin devamında şöyle ifâde buyurulmuştur :

«Hayrın hayrı (hayrın en büyüğü) ise, bilginlerin hayırlılarıdır.»

Yukardaki hadîsi nebevilerin îzahı ile ilgili malumatı, «İslama So­kulan Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizin ikinci cildini okumayı tavsiye ederiz.

Âlimlerin şerirliği ve ilim adamlarından sayılamayacakları husus, bildikleri ile amel etmeyib kötülükleri işleyerek cemiyet ve cemaata kötü örnek olmalarıdır.

Ebülderdâ (R.A) den mervî bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuş-tur :

«Kİşir âlim olamaz. Tâki bildiği ile âmil ola.» (îbni Hıbban)

Yani, bildiği ile amel etmeyen kimse, ilim sahibi olamaz. Tâki bil­diği ile amel ederse, bu takdirde âlim olur.

Hadimi merhum «Berîka» adlı eserinde şunları yazıyor :

«Eğer sen, bin (1000) sene ilim okusan ve bin (lflOO) adet (cilt)

kitab cem edib toplasan, Allânü teâlânuı rahmetine müsteid ve lâyık olamazsın, Ancak bildiğinle amel edersen, rahmeti nahiyeye müstehak olursun.»   [238]                                                             

Enes bin mâlik (R.A) den mervî diğer bir hadîsi şerifde şöyle bu­yurulmuştur ;

«Ahir zamanda, câhil âbidler ve fâsık âlimler olur.»          (Hâkim)

Bu hadîsi şerifin hükümleri, asırlarca evvel görülmüş ve hâlâda görülmektedir. Adam, îmanında mukalliddir. Taklîdî îmanla büyük günah sahibidir. îmanı istidlâlîye kavuşmadıkça, günah kirinin içinde yaşamaktadır. Bu cehaleti île âbidlikden, zâhidlikden ve ehli takvi gibi amel etmekten bahseder. Cehâletiyle ibâdete devam etmekle, şey­tanın maskarası olduğundan veya olacağmdanda câhil ve habersizdir. Yukardaki âlim, âbid mukayesesini beyan eden hadîsi şerifleri okuyu­nuz.                                                                                                   

«Dikkat ediniz! Şüphesizkı Şerrin Şerri (şerrin en büyüğü) bilgin­lerin şerlileridir.»

Yani, ilim şahib; olan kimselerin kötü ve Şerlileri, milletin en kö­tüsü ve en büyük şerlisidirler. Çünkü her şeyde bilginler, örnek kim­selerdir. Bildikleri ile amel etmezler ve insanlara kötü örnek olurlar­sa, onların o kötülüklerine uyarak pek çok kimselerin şerri işlemeleri­ne sebeb olurlar.

Câhil kimselerden pek çokları, âlimlerin işledikleri kötülükleri işlemekde beis görmezler ve derlerin: «Falan hocada veya falan âlim ve bilginde bu işi işleyor. Eğer günah olsaydı, bu âlim bunu işlemezdi., gibi.»

Böyle sözleri hayatda pek çok kişilerden işittiğimiz olmuştur ve «câhil için bir defa helak, âlim için yedi defa helak» denilen kıymetli sözler, hep böyle âlimler için söylenmiştir. Mevlâmız, ilim sahibi olan lanmızı, ilmi ile âmil olarak böyle helak ve tehlikeden korusun. Amin.

Bir hadîsi şerifde denilmiştir,:

«Bir kabilenin ölümü, bir âlimin ölümünden daha kolaydır.»[239]

Bu hadîsi şerifin pek çok yönlü anlamı olmakla beraber en açık anlamı iki cihetdedir.

a)   İlmi ile âmil olan bir âlim ölünce, onun ölümü islâmda büyük bir. gedik açmış olur. Zira onun îkaz edib uyardığı memleket, şehir ve köy halkı, o mubârekden mahrum olduklarından, hepsi mateme bürü­nürler, mânevi gıdadan kesilirler ve yer yüzündeki diğer varlıklar ve semâdaki meleklerde, o âlinıe sağlığında nasıl dua ederlerse, ölümü ilede matem yapıb üzülürler.

İşte böyle olunca, «Bir kabilenin ölümü, bir âlimin ölümünden da­ha kolaydır» Hadîsi nebevinin hükmü ortaya çıkmış olur.

b)   Birde hadîsi nebeviden anlaşılan mânâ, ilim sahibi olan âlim, ilmi ile amel etmez ve dâima şerle meşkul olarak müminlere ve top yekûn insanlara kötü örnek olursa, işte bu âlimde ölmüştür. Bu âlime pek çok kişilerde tâbi olub kötülük yarışma girişecekleri ve hatta gi­riştikleri muhakkak olmakla, o memleket halkı, ruhen ve manen öl­müş demektir. Onların hayatları dünyada elem, ızdırab, nifak, şıkak, cida'l ve kıtal gibi kötülüklerle devam eder. Ahirettede Cehennem aza­bına müstehak olub elem verici azab ile azablanırlar.

Meselâ : âlim; sapık akîde sahibi olursa veya abdest alıb namaz kılmaz, camiye cemaata gitmez, karısı ve kızları açık cıblak olur ve kızların mevcud fesadlıklar içinde tahsilini savunur ve kızlarını yollar-sa, bu âlimden okuyan talebeler ve câhil halkda aynı fesadlığa düşebi lirler.

Büyükler bir sözlerinde demişlerdir :

«Âlimin zellesi, âlemin zellesidir.»

Evet âlim JDir kişinin, her hangi bir küçük günahı işlemesi, bütün câhil halkın küçük ve büyük günah işlemesine sebeb olur. Onun için, âlimin hatası; âlemin hatası, âlimin günahı; âlemin günahı, âlimin kö­tülüğü; âlemin kötülüğü, âlimin fitnesi; âlemin fitnesi, âlimin fesadı; âlemin fesadı ve âlimin sapıklığı; âlemin sapıklığıdır.

Fâsık âlimlerin zarar ve kötülükleri, böyle olduğu gibi bildikleri ile amel eden iyi ahlak sahibi âlimlerde, yer yüzünün en hayırlı kim­seleri olduğu hadîsi nebevinin devamında şöyle ifâde Duyurulmuştur :

«Hayrın hayrı (hayrm en büyüğü) ise, bilginlerin hayırlılarıdır.»

Yukardaki hadîsi nebevilerin îzahı ile ilgili malumatı, «îslâma So­kulan Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizin ikinci cildini okumayı tavsiye ederiz.

Âlimlerin şerliliği ve ilim adamlarından sayılamıyacakları husus, bildikleri ile amel etmeyib kötülükleri işleyerek cemiyet ve cemaata kötü örnek olmalarıdır.

Ebülderdâ (R.A) deri mervî bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuş-tur:

«Kişi, âlim olamaz. Tâki bildiği ile âmil ola.» [240]             

Yani, bildiği ile amel etmeyen kimse, ilim sahibi olamaz. Tâki bil­diği ile amel ederse, bu takdirde âlim olur.

Hadimi merhum «Berîka» adlı eserinde şunları yazıyor :

«Eğer sen, bin (1000) sene ilim okusan ve bin (1000) adet (cilt) kitab cem edib toplasan, Allâhü teâlânın rahmetine müsteid ve lâyık olamazsın, Ancak bildiğinle amel edersen, rahmeti ilâhiyeye müstehak olursun.»  [241]                                                               

Enes bin mâlik (R.A) den mervî diğer bir hadîsi şerifde şöyle bu-yurulmuştur :

«Ahir zamanda, câhil âbidler ve fâsık âlimler olur.»          (Hâkim)

Bu hadîsi şerifin hükümleri, asırlarca evvel görülmüş ve hâlâda görülmektedir. Adam, îmanında mukaîliddir. Taklîdî îmanla büyük günah sahibidir, imanı istidlâlîye kavuşmadıkça, günah kirinin içinde yaşamaktadır. Bu cehaleti ile âbidlikden, zâhidlikden ve ehli takvi gibi amel etmekten bahseder. Cehâletiyle ibâdete devam etmekle, şey­tanın maskarası olduğundan veya olacağındanda câhil ve habersizdir. Yukardaki âlim, âbid mukayesesini beyan eden hadîsi şerifleri okuyu­nuz.

Hadîsi şerifde beyan edilen fâsık âlimlere gelince, bu hükümde çok tehlikeli ve çok kötü bir haldir. Müslümanlara iyi örnek olacak ve doğruyu tavsiye edecek dev kişiler, Ahlak ve amel bakımından kötü örnek olurlarsa, elbette o cemiyet ve cemaat kokar, ruhen, manen ve ahlâkan ölmüş ve kokmuş olurlar. Bu sebebden izahına çalışdığımız ha­dîsi şerifde Resulü ekrem efendimiz, «Şerrin şerri, bilginlerin şerlileri­dir» buyurmuştur.

Şerli ve -kötü amel sahibi âlimler; günah sevab, haram helal, iyi ve kötü demeden her şeye dalarlar, pek çok kötülükler içinde yüzen avamı nasla haşir neşir olurlar, onların işledikleri fenalıkları ikaz edib vaz geçirmeye çalışmazlar. Ö câhillerin ayıb söz ve hareketlerini din­lerler ve görürler, dilsiz şeytan gibi susarlar. Çünkü kendileri onların fiillerini yapamaymca duyarak ve seyrederek nefislerinin hazzını alır­lar ve aynı zamanda onlardan dünyevî ve maddî menfaatlarda dü­şünürler, onun için o câhil ve ahlaksız sefihlerle sohbet edib bir çok kötülüklerini görmezden ve bilmezden gelirler.

Hadimi merhum «Berikâ» smda şunları yazıyor.

«Süfyan-i sevrî (R.A) dediki:

«Cehennemde bir dere vardır. Oraya ancak melikleri (padişah ve devlet reisi gibileri) ziyaret eden kurralar (Hmi kıraat sahihleri) girib sakin olurlar»   [242]                                                         

Fâsik âlimler, câhillerle haşir neşir oldukları gibi, sultan ve emirle­ri îkaz için değil, onlara dalkavukluk ve tâvizler vererek onlardan bir dünyalığa kavuşmak için "iltifat edib ziyaret ederler ve sofralarına otururlar. Böyle olan ilim adamları, ilâhî rahmet ve nusretten mahrum oldukları gibi, âhirette şiddetli azaba müstehak olurlar.

Süfyanı Sevrî (R.A) diyorki:

«Ben bir âyet hakkında otuz üç (33) vecih olduğunu beyan eder söylerdim. Fakat Sultanın (devlet reisinin) elinden bir lokma yedim. İşte o lokmanın kötülüğünden bütün o tevil ve tevcihleri derhal unut­tum.» [243]                       

Bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuştur :

«îlmi öğrenibde bildiği ile amel etmeyenin misali, gizlice zina edib sonra hâmile olunca o gizli yapdığı zîna fâş ouıb ortaya çıkan zinakar kadının misâli gibidirki, işte o bildiği ile amel etmeyen âlimi, Allâhü teâia kıyamet gününde bütün, mahşer halkının huzurunda açıklayıb kötülüklerini gösterecektir.»[244]

Hz. îsa aleyhisslamda şöyle demiştir :

«Kötülük sahibi fasık âlimlerin misâli, bir su ırmağının ağzına dü­şüp suyu emdirmeye ve sulanması gereken ziraat maksutlarına suyu salmayan kaya gibidir. Ve tuvalet çukurları gibidirler ki, çukurların dışları kireçlenmişdir ve fakat içleri pis bir şekilde kokmakdadir. Ve kabirler gibidirlerki, kabirlerin dışları mâmurdur. Fakat içleri ölü ke­mikleri ile doludur.»[245]                                                 

Şerli âlimler hakkında, bir nebze malumat, yukarda 218, ve 235. hadîsi şeriflerin izahında geçtiğini hatırlatırız.

Tercümesi:

268 - (71) Ebüdderdâ (R.A) den mervîdir, dedi: «Kıyamet gününde Allâhü teâlanın yanında insanların en şerli mer-tebelisi İlmi kendisine fayda vermeyen âlimdir.»[246]

Tercümesi:

269 - (72) ZiyadbinHudayr (R.A) denmervidir,dedi:

Ömer (R.A) bana dediki:

«İslâm ı yıkan şey nedir bitirmişin?

—  Ziyad dedi; Bilmiyorum, dedim.

—  Ömer dedi:

«İdamı, âlimin (bilginin) zellesi, mtinâfıkın kltabla (Kuranın hük­mü ile) cidali ve kötülük içinde olan (marnların (idareci ve âmirlerin) hükmü yıkar.»[247]

Hadîsi şerifde beyan edilen fâsık âlimlere gelince, bu hükümde çok tehlikeli ve çok kötü bir haldir. Müslümanlara iyi örnek olacak ve doğruyu tavsiye edecek dev kişiler, Ahlak ve amel bakımından kötü örnek olurlarsa, elbette o cemiyet ve cemaat kokar, ruhen, manen ve ahlâkan ölmüş ve kokmuş olurlar. Bu sebebden izahına çalışdığımız ha­dîsi şerifde Resulü ekrem efendimiz, «Şerrin şerri, bilginlerin şerlileri­dir» buyurmuştur.

Şerli ve -kötü amel sahibi âlimler; günah sevab, haram helal, iyi ve kötü demeden hex şeye dalarlar, pek çok kötülükler içinde yüzen avamı nasla haşir neşir olurlar, onların işledikleri fenalıkları ikaz edib vaz geçirmeye çalışmazlar, Ö câhillerin ayıb söz ve hareketlerini din­lerler ve görürler, dilsiz şeytan gibi susarlar. Çünkü kendileri onların fiillerini yapamaymca duyarak ve seyrederek nefislerinin hazzını alır­lar ve aynı zamanda onlardan dünyevî ve maddî menfaatlarda dü­şünürler, onun için o câhil ve ahlaksız sefihlerle sohbet edib bir çok kötülüklerini görmezden ve bilmezden gelirler. Hadimi merhum «Berikâ» sında şunları yazıyor, «Süfyan-isevrî (R.A) dediki:

«Cehennemde bir dere vardır. Oraya ancak melikleri (padişah ve devlet reisi gibileri) ziyaret eden kurralar (ilmi kıraat sâhibleri) girib sakin olurlar»[248]                                                           

Fâsik âlimler, câhillerle haşir neşir oldukları gibi, sultan ve emirle­ri îkaz için değil, onlara dalkavukluk ve tâvizler vererek onlardan bir dünyalığa kavuşmak için iltifat edib ziyaret ederler ve sofralarına otururlar. Böyle olan ilim adamları, ilâhî rahmet ve nusretîen mahrum oldukları gibi, âhirette şiddetli azaba müstehak olurlar.

SüfyanıSevrî (R.A) diyorki:

«Ben bir âyet hakkında otuz üç (33) vecih olduğunu beyan eder söylerdim. Fakat Sultanın (devlet reisinin) elinden bir lokma yedim, tşte o lokmanın kötülüğünden bütün o tevil ve tevcihleri derhal unut­tum.»[249]                       

Bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuştur :

«îlmi öğrenibde bildiği ile amel etmeyenin misali, gizlice zina edib sonra hâmile olunca o gizli yapdığı zîna fâş olub ortaya çıkan zinakar kadının misâli gibidirki, işte o bildiği ile amel etmeyen âlimi, Allâhü teâla kıyamet gününde bütün, mahşer halkının huzurunda açıklayıb kötülüklerini gösterecektir.»[250]

Hz. îsa aleyhisslamda şöyle demiştir :

«Kötülük sahibi fâsik âlimlerin misâli, bir su ırmağının ağzına dü­şüp suyu emdirmeye ve sulanması gereken ziraat mahsullarına suyu salmayan kaya gibidir. Ve tuvalet çukurları gibidirler ki, çukurların dışları kîreçlenmişdir ve fakat içleri pis bir şekilde kokmakdadır. Ve kabirler gibidirlerki, kabirlerin dışları mâmurdur. Fakat içleri ölü ke­mikleri ile doludur.» [251]                                               

Şerli âlimler hakkında, bir nebze malumat, yukarda 218. ve 235. hadîsi şeriflerin îzâhmda geçtiğini hatırlatırız.

Tercümesi:                                                     

268 - (71) Ebüdderdâ (R.A) den mervîdir, dedi: «Kıyamet gününde AUâhü teâlanın yanında insanların en şerli mer-tebelisi İlmi kendisine fayda vermeyen âlimdir.»

(Haberi, Dârimî rivayet etmiştir.)

Tercümesi:

269 - (72) Ziyad bin Hudayr (R.A) den mervîdir, dedi: Ömer fR.A) bana dediki: «İslâmı yıkan şey nedir bllirmisin?

—  Ziyad dedi; Bilmiyorum, dedim.[252]

—  Ömer dedi «tslflmı, âlimin (bilginin) zellesi, mtinâfıkm kitatria (Kuranın hük­mü ile) cidali ve kötülük İçinde olan imamların (idareci ve âmirlerin) hükmü yıkar.» [253]

 

İzahat

 

Râvî ziyad bin Hudayr (R.A), tabiînin ulularından ve muhaddisle-rin ikinci tabaKasmdandır. Künyesi, Ebülmuğire veya Ebû Abdurrah-mandir.

Bu zat; Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. îbni Mes'ud (R.A) gibi dev sahâ-Kelerden hadîs rivayet edib öğrenmiştir.

Kendisindende pek çok tabiîn hadîs rivayet edib ilim tâlim et­mişlerdir, îlim tâlimi ve tebliği, ekseriya küfede olmuştur. Vefat târi­hine rastlanamamıştır. Allah ondan razî olsun.

Bu kıymetli cümlelerin açıklayıcı îzahı, yukardaki hadisi nebevi­lerin izahlarında geçmiştir. Ayrıca hu eserin birinci cildi ile «İslama Sokulan Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizde uzun beyanat mezkûrdur.

Ancak hirinci ve üçüncü hükmün istinadgâhi bir hadîsi nebevi me­alini nakledelim:

Müaz bin Cebel (R.A) den mervîdir, Resulü ekrem sallallâhü aley­hi vesellem buyurduki:

«Benim ümmetimden iki sınıf vardır. Bu iki sınıf, iyi olurlarsa, iı> sanlarda iyi olur. Şayet o iki sınıf kötü olurlarsa, insanlarda kötü olur.

— O iki sınıf, ümera (âmirler) ve fukaha (şeriat âlimleri ve biîgin-leT) dir.»

Tarih boyunca bir çok iyi milletlerin fesatlaştıkları, ümerâ ve ule­manın fesatlıkları sebebiyle olmuştur. Bulunduğumuz asırdada, yine yaşantılarından naklettiğimiz üzere, pek çok bilginler, îtikâdr amel ve ahlak bakımından fesadlık içindedirler. Keza âmirlerin aynı şekilde fesadlık yarışında olmaları, hadîsi nebevideki hüküm, bütün açıklığı ile görülmektedirki, insanlar kötülük içinde âdeta yarış yapmaktadır­lar. Bu fesatlıklara sebeh olanlar, saçıyla sakalıyla âlim geçinenlerden gayri meşru toplantılara iştirak edib yabancı kadinlarla el sıkışanlar­dan tutunda, din hizmetlerini ihmal edib amel etmeyen ilim adamları ve pek çok haramları işleyen âmirlerdir.

İşte bu yaşantı ve görünüş, asırlarca evvel nuru nübüvvetden zu­hur eden bir hakikatin mucizevî tezahürüdür.

Ataların; «Balık ,naşdan kokar.» Sözüde bu gerçeklere müsteniddir.

Kokmuş başların insanların başına gelmesine sebebde, o milletin kötülüklere dalıb işlemeleridir. Netekim bir hadisi şerifde şöyle buyu-rulmuştur:

«Siz nasıl olursanız, başınıza öyleleri getirilir.»[254]

«Herkez, layık olduğu Mâjfeyekavuşur» demlen sözün dayanağı bu hadisdir.

Hacca ca, «Siz Hz. Ömer-in hilâfetine erişdiniz, onun adaletini gör­dünüz, niçin onun gibi adâletde bulunmuyorsunuz?» denilme, diyofki :

«Siz, takvada Ebû zer gibi olunuz, bende Ömer gibi adaletli ola­yım.»[255]                                                                     

Sağlam vucudda, sağlam kafa bulunur ve sağlam kafa, sağlam vu-cudda olur. Azan belâsını, dileyen mevlâsmı bulur.

İnsanlar, ekseriya suç ve ayibları hep başkalarına yükletirler. San­ki hiç suçun sahibi yoktur. Halbuki, yaydanda vardır, çarkdanda. Her ferd kendi suçunu itiraf eder, tevbe ve nedamet ederse, elbet halikı zülcelâl bağışlar, yardım ve lutfunu esirgemez.

Bir millet isyanda ısrar ederse, Cenâbu hak onların ıslah ve îkazı için çeşitli sebeb ve yollarla musibetler, âfetler, zulüm ve zâlimler ve­ya ıslaha şahsiyetler yaratıp göndermiştir. Islah olmayanlanda, helak etmiştir.

Bir âyeti kerimede şöyle buyurulmuştur :

«Muhakkak ki Allah (c.c), bir kavme (bir topluluğa ve cemaata) verdiği nimeti, onlar, kendilerindeki iyi hâli kötülüğe çevirmedikce bozmaz. Bir kavme de (topluluğa da) Allah {c.c.) bir kötülük yapmak İstedimİ, artık onun geri çevrilmesine hiç bir çâre yoktur ve o kavm (topluluk) için {kendilerine yardım edecek) Aflahdan başka bir yar­dımcıda yoktur.»  [256]                                                       

Diğer bir âyet meali şöyledir :

«Bir memleketi, helak etmek istediğimiz zaman, o memleketin zev­ke düşkün öncülerine (âmirlerine, zenginlerine kendilerine gönderi­len peygamberler veya. âlimler yasıtasiyle) itaat emrederiz. Onlar (o âmirler ve zenginler gibi zevke düşkünler), orada boyun eğmezler ve itaat etmezler. Artık bu takdirde o memleketin (ve halkının) üzerine (helak) hükmü gerçekleşmiştir. İşte o memleketi kökünden helak edib yok ederiz.» (îsrâ sûresi, 16)                                                               

Bir memleket ve milletin, akıbetinin amiriyle, memuruyla, âlimiy-le ve câhiliyle kendi umuru harektlerine bağlı olduğu gayet açık ifâde­lerle beyan edilmiştir. Kötüiükde yarış yapanların, sonlarının helak ve harab olmak olduğuda açıktır.

Cemiyet ve cemaatın kurtuluşunu tarif eden bir âyet meali ile neticeleyelim :

Tercümesi:

270 - (7) Hasanı (Basrî R.A) den mervîdir, dedi:

«İlim, ikidir : Birisi kalbdeki ilimdirki, işte bu ilim, menfaat veren ilimdir.

— Diğeri dil üzerinde olan ilimdir, işte oda Âdem oğlunun aleyhi­ne Allâhü teâlanm bir delilidir.»[257]

 (Not : Bu cümlelerin açıklayıcı hükümleri, yukarda ilmi zahir, il­mi, bâtın, fıkıh, tasavvuf ve takva ilimlerinin izahında zikredilmiştir.)

Tercümesi:

271 - (74) EbîHureyre (R.A) den mervîdîr, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) den iki nevî ilim hıfzettim :

—  Bunlardan birisi, size açıklayın haber verdiğimdir.[258]

—  Diğeri ise, eğer o ilmi açıklamış olsam, boğazım şu can dama­lının olduğu yerden kesilir.»

 

Tercümesi:

272 - (75) Abdullah bin mes'ud (R.A) den mervîdir, dedi:

«Ey insanlar! Bir kimse, bir şeyi bilirse, hemen onu söylesin. Şa­yet bilmezse, bu takdirde Allâhü teâla daha iyi bilir, desin. Zira ilimden biriside, bilmediğin şeyi Allâhü teâla bilir demendir.

— Allâhü teâla nebisine şöyle buyurdu:[259]

«(Ey Habibim!) deki : Ben tebliğime karşı sizden bir ücret istemi­yorum. Ve (ey Mekke halkı!) ben düzenbazlardan depim.» (Saad sû­resi, 86) [260]

 

İzahat
 

HabeTi beyan eden ibni mes'ud (RA) m bu cümlelerine mümasil yaşantıda bulunan pek çok büyükler olmuştur.

Şârih Âliyyulkârİ merhum şu satırları yazıyor : «Muhakkakki, Ali radıyalâhü teâla anh, kendisi minberde iken bir şey den sual edildi.

—  Derhal Hz. Ali (R.A) bilmiyorum, dedi.

—  Hemen denildi, sen minbere çıktığın halde nasıl   bilmiyorum diyorsun?

—  İşte o anda Hz. Ali şu cevabda bulundu :

«Ancak ve ancak ilmim kadar yukarıya çıkmış oldum. Eğer cehlim kadar yukarıya çıkmış olsaydım, semâlara ulaşırdım.»[261]

Hz. AH (R.A) den mervîdir, dediki:

«Bilmediğiniz bir şeyden sual olunursanız, fetva vermekten derhal kaçınınız.

— Bir zat nasıl kaçınalım ey emiril müminin? dedi:

— Ali (R.A.) dedi:

«Allâhü âlem (Allalıütaâlâ daha iyi bilir) deyiniz.»[262]

İmam-i Şâbî f R.A.), dedi:

«Bilmiyorum, ilmin yarısıdır.»[263]                 

Yani, sorulan suallere karşı bilmediklerini, «bilmiyorum» diyerek fazilet göstermek, ilmin yarısı demektir.

İmam-i Mâlik (R.A.) den kırk (40) sual sorulmuştur. Bu kırk su­alden otuz altı (36) sına «Bilmiyorum» demiştir. [264]

Ayrıca Şârih bu mes'eleyi yukardaki ibarenin yazıldığı ikiyüz elli yedi (257) inci sahifesinde yazmıştır.

Bir hadîsi şerifde : «Sizin fetva vermeye cür'et edeniniz, kendini ce­hennem ateşine cür'etle atanmızdır.» duyurulmuştur.

(Süneni, Dârimî C, 1, 57) Diğer bir hadîsi nebevi meâlide şöyledir: «Müftiler, fetva versede, yine sen kalbine danış.»[265]

Yani, müftiler, fetvayı danışıldığına göre verirler. îfâde değişikliği gifci hallerle fetva danıştığın da, vicdanıym rahat etmeyeceğini iyi dü­şün, hiç ifâde değiştirmeden danış, demektir.

Veya fetva danışılan müftüler, ehliyetsiz ve bilsizi olabilirler. Doğ­ru fetva verdiklerine kalbin kanaat getirmeyorsa, bu takdirde gönlün rahat edinceye kadar o mes'elenin aydınlığa kavuşmasını araştır, de­mektir.

Büyüklerden Halil bin Ahmet (R.A.) dediki: «Adamlar dört (4) dür (vu şunlardır) :

a)  Bir adamdırki, bilir ve bildiği ilmin kıymetinîde bilir. îşte bu a-dam, âlimdir. Binâenaleyh bu âlime (meselelerinizi) sorunuz.

b)  Bir adamda bilir, fakat bildiği ilmin kıymetini bilmez. İşte bu adam gafil insandır. Hemen buna, ilminin kıymetini takdir etmesini ikaz edip öğüt veriniz.

c)  Bir adamda bilmez, fakat bilmediğini bilir. İşte bu adam İrşad ve uyarılmaya tâlib bir kişidir. Binâenaleyh hemen o adamı, irşad edîb uyarınız.

d)  Bir adamda bilmez, bilmediğimde bilmez. İşte bu adam câhil­dir (cehli murekkeb sahibidir). Binâenaleyh bu adamı ıslah ve ikâz e-deceğiz diye uğraşmayınız, kendi hâline terk ediniz.»[266]

İbni Ömer (R.A) den mervi bir hadîsi şerifde Resülüllah (S.A.V) şöyle buyurmuştur :

«İslam (dini, bütün dinlere) galib gelirki (Şu hallerde) -r Tüccar de­nizde emin ve salim olarak gider gelir ve At, Allah yolunda sür'at eder (Cihad ve hayır yoluna) giderse (îslam gâlib olur).    .

—  Sonra riyakar ve kibirli cemaatlar zuhur eder. Kur'ani okur­lar, derler ki: Bizden daha iyi kim okur, bizden daha ıakili (âlim) kim var.

— İşte bunlar, sizden bu ümmetdendir   ve bu kötü kimseler, Ce­hennem tutrağı (yakıtı, odunu) direr.» [267]

Diğer bir hadîsi şerifde de şöyle buyuruîmuştur: «Kim, ben âlimim derse, işte o kimse, câhildir.»[268]

İşte bu kibirlenme ve büyüklenme felâketinden uzak olmak için, İmamı Birgİvinin, şu tavsiyesine dikkat edelim :             

«Kula layık olan, hiç bir ferde karşı büyüklenmemektir.

—  Zira eğer âlim, câhile bakarsa, bu kimse, Allâhüteâlaya isyanı, . nehli ile yapmıştır. Ben ise, ilmimle isyan ettim. Binâenaleyh bu câhil

kişi, Allâhm indinde benden daha mazurdur, der.

—  Eğer kendisinden üstün bir âlime bakarsa, bu kişi benim bilme­diğimi biliyor. Binâenaleyh ben bunun gibi nasıl olabilirim? (keza ilmi ile âmil olan bir âlime bakınca, bu kişi ilminin-hakkını ödeyor, ilmi ils amel ediyor. Şu halde ben bunun gibi asla olamam) der.

— Eğer yaş itibariyle kendinden daha büyüğüne bakarsa, bu kim- evvel Allâha kulluk yapmışdır, der.'

—  Eğer yaş itibariyle kendisinden daha küçüğüne bakarsa, ben bundan evvel Allâha isyan edib günah işledim. Binâenaleyh benim gü­nahım bundan daha çoktur. Üyle olunca ben bununla nasıl aynı ola-hilirim, der.

—  Eğer kendisi ile (siimon ve ilmen) müs?vi olan bir kimseye ba­karsa, ben kendi hâlimi bilirim, onun iç hâlini bilemem, bilinen tahkir 'jtmeye bilinmeyenden daha evladır, der......»[269]

İlmi ile büyüklenmeuen ilim otoritesi cennet mekan seksenlik üs­tadım Akşehirli hacı Ahmet efendi merhum diynrduki:

«Biz, hocalarımızın okuyup bildiklerinin ancak onda birini öğrene­bildik...»

Medreselerde, tam tedrisat usulüyle ilmi tahsil eden böyle derse, bizler ne halde ve nasıl olabiliriz?

Tercümesi :

273- (76) İbniSîrin (R.A) den mervîöir, dedi: «Muhkkak bu {kitap ve sünnetten alman)  ilim, dindir. Binâena­leyh[270] dînînizi kimden aldığınıza dikkat ediniz.» [271]

 

İzahat
 

Râvî İbni Sîrîyn (R.A.) Muhammed bin Sîr'yn (R.A) dirki; Enes bin mâlikin kölesi ve tabiînin meşhurlarmdandır.

Enes Bin Mâlik, Ebî Hureyre, Zeyd bin sabit, Hasan bin Ali, Hü-zeyfetülyemânî, Semure bin Cündüb, Muaviye, Ebüdderdâ, Ebî Saîd, Ebî katâde ve Aişs (Allah hepsinden razı olsun) gibi pek çok sahabeden hadis rivayet etmiştir. Kendisinden tabiînin ulularından bir çok kişi ha­dis rivayet etmişlerdir.

Bu zat hakkında İbni Saad (R.A) demiştirki:

«İbni Sîrîyn (R.A); sika, emin, âlî, yüksek, fakih, ilmi çok bir imam ve vera-ı takva sahibi yüksek gayeli bir kişidir.» .

İbniHibban(R.A) da dedi:

«Muhammed bin Sîriyh (R.A), Basra ehâlisinin en müttekîsi, lakin, fâzıl, hadis hafızı ve rüyayı tâbir eden bir inanılır kişi idi.»[272]

Vefatı, hicretin yüz yirmi (120) sinin Şevval ayında yetmiş yedi (77) yaşında vuku bulmuştur. Allah ondan râzî olsun.

Bu büyük zat, yukardaki haberinde, ilmin bir din olduğunu ve bu din ilminin, itimada layık, adaletli, ahlaklı ve her yönüyle güvenilir ki­şilerden alınmasını tavsiye buyurmaktadır.

Büyükler bir sözlerinde, «İlim, itimada layık âlim adamların ağız­larından alınır.» demişlerdir.

Evet ilim, inanılan .ve ilmi ile âmil olan şahsiyetli ilim otoritelerin­den alınmalıdır. Çünkü böylelerinden alman ilim, ilmi nâfî olur. Bere­ketli hocalardan, bereketli ilim almırki, sahibini en doğru ve en iyi yola sevk eder. Hatta ilmi ile âmil olan fazılların eserlgrini okumak dahi, o şahsın ahlak ve feyzinden istifade edilir.

Şayet ilim, itimada layık olmayan ve fâsık kişilerden  öğrenilirse-veya öğrenilmek istenirse, bu takdirde faydalı ilimden  daha zîyâüü pek çok zararlar tevlid eden bilgiler öğrenilebilir. Berektsiz hocalar­dan, bereketsiz ilim almırki, sahibini felâkete sürükleyebilir.

Pek çok büyükler, itimada layık olmayan fâsık âlimlerden, koyu­nun kurddan kaçtığı gibi kaçmayı, sahili selâmet olarak beyan etmiş­lerdir.

Bu sebebdan İbni Sîrîyn (R.A) de. «Dîninizi, kimden aldığınıza (öğrendiğinize) dikkat ediniz.» buyurmuştur.

Altından altın olan bu çok kıymetli .söze, bilhassa günümüzde dik­kat edilmelidir. Zira ataların, «Yarım hoca din yıkar, yarım tabib (dok­tor) can yakar,» dedikleri gibi, çekirdekden din ve şeriat ilmine çalışıp yetişmemiş, uzun zaman pek çok fesatlıklar ve kötülükler içinde dün­yalıklarla meşkul olmuş, ya başka bir iş ve meslekden, işten emekli olub çıkmış veya orada iken hatılı gayri müslimlerin islam hakkında yazdıklarından öğrendiği bilgilerle veya kâfir düşünce ve pirensiple-rine hayranlık içinde olanların telkinleri ile veya kendisinin, ehlinden okumadan bâzı kitablar karıştırarak bir şeyler öğrenib günün sefihleri­ne yaranmak için, bir takım hüküm kesmeleri gibi sayılmayacak kadar çok olan fesatlıklara dalmış veya böyle fesatlıkların tesirinde olanla­rın, din hakkında verdikleri fetvalar, beyan ettikleri bilgiler ve yazdık­ları eserler, ekseriya fesatlık, yanlışlık ve pek çok kötülüklerle dolu olur. Çeşitli menfaat ve şöhret düşgünlüğü ile, selefi sâlihin efendileri­mizden pek çok büyükleri küçümseyib kötülerler.

Hele kafaları fırkacılık hastalığına saplanmış ve bir fırkaya âşirî derecde şartlanmış olan dîn âlimleri, hiçde itimada layık bir ilim ada­mı olamazlar. Çünkü bütün hükümleri, kendi fırkaları ve kendi dü-

şünceleri doğrultusunda îzah etmeye kalkışabilirler. Târih boyunca dîni dünyaya köprü yapanlar, hep böyle yapmışlardır. Aynı haller gü-nümüzdede çok açık ve hâdiseli şekilde cereyan edib görülmektedir.

Bu tehlikeleri gören pek çok büyükler, «Şeytandan ve siyâsetten Allâha sığınırım» demişlerdir.

Gerçek ilim otoriteleri ile, yarım veya hiç menzilinde olan allâme taslaklarının, hal ve amellerinden bâzı örnekler, yukarda muhtelif ha­dîsi nebevilerin îzahat bölümünde zikredilmiştir. Tekrar okuyalım.

Tercümesi:

274 - (77)   Huzeyfe (R.A) denmervîdir,dedi:

«Ey kurrâ Cemaatı! İstikâmet üzere devam ediniz. Zira sizler (Sa­habe olarak İslama girişiniz) Pek çok önde cereyan edip geçmiştir.[273]

— Eğer siz, islâmî hakikatlerı ana cadde olan kitap ve sünnetten almayib caddenin sağından ve solundan alırsanız, elbette çok kötü yola sapmışlardan olursunuz.» [274]

 

Îzahat
 

Râvi Huzeyfetülyemânî (R.A) hakkında kısa malumat, birinci cil­din yüz seksen yedi (187) ci sahiiesinde zikredilmiştir.

İstikâmetin tarif ve izamda, yine birinci cildin 104-106. sahifele-rinde geçmiştir. Orayı tekrar okumayı tavsiye ederiz.

Hz. Huzeyfe -(R.A) da, istikâmet yolu olan ana cadde sıratı müşte­kime (ehli sünnet velcemaat yolu olan tarikatı Muhammediyeye) ta­bî olub, bu yolun sağından ve solundan giren veya çıkan talî yollara uyulmamasını dikkatla tavsiye ediyor. Çünkü ana caddeyi bırakıb sağdaki ve soldaki talî yollara uymak veya gitmek, bâtıl yollara gö­türeceğini beyanda bulunuyor.

Bbu mübarek sahabe, şu âyeti kerîmenin hükmünü açıklamakta­dır :

«Şu emrettiğim yol, benim dosdoğru yolumdur. Dâima ona (o ana cadde olan doğru yola) - uyun. Başka (bâtıl) yollara uymayinki, sizi onun (Allanın) yolundan saptırıp parçalamasınlar.» (En'am sûresi, 153)

Bu âyeti kerimenin anlamını, Resulü ekrem (S.A.V) efendimizde beyan etmiştir. Açıklayıcı izahı, birinci cildde 166. hadisdeki, 332-333 sahifelerde ve 191. hadisinde sahife; 399-400 de daha genişletilmiş hü-Kümler beyan edilmiştir. Birde bu cildde 214. hadîsin îzahmı okuyalım.

Tercümesi:

275 - (78) EbîHureyre (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :                               

«Hüzün ve keder kuyusundan Allaha sığınınız.»

—  Ashabı, kiram dediler :

—  Ya Resûlüllah! O hüzün kuyusu nedir?

—  Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :                           

«Cehennemde bir deredirki : Cehennem, Allanın günü dörtyüz de­fa ondan Allaha sığınır.»

Denildiki: Ya Resûlüllah! O dereye kim girecektir?

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Amelleri ile gösteriş (riyakarlık) yapan kurrâlar (gireceklerdir).»

(Hadîsi, Tirmizî rivayet etmiştir. Keza İbni Mâcede rivayet etmiş­tir. Ve şunu ziyâde etmiştir :

«AHahü teâlaya karşı kurrâların en mığuzluları, âmirleri ziyaret edenlerdir.»

__     Muharibi isimli muhaddis dediki : Amirlerden maksad, zâlim olan amirlerdir.

(Not : Bu hadîsi nebevinin hükümleri ile ilgili îzâhat, yukardaki hadîsi şeriflerin pek çoklarının açıklamalarında geçmiştir.   Bilhassa, 66 - 267 ve 269. hadîsi şeriflerin izahatında geçtiğini hatırlatırız.)

Tercümesi:

276 - (79) Ali (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«İnsanlar üzerine bir zamanın (fesadüğm zuhur ettiği zamanın) gelmesi yakındır, fo zamanda) ancak islamın ismi ve Kur'anm resmi kalır. O insanların mescidleri, mâmur olur. Ve fakat o mescidler veya mescidlerin cemaatları, hidâyetten harabdırlar.[275]

— Onların âMmleri, gök kubbenin altındakilerin (insanların) en şerlileridirler* Zira fitne onlardan çıkar ve yine tekrar onlara avdet eder.» [276]



[236] (Takrib ettehzib, C. I, 49)

[237] (Aynul ilim, C. 1,19)

[238]  (Berîka, C. 2. 261)

[239] (Aynul ilim, C. 1,19)

[240] (îbni Hıbban)

[241] (Berîka, C. 2. 261)

[242] (Berika, C. 2, 262)

[243] (Kenarlı Berîka, C. 2, 262)

[244] (Berîkanın kenarında Receb efendi, C. 2, 261)

[245] (Berîka, C. 2, 260)

[246] (Berîka, C. 2, 260)

[247] (Haberi, Dârimî rivayet etmiştir.)

[248] (Berika, C. 2, 262)

[249] (Kenarlı Berîka, C. 2, 262)

[250] (Berîkanın kenarında Receb efendi, C. 2,261)

[251] (Berîka, C. 2, 260)

[252] (Haberi, Dârimî rivayet etmiştir.)

[253] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 216-220.

[254] (Fethulkebir,C.2, 332)

[255] (Şiratül islâm, 522)

[256] (Ra'd sûresi, 11)

[257] (Haberi, Dârimî rivayet etmiştir.)

[258] (Haberi, Buhari rivayet etmiştir.)

[259] (Haberi, Buhari ve Müslim ittifakla rivayet ettiler.)

[260] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 221-225.

[261] (Mirkad, C. I, 257}

[262] (Süneni Dârimî, C. 1.63)

[263] (Süneni, Dârimî, C. I, 63)

[264] (Aynulilim, C. 1. 28)

[265] (Aynul ilim, C. 1,28)

[266] (Edebuddünyâ veddin, 63)

[267] (Tabarâni evsaf)

[268] (Berika,C.2,263)

[269] (Keza Bak, Berika, C. 2, 264—265)

[270] (Haberi, Müslim rivayet etmiştir.)

[271] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 225-228.

[272] (Tehzîbüttehzîb, C.9r216)

[273] (Haberi, Buhâri rivayet etmiştir.)

[274] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 228-230.

[275] (Hadîsi, Beyhakî «ŞuaMlîman» adh eserinde rivayet etmiştir.)

[276] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 230-232.