๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mişkatul Mesabih => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 27 Haziran 2011, 14:18:26



Konu Başlığı: Ilim bahsi II
Gönderen: Sümeyye üzerinde 27 Haziran 2011, 14:18:26
Ilim bahsi II



İzahat
 
Râvî Ebî Ümâmetül Bâhilî (R.A) in tercüme-i hâli, birinci cildin 139. sahifesinde yazılmıştır.

Hadîsi şerifde Âlim ile âbidin fazilet mukayesesi yapılmış ve Re­sulü ekrem efendimizin, tevâzû olarak beyan edib kendisinin, bu üm­metin en aşağısına üstünlüğü ne ise, âliminde âbid üzerine üstünlüğü aynıdır. Âlim kişinin, âbid kişiye üstünlüğü, Peygamberin ümmetine üstünlüğü gibidir.

Öyle ise, her müslüman ve âbid, âlime saygı ve hürmetini, Peygam­bere hürmet ettiği gibi etmelidir. Bu şekilde davranması, Peygamber tavsiyesidiT. Âlime saygılı olanda, Peygambere saygılı kimse gibidir.

Âlime, bütün varlıkların hayır duada bulunması ise, âlimin men­faat ve iyiliği, âbidden daha şümullü ve daha geniş olmasındandır. Bütün varlıkların duası, ancak ilmi nâfî sahibi, din ve şeriat ilmine âlim olub, bildiği ile amel ederek bilmeyen kimselerede tâlim edib öğreten âlimedir. Yoksa ilmi kendine fayda vermeyen ve başka-larmada öğretmeyen, ilmi ile kibirlenen kimseye, hayır duâ edilmediği gibi, ilâhî azabın en eşeddîde ona olacaktır. Zira varlıkların en şerlileri­dir. Bak, ileride 267-268 hadîsi şerife ye îzâhma.

Netekim bir hadîsi nebevide şöyle buyurulmuştur :


«Kıyamet gününde azabın en şiddetlisi, bir âlimdirki, Allâhü teâlâ ona ilminin menfaatini (ilmi ile amel etmesini) lutfetmemiştir.»[83]

Resulü ekrem efendimizin, «insanlara hayır (din, îman ve güzel ahlak) öğreten mualime dua ederler.» Buyurmasında ise, çok mühim bir kayıt vardır.

Zira «hayır öğreten muallim» buyurmakla, insanlara, dinlerini, şeriat hükümlerinin her şeyini, ahlak ve faziletle ilgili iyilikleri öğreten, din, ahlak ve fazilet hocasına dua edilmektedir.

Şer öğreten muallim ve hocalar ise, bu duadan mahrum olduğu gibi, bütün varlıkların bedduası ve Allanın belâ ve azabı onlaradır. Belki cenabu hak dünyada mühlet verir, fakat âhirette şiddetli azab ile cezalandırır.

İlim melcisi olan fıkıh tâlimi meclisi ile zikir ve dua meclislerinin birer fazilet olduğu ve fakat bu iki meclisden ilim meclisinin daha ef-dal olub Resulü ekrem efendimizin bizzat ilmi fıkıhla meşkul olanların meclisini tercih edib oturduğu, ileride iki yüz elli yedi (257) inci hadîsi şerifde beyan buyurulmuştur.

Tercümesi:


214 (17) Yukardaki hadîsi Dârimî, Mekmıl (R.A) den mürsei olarak rivayet etmiştir, ve hadisdeki, iki adam, hükmünü ifâde eden cümleleri zikretmemiştir ve Resûlüllahdan hikâye ederek mekhul (R.A) dedi:                             

«Âlimin âbid üzerine fazileti, benim sizin, ednânız üzerine faziletim gibidir, sonra şu meâldaki âyeti kerimeyi okudu :

«Allahdan, kullan İçinde ancak (ben azimüşşanı) hakkı ile bilen âlimler korkar.» (Fatır sûresi, 28)                                                         

Mekhul (R.A), hadisi şerifi âhirine kadar serd edip okumuştur. [84]

 

İzahat

 

Râvî mekhul (R.A), tabiînin ulularmdandır ve evzâînin hocasıdır. Zührî (R.A) dedi : Alimler, dört adetdir; Ibni Müseyyib medinede, şâbî küfede, Hasanı Basrî Basrada ve Mekhul Samdadır. Yani, bunlar, devir ve zamanlarının en bilgin kişileri, demektir.

Mekhul (RA), zamanında ondan daha basiretli fetva veren yoktu ve kendisi fetvayı vermezden evvel, «lâ havle velâ kuvvete illâbillâh» der, ondan sonra fetva verirdi ve işte bu benim reyimdir. Rey (görüş ve fetva) ise, hata ve isabetli olabilir, derdi.[85]             

Muhyiddîn en Nevevî merhum «Tehzibül esma» isimli eserinde şu satırları yazıyor : Mekhul (R.A) tabiînin fakihlerinden, Ebu Abdillah mekhul bin zeyd dir. Kendisi pek çok sahabeden hadis rivayet etmiş­tir ve ondanda, ibni müseyyib gibi zatlar ve bir çok halk hadis rivayet etmişlerdir. Kendisinin îtimad edilir âlim olduğuna, pek çok ulemâ ve sulaha ittifak etmişlerdir.

Samda sakin olmuş ve yüz onsekiz (118) târihinde yine Samda vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.

Hadîsi Şerifde, Resulü ekrem efendimiz âlim ile âbidin üstünlük mukayesesini yapıyor. Câhil, sefih, abdestsiz, namazsız, karısı ve kızı açık çıplak şekilde yabancı erkeklerin huzurunda sözde ilim okuyan ve erkeklerle tokalaşib karma karışık vaziyette oturan ve bir tarafdan-da ehli lakva geçinen sapıklarla mukayese buyurmayor.

Zira âbid; seccadeye, mescid ve emsali ibâdet ve zikri ilâhî yapılan yerlere bağlı, başka kimselerle ve dünya ile fazla ilgilenmez. Ancak . zarurî ihtiyaçlarını temin edecek kadar dünya ile meşkul olıfr. Her zaman ve mekanda, ibâdet ve itaâtla meşkul olan bir zattır.

Alim ise, bildiği ile amel eder ve bildiğini başkalarına, tâlim, terbi­ye, Vâzu nasihat, hitabet, talebe okutan, eser yazıp ilmini yayan ve böylece insanlığa çok ve çok faydalı olan bir kişidir.

îşte böylece âbidin iyilik ve hizmeti şahsına inhisar edib, âlimin iyilik ve hizmeti ise, bütün insanlığın kurtuluş ve selâmetine Şâmil olduğundan, âlim abidden üstün oluyor. Resulü ekrem efendimizde;

«Alimin, âbide üstünlüğü, benim sizin (hiç hesaba almadığınız) en aşağınıza üstünlüğüm gibidir.» cümleleri ile, açıklamaya çalıştığımız hakikatları beyan buyurmaktadır.

- Peygamber sallallâhü aleyhi vesellem, bu sözünden sonra Sûre-i fâtırdaki âyeti kerimeyi okumaklada, Allahdan hakkı ile korkanlann, Allahü teâlânm zat ve sıfatlarını, emir ve nehiylerini, dünya ve âhiret hükümlerini hakkı ile bilen âlimler olduğu beyan buyurulmuştur.

Allahdan en çok korkan kimselerinde, Allâhın en sevgili ve velî kulları olduğuda muhakkakdır.

Bu hususu beyan eden Kur'an âyetleride şöyledir ;

«Muhakkakki, Allah katında sizin en iyiniz, Allahdan en çok kor-kanlarımzdır.» (Hucurat sûresi, 13)                                                     

Diğer âyet meâlide şöyledir :

«Onun (Allâhın) dostları ise, ancak Allahdan çok korkan müttekî-lerdir.» (Enfal sûresi, 34)                                                                       

Diğer âyet meali:

«Velîler, o kimselerdirki, Alâha îman edib, emirlerine itaat edib yasaklarından sakınırlar.» (Yûnus sûresi, 63)                                       

Bu âyeti kerimelerde belirtildiği üzere, Allâhın dostları = velîleri, Allâha îman-edib ondan hakkı ile korkan müttekî kimselerdir. Allah­dan hakkı ile gerçekden kuikanlarda", Allahülealayi en iyi bilen kimse­lerdir. Yani, ilim, korkulu îcab ettirir. Bilgisizlik ve cehil ise, isyan ve günah işlettirir.

Hayatı tehlikeye atan veya atacak olan zehirli bir maddenin zehir-leyiciliğini bilen kişi, ondan sakınır, kendisini tehlikeye atmaz. Bilmeyen kimse ise, sakınmaz hayatını helak eder. Birde bildiği halde zehiri yu­tarsa, oda kendisinin, hem dünyasını ve hem uhrasmı perişan edib he­lak etmiştir. Zira zehirin öldürücü bir madde olduğunu bildiği halde içip kendini intihar suretiyle Öldürenin günah ve vebalı, bir maddenin zehir olduğunu bilmeden içipde zehirlenerek ölen kimsenin günahından daha eşettir. Ahirette cezasıda katmerlidir.

Bu sebebden denilmiştir : «Veylun lilcâhili merreten ve veyltin li-lâiimi seb'a merrât-Câhİl için bir defa helak ve fakat âlim için yedi defa helakdır.» [86]                                                       

Selefi sâlihin, mutabakata varmışlardırki, bir kimse, Allâha isyan ederse, işte o kimse câhildir.

Zira cenâbu hak şöyle buyurmuştur :

«Ancak Allâhın kabul edceği tevbe, o kimselerin tevbesidirkİ, bit cahillikle her hanki bir kabahat işlerler, sonrada çok geçmeden tevbe ederler,» (Nisa sûresi, 17)

İşte âyeti kerimede beyan edildiği üzere, kabahat ve kötülüğü, câ­hiller işlerler veya o kötülüğün kötülük olduğunu bilir ve fakat ken­disini bilmez yerine koyub bilmezmiş gibi günahı işlerler.

Şu halde Âlândan hakkı ile korkub günah işlemekden kaçınanlar, Allâhü teâlayı iyi bilip emir ve nehiylerine riâyet edenler, Allâhm en sevgili velî kullarıdırlar.

İlim ve irfandan mahrum câhil kimseler ise, dâima isyan ve fena­lığa kendilerini atabilen veya atabilecek olan bir çok faziletlerden mahrum maneviyat fukarası kimselerdir. Ve bu zavallı câhilleri, Allâhü teâla dost-da edinmez.

Netekim İmam-ı Şâfi-î merhum şöyle demiştir : «Eğer âlimler, Allâhm dostları olub evliya olmazlarsa, Allah (c.c.) için velî yoktur. Zira Allâhü teâla câhil kimseyi velî (dost) edinmez.[87]

Seyyid Ahmed el Rufâ-î merhumda «Elbürhânül müeyyed» isimli eserinde şöyle yazmıştır:

«Allâhü teâla, Câhil kimseyi veli (dost) lamımız.»

Büyüklerin bıi sözleri, kitap ve sünnete tıpa tıp uyan hükünıleâ ihtiva eden bir cevherdirler.

İlmi ile âmil ulemânın değrleri, görüldüğü üzere âbidden çok ve çoK üstün iken, pek çok câhil kişiler ve şeytanın maskarası sapık ve zındıklar, bir fırka ve topluluk teşkil edib, sohbet, nafile namaz ve bir mikdar teşbih ve tehlil de bulundularmı, hemen kendileri gibi olmayan veya kendilerine iltihak edib fırkacılığa yanaşmayan, imam-müezzin, vaiz, müfti, kur'an kursu ve emsali din hizmetinde bulunan âlimlere, hakaret etmeyi, kötülemeyi ve hatta çeşitli iftirada bulunmayı, bir marifet gibi, işleynler olmuş ve bu kötü hal ve hareketleri, aynı şekilde yapanlar gün geçdikçe çoğalmaktadır.

Allâhü teâla, Peygamber (S.A.V) efendimiz ve onun saf ümmetleri, ilmi ile âmil, hak mücahidi âlimler, takdir edib yüksek mertebe sahibi olduklarını beyan buyurmakda, bu tip sapıklarda ilk vazifeleri, «zâhirci hoca, şeriatçı âlim, o hoca kabıkla meşkuldur gibi..» ifâdelerle hakaret etmektedirler.

İlmi ile âmil ilim adamı ile, Allâha ıhlasla ibâdet eden-âbidier, dâ­ima hak yolunda derece ve mertebelerini bilerek hayata devam etmiş­lerdir. Fasık ve sapıklarda, böyle müfsidliklerine devam etmişlerdir.

Şimdi buraya kadar naklettiğiniz bir Kaç delil ve hükümlere dik­kat edelim, birde günümüzün bâzı sapık düşünce sahihlerine bakalım.

Adam îmanın şartlarının, islâmın şartlarından olan aldığı abdes-tin, kıldığı namazın, verdiği zekat-m, tuttuğu oruç ve hac gibi farz olan amellerin, kur'an ve sünnetden delillerini bilmez. Hattâ bu ibâdetlerin farz, vacib, sünnet, müstehab, mekruh ve fesatlarını gereği şekilde bil­mez, kalbin zîneti ve ruhun yüksek değeri olan güzel huyun ne demek ve neler olduğunu bilmez, bilmeyince yaşayamaz, sâdece bir kaç büyüğün hayatını okuyub, uydurlan ve üelkide islâmın esaslarına aykı-rî Kıssa ve hikâyeleri ezberlemekle, bir kaç rekat nafile namaz kılmak­la, bir miktar teşbih ve tehlil çekerek zikri ilâhide bulunmakla, sanki tütün faziletlere sahib olan ve ilmi ile amel eden âlimlerden üstün bir kişi olmuştur! Herkez onun elini öpmelidir. Çünkü etrafına bir takım robutları toplamıştır. Onlar, bu câhilin uydurma kerametinden bah­sederler, falan filan daha neler ve neler, işledikleri saymakla bitmez.

Bu tip câhilleri, velîyyüllah tanıyan zavallı câhillerden bâzıları, üstadlanmıza sorarlarmış, aynı şeyleri zaman zaman bize soranlara tesadüf ediyoruz. Diyorlarki : «Efendim hanki tarikata münteşirsiniz veya hangi fari!cnîdasmız?..gibL» cümlelorlı; bontyorîar.

Üsıadlanmfzm verdikleri şu cevabla cevablaııdırıyoruz : «-Elendim biz bütün müslümaniarın bağlanıb intisab ettiği tarikatı muhammedi-yedeyiz veya kısaca, tarikatı Muhammeddiyedeyiz. Peygamberin yo­lundayız., gibi.»

Tek yol islâm yolu ve Hz. Muhammedin tarikatıdır. Onun yolun­dan başka yollar, ya batıl yollardır veya ana caddeyi bırakıb ya bir dibsiz yola veya talî yollardan dolaşıb ana yola gelmek gibidir.

Hemen burada birinci cildde geçen 166. hadîsi neDeviiii tekrar oku­yalım :

«Abdullah bin Mes'ud Radıyallahu anhden mervîdir, dediki: — Resûlüllah (S.A.V) bize bir çizgi çizdi, sonra buyurdu : «İşte bu dosdoğru çizgi, Allâhm yoludur.»

—' Sonra Resûlüllah (S.A.V) o doğru çizginin sağma, soluna çizgi­ler çizdi ve buyurdu:

«İşte bu çizgiler, (ana yolun etrafındaki) yollardır. Bu yolların her birinin üzerinde bir şeytan vardırki, o hatıl yola (insanları) davet eder.»

—  Ve resûlüriah (S.A.V) şu mealdakl âyeti kerimeyi okudu : «Şu emrettiğim yol, benim dosdoğru yolumdur. Dâima ona uyun.

Başka (bâtıl) yollara ve dinlere uyub gitmeyinkl, sizi onun (Allahın) yolundan sapdınp parçalamasınlar..,»                     (En'am Sûresi, 153)

Yine birinci cildde 191. hadisi, 399 - 400 sahifelerden okumayı tav­siye ederiz.

Sonradan zuhur eden veya edecek olan tarikatlar (yollar) hak? kında büyüklerden ve ehli tasavvufun önderlerinden, tarikat ve hakikat erbabının îmamı Cüneydi bağdadî rahîmahüllah şöyle demiştir :

«Tarikatların (yolların) hepsi, kapalıdır (Batıldır). Ancak Peygam­ber sallallâhü aleyhi vesellemin izine uyanların yolu açıktır.

—  Bir kimse. Kuranın hakkını (hüküm ve beyanlarını) hıfzetmez (belleyib amel etmez) ve hadîsi nebeviyide yazmazsa, bu işde (tarikat yolculuğunda) o adama iktida edilmez. Zira bizim İlmimiz ve bu gitti­ğimiz yol (tasavvuf ve takva yolu) kitap ve sünnetle kayıtlıdır.»

(Keza, bak, Tarikatı Muhammediye, Bid'at faslı)

Yine bu sözlerirı şerhini beyandan sonra aynı eserin Sarihlerinden «Receb efendi» ismiyle mâruf olub Berikanm kenarında Tarikat isim­leriyle, bunların içinden sapıklarının iddia ve amellerini şöyle yaz­maktadır :'

«Sen bilmelisinki, Muhakkak ehli tasavvuf, on iki (12) fırkaya ay­rılmıştır.

1) Bunlardan birisi, Sünnî (sünnete uygun) olandır. Onlarda, bütün ulemanın (âlimlerin) medhü senada bulundukları kimselerdir (Yani, Peygamber efendimizin izine tabî olup sünnet vech üzere olan­lardır) .

—  Bu tarîki müştekimde olan sünnîlerden başkalanda, Hulûliyye, Hâliyye, Evliyaiyye, Şemrâhiyye, Hibbiyye veya Hubbiyye, Hûriyye, İbâhiyye, mütekâsiliyye, Mütecâhiliyye, vakıfiyye ve îlhâmiyye   dir.

2 ) Ehli tasavvufdan sayılanların ikincisi, Hulûlİyyedİr. Bunlar; kadınlardan ve emredlerden (yüzünde sakal bitmemiş olanlardan) yü­zü güzel olana bakmak helaldir, Çünkü o güzel yüzde hak teâlamn sıfatı vardır, derler (Bâtıl akide ve tarîkatda oldukları, gayet açıktır).

3 ) Hâliyye : Bunlarda, Raksı ve el şakırtatıb vurmayı helal ve Şerîatda vasıflandırılamıyacak hal, Şeyh için helaldir, derler.

4 ) Evliyaiyye : Bunlar; Kul, velilik mertebesine ulaştığı zaman, ondan teklif (Abdest, namaz ve emsali ibâdetler) sakıt olur ye velî, ne-bîden efdaldır, çünkü nebinin ilmi-Cebrâil vâsıtası iledir, velînin ilmi ise Vasıtasızdır, derler (bunların sapıklık ve dalâletleride meydandadır).

5 ) Şemrâhiyye : Bunlar, sohbet, İcadimdir ve bu sohbetle kişi­den emir ve nehiy sakıt olur, derler. Böylece bütün çalgılı hayatı ve yasak olanları helal sayarlar. {Yani, ibâdat ve kulluk sohbetden ibaret­tir. Başka ibâdet yoktur, diyerek her türlü kötülükleri helal sayarlar. Bunların mülhidlikleride aşikardır).

6 ) Hubbiyye veya Hibbiyye : Bunlarda, kul, Allanın yanında mehabbet derecesine vasıl olduğu zaman, Bütün şer'î teklifler ondan sakıt olur, derler. Ve kendi aralarında avret yerlerini örtmezler (sakın­mazlar, namuslarını kıskanmazlar.)

7 ) Hûriyye : Veya Havariyye : Bunlar; yukarda geçen hâliyye-lerin dediklerini derler. Ancak bunlar, iddia edilen mertebeleriki, Şey­hin hâline ulaşıldığında kadınları cima etmeyi' iddia ederler. Şeyhin hâlinden (iddia ettikleri cezbeden) ifâkat bulub kurtulduklarında gusl­ederler (Bunların bâtıl hayatlarını yaşayanları ve karşılaşanları dinle­diğimiz olmuştur).

8 ) İbâhiyye: Bunlar, emri bilmarufu (iyiyi emretmeyi) ve neh-yi anilmünkeri (kötüden men etmeyi) terk etmeyi, söylerler.

(Alemin doğrusu senmisin? deyib hakkı tavsiye edenleri sustur­maya çalışanlar, bunların cemaatıdırlar). Aynı zamanda bunlar, ha­ramların helalliğin iddia ederler.

9 ) Mütekâsiliyye : Bunlar, çalışmayı terk ederler, bütün kapı­lardan dilenirler ve dünyayı terk ettikleri iddiasında bulunurlar {Din ve dünya işleriyle meşkul olmayıb tembel yatan ve bütün insanların sırtından geçinen veya geçinmeye çalışan lübcü sınıfından   adamlar, bunlardandır).

10 ) Mütecâhiliyye : Câhil sınıfından olan bu adamlar, üzer­lerine âşıkların elbiseleri, diyerek şık giyinirler ve bârın mâna zahir mânanın hilâfına old»uğunu iddia ederler.

11 ) Vâkıfiyye : Bunlar, marifeti (Allâhü teâla ve bir şey hak-~ kında bilgiyi) terk ederler ve Allâh-ı (c.c), Allâhdan başka kimse kat'-iyyen bilemez, derler.

12 ) Îlhâmiyye : Bunlarda, ilim ve ders okuyub öğrenmeyi terk ederler ve «Kur'an bir perdedir, şiirler (Kaside ve ilâhîler) tarikatın Kur'anıdır» derler. Böylece Kur'an okuyub okutmayı terk ederler ve şiirler (Kaside ve ilâhîler) öğrenirler. Bu sebeblede helak olub giderler.

îşte bunlar (ehli sünnetin dışında kalan on bir tane tarikatçılar) m hepsi, sapıklık üzerinedir. Çünkü bunlar, Şeriatı mutahharaya tazim etmiyorlar. Sîreti Ahmediyye denilen tarikatı muhammediyenin eserine uynırvorlar. Doğru millet olarak yaşayan, kitap ve sünnet ile amel eden elıli sünnet velcemaat milletinin amel ettikleri üzere amel etme­mektedirler.

—  îşte bu sebebden ehli irşaddan (mürşidden) iktida, edilib uygula-cak kimse, pek az bulunmaktadır. Bu mürşid için iki şâhid (delil) var­dır. Birisi, Zahir mâna, diğeri bâtın mânadır.

—  Binâenaleyh zahir mâna, Şeriatı mutahharayı hâkim kılıb amel ettirmektedir. Bâtın mâna ise, basiret üzere şeriatı mutahhara yolunda ehlinden öğrenib amele hulusla sülük etmektedir.

—  Bu takdirde iktîda etmek için görüleck tek Şahıs, nebiyyi muh­terem sallallâhüaleyhi vesellemdir. Peygamber  aleyhisselam  (Yani, onun sünneti) o kişi ile Allah arasında bir vasıta (elçi) olarak tâyin edilmelidir. Tâki tâkib edilib sülük edilecek yol, körlemesine olmasın.»[88]

Yukarda naklettiğimiz sapık tarikatçı sözde mutasavvıflar, geçmiş zamanda bâzı şahıs ve isimlere izafeten söylenmiş ve bâtıl îtikad ve ameller pirensib edinmişlerdir.

Aynı şekilde çeşitli şahıs ve isimlere nisbet edilen ve yukardaki zındıkların îtikad ve amellerini, belkide daha eşedlerini savunanlara, türkiyede ve başka memleketlerde karşılaşıb mücâdele ettiklerimiz ol­muştur. Tarikat ehillerinden bâzı sapık takımı tipinden olanlar, ehli tak­va olarak bilinen 'kimseleri, siyâsi emellerine âlet edip, tarikatla fır­kacılığı birleştirenlerde vardır. Fetvada caiz olmayan şeyleri, takvada caiz gibi beyanlarda bulunuyorlar.

Meselâ : «Sen bizim tarikata gir, ben sana evrad vereyim, Kur'aru okumaya lüzum yok», «Bizim tarikata girersen, sen ölürken İmansız ölsen, şeyhimiz sana kabirde îmanı yetiştirir», «Bizler, haftada bir veya iki sefer sohbet toplantısı yaparız, tefekkür ve tezekkürde bulunuruz, namaz ve ibâdeti yapmayız. Çünkü namaz, hamların ibâdetidir, bizler erişkinleriz v.s.» Aynı sapık tarikatçıların ifâdeleridir.

Bu cümlelerle yukarda naklettiğimiz sapık tasavvufcularm iddia ve sözleri, islâmla hiç bir surette bağdaşmamaktadır. Binaenaleyh bu bâ­tıl iddialar, kimde ve nerede yazılır ve söylenirse söylensin,   bâtıldır.

Bu naklettiğimiz bâtıl cümleler, bir kaç misaldan ibarettir. Bugün Konyada «Mevlâna ayinleri» adı altında senede bir sefer belli günler­de «İhtifal» yapılmaktadır. Gelenlerin ekserisi ya kâfir veya sarhoşlar­dır. İhtifali yöneten ve yapanlar, ud, cura, kanun keman ve sazdan tutunda ne kadar çalgı âleti var ise, hepsi neyle beraber çalınmakta

dır. Beş vakit camiye gelmeyen, hatta dine îmana söven ve müslüman-lara «Şeriatçılar, gericiler... gibi...» Sözleri söyleyenler, buraya gelmek­tedirler. Beşerî müeyyideler de yasaklandığı halde, sıratı müstaki­me darbe oian bu ameller ve haller harıl harıl işlenmektedir. Dînî hiç bir yönü ve îzahı yoktur.

Burada işlenen kadınlı erkekli, müslümanlı kâfirli, Bid'atlı ve batıl-lı kötülükleri saymak çok uzayacğmdan, kısa bir dikkat çekib saf ve câhil müslümanlan, uyarmakla iktifa ediyoruz. Mevlâna Celâleddîni Rûmî hazretlerini istismar edib, para ve kan için kurulmuş bir tuzak-dan ibarettir. Nefis ve şehvetlerine düşkünlerin işledikleri cürüm ve cinâeytler, sayılmayacak kadar çoktur.

Bu fenalık ve bâtıl inanç ve ameller gibilerinin bâzılarım, «İslama sokulan Bid'at ve Hurafeler.» İle «îslâmöa Evliya Meselesi ve Hârikalar»

adlı eserimizde zikredib îzâh ettiğimizi bildiririz.

İşte ey îmanı kâmil, sâlih ve ahlakı hasene âşıklısı mümin kardeş­lerimiz! Yukarda naklettiğimiz hadîsi Şerifde beyan edilen ve ana cadde olarak vasıflandırılan «Sıratı müştekime (Tarikatı Muhamme-diyeye)» ve bu yolu tâkib edib tıpa tıp uyan ehli sünnet vel cemaat yoluna tâbi olalım. Ana caddeden ayrılıb tâli yollara uymuş ve şey­tanın maskarası hâline gelmiş olan, bâtıl yollardan ve o yolların sâhib ve sâliklerinden şiddetle kaçınalım.

Bir âyeti kerimede Duyurulmuştur:

«(Dünya ve âhiretde) selamet (ve saadet), hidâyete (doğru yola) tâhi olanlaradır.» (Tana sûresi, 47)                                                     

Diğer âyeti kerime meali:

«Kim, (aziz olan) benim hidayetime (kitabıma) uyarsa, işte o kim­se (dünyada) sapıtmaz ve (âhiretde} perişan olmaz.»(Tana sûresi, 123)

Tercümesi:

215- (18)   Ebî Saîd el Hudrî (KA) den mervidir, dedi:

Resûlüüah (S.A.V) buyurdu:

«Muhakkakki insanlar, size tabî olucudurlar. Elbette arzın çeşidi! yerlerinden size (hakiki mücâhid ve mütevazı) adamlar, dinde lakin olmaları için gelirler. Şayet size gelirlerse, hemen onlara, hayır tavsi­ye ediniz.»

(Hadîsi, Tirfnizî rivayet etmiştir. Keza ibni Mâcedede vardır.) [89]

 

Îzahat
 

Hadîsi şerifin, «Muhakkak insanlar, size tabî olucudurlar.» Cümle­sinin izahında, Şârih Aliyyülkârî merhum şu satırları yazıyor ;

- «Yani ey ashabım! elbette insanlar. Sizin fiillerinize ve sözlerinize tabî olurlar. Zira siz, benden güzel ahlakı aldınız.

— Muhakkak ki Şeriat benim sözlerimdir. Tarikat benim fiillerim-dir ve hakikat, benim hal ve ahvâlimdir.» [90]               

Bundan bir evvel geçen hadîsi şerifin îzahmdada belirttiğimiz üze­re, müslümanlann tabî olacağı yol, Peygamber efendimizin yolu olan tarikatı muhammediyedir. Şeriat, tarikat ve hakikat, Peygamber efen­dimizin yolunda mündemicdir. Şeriatın esası olan kitab ve sünnetin hüküm ve buyruklarına, inanıb amel etmek suretiyle hal ve ahvâli düzeltmek, tek doğru inanç, amel ve harekettir.

Üstadlarımız buyururlardı ki; «Evladım, kıl beşi, gör işi, şükret Al­larıma!»

Evet îman sahibi bir kişi, islâmın şartları ile amel edecektir. Fakir olsun, zengin olsun, câhil olsun, âlim olsun, mükellef olan her müslü-mana beş vakit namaz farzdır. İslâmın diğer şartlanda, bulunduğu za­man mükelejf olanlar, yapmak mecburiyetindedirler.

Hal böyle iken, hak yol olan tarikatı muhammediyeden başka isimler altına giren bâzı tarikat ehillerinden,' beş vakit namazı kılma­yan, orucu tutmayan ve hatta cuma ve Bayram namazına gitmeyen zındıklara tesadüf, ediyoruz. Bu tip sapıklar, nâzı tefekkür ve tezekkür­le günlerini geçiriri bir çok haramları kendi görüş ve düşünceleri ile helal deyib, dinden çıkararak yaşamaktadırlar.

Helal ve haram mefhûmu, onların arasından kalkarmış, onlar eriş­mişler, ibâdet ve emsali vazifeler sakıt olmuş, maalesef bunlarla mü­nakaşa yapılmıştır. Cenâbu hak böyle zındıklardan, bütün müslüman kardeşlerimizi koruyub kurtarsın. Amin.

Camiye gitmeyib, Cuma ve Bayram namazlarını kılmak için şart­ların bulunmadığım iddia edenlere, birinci cildde «Türkiyenin dâri İs­lâm» olduğunu ve Cumanın şahinliğini beyan ettiğimizi hatırlatırız.

Son devrin fakihleri böyleleri hakkında şu görüşü beyan etmiştir : Fukahaya göre kutta-ı tarîk, olda sofiyye güruhu tahkik.

Hadimi merhum «Eyyühel Veled Şerhi» adlı eserinde şöyle demiş­tir:

«Elbette Câhilin sofusu, şeytanın maskarasıdır.» Mehmet Akil merhumda şöyle diyor: Kitabı, Sünneti, icma-ı kaldınb attık. __Havâssı maskara yaptık, avamı aldattık.

Bütün bu hüküm ve beyanlardan sonra, ey hak yolcusu mümin kardeşler! Peygamberimizin mübarek sözlerine iyi dikkat edelim. Onun ashâhmm hayatını biliyorsak veya bilenimiz var ise, bu hususa dik-katla sarılalım. Kitab, sünnet, icmâ-ı ümmet ve kıyası fukahayı kanun-laştırıb hayatîç tatbik edile gelen en isabetli hüküm ve amel kaynağı, ilmi fıkhının hükümleridir.

Öyle ise, islam şeriatının her hükmünü havî ve câmî olan bu il­me ve bu ilmi beyan eden sağlam kaynaklara, âlim olmalıyız veya bu ilmi bilinde amel eden ehline müracaat edib yolumuzu düzeltmeliyiz.

Netekim hadîsi nebevinin devamında, ümmetin, 6arzm muhtelif yerlerinden gelib ashaba ilmi fıkıh (şeriat ilminin) esaslarından sor­maya gelenlerin olacağı beyan buyurulmaktadır.

Yer yüzünün yıldızları mesabesinde olan mübarek ashabı kirama, din ve şeriat ilminden sual sormaya gelenlere hak ve hayır tavsiyede bulunmalarını buyurarak şöyle demiştir :

«Şayet size gelirlerse, hemen onlara hayır tavsiye ediniz.»

Şu halde ashabı kirama gelecek kimselerin, din ve şeriat ilmini öğrenmek maksadı ile geleceklerinin ve ashabı kiramızda onlara ha­yır tavsiyede bulunmalarının beyanı, şâyânı dikkattir. Zira insan, bil­mediğinin talibi, bildiğinin âlimi olarak, dâima dîninden bilemediği eksikleri ehlinden sormalı ve mes'ele sorulan kişilerde, o mes'elenin hak yönünü biliyorlarsa, cevabı vermelidirler.

Tercümesi:

216 - {19} EbîHoreyre (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllâh (SJV.V) buyurdu:

«Hikmetli kelime, hakimin (akıllı kişinin) yitiğidir, öyle ise, o hik­meti nerede bulursa, onu oradan almaya daha layıkdır.»

(Hâdisî, Tirmizî ve İbni Mâce rivayet etmiştir. Ve Tirmizı, bu ha­dis garibdir dedi. Ravî İbrahim bin elfazl, hadis hakkında zaif olduğunu beyan ediyor.) [91]

 

İzahat
 

Hadîsi şerifdeki, «Hikmetli kelime» sözünü îzah edelim. Hikmetli kelime : Akıl ve nakla mutabık faydalı söz, faydalı cüm­le, faydalı ilim ve irfan manalarına gelir.

Hikmet : îmamı mâlik (R.A), dinde fakih olmaktır, demiştir.

Şeydi Şerif Cürcâni merhumda, «Târifâtü Seyyid» adlı eserinde şu satırları yazmıştır:

Hikmet : Beşerî takat nisbetinde eşyaların hakîkatlamu oldukları üzere bahsü beyan eden ilimdir.

—  Veya Hikmet, normal hal ile bilinen aklî ilmin hey'eti asliyesi-dir.

—  İbni Abbas (R.A), hikmeti şöyle tefsir etmiştir:

«Kur'andaki Hikmet: Halal ve haramı tâlim edib öğrenmektir.

—  Denildiki, lugatda Hikmet, Amel ile beraber ilimdir.

—  Yine denildi : Hikmet; İnsanın, takati nisbetinde bir iş hakkın­da gayret sarf edib hak olduğu şekilde istifâde etmesi gereken şeydir.

—  Yine denildi; Her hangi bir sözki, hakka muvafakat ederse, işte o hikmettir.

—  Yine denildi : Hikmet, her türlü şüphe ve hileden beri' olan mâ­kul sözdür.  [92]                                                         

Bütün bu açıklamalardan anlaşılmıştırki, Hikmet; ilim, akıl, fay­dalı söz, hak, hayır ve her türlü iyi şey ve iyilik mânalarına geliyor.

timi Cevzî (R.A) da, «Zâdtil mesîr» adlı tefsirinde şu hükümleri ya­zıyor :

«Hikmet hakkında on bir (II) kavi (söz ve beyan) vardır :

1 ) Hikmetden murad, Kur'anı kerimdir, (bu kavli, ibni Mes'-ud, mücâhid, dalmak ve müteahhirîn ulemâsından mükâtil, demiştir.)

2 ) Hikmet, Kur'anm nâsıhmı, mensuhunu, muhkemini, mü-tesâbihini, mukaddemini, muahherini ve bunların emsali hükümlerini bilmektir, (bunlarıda ibni Abbas (R.A) den Aliyyibni Ebî Talha (R.A) rivayet etmiştir.)

(Nâsıh ve mensuh hakkında gerekli malumat, birinci cildde beyan edilmiştir.)

3 .} Hikmet, Nüvüvvet manasınadır, (bunuda ibni Abbas (R.A) dan Ebû sâlih rivayet etmiştir.)

4 ) Hikmet, Kur'anı kerimdeki hükümleri anlamaktır, (bunuda Ebi âliye, katâde ve İbrahim (R.A) demiştir.)

5 ) Hikmet, ilim ve Fıkıh manasınadır, (bunuda mücâhid den Ley s (R.A) rivayet etmiştir.)

6 ) Hikmet, sözde (konuşmada) isabet etmektir, (bunuda mü-câhidden ibni Ebî Nuceym (R.A) rivayet etmiştir.)

7) Hikmet, Allâhm dîninde verâ edinib (şüpheliden kaçınıb) uzak-laşmakdir (bunuda, Hasan Basri (F.R) demiştir.)

8 ) Hikmet, Allahdan korkmaktır, (bunuda Rabî bin Enes (R.A) demiştir.)

9 ) Hikmet, Dinde akıllı olmaktır, (bunuda ibni Zeyd (R.A) de­miştir.)

10)   Hikmet, mutlak anlamak manasınadır, (bunuda, şekîk demiş­tir.)

11 ) Hikmet, ilim ve amel manasınadır. Bir adîftna, hakim denemez, ancak ilim ile ameli cem edib toplarsa, «hakîm» denir, (bu­nu ibni kuteybe R.A demiştir.)»[93]                         

İşte böyle pek çok mânaya şnmûlü olan hikmete sâhib olmak, çok ve pek çok kıymete sâhib olmaktır. Bu fazilet, kendisine verilenler elbet, Peygamberler, velîler ve ihlaslı müminlerdir.

Hikmet verilenlerden bâzıları kur'an âyetlerinde şöyle beyan edil­miştir :

«Allâhm üzerinizdeki nimetini ve size öğüt vermek için indirdiği kur'an ve ondaki hikmeti düşününüz.»                 (Bakara sûresi, 231)

«Alâh ona (Dâvûd-a) padişahlık ve hikmet (Peygamberlik) verdi ve ona dilediği şeyleri öğretti.»                                       (Bakara, 251)

Diğer âyeti kerime meali:

«Allah (c.c.) dilediğine hikmeti (faydalı bilgiyi) verir ve kime hik­met verilmiş ise, muhakkak ona pek çok hayır verilmiştir. Bu âyet hü­kümlerini ancak olgun akıl sahihleri düşünürler.»     (Bakara sûresi, 269)

Diğer bir âyeti kerime meali:

«Allah (c.c.) Ey Resulüm!) sana, Kuranı ve hikmeti (Kur'anın hü­kümlerini) indirdi ve daha evvel bilmediklerini sana öğretti. Allanın, senin üzerindeki lütuf ve ihsanı çok büyüktür.»     (Nisa süresi, 113)

Hz. îsa ile ilgili diğer âyet meali:

«Ey Meryem oğlu İsâ...! Hani sana yazı yazmayı, hikmeti (doğru konuşmayı ve faydalı sözü) ve İncili öğretmiştim...» (Mâide sûresi, 110)

Hz. Lukman ile ilgili âyet meali:

«And olsunki, biz Lukman'a Allâha şükret, diye hikmet verdik.»

en kolay tarz ile), onunla yap.»  (Lukman Sûresi, 12);

Hikmetli bir şekilde hakka davet üslûbunu beyan eden âyet meali:

«(Ey habîbim! insanları) Rahbiyin yoluna hikmetle (sağlam delil ve hüccetle) ve güzel öğütle (ikna edici ve fâideli kelime ve tabirlerle) davet et ve onlarla mücâdeleni en güzel yol hangisi ise, (Rıfk, nazik ve en kolay tarz ile) onunla yap.» (Nahl sûresi, 125)

Yukardan buraya kadar hikmetin, tarif ve îzahı ile kur'andaki değerini beyan eden âyetlerden bâzılarını nakletmiş bulunuyoruz. Mâna ve ehemmiyetini anladığımıza göre, bu hikmete sahib olmak için hangi yollara ve metodlara baş vurmalıyız? Yine bu yolu önderi­miz Muhammed aleyhisselam beyan buyurmuştur.

Hadîsi şerifin .devam eden cümlesinde buyurulmuşturki: «Öyle İse, o hikmeti nerede bulursa, o hakimin (akıllı kişinin) onu oradan alması daha layıkdır..»

Şu halde ilim ve hikmet taleb eden bir mümin, zaman, mekan ve şahıs gözetmeden nerede bulursa, oradan alması lazımdır. Bilhassa bi­linmesi ve amel edilmesi farz olanları, zaman gaybetmeden ehlini bu-lub öğrenmesi farz olur. Bilinmesi ve amel edilmesi vâcib olan mes'ele-leride öğrenmek vâcib olur. Sünnet ve müstehab olanların öğrenilme-side gerekirse, sünnet ve mütehab olur. Mekruh olan şeylerin ilmi ise, vacib ve sünnet olur. Ve eğer helal ve haram olanların hükümlerini öğ­renmek gerekirse, bu takdirde onların ilmide farz olur.

Bu ilmi öğrenmek için uzak mesafelere gitmek gerekse ve hatta başka lisanlarla öğrenmek mecburiyeti olursa, yine oraya gidib öğren­mek lazımdır.

îmam-ı Şuyûti merhumun «Elcâmi ussağır» İsimli hadisi nebevi kitabında şu mealdaki hadîsi şerif buna şâhiddir.

«Çindede olsa, ilmi tâleb ediniz. Zira ilmi taleb etmek, her müslü-mana farzdır.» [94]                   

Evet bu hadisi nebevide de belirtildiği üzere, ilim öğrenilecek mekan, Çin gibi uzak memleketlerdede olsa, yine oraya gidib ilmi tah­sil etmemiz lâzımdır. Aynı zamanda o memlekete gidince oradan ilmi tahsil edebilmek için, elbet oradaki âlimin ve cemaatın dilini bilmek gerekir.

Hal böyle iken yakın târihimizde, «Kâfir dili» diyerek yabancı dil öğrenmeyi ayiblayanlar olmuş ve yabancı dil öğrenen veya Öğretenler kınanmıştır. Keza yabancıların sanatlarmada, «kâfir sanatı» diyerek yabdirmayan ve ayıblayanlar olmuştur.

Resulü ekrem efendimize muhtelif memleketlerden, muhtelif dille­re sahib cemaatlar geliyordu. O gelen insanların dillerini anlayan ve arab dilinden anlatılması gereken hükümleri onlara anlatan ve öğreten" tercümanlar bulunurdu. Etrafa gönderilen elçilerden bu hâle sâhib olanlarda vardı. Siyer kitaplarında yazılanları okumak kifayet eder.

Birde müminin yitiği olan ilim, hikmet, yakın ve uzaklarda ve baş­ka milletler içinde bulunan her hangi bir şahısda olursa ve hikmeti o şahsın elıil ve öğretme kabiliyeti olduğunu bilirse, hiç vakit geçir­meden hemen gidib öğrenmesi lâzımdır. O ilim sahibinin, kavmiyetine, ırk soy ve sopuna, fırka ve zümre ayrılığına falan bakmadan kimden bulursa, hikmeti o âlimden hemen almalıdır. Hatta o ilim sahibi, ilmî otoriteye ve doğruyu bildirme karekterine sâhib ise, gayri müslim bir âlimde olsa, hemen faydalanmak gerekir.

Bu hususu Hz. AH şu mealdaki cümlesi ile daha açık bir şekilde be­yan etmiştir:

«Söyleyene (ilim sahibine) bakma, söylenene (ilim ve hikmete) bak.»[95]                                                             

Bu ibarenin aynısı, şerhdede mezkûrdur.

Evet elektirik, lamba ve idareler gibi, bildiği ile amel etmeyib ken­dilerine her ne kadar faydası olmasada, başkalarını aydınlatıyorlar. Yakıdım yakıb başkalarım aydmlatıb kendisine faydası olmayan çıralar gibi, kendisi her ne kadar bildiği ile amel etmeyib ilminden kendisi gere­ği gibi faydalanamıyorsada, başkalarına öğretmek suretiyle faydası dokunur. Tâlib olanlar, hemen faydalanmalıdırlar. Daha geniş îzahat «İslâmda Evliya meselesi ve Hârikalar» adlı eserimizde mezkûrdur.

Tercümesi:

217 - (20) Ümi Abbas (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu.

«Bir fakih (şeriat ve din alimi), şeytan üzerine bin âbidden eşet-tir.»

(Hadîsi, Tirinizî ve İbni Mâce rivayet etmiştir.) [96]

 

İzahat
 

Hadîsi şerifin ihtiva ettiği hükme çok dikkat etmek lâzımdır. Zira şeriat ve fıkıh ilmine vâkıf ve ilmi ile âlim olan bir kişi, fazla bilgisi ol­mayın ancak yapacağı ibâdetlerin ilmini bilen veya hiç bir ilmi olmayıb ibâdete devam eden bin âbidden, şeytana daha şiddetli ve daha teh­likeli oluyor. Yanî şeytan, cehli ile ibâdete devam eden bin (1000) âbidden, daha fazla fıkıh ilmine vâkıf olan tek bir âlimden çok ve çok korkuyor. Bin âbidi sapıtmak için sarf ettiği çabadan, daha fazla emek sarf edib bir âlimi, yoldan çıkarmakda güçlük çekeceği beyan buyurul-maktadır.

Sebebide, âbidin, amel ve ibâdetini ifsad etmek ve hatta îmanını tehlikeye atmak için şeytan bütün olanca gayretini sarf eder. Abide, ves'vese ve vehimler ilka eder. Abidde, şeytanın iğfâlına kapılıb ibâdeti­nin makbul veya müfsüüği hakkında şek ve vesveseye kapılır. Fakat bu şüphesini izâle- etmek için dinde fakih olan zâta müracaat eder, o fa-kihde, o ibâdetin makbul veya gayri makbul cihetini beyan ederek ibâdetin İslah yönünü öğretir. Böyle bin abidin ibâdet ve amelini düzel­terek şeytanın bütün çabalarını boşa çıkarır. •

Mes'elenin ıslah yolu böylece sağlanınca, şeytanın bütün emekleri heba olur. Abid de güzel rahatlığa kavuşur ve hak teâlaya ibâdetinde huzur içinde devam eder.

Şeytan bu âbid gibi, bin (1000) âbidi şaşırtıp amellerini ifsad et­tirmek için çalışır. Âbidlere kötü vehim ve telkinlerde bulunur, ibâdet­lerinde şüpheye düşerler. Fakat bu âbidlerin ibâdetlerini dinde fakih olan bir âlim, ya nasihat yoluyla, veya suallere cevab veya mes'elele-rin hükümlerini bir eserde yazmak suretiyle âbidlerin şüphelerini gi­derir. Amel ve ibâdetlerinin makbul yönlerini aydınlatır.

îşte şeytanın pek çok duzaklar kurmasiyle âbide verdiği telkin ve şüpheleri, din ve şeriat ilmine vâkıf ve ilmi ile âmil bir âlimin, duzak-ları yıkıb âbide doğru yolu gösterdiğinden, Hz. Resulü ekrem efendimiz, şeytana en şiddetli ve en korkunç kişi, bu âbidden daha kuvvetli ve daha sıkıntılı kişinin bir fıkıh âlimi olduğunu beyan buyurmuştur.

Şeytanın en çok korktuğu varlıkların en başda gelenleri, ilmi ile âmil olan fakihlerdir. Abidin ibâdetinden korkmaz ve fakat uyuyan veya boş oturan fakihden korkar. Çünkü fakih, nefsin lehine ve aley­hine olan bütün işleri ve hükümlerini bilen kişidir. Hem kendi yap-tığmm doğruluğunu ve nemde başkalarının yaptıkları işlerin ıslâh ve isabetli yönlerini gösterir.^

Ebî Nuaym (R.A) «nılye» adlı eserinde selmânı fârisî (RJV) den naklen şu hadîsi şerifi zikretmiştir :

«İlim üzerine uyumak, Cehil üzerine namaz kılmakdan hayırlıdır.»[97]

Buraya kadar açıklamay çalıştığımız hadîsi nebeviyi tekrar okuya­lım :

«Elbet de bir fakih (Din ve şeriat âlimi), şeytan üzerine musallat oian bin (1000) - âbidden daha eşettir.»

Ey ilim ve ibâdet erbabı hakka inanan mümin kardeşler! Resulü ekrem efendimizin bu mübarek sözüne çok dikkat edelim. Her fazilet ve değeri yerine oturtarak takdir edelim. îlim sahibi olmadan câhil bir şekilde ibâdete, evrad ve ezkâre devam etmek, elbet bir fazilettir. Kıy­meti hâiz amel ile meşkûliyyettir. Ve bu abidde kıymetli bir zattır. Fakat şeytanın hile ve desiseleri bu zatı tehlikeye atabilir. Çünkü «Câ­hilin sofusu, şeytanın maskarasıdır» denilmiştir.

îlmi fıkhı" (şeriat ilmini) hakkı ile bilib amel eden bir fakih ise, bütün insanlığa faydası olması hasebiyle, bin âbidden daha değerli ve şeytanın, bin âbidden daha fazla korktuğu ve sıkıntı çektiği bir varlıkdır.

İlimle ibâdet ve âlimle âbid arasındaki farkı belirten diğer bir ha­disi nebevide şöyle Duyurulmuştur:

«Ey Ebâ Zer (R.A)! Sabahın erken saatinde çıkıb Allanın kitabın­dan bir âyet öğrenmen, nafilelerden yüz (100) rekat namaz kılmandan senin için daha hayırlıdır.

—Yine (Ey Ebâ Zer!) sabânın erken saatinde çıkıb (veya kalkıb) ilimden bir bab Öğrenmen, o öğrendiğinle amel etsende etmesende, bin (1000) rekat nafile kılmandan daha hayırlıdır.»[98]

Hadîsi şerifde, ilimle ve nafile ibâdetle meşkul olmanın aralarında­ki fazilet derceleri, iki yoldan mukayeseli bir şekilde beyan Duyurul­muştur.

a) Bir kimse, kur'andah bir ayetin, lafız ve manasım veya sâdece lâfzını veya sadece mânasını tâlim edib öğrenirse, diğer bir kimsede, seccadesinde Allanın divanına durub yüz {100} rek'at nafile namaz kı­larsa, bunlardan bir âyeti tâlim edib öğrenenin ecrü mükâfatı, yüz rek'­at nafile namaz kılanın ibâdetinden daha efdaldır.

Çünkü Kur'andan bir âyet öğrenenin çalışma ve gayreti; nafile ibâdet yapanın amelinden daha meşekkatlı ve daha gücdür. Ecir ve mükâfatlar, sarfedilen emek ve meşekkat nisbetindedir. Kur'am kerîme çalışan ve bir âyet öğrenen kimsenin emek ve gayreti nafile ibadetle. meşKul olandan daha fazla olduğu gibi, ilâhî âyetin tâlimi, Allahla meşkuliyyet ve tekkellümde bulunmakla beraber, ilme çalışmak mezi­yeti vardır.

îşte bu sebebler gibi pek çok fazilet üstünlükleri bulunduğundan, kur'andan bir âyet öğrenenin mükâfat ve ecri, yüz rek'at nafile namaz kılanın ecrü mükâfatından daha çok ve daha sevabdır.

Şu halde bir kimse, Kur'anı kerimden bir âyeti belleyince, yüz rek'­at nafile namazın sevabından daha çok sevab aldığına göre, Kur'anı ke­rimden on (10) âyeti kerîme belleyen de, bin (100) rek'at nafile namaz sevabından daha çok sevâbe nail olur. Kur'an ayetlerinin bellenmesi çoğaldıkça, sevab ve mükâfat da o nisbette artar.

b)   Hadîsi şerifin ikinci cümleside ^öyle idi:

«Yine (Ey Ebâzer!) sabânın erken safında çıkın (veya kalkıb) ilimden bir bab öğrenmen, o öğrendiğinle amel etsende etmesende, bin (1000) fek'at nafile namaz kılmakdan senin İçin daha hayırlıdır.»

Hadisi şerifdeki, «İlimden bir bab öğrenmen,» cümlesinde ilmi fı-kıhda, ilmi hadisde ve ilmi akâid gibi ilimlerde, bahis, bab ve fasıllara bölünmüş ve bilinib amel edilmesi veya inanılması lazım olan mes'e-leleri, derli toplu vaziyete getirilen bölümlerden bir tanesini, mesela : Abdestin farzları, Abdestin sünnetleri, Abdesti bozan şeyler, namazın farzları, namazın vâcibleri, namazın sünnetleri, namazı bozan şeyler, orucu bozan şeyler, zekatın kimlere farz olduğu, zekatın verilmesi caiz olan ve olmayanlar babı, haccm kimlere farz olduğu, Haccın vucûbu-nun veya edasının şartlan, haccın vâcibleri, haccın sünnetleri, haccın cinayetleri babı, nikah bahsi, talak bahsi, iddet babı, zıhar babı, alış verişler bahsi, İcarlar bahsi, hibe bahsi, vasiyyet bahsi ve veraset bah­si gibi bahisler ve bablardan bir bahsi veya bir babı bellemek, bin rek'at nafile namaz kılmakdan daha çok ssva"b olduğu mübarek peygamber efendimiz tarafından beyan buyurulrrmştur.

Hatta bu öğrenilen meseleler ile, amel edilsede edilmesede aynı sevaba nail olunacağıda kesinlikle ifâde edilmiştir.

Meselâ : Zekat ve hac mes'elelerini, kendine farz olmayan bir kim­se öğrenirse, aynı sevaba nail olur. Keza hayız ve nifas mes'eleleri gi­bi kadınların hallerini öğrenen erkeklerde aynı sevaba nail olurlar.

Açıklamaya çahşdığımız bu mübarek hadîsi şerifde, sevgili peyğam berimiz efendimiz, ilmin ve ilme çalışanların kıymet ve üstünlükleri­ni beyan buyurmaktadır.                                               

Tercümesi:

218 - (21) Enes (R.A) den mervîdir dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«İlim talep etmek, her müslüman üzerine farzdır. Ve timi etilinin gaynsına (ehil-olmayan ahlaksız ve itikatsız kimselere) öğretip yerleş­tiren, hınzırların boyunlarına cevher, inci ve altın takıcı kimse gibi­dir.»

«Hadisi, İbnl Mâce Rivayet etmiştir. Beyhakî «Şuabilîman» eserin­de «Her müslüman «kavline kadar rivayet etmiştir. Beyhâki dedi: Bu hadisin metni, meşhurdur. İsnadı zaifdir. Ve çeşitli cihetlerde rivayet olunmuştur, hepside zaifdir.» [99]

 

İzahat
 

Hadîsi şerifde, «ilim taleb etmek, her müslüman erkek üzerine farzdır.» Cümlesinin bir rivayetinde de «her müslüman erkek ve kadın üzerine farzdır.» Şeklinde vârid olarak erkeklere farz olan ilimlerin, ka-dınlarada farzlığı beyan buyurulmuştur.

Halikı zülcelahn zâtı ilâhîsi, sıfatı ilâhileri, âhiret ve Peygamberler hakkında bilgiler gibi, îmanın şartlarını, islâmın, abdestin, guslün, te­yemmümün ve bunlara benzer bilinmesi v,e amel edilmesi, farz olanları belleyib yapmak farzdır ve aynı zamanda bunların ilmi farzı  ayındır.

Şimdi münâsebet ve lüzumuna binâen hadîsi şerifde geçen «Farz» kelimesinin tarifi ile kısımlarını Öğrenelim.

Farz: Lugadda Takdir ve kafi manâlarına gelir.

Şer'i İstılahta ise; Farz :

Kat'î delil ile sabit olan ALLAH (c.c.) m emri ilâhisine, farz denir. Ve farzı îtikadî, farzı ameli, farzı ayın ve farzı kifâye kısımlarına ayrılır.                             

Farzı îtikadî : Kat'î delil ile sabit, şüphe olmayan, inanılması ve yapılması zarurî olan, terkinden ikab ve ceza lâzım gelen ve inkâr eden kimse tekfir olunan farzdır. Beş vakit, namaz, zekat ve ramazan orucu gibi.

Farzı amelî; Zannî âelil ile sabit olan emri ilâhidir ki, amel husu­sunda farzi'kat'i kuvvetindedir. Abdestte başa mesh etmek farzı kat'î ise de, dörtde birine meshetmek farzı zannî ve amelde farzdır. Gusül-dede ağzı ve burnu yıkamak (gargara ve mazmaza) farzı amelîdir. Münkiri kâfir olmaz, fakat fâsık ve ehli bid'at kimselerden mâdüddür.

Farzı ayn : Mükelleflerden her birinin yapması lâzım olan farz­dır. Başkalarının yapması ile sakıt olmaz. înkârı küfrü mucibdir. Beş vakit namaz, ve ramazan orucu gibi ibâdetler, bu cümledendir. Birinin ibâdetini diğeri yapamaz. Yani mükellef olan bir kişinin namazını ve orucunu diğer bir kişi yapamaz, ödeyemez. Keza farzı ayınlarda aynıdır.

Farzı kifâye : İşlemesi bütün mükellef müslümanlara farz olduğu halde, bâzılarının işlemesiyle diğerlerinden sakıt olan farzlardır.

Kur'an'ı Kerim okurken dinlemek, Kur'an'ı Kerime tam hafız ol­mak, selâm almak ve cenaze namazı kılmak gibi.

Farzı kifâyenin sevabı yalnız işleyenedir. Şayet bu farz ifâ edilmez­se, günahı bütün mükellefleredir.

Evet islâmm kesin olarak beyan edilen emir ve nehilerini, helâl ve haramlarını bilmek ve onların îcablanna göre inânıb amel etmek, her nvüslüman erkek vb kadına farzdır. Çünkü zârûratı deniyyedendir.

Burada bir acâib hususa işaret etmek isteriz, şöyleki ; «Efendim işte Peygamberimiz efendimiz erkeklere bilinmesi farz olanları kadm-larada farz, demiştir.

Öyle ise, kadınların ilme çalışması ve tahsil etmesi gerekir., gibi...» İfâdeler.

Hemen belirtelimki, islâm, yukarda saydığımız zarûrâtı diniyye-den olan hükümleri, yani bilib inanılması ve amel edilmesi farz olan­ları, meşrûiyyet dâhilinde belleyib inanılmasını ve amel edilmesini farz kılmıştır.

Hakikat böyle iken adam kızma besmeleyi öğretmemiş, Kur'an okutmamış, dîninin farz olan hükümlerini öğretib inandırmamış, din ve îman bilgisinden hiç nasibi olmayan kadın ve kızları, erkek gibi eşit haklara sâhibdir, diyerek islâmın haram ve yasaklarını işlemek suretiyle günün fesatlıkları içinde güya ilme çalışıyor. Bir çok babala­rın, erkek çocuklarının hayat ve namusundan endişe ettiği bir devirde, mîdesi ve gönlü, kız çocuklarının yabancı erkeklerle karma karışık gayrı meşru vaziyette tahsiline nasıl rahat ediyor?

Ne okuyor ve ne öğreniyorlar? Artık gayri meşru tahsil hayatının meyvaları gayet açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. îman, amel ve ah-lakdan sıyrılmış, hayasızca yaşayan ve islâmı alaya alanlar, pek çoğal­mış ve hemen hemen gayri meşru hayatı pirensib edinmişlerdir. Abdest, namaz, setrül avret yok, ana baba tanımayanlar, hak hukuk bil­meyenler, büyüğe saygı, küçüğe sevgi gibi değerlerden mahrum kişiler hâlinde yaşayanlar, hep bu gayri meşru tahsilin meyvasıdırlar. Gayet açıkça görülen kötülükler karşısında, halleri fetvaya sığmayan kişiler­den bâzıları, hem böyle hayasızlığı işleyorlar, hemde ehli takva geçini­yorlar.

îman Şâiri Mehmet Akif merhum bunlara şöyle sesleniyor :

Bit selâmet yolu varmış, o da neymiş? mutlak,

Dîni kökden kazımak, sonra evet Ruslaşmak.

O zaman İş bitecekmlş.. O zaman kızlarımız,

Tuttukları şu gayet kaba, pek manâsız.

Örtüden sıyrılacak.. Sonrada erkeklerden.

Analık ilmin! tahsil edecekmiş... Zâten,

Müslümanlar o sebebden bu seiâletteymiş!

Ki kadın sosyete bilmezmiş, esâreîteymiş;

Din için, millet için iş görecek alçağa bak,

Dîni Pâmal edecek, milleti Ruslaştıracak!

Sâde bir fuhuşumuz eksikti evet Ruslardan.

Onu İkmal edi verdikmi, bizimdir meydan!

Kızımın Ufeti batmakda rezîlin gözüne,

Scm/Bi tükrüğe billah tükürsem yüzüne. (Safahat, 166}

Not: Pâmal; ayak altına alıp çiğnemek, demektir.

Ey Rahmeti Rahmana kavuşan ve nur içinde yatan îmanlı şâiri­miz! Sen kadının erkeklerden anaîık ilmini öğrenmesini «Ruslaşmak» şeklinde vasıflandırıyorsun. Gelde birde şimdiki dindar geçinen ve dîni kendi nefislerinin isteklerine uyudrmaya çalışan yaltak deyyüs-iere bak, analık ilmini değilde maddi ve dünyevî bilgiler^ erkeklerden almayı cevaz görmekden daha acâib davranışlar içinde kadın ve kızlara bu şekildeki tahsile göndermenin lüzumundan bahseden ve savu* nanları görüyoruz. Aynı zamanda böyle hayata milletin hayrımda sarf eden ve oralara milleti teşvik eden zavallılar, maalesef ilim ve din nâmına yapıyorlar. Kör dövüşüne benzeyen, bu hal, hakikati görme­yen ve bilmeyenlerin cinayetlerinden başka bir şey değildir. Yabancı erkekle kadının, yanyana, omuz omuza, göz, göze ve el ele yaşamadan çekinmedikleri meydanda iken, kızların tahsilini nasıl savunurlar? Bunlar, ehli, dünya kimsedirler. Yoksa ehli din ve ehli ahiret olan mü­minler, islâmın esasına inandıkları gibi amel ederler.

Bayrakların indirme çıkarma, okulların açılışı gibi merasimlerde Akif merhumun kıymetli sözünü okumak bir vazife gibidir. Hatta hu­sûsî mâhiyette «konferans» adıyla Akif merhumdan ve safahattan bil­gi ve beyanlarda bulunanlarda vardır. Yinede işlerine gelen yerlerini okuyub, gelmeyenleri atıyorlar. Fasit ve kızıl hayatı savunanlar olu­yor. Din nâmma bu cinayeti câhilce işleyorlar.

Bu «aydın görüşlüyüz» diyenlere safahattan bir kaç mısra okuya­lım ;

Hani: «Nâmahreme ben söyleyemem kızlarımın,

Karımın İsmini... Hem öldürürüm sorma salon!»

Diye, tahrir-i nüfus (nüfusun yazımını) istemiyen er kişiler!

Hani, göstermediler eski celâdetden eser.   (Safahat, 204)

Diğer mısrâlardada şöyle haykırmıştır:                                     

«ÂİJî bir inkllâb olsun» diyen meyus olur,

Başka hiçbir şey kazanmaz, sâde bir deyyus olur.

Çünkü çıplak inkılâbâtm rezalettir sonu.

Ey denî (alçak) kundakçılar! Biz sizde çok gördük onu!

Birde halkın dini var, sık sık taarruzlar gören,

Hele bak: Millete haysiyyâtı oymuş öldüren!...

Dfnİ kurban etmeliymtş, mülkü kurtarmak için!...       "

Tutda hey sersem, bu idrâkinle sen âlim geçin!

Her cemâatten be} on dinsiz zuhur eyler, bu hal,

Pek tabiidir, fakat ilhâdı bir kavmin muhal. (Safahat, 226)

Akif merhumun feryad edib titreyerek beyan ettiği o his, duygu, dîne inanış, dînin îcablarını yapmak gibi haller, yok denecek kadar zaiflemiş, hatta islâmma hükümlerinin zıddmı savunmak bir moda hâline gelmiştir. Oda ve salonlarda sözde bilgi ve fikir öğretenlere, dinsizliği ve islâmı tahkir etmeyi çekinmeden yapanlara, nasıl ırz ve namus teslim edilebilir?

Kadın ve kızların fesadlıklar içinde tahsilini savunanların ekse­risi, îtikad bakımından çok zaif, amel ve islâmî değerlere saygı dersen, oda Perişandır. Kendilerinde abdest, namaz yoktur, hatta oruç, zekât ve hac gibi farizaları ya yapmazlar veya yapar görünürler fakat islâmın haram ve yasaklarını işlemekden çekinmezler.

Meselâ : Aile hayatları islâm ile hiç bağdaşmaz. Kanlan, kızları veya gelinleri ve torunları baldırı, bacağı, başı ve saçı açıktır veya ya­bancı kadınlarla el sıkışma, toklaşma ve şakalaşma gibi hayasız dav­ranışlar içindedirler. Bu ayıb işlerini daha fazla kötü göstermemek ve nefislerinin arzularına islâmıda uydurmak için, apaçık görülen bu ayıblan işleyecekler ve kendilerine cehennem yoldaşı teminine çalı­şacaktırlar.

Bu zavallılara bir kaç âyeti kerime ve Hadîsi nebevi meallerini nakledelim.

Bir âyeti kerimede meâlen şöyle Duyurulmuştur :

«Onun (Peygamberimizin) hanımlarından lüzumlu bir şey istediği­niz vakit, perde (siper, kapı ve emsali) ardından isteyiniz onlardan. Bu (şekildeki isteyişiniz) hem sizin kaleleriniz, hem onların kalbleri için daha temizdir.» (Ahzab sûresi, 5)

Halbuki Peygamber efendimizin hanımları, ümmetlerinin validele­ridir. Onlara nikahlanmaları ebediyyen haramdır. Böyle iken soy itiba­riyle yabancı olmakla, her hangi bir nefsânî tehlike olmaması için, perde arkasından istemeleri emir Duyurulmuştur. Keza ahzab sûresinin 32-33 ve 59. âyet mealleri okunmalıdır. Ayrıca nur sûresinin, 30-31. âyetlerimde okumak lazımdır. Birde Nisa sûresinin 34. âyetde erkek­lerin kadınlara hâkimiyyet ve üstünlükleiinin, erkeklerin mallarından kadınlara infak etmeleri*hükmü, nasıl yaşandığı düşünülmelidir.

Bir hadîsi şerifde meâlen şöyle buyurulmuştur :

«Her hangi bir kimse, yabancı kadının eline dokunmaya (Ebelik, ameliyat, doktorluk, kırık sarma gibi zarurî) bir yol olmadığı halde dokunursa, o kimsenin eline kıyamet gününde ateş koru konur.»[100]

Diğer hadîsi nebevi meali:

«Allah (c.c.) a ve âhiret gününe İnanan bir kadın, üç gün veya daha fazla mesafedeki sefere gitmesi helâl olmaz. Ancak beraberinde babası, oğlan kardeşi, kocası, oğlu veya kendi mahreminden birisiyle

gitmesi helal olur.» (Buhârî, Müslim, EM Dâvud, Tirmizi ve İlmi mâce) Ahzab sûresinin 33. âyetinde, kadınların evlerinde vekar ile otur­maları ve şayet çıkmak zarureti karşısında, câhiliyyet devri kadınları gibi süslenib, edalamb çıplanarak çıkmamaları gerektiğini beyan eden âyete dikkat.

Farzı ayın olan hac farizasını edâ etmek için, kadınlar, ancak bu şartlar bulunduğunda gidebilirken, pek çok fesâdlık görülen mahalle­re bir kız ve kadın yalnız gidib nasıl okuyabilir?

Burada birde Âlim, kâmil ve müttekî Hadimi merhumun «Berîka» adlı eserinde yazmış olduğu şu satırları okuyalım :

«İmamı Muhammed (R.A),Emred (yüzü tüysüz ve parlak)iken ilim öğrenmek için îmam-ı Âzam (R.A) m yanma derse gelirdi.

— îmam-ı Azam (R.A),takva kemâlma erişmiş olmakla beraber, gözün hainliğinden korkarak (sakalı bitinceye kadar) ders esnasında imamı Muhammed (R.A)İ kendi arkasına oturdurdu.»[101]

Aynı'meselenin bir nebze izahı, «İslamda Evliya Meselesi ve Hârika­lar» adlı eserimizde zikredilmiştir.

Yukarda naklettiğimiz hakikatler karşısında, kızlarım oğlanh kız­lı karışık şekilde okudanlar, okuyanlar, sınıf ve odalarda kadın ve kızlar, İslâmî tesettürde olmadıkları halde yabancı erkeklerle karı­şanlar, bunlara ders verenlerin hiç olmazsa, günah ve veballarmı İtiraf ederlerse, îmanlarını tehlikeden korumuş olurlar, yüzünde tüy bitin­ceye kadar erkek talebisini arkasına oturtan îmam-ı düşünmelidirler.

Buraya kadar naklettiğimiz yazıların özü, şu hadîsi nebevide top­lanmıştır :

«Ailesinin (karısının ve kızının) gayri meşru halde (zina ve emsali) kötülüğünü normal gören (hoş karşılayan) kimse, deyyüsdür.»[102]

Bu mes'elelerin daha geniş izahı, «İslâmda tesettür ve Haya» adlı eserimizde yazılmıştır.

Hadîsi şerifde tâleb edilib öğrenilmesi farz olduğu bildirilen bilgi­nin, inanılması, amel edilmesi veya kaçınılması gereken hükümlerin bilinmesidir.

Meselâ : Mümine, îmanın şartlarını, islâmm şartlarını bilib inan­ması farzdır. Alış verişle meşgul olan kişinin, o yapacağı işin helâl ve haiam, caiz ve fasit yönlerini bilmesi lâzımdır. Evlenecek bir kişinin, evlilik hükümlerini, yani, nikâh, talak, karı koca hakları gibi mes'elele-ri bilmesi gerekir, tslânun beyan ettiği özel ve umumî haklardan yapıl­ması veya kaçınılması gereken bir mes'eleyi bilmek, elbette müslüma-run en ciddî vazifelerindendir.

Birde bu bildikleri ile amel edib, o amelin makbul olma ve sonra zâyî etme gibi tehlikeli yönlerini bilmek lâzımdır.

Kısa cümlelerle sıraladığımız bu hükümler, şârih Aliyyülkâri mer-hum'un yazdığı şu satırlarda özetlenmiştir:

«Eğer denilirse : Farzdan evvel farz denir? Hemen âmelden evvel ilimdir, de.

—  Ve eğer farz İçinde farz nedir? diye sorulursa, hemen İlimde ve amelde İhlasdir, de.

— Ve eğer farzdan sonra farz nedir? diye sorulursa, hemen Alla­nın azabından korkmak ve rahmetinden ummaktır, de.»[103]

Hadîsi nebevinin devamında, «Ve ilmi, ehlinin gayrisine (ilme ehil olmayan itikadı bozuk ve ahlaksız kimselere) öğretip yerleştiren kim­se, hınzırların boyunlarına cevher, inci ve altın takan kimse gibidir.»

Çok mühim ikazlar vardır.

îlîm jinsaiüarın, kalblerini, fikir ve düşüncelerini nurlandınb her şeyin en doğru ve iyisini gösterip anlatmaya vesiyle olan mânevi var­lıkların en kıymetli cevherlerindendir. İlâhi sıfatlardan biriside ilim olmakla, ilme sâhib olanlar, halikı zülcelâlın sıfatlarından bir sıfatın tecellîsine mazhardırlar. Böyle oluncada en üstün varlığa sâhib olan kimselerdendir.

Bu kıymetli emânete sâhib olanlar, mâlik oldukları ilim nimetini asaleti, tînet ve tabiatı iyi olan, ilme ihlasla tâlib olan, dinî mübîni is-lâma hizmet aşkı olanlara öğretmek gerekir. îlmi takdir edib kıyme­tini bilen kimselere, ilmi tâlim edib öğretmek dînî vecibelerden biridir.

Fakat hadîsi nebevide belirtildiği üzere, ilmi sırf dünyalığa kavuş­mak, başkalarına allâmelik taslamak, câhillerle münâkaşaya dalmak, sefih ve ahlaksızlarla cidallaşarak tartışmak, Bâzı mal mülk ve makam sahihlerine yağ çekib dalkavukluk yaparak şöhrete sâhib olmak, mev­ki ve makama .ulaşmak için ilmi, şeytanî davranışlarına âlet edib Şeriatın kat-î ve kesin hükümlerinin hilâfına hükümler beyan etmek ve belkide ilmi tahsil edib öğrendiği hocasının şöhretini istismar edecek veya kendisi dünyevî bakımdan bir nebze mevkî sahibi olunca ilmi tahsil edib okuduğu hocasını beğenmiyecek, küçümseyecek, kötüleye-cek ve hattâ hakaret edecek tînette olanlara, ilmi öğretmek, domuzun ve yırtıcı hayvanların boyunlarına altın, gümüş ve cevher gibi kıy­metli varlıkları takmak gibidir. Domuzun boynuna demir halka ve zin­cir takıldığında nasıl davranırsa, kıymetli eşyalar takıldığında yine ay­nıdır. Hiç değişiklik olmaz.

Öyle oluncada, o canım altın, gümüş Ve kıymetli cevherler çok ve çok yazıktır. Binaenaleyh ilmin kıymetini bilmeyen veya bilmeyecek kâbiliyyet ve tfnette olanlarada, ilmi öğretmek, çok ve çok yazık olur. Emânet, ehlinin gayriye verildiğinden hiyanetlik olur.

Dîni ve ilmi istismar eden veya kötüye kullanan bedbaht huylu insanlardan bâzı örnekler vererek Hadîsi nebevinin hükmünü açıkla­maya çalışalım.

Şir'atül islam Şerhinde, Osman bin Ebî selman (R.A) den mervî-dir, dediki:

«Bir adam Musa aleyhisselâma hizmet ederdi ve bana Musa safiy-yüllah, Musa neciyyüllah, Musa kelimüllah şöyle dedi, derdi. Bu şe­kilde şöhret buldu ve malı çoğaldı. Hemen sonrada Musa aleyhisse-lam onu gaybetti.

—  Uzun zaman Hz. Musa o adamı sordu, bir eserini hissedib bu­lamamıştı.

—  Nihayet bir gün bir adam boynunda İb bağlı şekilde elinde ipi nîan bir hınzırla goldi.

—  Hemen Hz. Musa o adama, falan adamı bllirnıisin? dedi» o adamda, «Evet bilirim, işte bu hınzır o adamdır.» dedi.

—  Bunun üzerine Hz. Musa aleyhisselâm, ya Rabbî! bu adamı eski haline red etmeni isterim dedi ve o hâle geliş sebebinide sual etti.

—  Derhal Allâhû teâla vahyettiki. Eğer âdem-e kadar olanlar ve ondan başkalanda dua edib istese, icabet edib onu eski hâline avdet ettirmem. Ancak buna bu halin neden işlendiğini haber vereyim :

—  Bu adam din ile dünyayı taleb ederdi» [104]

Evet Allâhti teâla geçen ümmetlerde din istismarcılarını bâzı hileli işler yapanları ve perdenin önünde başka arkasında başka olub çeşitü şekillere bürünüp ve oyunlu işlerin içine dalanların kılık ve kıya­fetlerini domuz ve maymun suretine çevirirdi.[105]

Bu hususu beyan eden bir âeyt meali şöyledir :

«(Habibimi) deki: Allah katında bir ceza olmak bakımından daha kötüsünü size haber vereyimmi? AHâhın lanet ve aleyhinde gazab ettfği, içlerinden (kılıklarını) maymunlar ve domuzlar yapdığı kim­selerle şeytana tapanlardırki, İşte bunların mevkii daha kötü ve düm­düz yoidan daha sapıktır.»   (Mâide sûresi, 60)                                 

Bu âyeti kerime ile yukardaki kıssada belirtilen kılık değiştirerek başka hayvanlara tebdil etmek, Peygamber efendimize hürmeten bu ümmette olmamaktadır. Fakat bu ümmetlerde kalıb yerine kalb tebdili olacağı yazılmıştır.

Şimdi ilme ehil olmayib ahlak ve huylarında kötü örnek olanlar­dan bir kaç misal da günümüzdeki yaşantıda görülenlerden naklede­lim.

Bir kaç meslekdaş ye müslümanlarla bir yerde oturub sohbet ederken, bir vilâyetde yüksek, kademede bir Dîn hizmetinde bulunma­ya Çalışanın, birisi içindeki huy ve tabiatını şöyle açıklayordu :

«Efendim bayramlarda dahi köyüme babam ve annemi bayramla-maya gidemiyorum. Sebebide Kur'anı hıfzettiğim kişi kendi köylüm-dür. Köyüme varınca hocam diyerek onun eline varmam gerekecek, ben yüksek tahsil sahibi bir kişiyim. Oda ilk okul mezunudur. Yüksek tahsil sahibi olarak o kişinin eline varmam, çok ağrıma gidiyor. İşte bu yüzden köyüme gidemiyorum, gibi...» İfâdeleri maalesef bizzat kulaklarımızla dinledik.

Keza böyle düşünce ve davranışlara sâhib olan diğer kimselerede zaman zaman tesadüf edilmiştir ve aynı huy sahihleri, gün geçtikçe danada çoğalmaktadır.

Hz. Ali (R.A) m; «Bana bir harf öğretenin ben kölesi olurum. Diler­se, köle olarak kullanır, dilerse köle olarak satar, dilerse âzad edib hürriyetime kavuşturur.» Kıymetli sözünü unutuyorlar veya bildikleri halde nefislerine hizmet ettiklerinden amel edemiyorlar.

Bu zavallıya cevub mahiyetindu «El ozher ttnlvursiiesi» mezun» olan bir genç alimin Samda bir hutbesini dinlemiştim, onu nakledelim, diyorduki;

«Ey Üniversite ve fakülte hocaları ve bu hocaların talebeleri! İyi dikkat edip ve bilinizki, bugün ilim sahasında en yüksek mevki diplo­ma, tez ve çeşitli kırtasiye çalışmaları ile eriştiğiniz, Profesör, Doçent, doktor ve Öğretim üyesiyiz, diyerek bu imkanlara sâhib olmayan ve

fakat hak teâianın kitabına ve Peygamberin Sünnetine tam âlim ver âmil, îcmâ-ı ümmet ve tayası fukaha hükümlerine vâkıf ve saygılı olanları, küçümsemeyiniz. Hakir görmeyiniz.

— Eğer arifi billah olan ve bildiği ile amel eden ve fakat sonradan kurulmuş müesseselerin etiketlerine sâhib olmayanları hakir görür­seniz, sizden korkarız, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali gibi büyükleride bir fakülte mezunu değildir, diyerek küçümsersiniz.

—  tyi bilinizki, Hak teâlanm katmda en makbul insan, onu   iyi bilib hakkı ile kulluk yaparak takvaya sahib olandır. Zira cenabu hak kitabında; «Muhakkak Allah katında sizin en ekreminiz, elbet Allah-dan çok korkanınızdır.» Mealindeki âyetin hükmüdür.

—  Onun (Allanın)  yanında sizin değer verdiğiniz, dünyalıklar, mevkiler, makam ve mansıblar değer Ölçüsü  değildir. Ve o âhiretde îmandan, islamdan, ilim ve amelle ilgili farz olan vazifelerden- sual edecektir. Onun için ölümü ve Ölümden sonraki hayatı iyi düşününüz, timinizle âmil olunuz. Şeytan gibi büyüklenib helak