๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mişkatul Mesabih => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 27 Haziran 2011, 14:22:57



Konu Başlığı: Ilim bahsi I
Gönderen: Sümeyye üzerinde 27 Haziran 2011, 14:22:57
Ilim bahsi I


İzahat
 

Râvî Hz. Ebî Hureyre (R.A) hakkında gerekli malumat, birinci cil­din yetmiş dokuz (79) cu sahifesinde zikredilmiştir.

Hadisi şerifdeki cümlenin anlamı; ahlak, fazilet, kabiliyyet ve ta­biat bakımından verim, gelişme ve netice cihetinden insanların mâden leri, altın ve gümüşün mâdenleri gibidir.

Yani; Altın ve gümüş madenleri; verim ve safiyet bakımından çok çeşidlidir. Bâzısı verimi, kalite ve keyfiyeti yönünden çok fevkal'ade olur. O mâdenler işletildikçe pek yüksek verim ve kalite elde edilir, do-laysiyle sahibini maddî bakımdan zengin yapar.

Şayet altın ve gümüş mâdenleri, yabancı maddelerle karışık olur veya verimi az olursa, bu mâdenleri çalıştıranda maddi bakımdan az gelir ve imkâna sahib olur, çekilen emek ve yapılan masraf karşılanmazsa, bu takdirde bu mâdeni çalıştıran adam, kâr ve kazanç elde ede­mediği gibi devamlı zarar etmekle sonunda iflas edib perişan olur.

Keza soyu sopu, ahlak ve huyu, terbiye ve tedibi mükemmel olan insanlarında, kendilerinden gelen nesil ve kişilerde, o nisbetde iyi huylu ve güzel ahlaklı olurlar, zira maya ve asıl olan mâden, ahlakı hami-dîyeye sahib ve yüksek faziletleri kendisinde toplayan bir menşedir. Kişiler, aslına çeker, aldığı terbiye ve huyjı olduğu gibi yaşarlar. îyi ter­biye iyi arkadaş ve akran, insanları iyiye ve güzel işlere sevk- eder. Bütün çevre o iyi insandan ve iyi huylarından faydalanır.

Nitekim atalar : «Asıl, azmaz» demişlerdir.

Arabcada bir kâîde vardır :

«Küllü şey'in yercîu ilâ aslihî = Her şey, aslına rucû eder.»

Şayet insanların sülâle.ve asaleti bozuk olur, ahlak ve terbiye ba­kımından çok kötü olursa, bunların devam eden nesli ve sülâleside aynı şekilde kötü olur. Böyle kötü huy ve ahlaka sâhib olanların tabîat ve tıynetleri icabı ellerinden, dillerinden ve amellerinden ancak kö­tülük görülür. Zira onların, kemikleri, ilikleri, kanları ve canlan böyle yuğrulub gelişmiştir. Her ne kadar bâzı vâd ve sözlerinde iyilikden bahsetselerde, tiynet, aldığı terbiye, yetişdiği muhit, edindiği bilgi ve arkadaşları kötü olanlar; «Aslına çekmeyen haram zadedir, can çıkmayınca huy çıkmaz.» Cümleleri, bu luısûsu gayet, belirli bir şekilde beyan etmektedir. Bu açıklananların değişik şekilde olanları, nâdirat-dandir. Nadir olanlar ise, yok menzilindendir. Zira kulun irâdesi dışında olanlar, kaderi ilâhinin tecellîsidir. O. kaderi ilâhi Allanın bileceği ve onun yedi kudretindedir.

Şu halde Altın ve gümüş mâdenlerinin muhtelif şekil ve nevileri olduğu gibi, insanlarında tabîat, huy ve ahlak bakımından, çok çeşit ve nevileri vardır. Ancak mâdenler, mahzenlerde ve derin yataklarında saklı olduğu gibi, insanların; huy, tabîat ve ahlaklanda tînet ve yaratı­lışları îcabı, iç âleminde saklıdır. Zaman zaman zuhur edib görülür. Kabın deliğinden sızmakla içindeki maddenin ne olduğu bindiği gibi, insanların içlerindeki saklı olan ahlak, huy ve tabiatları, kainlerinin tercümanı dilleri ve amelleri ile bilinir.

Nitekim bir ata sözünde; «Hayvanın alası dışında olur, insanın alası (huy, ahlak ve tabiatı) içinde olur.» denilmiştir. Bu sebebden) kız alıp verecekler, ortaklık veya uzun yolculuk gibi mühim işlerde, insan­ların asalet ve huyları sorulub karar verilir.

Tabîat ve tîneti bozuk olanlar hakkında halk dilinde, «Bu adamın kam bozuk, soyu bozuk adam eferdlm.. gibi..» cümleler söylenmekte­dir.   

Ahlak, huy ve tabiatın değişik değişmeyeceği hususlar hakkında hir nebze malumat, bu eserin birinci cildinin 248-249. sâhifelerinde zik­redilmiştir.

CibiHî ve terbiyevî bakımdan insanların kabiliyyet ve ahlakı, çok muhtelif olduğu beyan edilmiştir. Ancak ilâhî takdir ve ilâhî terbiye ile yaratılıb yetişenler hakkında bir kaç cümleyi nakletmeden geçemiyece-ğiz.

Cenâbu hak kendi kudreti ile ölüden diriyi ve diriden ölüyü, âlim­den zâlimi, zâlimden âlimi yarattığı ve aynı yaratmaya kadir olduğu bilinen bir gerçektir.

Nitekim bir âyeti kerimede şöyle Duyurulmuştur : «O (Allah), Ölüden diri çıkarır ve diriden ölü çıkarır. Topraga*ölü-münden sonra hayat verir.» {Rum sûresi, 19)

Bu âyeti kerime gibi âyetler pek çoktur, Müîessirlerin beyanına göre, ölüden diri çıkarmak demek, Câhil, zâlim ve ahlaksızdan terbi­yeli, iyi huy ve ahlaka sâhib'âlim, kâmil, kişi yaratmaktır. Kâfir ve zâ­lim olan babadan, Hz. İbrahim Aleyhisselâmm yaratılması ve bâzı zâlim ve ahlaksız câhillerden, terbiyeli, ahlak sahibi âlim kimselerin yaratılmaları bu kabil yaratıklardır.

Diriden ölü çıkarması ise, Peygamber ve âlim kişilerden, zâlim ve ahlaksız kimselerin yaratılmasıdır. Adem Aleyhisselâm ile Nuh aleyhisselamin 

Birde ilmi irfan sahibi kimselerden ahlaksız ve zâlim evlatların görülmeside, yine bu kabil dinden ölü çıkarmak menzîlindedir. Şeytan, babalarından alamadığı intikamını, evlat ve torunlarından fazlasiyle almış oluyor.

Her ne suretle olursa olsun, ilâhî takdir ve tecelli böyle zuhur ede­biliyor. Kul kendisine düşen, gayret ve çalışmayı yapacakdir. Tedbire rağmen takdirde tecellî edene rıza göstermek, îmanın şartlarından birisidir.

Takdir ve tecelli hakkında bir nebze malûmat, bu eserin birinci cildinin 68-69. sahifelerinde beyan edilmiştir.

Hadîsi şerifin şu son : «fnsanlann câhiliyyet devrindeki hayırlı olanları, islamda da fîslama girdiklerindede) din ve şeriat ilmine vâkıf oldukları vakit, yine hayırlı kimselerdir.» Cümleleride şayanı dikkatır.

Zira islâma girmezden evvel Câhiliyyet devrinde iyi huylu ve güzel tabiatlı olanlar, müslüman olduktan sonra yine hayırlı ve makbul kişilerden olabilmek için, islâm hukukunu (yani fıkıh ve şeriat ilmini} öğ-renib bilmeleri lazımdır. Din ve şeriat hükmünü bilmekle en hayırlı Kimselerden olabilecekleri beyan edilmiş oluyor.

Dikkat edilirse, müslüman olan kimselerin en hayırlıları, ilmi fıkhı en iyi bilenler oldukları ve böyle olmaları gerekiyor. Resulü ekrem efendimiz, müslümanlarm îmandan sonra fazilet ve şerflerinin en kıy­metlisi, fıkıh ve şeriat ilmine vâkıf olmaları ile olabileceğini beyan bu­yurmuştur.

Mal, mülk, saltanat, neseb ve haseb, soy sop, kuvvet ve güzellik, ev, bağ ve bahçe, at, araba ve emsali maddî ve fâni varlıklarla, bir hayırlılık ve üstünlük beyan etmemiştir. Sâde ve sâde şeriat ilmine vâkıf olubf fakih ve âlim olmayı şart koşmuştur. Çünkü ilmi fıkhı bilen kimseler, nefislerinin leyh ve aleyhlerinde olan her hükmü bilmekle kurtuluş ve seâdeti kazanmış olurlar.

Şu halde ilmi fıkha âlim şeriat bilginleri, müslümanlarm en hayır­lı kişileridirler. Böyle nîmet sahihleri, bu nimet ve devletin kıymetini bilip şükretmelidirler ve diğer müslümanlarda, hürmet ve takdirde kusur etmemelidirler.

Tercümesi:

202- (5) İbnlMes'ud (R.A) den mervîdir, dedi;

Rasûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Hased etmek caiz değildir. Ancak iki şeyde hased (kıbda) etmek caizdir. (Onlarda şunlardır:)

a ) Bir adama, Allâhü teala pek tok mal vermiştir, o kimse de o malı hak yolda sarf etmek üzere Allâhü teâlanın lutfu ile hol bol har-cayor.

b ) Bir adama da, Alâhti teâla ilim ve hikmet vermiştir. O kim­se de o ilimle amel edib ve gerçekleri hükmedib başkalarına tâlim et­mekle meşguldür. (îşte bu iki kimse, gıbda ediliri onlardaki olanları heyacanla temenni etmektir).»

(Hadîsi, Buhârî ve Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.) [47]

 

İzahat
 

Râvî İbni Mes'ud (R.A) hakkında gerekli malumat, birinci cildin 162. sahifesinde zikredilmiştir.

Hadîsi şerifdeki «Hased» kelimesinin anlam ve îzâhını beyan ede­lim ve buradaki hükmünüde açıklayalım.

Hased : Luğatda çekememek, gıbda etmek ve başkasının nimetinin yok olmasını istemek manasınadır.

İstilanda Hased : Bir kimsenin nimetinin ondan gidib kendisine intikal etmesini temenni etmektir. Hasedin zıddı ise, başkasına hayır ve nimet istemek manasına olan nasihattir.

Târiîindende anlaşıldığı üzere Hâsed, hem Şer'an ve nemde aklen çok kötü ve iğrenç verici bir huydur. Fakat bu kötü iç ve ruh hastalı­ğı olan hased, bir kimseye girerse, çıkması çok ve çok güçdür. Beden de görülen kanser hastalığının tedavisi ne kadar güç ve imkânı bulu­namaz derecede ise, insanın ruh ve ahlakını tahrib eden bu hasütlük hastaîığıda, o nisbetde müzmin ve kötüdür. Büyük günahlardan ve ha­ramdır. Sahibini, dünyada huzursuz eder, âhiretde cehenneme atar.

İblisin Rahmeti ilâhiden kovulub cehennemde ebedî kalmasına sebebolan bu hased-in kötülüğünü beyan eden şer'i delilerden bazılarını nakledelim.

Kur'anı kerimce şöyle beyan edilmiştir ;

sYoksa, Allâhın fazlu Kereminden insanlara verdiği nimetlere hâ-sedmi ediyorlar?» (Nisa Sûresi, 54)                                                       

Diğer bir âyet meali:

«Ve hasedini meydana çıkanb gereğini yapmağa koyulduğa zaman, kıskancın şerrinden Allâha sığınırım de.»                    (Felak sûresi, 5)

Bu son âyeti kerimede de belirtildiği üzere, hased ve hastalığı in­sanın içinde gizli durur, bir söz ve fiil ile işlemedikçe günah yazılmaz.

Hasan-ı Basrî rahimahullaha hased-den sorulduğunda dediki: «Hased, insanın İçinde bir ğam ve kederdir. Binâenaleyh   bunu açık-a vurmadıkca sana zarar vermez.» [48]                 

Yani, insanın içinde taşıdığı fikir ve düşünce mahsûlü olan hased, söz, yazı ve fiil ile işleyib dışa çıkarmadığı müddet, günâh ve vebal yok­tur. Amel defterine yazılmaz. Fakat sahibini rûhan iç hastalığına uğra­tan pek fena bir huydur. Mânevi mikrobların en eşedlerindendir.

İnsanın içinde saklı olan fena düşüncelerin açıklanmadıkça günah yazılmayacağını beyan eden bir hadîsi şerif meali şöyledir :

«Muhakkakki ; Allâhü teâla, ümmetimden göğüslerinin (nefisle­rinin) verdiği ves'veseyi onu işlemedikçe veya konuşmadıkça afveder.»[49]

İnsanların iç âlemlerinde saklı olan düşünce ve fikirlerinin ne de­receye kadar hüküm taşıdığının geniş izahı, birinci cildin baş tarafın­da «nîyyetin hükümleri» başlığını taşıyan 34-53. sahifelerle «Ves'vese babı» altmda*189. sahifede zikredilmiştir.

Şu hususu iyi bilmek gerekir, her ne kadar içde saklı olubda dışa vurulmayan hased hasatlığı, günah yazılmaz isede, insanın içini kemi­ren ve adetâ yakan bîr kanser miktrobu ve ateş gibi felâket saçar. Şa­yet ortaya konur hased icra edilirse, derhal sahibinin bütün iyiliklerini yakib yok eder.

Nitekim bir hadisi şerifde şöyle buyurulmuştur:

«Hased; ateşin odunu yakıb yediği gibi, bütün iyilikleri yer.»[50]

Hasedin, insanın içini kemirdiğini beyan eden bir âyet meali : « (Habibim!) deki: Öfke ve kininizle ölün. Muhakkak Allah (c.c.) kainlerin kin ve hasedlerini tamâmiyle bilicidir.» (Ali imran, 119)

Hased sahibi kişiler, hased ettikleri kimselerin başlanna musibet ve felâkete sevinirler. İyiliklerinede üzülürler.

Bu hususu belirten âyeti kerime meali şöyledir :

«Size, bir iyilik dokunursa, onları (hasudleri) üzer ve kederlendirir. Şayet hasınıza bir felâket gelirse, onunla ferahlanır ve sevinç duyar­lar. Eğer siz, sabreder korunursanız, onların hileleri hiç hir zarar vere­mez. Şüphesizki, Allah (teâla), onların yaptıklarını ilmi İle kuşatmış­tır.»                                                                           

Hz. Muaviye (R.A) şöyle demiştir :

«İnsanların, hemen hepsini razı etmey kadir olunur, ancak nime­te hased eden hâsidi râz! yapmaya kadir olunamaz. Çünkü nimete ha­sed eden adam, ancak nimetin zevâlına (yok olmasına) rıza gösterir.»[51]

Ehli sünnet büyükleride şöyle demişlerdir :

«Düşmanlığın hepsini öldürüb yok etmek elbet umulur. Ancak sa- na hir kimsenin düşmanlığı hasedinden ise, onun düşmanlığını öldür­mek umulmaz.» [52]                                                 

Büyüklerden FUDAYİL BİN ÎYAZ (R.A) da şöyle demiştir : «Mümin, kıbta eder, münâfıkda hased eder»[53]

Hased'in zarar ve kötülükleri hakkında, daha pek çok hükümler vardır. Fakat biz o hükümleri özel bahsinde maddeler halinde sıralayıb yazacağız, inşaâllah. Ancak burada birde hâsed hastalığından kurtul­manın ilâcı hakkında bir kaç cümleyi nakledeceğiz.

AIIâme-i Teftâzâni Merhum îmânu Nevevî (R.A) in «Hadîsi erbe-in» isimli eserinin şerhinde şu satırları yazmıştır :

«Hased-in ilâcı; her şeyin Allanın takdiri ile olduğunu bilmek, ha-sed-in zararının Allanın gazabına uğradığını düşünmek, en mühim ve lâzım olan düşüncede, o hased'in; hased edilen mahsûde zarar verme-yib belki ona menfaat verib sana (hased edene) zarar verir ve hased edenin hasedinin iktizâsı, zıd ahvallardan olan hased ediliü çekilemi-yen adamı bâzı zaman medhedib, diğer bazı zamanda tavazû edib ilti­fat etme gibi şeyleride yapar ve bunları idrak eden kimse, düşmanlık sebeblerini yok eder, tâkî hased edilen kimseyi kendisine sevimli ve onunda kendisini seven kimse olmasını sağlar.»[54]

Düşmanlık hastalıklarının yerini sevişmenin alması halindeki du­rumu beyan eden bir âyeti kerime meali şöyledir : «Sen (kötülüğü) en güzel (haslet ne ise) onunla önle. O zaman (görürsünki) seninle ara­sında düşmanlık bulunan kimse bile, sanki yakın dost (un olmuş) dur.»(Fussilet sûrasi, 54)

Büyüklerin sözünde şöyle denilmiştir :

«Hasud adam, efendiliğe yükselemez.» Yani, çok hasedlikde bulu­nan kimse, kat'iyyen arzu ve emellerine nail olub efendi olamaz, belki o adamcağız daima düşer ve bütün işinde noksanlık hasıl olur. Hatta ömrünün kısalmasınada tesir eder.

Risâle-i Kuşeyriden naklen Hadimi Merhum berîkasinda şunları yazıyor:

Esmaî Rahimahullah dediki;

«Bir ârâbîyi (bedevi bir arabı) gördüm, yüz yirmi (120) sene yaşa­mış, hemen dedim : Ömrünü ne uzaldı? — O ârâbî dedi: «Hased-î terk ettim, bu sebeble bn kadar yaşadım.»[55]

Haram olan hased hakkında kısa malumatdan sonra Hadîsi şerif-deki manasının açıklamasını yapalım. Hadisi şerifdeki mâna, kıbda et­mek, hayran olmak ve o nimetlerin aynısını temenni etmektir.

GIBDA : Luğatta-, imrenmek, iyi hal ve arzulamak manasınadır.

istilanda Gıbda : Başka kimsedeki olan iyiliğin aynasının kendisin-dede olmasını temenni etmektir ve kendisine arzuladığını o kişide de­vamımda dilemektir.

Hadîsi şerifde, «Hased» kelimesi mecaz olarak kullanılmıştır. Zira mecaz olmasa, hasede cevaz verilmiş olurdu. Hased ile Gıbdanm tarif­lerini gördükki, bunlar bir birleri ile münâsebeti tamamen değişiktir. Birinde nimet ve fazilet sahibi çekilemiyor ve mevcut iyiliğin zevalim isteyib kişinin harab olmasını temenni etmek vardır. Diğer birisinde ise, iyilik ve nimet sahibinin ilmine, hayra sarf ettiği mala ibretle sey­rediyor ve o nimetlere kendisininde nail olmasını dileyor ve iyilik sâ-hibindeki hayatın mes'ud bir şekilde devamını arzu ediyor.

İşte bu duygusu ve düşünce sahihlerinden birincisine, «hasud adam, hased eden, çekemeyen, horlayan ve içi parçalanan hasud», denirki, kı­sa yoldan yukarda belirtilmiştir.

İkincisi ise, hadîsi şerifin devammdada belirtildiği üzere, iki adet nefis ve hassas nimet ve fazilete sâhib olanlara gıbda ve iştiyakla ba-kıb, aynı hal ve amelin kendisinde de olmasını temenni etmektirki, şöyledir :

a ) Bir adama Alâhü teâla pek çok mal vermiştir, o kimsede o malı hak yolda sarf etmek üzere Allâhii teâlanın imfu ile bol bol lmrcayor..»

Hadisi serilin bu cümlesini hak yolcusu her mümin, ezberiemeli ve bu şekilde hareket etmeli veya sarf edecek mala sâhib değilse, «Keş­ke benimde helâlından malım olsaydıda, bu adam gibi hayır yerlerine sarf etseydim, gibi...» temennilerde bulunmalıdır. Bu niyyete sâhib olanlar, malını hak yola sarf eden kişilerin nail oldukları ecrü mükâ­fatı, eksiksiz bunlarada verilir.

b ) «Bir adamada, Allâhü teâla ilim ve hikmet vermiştir. O kim­sede o ilimle amel edib ve gerçekleri hükmedlb başkalarına tâlim, ile meşguldür.»

İşte gıbda edilen ve edilecek olan kişiden biriside faydalı ilme sâhib olub mucibi ile amel ederek başkalarına, dili, elî ve fili ile tâlim edib örnek bir halde yaşayan âlimede, bakıb hayran olmak ve aynısının ken­disinde bulunmasını dilemekte, en iyi dilek ve arzulardandır.

ilmi nâfie = Faydalı ilme ve helal mala sahib olubda, hak ve hayır yolda harcayanlara bakıl) gıbda etmenin ve kötü yolda çalışanlara hay­ran olanların felâketleri, bu eserin birinci cildinin 41-43. sahifelerinde zikredilmiştir. Orayı tekrar okumak fâideli olur.

Tercümesi:

203 - (6) EMHuyreyre (R.A) den mervîdir. Dedi: Rasûltillah (S.A.V) buyurdu:

«İnsan Öldüğü zaman, ameli kendisinden kesilir. Ancak üç şeyden

(hayır yazılması) kesilmez. (O üç şeyde şunlardır :)

a ) Menfeat ve ecri devam eden sadaka,

b ) Veya kendisinden faydalanılan ilim,

c ) Veya mevtaya hayır duada bulunan sâlih evlad dır.»

{Hadîsi, Müslim rivayet etmiştir. [56]

 

İzahat
 

Râvî Ebî Hureyre (R.A) in kısa yoldan tercüme-i hâîi, birinci cildin 79. sahifesinde zikredilmiştir.

Hadîsi şerifde belirtildiği üzere, insan öldüğü gün amel defteri ka­panır. Hayatta iken kılmış olduğu namaz, tutmuş olduğu oruç, vermiş olduğu zekât, yapmış olduğu hac ve diğer hayru hasanat gibi iyi ve ha­yırlı ameller, amel defterine yazılması kesilir. O iyilikden mahrum olur. Üç kişinin amel defterleri kapanmaz.

a) Kendisi öldükten sonra arkasında işleyen ve iyiliği, hayrı ve menfaati devam eden bir sadaka verilir ise, bu adamın amel defteri o sadaka olarak verdiği veya bıraktığı iyilik devam ettikçe, kapanmaz. Her an için hayır yazılır.

Devam eden sadaka, vakıf yapmak, cami, çeşme, yol ve su hayrı yapmak, camiye seccade sermek, bir fakire elektrik, su, bina ve em­sali hayırda bulunmak, okuyan bir talebeye kuram kerim ve dîn! kitap­lar alıvermek, her çeşid ve cins ağaç dikmek, han, hamam, dînî, millî bilgileri öğretcek bir okul, kurs ve pansiyon gibi binaları yapıb çalış-dırmak ve bunu devamlı yaşayacak şekilde vakfetmek, hastane yapıp fakir fukaranın hizmetine vakfetmek ve daha bunlara benzer dîne, müslümanlara ve cemiyete faydalı olan her sadaka ve hayrı yapıb bı­rakanlar, öldükten sonra amel defterleri kapanmaz, o hayırlar ve hayır müesseseleri yaşadıkça, kendileri sağ ve hayatda gibi defterle­rine hayır ve iyilik yazılır.

Hatta o bırakılan sadaka ve hayrın içinde işlenen bütün iyilik ve güzel amellerin mükâfatlarını, amel sahibinin aldığı mükâfat kadar, o sadaka ve hayır sâhibide alacaktır. Bu hükümlerin daha geniş delilli îzâhı birinci cildin muhtelif yerlerinde zikredilmiştir.

Burada bir hususa dikkat çekmek isteriz, daha evvel ecdadımızın vakıflarını alıb satan ve gayesinin dışında tasarruf edenler, maalesef görülmüştür. Bu hususları nazarı dikkata alarak vakfedeceklerin çok dikkatli ve tedbirli olmaları gerekir. Zira günümüzde vakfın islamdaki şartlarına bakmadan kendi tüzük ve indi kararları ile hareket edenleri maalesef görüyor, duyuyor ve bâzı suallere muhâtab oluyoruz.

Bu şekildeki vakıf teşekküleri ve hayır cemiyetlerinin halleri, islâm hukukuna uymadığı halde müslümanların hayır ve iyi duygularım kö­tüye kullanmış oluyorlar. Kendilerine müctehid süsü vererek, kitab, sünnet, icma-ı ümmet ve kıyası fukahâya muhalif hükümlerine şâhid oluyoruz.

Meselâ : Zekat, sadaka-ı fıtır ve kurban derileri fakirlerin hakkı iken bunları binaya, camiye, okula, kursa ve emsali yerlere sarf eden­leri veya edeceklerini kendi söz, yazı ve harektlerinden öğreniyoruz. Bu şekildeki hareket çok kötü ve milli bir belâdır.

Birde vakfedecek kişiye, evvelâ bir dilekçe ile vakiedcegi malın bütün haklarını o kuruma verib her türlü tasarruf ve muameleyi kul­lanacak, vakfeden kişinin hiç bir itiraz, şart ve söz hakkı olmamak kay­dı ile verecekmiş. Sorulan ve danışılan bu hususda, çok acâibdir. Çün­kü îslâm hukukunda beyan edilen vakıf'şartlarına tamamen aykırîdir. «Alınamaz, satılamaz» kaydı ile vakfeden kişinin hiç bir şartı muteber olmayor. O kurum mülk satın alır gibi kendi keyf ve arzusuna göre hareket edecektir.

îşte mal ve mülkünü vakfedecek, bir hayra bağışlayacak veya bir îmârat yapıb daimî bir hayrın işlemesini sağlayacak kimselerin, vere­ceği veya yapacağı ve yapdıracağı yerleri, kişi ve kuruluşları çok ince­lemeleri lazımdır. İyi isimr ölü veya diriden faziletli bir kişinin ismi veya şahsiyeti istismar edilerek, perde önü ve perde arkası davranış ve amellere sahib olanlar olabiliyor. Bu sebebîe hayır kurumlarının faaliyetleri ve o kuruluşu idare edenlerin durumları, her hanşi bir züm­re ve fırkacılık hastalığına mübtelâ olub olmadıkları gibi hususlar araştırılmalıdır.

Bütün bu hususları incelemekdeki gaye, yapılacak sadaka ve hay­rın dâimi yaşayıb amel defterinin kapanmamasıdır. En mükemmel ve doğrusu ise, kendi eliyle icra etmektir. İl, ilin işini tam görmeyebilir.

b) «Veya kendisinden faydalanılan ilim,» Cümlesindeki hükümde çok fevkal'âde bir hayır yoludur.

' Bir kimse, ilim tahsil eder ve o tahsil edib öğrendiği ilmini başka­larına tâlim edib öğretirse, onun öğrettiğide diğer birine veya bir çok kişiye öğretmek suretiyle devam edilirse, ilk öğreten kimsenin amel defterine hiç durmadan hayır ve iyilik yazılır. Sahabe, tabiin, muctehid ve ilim tâlim eden her âlim, bu tükenmez ecre nail olanlardandır.

Keza îman, itikat, fıkıh, tefsir, hadis, usûlü fıkıh, usûlü hadis, man­tık, maâni, beyan, bedî, sarf ve nahv gibi İslama hizmet eden kitapları yazan, telif ve tercümede bulunüb müslümanların dinî mübîni islâmı daha çabuk ve daha iyi öğrenmelerini sağlayan her eser, sahibinin amel defterinin daîma işlemesine sebebdir.

Bilhassa akîde ve amel ile ilgili uydurulmuş hurafe ve batılları çürüten ve islam ciminin parlak ve kesin hükümlerini tebdil ve tağyir etmeye çalışan müfsitlerin, telkin ve fitnelerini def eden mühim eserle­ri tercüme ve telif etmek, elbette ölmez eserlerdir. Böyle eserleri yaadamın amel deUeri kapanma/. Daima hayır yazılır.

Evet bir kimse, başkasına ilminden; sözü, fîli, takriri, yazısı, delâ­leti ve bıraktığı faydalı eserleri ile faydalı olabilir. Böyle ilim sahibi her mümin, çok ve çok mutlu insandır. İmâmı Bûhari, İmamı Müslim, İmâmı Mâlik, îmamı Azam, İmamı Şafiî ve İmâmı Ahmed bin hanbel (R.A.) gibi alâ merâtibihim silsile ile ilim öğrenen ve öğreten ilmi nâfi sâhibleri, işte böyle ölmez eser sahibi kimselerdir. Meselâ : İlmi tef­sir ve ilmi fıkhın ilk ekicisi ashabdan ibni Mes'ud (R.A), o ilimle meş­gul olanların ecrinden nasiblenir.

c ) Hadisi şerifin üçüncü cümlesi şudur : «Veya mevlaya ha­yır duada bulunan sâlih evladdır.»

Şârih Aliyyülkâri merhum şunu zikrediyor :

«İbni melek dedi; Hadîsi şerifde «veled» kelimesi «sâlih» kelimesi ile kayıtlanmıştır. Zira ecir ve iyi dua veledi şalinden (iyi evladdan) başkasında hasıl olmaz ve Peygamber (S.A.V) in iyi evladın babasına dua etmesini zikretmesi ise, evladın babasına hayırlı duada bulunma­sını teşvik ve terğib içindir.

— Hatta denilmiştirki : İyi evlâd, babası için hayırlı duada ister bulunsun ister bulunmasın, iyi evladın âmelinden babası için sevab vardır. Dikilen bir ağaçdan meyvasını yiyen kimse, ağacı dikene dua etmesede o ağacı diken kimse'mutlaka sevab ve ecre nail olduğu gibi.»[57]

Hadîsi şerifdeki kayıt ve bağlantılara, iyi dikkat etmek gerekir. İn­san öldükten sonra kalan evladın, «sâlih» olması demek, imanlı, ihlaslı, iyi ahlak sahibi, Allâha kul, Peygambere ümmet bir kişi olursa, baba ve annesini rahmetle anar, hayırlı dua eder.

Hayatda bu şekilde pek çok evlatları gördük, meselâ : Adam öl­müş baba ve annesinden bahsedeceği zaman, «Rahmetli babam veya annem, Allah gani gani rahmet eylesin babam, Alâh yattığı yeri nur eylesin veya nur içinde yatası babam veya annem şöyle demişti gibi..» Cümlelerde baba ve annesine hayırlı dua edenleri devamlı görüyor, duyuyor ve şâhid oluyoruz.

Böyle rahmetle anan bir evlâda sahib olanlar, yüee mevlâya çok teşekkür edib hamdü senada bulunmalıdırlar. Bu ilâhi lutfa mazhar olan evlatlarda, aynı şükrü yaparlarsa, pek çok iyiliklere nail olurlar. Cenabu hak bütün müslüman kardeşlerimizle neslimizi, âsî, zâlim, ana ve ba­basına lanet eden ve edecek olan evladu ahfadan korusun, Amin.

Baba ve annesini ve bütün müslümanlarla kendi ehlinin mağfireti­ni dileyen evlatlardan bir kaç misâli kur'anı kerimden nakledelim.

Hz. Nuh Aleyhisselâmm duası şöyledir :

«Ey Rabbim! beni, ana babamı, mümin olarak evime gireni ve bü­tün mümin erkek ve mümin kadınları bağışla. Zâlimlerin ise, ancak helakini artır.» (Nuh Sûresi, 28)

Hz. İbrahim Aleyhisselâmm babası hakkında duası ise şöyledir :

«İbrâhimin, babası hakkında mağfiret dilemesi ise, ancak ona da­ha evvel vermiş olduğu bir sözden dolayı idi. Fakat babasının Allâha bir düşman olduğu, kendisine belli olunca, ondan (istiğfar dilemekten) uzaklaşdı..» (Tevbe Sûresi, 114)

Beş vakit namazını kılan her iyi evlad, baba ve anneleri ve diğer seçmişleri hakkında hayırlı duayı dâima yapmakdadır.

Görüldüğü üzere ilâhî lütuf olan iyi evlad, baba zâlimde olsa, hayır dua etmekden başka bir şeyde bulunamıyor. İmanlı ve ameli sâlih sa­hibi iyi evlad, ana babasına hayır duada bulunur.

Buraya kadar açıklamay çalışdığmuz, üç hâle veya ikisine veya birisine sâhib olan müslümanlar, bu nimetlere şükredib, nesillerinde devamına duada bulunmalıdırlar. Çünkü ölmez ve bitmez bir manevî servete sâhibdirler. Çok mutlu kişilerdirler.

Tercümesi:

204 - (7) Yine ondan {Ebî Hureyre R.A dan) mervîdlr, dedi;

Rasûlüllah (S.A.V) buyurdu:

1- «Bir kimse, her hanki bir müminden dünya sıkıntılarından bir sıkıntıyı izâle eder giderirse, Allâhü teâlâ o kimsenin kıyamet gü­nündeki sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderir.

2- Ve bir kimse, güç (fakir) durumda olanın bir güçlük ve zor­luğunu kolaylaştırırsa, Allâhü Teâla o kimseye dünya ve âhirettekİ güçlüklerini kolaylaştırır.

3- Bİr kimse de, Müslümanm aybını setredib örterse, Allâhü teâlâ da o kimsenin dünya ve âhırette aybım setredib örter.

4- Kul, Kardeşine yardımda bulundukça, Allâhü teâla da kula yardım edr.

5- Bir kimse. Bir yola gider aynı zamanda o yolda ilim taleb et­mek istek ve arzusu da olursa, Allâhü teâla o kimsenin yolunu kolay­laştırarak cennete götürür.

6- Her hanki bir kavm (Cemâat), Allanın evlerinden (Cami ve mescidlerinden) bir evde (bir mescidde) toplanıb Allanın kitabını okur­lar ve aralarında o kitabı ilâhînin ilmini tâlim ve tedris edrlerse, O kimselerin üzerlerine ancak sekînet iner, onları rahmeti ilâhî kablar. Onların etrafında rahmet melekleri tavaf edib döner ve Allâhü   teâla onları kendi yanında (melei âla denilen mübarek varlıkların yanında) imtiyazla zikredib öğer.

7- Bir kimseyi, kötü ameli ihmal ettirib, iyi amel işlemezse, o kimsenin (nesebi sülâlesi) onu hak ve hakîkata kavuşturamaz.»(Hadîsi şerifi, Müslim rivayet etmiştir.) [58]

 

İzahat

 

Hadîsi şerifdeki birinci hükmün anlamı gayet açıktır. Dünyada müminin bir sıkıntısını deva olub gideren kimse, dünyada yaptığı iyili­ğin mükâfatını âhirette görecektir ve nemde dünyadaki sıkıntının daha eşed ve büyüğünü Allâhü teâla yok edib kaldıracaktır. Zira iyiliğin karşılığı, daha mükemmel ve daha katmerli bir iyilikle mükâfatlandı-nlmaktadır.

Bîr âyeti kerimede şöyle buyurulmuştur :

«Kim, bir hayırlı ve güzel amelle gelirse, ona, (yaptığı iyiliğin) on misli sevab verilir.» (En'am Sûresi, 160)                                                 

Diğer bir âyeti kerime meali:

«İyiliğin karşılığı, ancak iyiliktir.»  (Rahman sûresi, 60)

Hadisi şerifdeki ikinci maddede beyan edilen güçlük ve fakru zâra-retde olanın sıkıntısını gidermek hâli, Mümin veya kâfirden olan her hangi bir kimsenin sıkıntısına Şâmildir. Binâenaleyh böyle sıkıntılı in­sanları darlıkdan kurtararak kolaylığı sağlayana, Allâhü teâla o kim­senin bütün işlerinde hem dünyada ve hem âhirette kolaylık ihsan eder.

Hadîsi şerifde; «Her hanki bir kavm (cemâat) Allahın evlerinden (cami ve mescidlerinden) bir evde (bir mescidde) toplanıb Allahın ki­tabını okurlar... ilâ âhirini...» devam eden cümlelerin mânâ ve hüküm­leri üzerinde de bir nebze duralım.

Allâhü teâlanm kitabını okuyanlar, sâde lafızlarını söyleyib gitmek değil, o ilâhî kitabı cenâbu hakkın huzurunda dururcasma kemâli teva­zu ile durub Kur'anı kerime bakarak Cenâbu hakkı kalbi ile müşahede ediyor, halikı zülcelâl onun karşısında muhâtab gibi okumak lazımdır. Hatta bir söz konuşanın karşısında dinleyen muhatabın, o sözü konu­şandan başkasına İltifat etmeyib ciddi şekilde dinleyenin karşısında konuşanın hâlî gibi hallenmekde gerekir. Bu izahlar ciddiyeti açıkla­mak için yapılmıştır. Yoksa halikı zülcelâlın zat ve sıfatı ilâhîsi her türlü teşbih ve teşebbühden münezzehdir.

Böyle olmakla beraber kitabı ilâhîyi okuyan kimse, cenâbu hakkın zâtı ilâhî, sıfatlan ve fiilleri ile ilgili hükümlere taalluk eden âyetler hakkında düşünmek lazımdır.

Hulâsa-i kelam, kur'an âyetlerinde cenâbu hakkın celal ve aza­meti ve düşmanlarını helak etmeye tealluk eden âyetleri, cenâbu hak­kın izzet ve intikamını, bütün varlıklardan müsteğnî, her şeyi kahhar sıfatı ile fena edib yok edeceği hususları ve Peygamberlerin hallerini ve ilâhi âyetlerin lütuf, fazilet, nimetler, teklîfî ilâhî, irşad ve hüküm­lerin müktezası ile amel etmek gibi, dünyevi ve uhrevî hükümleri be­yan eden kur'an ayetlerinin mâna ve hükümlerini bilib düşünerek oku­mak, elbette nuru ilâhinin iktibas ve tecellîsine sebeb olur.

Nitekim Resûlüllah (S.A.S) efendimiz hadîsi şerifin devamında şöyle:                        •

«Ve arlarında kitabı ilâhînin ilmini tâlim ve ledris ederlerse, o kimselerin üzerlerine ancak sekînet iner, onları rahmeti kablar, onların etrafında rahmet melekleri tavaf eder ve Allâhü teâla onları kendi ya­nında (mele-î âlâ denilen varlıkların yanında) imtiyazla zikredib öğer.» buyurmuştur.

Kur'anı kerim okuyub tâlim edenlerin üzerlerine sekînet, Rahmeti ilâhi ve meleklerin tavaf edib etraflarında dönmelerini kısa yoldan açıklayalım.

SEKÎNET : Vekar ve korku demektir. Yanî, sekînet öyle bir şey-dirki, onunla kalbin sükûnu, mutmainliği, vekârı ve nurların nüzûlu ha­sıl olur.

Denildiki, burada sekînetden murad; o sekînet sebebi ile kalbin sâfîliği, nefsânî zulmetin gitmesi, zevk ve şevkin hasıl olmasıdır.

Yine denildiki, Sekînet, müminin kalbini sâkinleştiren, ona emin-lik veren ve ona hayrı emreden bir kudret ve kuvvet melekesidir.

Tîbî (R.A), ibni mes'ud (R.A) den naklen zikretmiştir : Sekînet, bir ganimettir ve sekînetin terki (yokluğu) bir cinayettir.[59]

Meleklerin tavafı ise, Aliyyül kârî merhumun beyanına göre, rah­met melekleri kur'am kerimi okuyan kimselerin etrafını ihata edib dolaşırlar ve semâya kadar onların etrafını deveran ederler. (Kuran okuyanları}, afatlardan muhafaza ederler, ziyaret ederler, onlarla mu-sâiaha yaparlar ve onların dualarına âmin derler.

Denildiki: Dil ile işaret edilmiştir, büyûtullah - Allanın evleri; için­de nefis, kalb, ruh, sır ve hafî=gizli yoldan hak teâla zikredilen yerden ibarettir.

Şu halde beytünnefs = nefis evinin zikri, itââtlardır.

Kalb evinin zikri; tevhid ve marifettir.

Ruh evinin zikri; sevk ve mahabbettir.

Sır evinin zikri; Murakabe ve müşahede etmektir.

Hafî evinin zikri ; Hak teâlanm kulluğunda nihâî mertebeye ulaş­maya gayret edib mevcudiyeti terk etmeKtir.

Hadisi şerifdeki, «Ancak onların üzerine sekînet iner...» cümlesin­de, Kur'anı kerimi okumanın meyvalanna işaret vardır. O meyvalar-da şunlardır :

a ) Kur'anı kerimi okuyanlar; Allâhü teâla ile ünsiyet etmek ve huzurunda bulunmak halindedirler.

b ) Peygamberler, melekler, mukaddes ve mubareK ruhlar, latif bir surette temessül ederler.

c ) Beşeri alçaklıkdan yüksek melekûtiyet zirvesine çıkarır.

d ) Belkide hay ve bakî olan mevlâ ile meşgul olarak fena f 11-lah (Allah ile meşgul olmada yok olma) derecesine girme refahına ulaşır.

e ) Allâha yaklaştırır,

f ) Allahdan başka varlıklardan beri kılar. İşte, bu makam açıklaması, çok dar ve nutkun tutulduğu bir  mer tebedir ve bunu açıklığa vermek vus'atıda bulunamaz.»[60]

Evet cenâbu hakkın kelâmı ilâhîsi olan kur'anı kerimi her türlü gafletten uzak olarak ihlasla okuyub ve okudan ve onun hükümlerini tebliğ ile meşkul olan kimseler, Nuru ilâhiye rnazhar olarak kalbleri; aşk, şevk, rikkat ve tevazu ile sekînete kavuşarak mut'main ve rahata

erişir, rahmeti ilâhî onları kablar ve bereket ve rahmet melekleri dün­ya semasına kadar dolub, o kimselerin etrafında deveran ederler ve on­ların etrafını ihata ederler. Onların okudukları kni'anı dinlerler, onları her çeşit âfetten muhafaza ederler, onları ziyaret edib musafanada bu­lunurlar ve onların dualarına âmin derler.

Binâenaleyh bir kimsenin duasına melekler âmin derse, o kimse­nin duası mutlaka müstecabdır ve o kimsenin günahları mağfiret olu­nur.

Resûlülah Sallallahü aleyhi vesellem bir hadisinde şöyle buyurmuş­tur :

«Kur'an okuyan kimse (kıraatin hitâmında) âmin dediği vakit, siz­de âmin deyiniz. Zira meleklerde âmin der (ler). Binâenaleyh bir kim­senin âmini meleklerin âminine muvafakat ederse, geçmiş günâhı afv olunur.»  [61]                               

Şu halde ey mümin kardeşler! Allah kelâmı kur'anı kerimi çok okuyalım, o mübarek kitabımızı okurken yüce mevlâ ile konuşur gibi huzur ve divânda olalım ve kur'anı kerimi okudukdan sonra hak teâlâ ya el açıb dua edelim. Böyle dua edelimki, dualarımız indi ilâhide mak­bul olsun.

Hadîsi şerifin son cümlesi olan şu hükmüde kısa açıklayalım : «Bir kimseyi, kötü ameli ihmal ettirib, iyi amel işlemezse, o kim­senin nesebi (sülâlesi), onu hak ve hakîkata kavuşturamaz.»

Sarih Aliyyüllcâri Merhum şu satırları yazmıştır:

«İnsanın nesebi kendisini Allâhü teâlaya yaklaştırmayı sağlamaz, belki iyi ameli cenâbu hakka yaklaştırır.

— AUâhü teâla kitabında şöyle buyurmuştur :

«Şüphesiz sizin Allah katmda en iyiniz, AUahdan en çok korkani-Mzdır.»                                                       

Peygamber (S.A.V) de hadisinde şöyle buyurmuştur : (Hucûrat, sûresi, 13)

«Muhakkak kif Allâhü teâla, bu dîni bâzı kimselerle yükseltir ve diğer bâzı klmselerlede indirir.»

Diğer bir hadisindede şöyle buyurmuştur :

«Ey Muhammedin halası Safiyye ve ey Muhammedin kızı Fatıma! kıyamet gününe amellerinizle geliniz, neseblerinizle değil. Zira elbette ben sizden hiç bir şeyi Allâhdan kurtaramam.»[62]

Bir beyitte şöyle denilmiştir :

«Ey kişi! senin nefsiyin (mânevi) kirliliğine ve cismiyin elbîsesinkr kirden yîkanıb temizlenmesine râzi olma hâli ne acâibdir.

—  Kurtuluş umuyorsun ve fakat o kurtuluşun yollarına gitmiyor­sun,

—  Elbette gemi, kara üzerinde yürümez (ancak kendi yolu   olan denizde yürür).»[63]

Evet insanlar, soy sop ve sülâlesine güvenib iyi ameli terk etme­melidirler. Zira insanların her biri kendi amelleri ile haşrolunacaktır-lar. Eğer amelleri iyi olursa, kurtuluşa nail olurlar. Ve eğer amelleri kötü olursa, helak olurlar. Belkide baba ve dedeleri gibi iyi amelli ve soylu kişiler, onlardan kaçarlar.

Nitekim bir âyeti kerimede şöyle buyurulmuştur:

«O gün (kıyamet günü) kişi kaçacakdır; kardeşinden, anasından ve babasından, karısından ve oğullarından, o gün onlardan herkesin ken­dine yeter bir İşi vardır, (herkes ancak kendi derdi ile meşgul olur, başkasını düşünemez).»                                        {Abese Sûresi, 34-37)

Şu halde ey mümin kardeşler! «Benim babam falan âlimdir, dedem falan müderrisdir, annem falan hacı hanımdır, kardeşim falan hayrm sahibidir, ben falan zadelerdenim, benim sülâlem çok temizdir, gibi...» Cümlelerle kendimizi aldatmayalım. İmanımızı kemallandıralım, iyi amel ve güzel ahlaka sahib olalım. Fırsatı ganimet bilelim, dünyamızı iyiliklerde geçirelimki, âhiretimiz mâmur olsun. Mevlâmız, cümlemizi iyilerden kılsın. Amin.

Tercümesi:

205- (8) Yine ondan {EM Hureyre R.A. dan) menidir, dedi; Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Muhakkak ki, kıyamet gününde aleyhinde evvelâ hükm oluna­cak insanlar şunlardır:

—  Bir adam, şehid edilmiştir, o ameli ile getirilecek ve bu adama, cenâbu hak nimetlerini bildirib zikredecek, o adamda kendine verilen nimetleri bilecektir.

—  Sonra cenâbu hak o adama, bu durum karşısında sen ne yap-dın? diyecektir.

—  O adamda, dediki (diyecektir); Senin yolunda cihad   ederek çarpıştım, hatta o yolda şehid oldum.

—  Bunun üzerine Cenâbu hak dedi (diyecektir); yalan söyledin. Belki sen cesaretli ve kahraman, desinler diye çarpıştın. Senin hakkın­da aynı şekilde de, denilmişdi.

—  Bu konuşmadan sonra o kimsenin cehenneme atılması için emir verilir ve yüzünün üzerine sürünerek cehenneme atılır.

—  Bir adam da, ilim tâlim etmiş ve başkalarına da öğretmiştir ve Kuranı kerim kıraati ile meşkul olmuştur. Hİsap gününe bu ameli ile getirilir, o adama cenâbu hak verdiği nimetlerini bildirir, aynı   za­manda kendiside o nimetleri idrak edib anlar. Kendisine Allâhü teala buyurur. Bu nimetler İle benim rızamı kazanmak için ne yapdın?

—  O adam da derki, İlim tâlim ettim ve başkasına öğrettim ve se­nin için Kur'an kıraat edib okudum.

—  Allâhü teâla Dedi (diyecektir); îddiâ ve dâvanda yalan söyle­din, timi tâlim ederken sana âlim demleri için öğrendin ve Kuranı da sana iyi okuyor demeleri için okudun ve senin hakkında öylece de, de­nilmişdi.

—  Sonra o kimsenin o ameli ile Cehenneme atılması emrolunur ve yüzü üzerine çekilerek cehenneme atılır.

—  Yine bir adam-a, Alâhü teâla malın bütün sınıflarından lutfe-dib vermiştir. O mallarla insanların yanına getirilmiştir. Kendisine  o malların İlâhi nimet olduğu da tarif edilîb bildirilmiştir. Aynı zamanda kendiside öylece bilmiştir.

—  Bu malların sahibine, Allâhü teâla dedi (diyecektir); Bu nimet­lerle Allah yolunda ne işledin?

—  O adam da dedi (diyecektir); Senin infakım sevdiğin [cami, çeşme, medrese, mekteb, hastahane, zekât ve sadaka gibi) hayır yolla­rından hiç bir yolu bırakmadım, mutlaka o iyi yola senin İçin infak et­tim.

—  Allâhü teâla dedi (diyecektir) : Sözünde yalan söyledin. Belki sen, çok cömert ve sehî kişi desinler, diyerek infak ettin. Nitekim se­nin hakkında öylece de denilmiştir.

—  Bundan sonra o adam, o işi ile beraber cehenneme atılması emrolunur ve cehenneme atılıncaya kadar yüzün kuyu sürüklenir.»

(Hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.)

(Not : Hadîsi şerifde beyan edilen Riya ve gösteriş hakkında ge­rekli malumat, birinci cildin yüz on beş (115) inci sahifesinde geçmiş­tir.)

Tercümesi:

206- (9) Abdullah Bin Amr (R.A) den mervîdir, dedi :

Resûüllah (S.A.V) buyurdu :

«Muhakkak ki, Allâhü teâla kullarından ilmi soymak suretiyle kab-zedib yok etmez. Ancak ilim sahiplerini kabzetmekle (öldürmekle) İl­mi kabzedip yok eder. O hâle gelirki, (yer yüzünde mes'eleyi bilecek) bir âlim dahi bırakmaz, insanlar câhilleri baş (ve bilgin) tanır (lar). O câhil başlar, mes'eleler hakkında sual edilirler, hemen bilmedikleri halde fetva verirler. İşte o zaman, hem kendilerini ve hem fetvayı so­ranları dalâlete (helake) sevk ederler.»

(Hadisi, Buharı ve Müslim itifakla rivayet etmiştir.)

(Ayrıca hadisi, Ahmet, Tlrrriizî ve ibni mâce de rivayet etmiştir.) [64]

 

İzahat
 

Râvî Abdullah bin Amr (R.A) hakkında gerekli malumat, birinci cil­din 87. sahifesinde beyan edilmiştir.

Hadisi şerifin birinci cümlesinde cenâbu hakkın ilmi yok etmesi, âlim ve bilgin kimseleri öldürmekle ilmi kabzedib yok ettiğini ve öyle yok edeceğini beyan buyurmaktadır.

Binâenaleyh mümin ve müslümanlann, sahasının ehli her hangi bir âlime erişmeleri hâlinde, o âlimin kıymetini takdir edib, o kimsenin ölümünden evvel ondan ilim tâlim edib talebe olub, talebe okutturub, eser yazdırıb veya yazılmış eserleri dillerine tercüme ve izah ettirerek istifâde etme yollarını ihmal etmemeleri gerekir.

Zira o ilmi il âmil ve kur'an, tefsir, hadis, fıkıh, ferâiz, akâid, ilmi kelam, maânî, beyan, bedî, mantık, sarf ve nahiv gibi islâmm hüküm­lerini en iyi şekilde beyan eden veya anlamaya sebeb olan ilimleri tah­sil etmek, açıklatmak lâzımdır. Her gün ve her saat yeni yeni mes'ele­ler zuhur ediyor. O mes'eleleri edille-i şerıiyyeden halledebilecek veya mes'elelerin daha evvel halledilmiş şekillerini yerinden alıb açıklaya­bilecek kıymetleri, elbette takdir edib ilmi irfanlarından faydalanmak gerekir.

Serî ilimlerin ehillerinden ilim tahsil edilmez veya sahasının ehli olan âlimler, ilmini yayıb başkalarına öğretmez veya öğretme imkan­larını yapmazsa, bu takdirde ilmin ehli olmayan fakat âlim süsüne bürünmüş câhiller, meydanı boş bulur ve «Elcâhilü cesurun = câhil cesaretlidir.» Fahvasmda belirtilen cesaretli câhiller, kendilerini ilim sahibi olarak ortaya atarlar. Câhil insanlarda, onları âlim zannederek mes'ele ve suallannı onlara arzederler. Onlarda, sanki mes'eleye vâkıf, delil ve kaynaklarını bilirmişcesine, hemen fetva verirler. Soran câhil­ler ve sorulan âlim taslağı câhiller, helak olurlar.

îşte bu hâlin en iyi şekilde îzahini mübarek Peygamberimiz, hadîsi şerifin devam eden cümlelerinde şöyle açıklamıştır :

«O hâle gelirki, (yer yüzünde mes'eleyi bilecek) bir âlim dahi bı­rakmaz, İnsanlar cahilleri baş (bilgin) tanırlar. O câhil başlar, mes'ele­ler hakkında sual edilirler (fetva sorulur), (onlarda) hemen bilmedik­leri halde fetva verirler.

— İşte o zaman (âlim taslağı câhiller), hem kendilerini ve hem fet­vayı soranları dalâlete (helake) sevk ederler.»

Bulunduğumuz asırda böyle câhil başlar ,pek çoğalmıştır. Adam îmanın, islamm ve diğer bilinmesi farz olan şartlan ya sâde lafız ve mânalarını bilir veya onuda bilmez. Edilîe-i Şer'iyyeden olan delilleri ile asla bilemez-veya bazılarını bilir ve fakat amel etmez, sâde iblis vârî bir bilgi ile yetinib hakka olduğu gibi inanıb amel etme inancına sa-hib değildir. Günün müfsidliklerine kendini kapdırmıştır, bir takım zâ­lim ve müfsidlere yaranmak için dinden tâviz verib, o müfsidlerin arzu ve amellerine göre fetva veren müfsid, mülhid ve münafık câhil başlar, sivrilmiştir.

Zâten islâmm yaşanan abdest, gusul, namaz, zekat, oruç ve hac mes'eleleri, gibi hükümleri, bâzı miislümanlar arasında devam ederken bir çok zavallılar, bu amellerden bir kısmını yapmamakdadırlar. islâ­mm, muamalat, cezâ-î müeyyideler, ziraat, san'at, ticaret, vekâlat, ve­raset, helal ve haram mes'eleleri gibi insanlık hayatının îman, amel, ahlak ve fazilet hükümlerinden pek çokları, şeriatı mensuhaya döndü-rülürcesine, terk edilmiş bir vaziyette iken, ilim ve irfandan yoksun bir takım îman ve amel fukarası câhiller, kendilerindeki bâzı dünyevi yetki ve imkanlara sahib olmakla, bir müctehid süsüne bürünerek, Kur'an ve sünnette gayet açık ve kesin hükümlerin hilafına hüküm ve fetva ve­renler, maalesef çok ve çok görülmüştür.

Evet böyle dalkavuk câhil başların, ilim zırhına bürünüb yanlış fetva verenlerin zuhur edeceğini, mübarek Peygamberimiz asırlarca evvel beyan buyuruyor, bizde bugün denilenin aynısını görmekle, bir mûcize-i Resulün tezahürünü müşahede etmiş oluyoruz.

İşte günümüzdeki câhil başlardan bâzılarının hissi ve cahilane hüküm ve fetvalarından bir örnek şöyledir :

«Hacılar! orada (hacda) keseceğiniz kurbanları kesmeyin, mem­leketinizde kesin. Zira orada kesilen kurbanlar boşa gidiyor, v.s...» Cümlelerle hacca giden müslümanlan şaşırtıyorlar. Bunların sözüne kulak veren bâzı câhillerde, haccı kıran veya haccı temettü ihramına girdiği halde kurbanlarım kesmeden ihramdan çıkıb haccın diğer va­zifelerini yapanlar olmuştur.

Halbuki, Haccı kıran ve haccı temettü ihramına giren hacılara, ih-1 ramdan çıkmadan kurban kesmeleri vacibdir. Kurban kesmeden ih­ramdan çıkanlar, cinayet işlemişlerdir, bir ceza kurbanı kesmeleri la­zımdır. Ve hem ilk evvel kesilecek kurbanın ve ceza kurbanının ma­halli, harem dâhilidirki, Mina ile mekke-i mükerreme ve civarlarıdır.

Bu hükümler, delilli ve illetli bir şekilde, «ilmi fıkıh» denilen islam hukukunun hükümlerini beyan eden eserlerde, uzun uzun beyan edil­miştir.

Sanki Allâhü teâla ve onun Peygamberi, kurbanların telef olacağı hususu bilmezlerimizde, bu câhil başlar, pek iyi bilirlermiş. Şeytan kı-yaslı adamlar, Haşa Hz. Allaha ve Peygambere cehalet ve anlayışsızlık ithamında bulunduklarının farkmdalarmı? aceba ;

Bu câhil başlardan nasibleri olanlara îkaz için kur'andan şu âyet mealini hatırlatmakla yetineceğiz:

«Şayet her türlü engelerden emin olarak bir kimse, umresini bitirib ondan faydalanarak haccı yaparsa, kolayına gelen bir kurban Kesmek vacib olur. Fakat kesecek kurban bulmazsa veya buna gücü yetmezse, o kimseye hac günlerinde üç gün, vatanına döndüğü zaman yedi günki, tam on gün oruç tutmak vacib olur. Bu hüküm, mescidi haremde otur­mayanlar İçindir.» (Bakara sûresi, 196)

Ey ilim zırhına bürünmüş mevkî, makam veya etiket sahibi câhil­ler! Bu ayeti kerimeyi ve başka âyetleri inanarak okuyub iyi öğreniniz, dalkavukluğu terk edib hak ve hâkikata teslim olunuz.

Ve ey hak yolcusu ve islâmin şiarını yaşayan îmanlı hacı efendi kardeşlerimiz! Sizde hac ile ilgili mes'eleleri, inandığınız-sağlam eserlerden hac menâsikini iyi öğreniniz. îyi öğreninizki, her hangi bir mül-hidin sapıttırcı beyanlarına kapılmayasmız. Hatta öyle olmalısjınızki, çeşitli neden ve. ihtiraslarla şeyhül islam makamına, müftülük, vaizlik, doçentlik ve profesörlük gibi mevkilere yükselen kimselerden, Kur'an ve sünnetin hükümlerine açıkça muhalefet edib hüküm verenlere, al-' danmamalısınız. îlim ve îmanınızda sebatlı ve kuvvetli olmalısınız. îti-mâda lâyık ve ilmi ile âmil âlimlere müracaat edib yolunuzu doğ­rultmaya çalışmalısınız.

Böyle olursanız islâmın her hükmünde olduğu gibi, hac farizasını îfadada Allanın inayeti ile haccı mabrur ve ameli makbul olarak ana­dan doğma tertemiz memleketinize dönersiniz.

Günümüzde mes'uliyet duygusundan yoksun, haddini ve vazifesini bilmeyen pek çok kimseler, îman, islam ve amel esaslarını hakkı ile bilmediği gibi, amel ye ahlak bakımından da hemen nasibsiz kimseler, islâmı ağızlarına alıyorlar. İslam nâmına hüküm kesmeye kalkışıyor­lar.

Abdest yok. namaz niyaz yok, helal ve haram tanımaz, hak hukuk bilmez, her türlü iyiliklerden uzak ve fakat kötülüklerin bütün çeşit­lerini işlemekden utanmaz, çekinmez, yinede islam ve hükümleri hak­kında beyanda bulunanlar, maalesef pek çoğalmıştır.

İşte.bu tablonun meydana gelişi, islami hakkı ile bilen ve bildiği ile amel eden" gerçek âlimlerin azalması veya yok hâle gelmesinden mütevelliddir Meydanı boş bulan okumuş câhiller, ilim zırhına bürünü­yor, bir takım menfaat ve şehvet hislerine tâbî.olub ahlaksız kişilere kötü örnek oluyorlar, «hoca bunu yağdı, hoca falan yere gitdi... gibi...» Sözlerle kendilerini haklı görüyorlar.

Bu hususlar, ilerdeki hadisi şeriflerde zaman zaman gelecektir.

izahına çalıştığımız hadîsi şerif, akâid manzumesinde şöyle özet­lenmiştir :

Sahlhayn (Buharî, müslim) denki yazmıştır meşârık,

Mufassal eylemiş (îzah etmiş) şerhin menânk.

Sebebi Ref'i ulûma (ilimlerin kalkmasına sebeb) mevti âlim (âli­min ölmesi).

Medâris (medreseler) münderis (yıkılır) kalmaz meâlim( iüm sa­hibi kalmaz).

Zuhur eyler zemin üzre (yer yüzünde) cehalet.

Zina ve hamr (şarab) envâu dalâlet (çok çeşit kötülük).

Verir fetvayı nâsa (insanlara) şahsı câhil (câhil kişi),

Helak olur kamu (bütün) mesul (sorulan) vesâil (soran). Ne müsteftî (fetva soran) ne muftî hayra sâî, olur ehli dalâlet şerre dâî.

Bu manzumelerin açıklaması, «Islama Sokulan Bld'at ve Hurafe­ler» adlı eserimizin birinci cildinin baş tarafında,yazılmıştır.

Ayrıca fetva hakkında bir nebze malumat, ileride 242. hadîsi şerifin izah bölümünde zikredilmiştir.

Tercümesi:

207- (10) Şakîk (RA) den menidir.

—  Abdullah bin Mes'ud (Ri), insanlara her perşembe günü nasi-hatta bulunurdu.

—- Bir adam ona ddeiki; Ey Abdurrahmanın babası! Senin her gün nasihat etmeni arzu edib iştiyaktandım.

—  Abdullah Wn Mes'ud (RA) dedi:

—  Dikkat ediniz! beni o şekilde vazu nasihat etmekten men eden vardır, sizi yorup usandırmaktan çekmiyorum. Resûlüllah (S.A.V) de, bizim usanmamızdan korkarak bize aralıklı nasihat ederdi de, bende vâzu nasihatimi onun için aralıklı, (sizleri bekleterek) yapıyorum.» (Haberi, Buhâri ve Müslim ittifakla rivayet etmiştir.) [65]

 

İzahat

 

Râvî şakîk (R.A), ibni Ebî seiemedir. Ebâ vâil-el Esedî künyesi ile künyelenmiştir. Peygamber sallallâhü aleyhi vesellemin zamanına ye-tişdi ve fakat Rasûlüllah (S.A.V efendimizi görmedi ve ondan hadîsi nebeviyi işitmedi. Yaiıî, sahabe mertebesine ulaşamamış, Peygamberi­mizin ashabını gören tâbiîndendir.

Hz. Şakik (RA), büyük bir îtimâd edilen ve hüccet olan bir zattır Kendisi pek çok sahabeden hadis rivayet etmişdir. Bu rivayet ettiği sahabelerden, Ömer bin hattab (RA) ve ibni Mes'ud (R.A) gibi dev sahabelerde var idi. Bu zat sahabenin büyüklerinin yanında müstesna bir mevkie sâhib idi. Pek çok hadîsi nebeviyi bilirdi.

Vefatı, haccâcı zâlîm zamanınd avukû bulmuştur. (Mirkat C. If 225) İmamı Nevevî (RA) in, «Tehzîbül esma velluğât» isimli eserinin birinci kısmında bu zat hakkında şu satırlarda .yazılmıştır:

«Ashabdan Ömer, Osman, Ali, ibni mes'ud, Ammar, Habbab, Ebû Musa, Üsâme, İbni Ömer, tbni-Abbas, İbni Zübeyr, Ebüdderdâ, Ebû Mes'ud el Bedrî, Berrâ, Muğire, Cerir-el Beclî, Kâb bin Acre, Ebû Hu-reyre, Aişe, Ümmü seleme ve diğer sahabelerden Allah hebsinden razı olsun, hadis dinlemişdir.»

«Ve tabiînden pek çok büyüklerde, bu zatdan hadis rivayet etmiş­lerdir.

— Ulemâ dedilerki; Hicretin doksan dokuzuncu (99) senesinde vefat etmiştir. Ve bütün ulemâ, bunun sikalığı ve celâdeti üzerinde it­tifak etmişlerdir. Zamanın küfe âlimlerinin en iyi bileni olduğuda söylenmiştir. Allah ondan râzî olsun.»

Nakledilen haberde beyan edildiği üzere, İbni mes'ud (RA), hafta­nın her perşembe günü vazu nasihatda bulunuyor. Müslümanlar, on­dan bu nasihatim diğer günlerde de yaparak çoğaltmasını isteyince, oda Resulü ekrem efendimizin nasihat ediş şeklinden bahsederek, ce­maatın usanmamasını sağlamak için aralıklı nâsîhatda bulunduğunu delil gösteriyor.

V ekendiside Peygamber (SA.V) efendimize, ittibâ ederek nasihat da bulunduğunu îzah ediyor.

îmanlı sahabenin her işini, Peygamber efendimize adım adım, ka­rış karış, milim milim tabî olub onun amel ve hareketine, söz ve buy-'ruklarına sadakatla bağlanışı, bizler için çok ve çok dikkati gerektirir. Zira her yerde ve her zaman, hu nurlu hayatı örnek edinmek, gibda edilecek ve ibret alınacak pek muazzam bir manzarayı gözümüzün önüne getirmektedir.

Bu zat gibi sahabe, tabiîn ve devam eden büyüklerden, böyle de­ğerler, bizleri ve günümüzün lâkayd müslümanlaruıı, utandırmalıdır. Sebebi, günümüzde ilim erbabından sayılan pek çok kişilerimiz, na-sîhat, hitabet, imamet, ticâret, zirâat, muamâlat, münakahât ve müfa-rakat gibi yaşadığımız hayatî amel ve meselelerimizde hiç olmazsa, bir az dikkat edib islâma uygunluk yönlerini inceleyenlerimiz pek azm-lıkdadır.

Adam nasihat eder; saatlerce, el kol sallaya, sallaya, konuşulan cümle ve hükümlerin bir kısmı hurafe, diğer bir kısmı mugalata, di­ğer bir kısmı cidal ve intikam hisleri tahrik eden cümlelerle nasihat edenlerin yanında, âyet ve hadîsin mânâ ve hükümlerim gönüllere serd edercesine îzahda bulunanlar, pek azmlıkdadır. Şer'î hükümleri câmî olan fık'hî mes'eleleri ise, beyan eden hemen hemen yok dene­cek kadar azmlıkdadır.

îşte nasihat ve hitabet müessesine, hakkı memnun edecek şekil­de dikkat etmeyib bir takım güruhları memnun etmek ve öylelerin mdhine mazhar olmak gibi hissi telkinler, islam cemaatını bölme veya camiden ve cemaatdan uzaklaştırmaya sebeb olur. En makbul,nasi­hat, Peygambere ittiba ederek cemaatın iştiyakım sağlamaktır.

Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz, nasihatim böyle aralıklı yapdığı gibi, nasihat ânında şahıs ve zümrelerin isim­lerinden bahsetmezdi. Ancak anlatmak ve îkaz etmek için şahıs ve ya zümrelerin isimlerini söylemeden, «Bâzı kavm, bâzı cemaat, şöyle yapmakda veya söylemişlerdir... gibi..» ifâdelerle, o şahıs ve zümre­lerin söylediklerini veya işlediklerini zikrederek nasîhatda bulunurdu.

Hakikat ve nasihat usûlü böyle iken, günümüzde bâzı nasîhatcı-lar ve hatibler, şahıs ve zümrelerin isimlerinden bahsederek fitne ve fesada sebeb olmaktadırlar.

Önderimizi, Rehber edindiğimiz müddet, her akval ve efâlımızda iyi bir neticeye ulaşdığımız gibi, irşad ve hitabetde de faydalı ve seme­reli neticeyi sağlamış oluruz. Çünkü Resûlüllah (S.A.V) efendimize tâbi olarak yapılan nasihat, hitabet ve irşadlardan Allah râzî olur. Al-lâhın hoşnut ve râzî olduğu amellerde, hedef ve gayesine Allâhm izni keremi ile vasıl olur.

Tercümesi:

208- (II) Enes (R.A) den mervîdir, dediki:

— Resûlüllah (S.A.V) bir kelimeyi söylediğinde, o kelime anlaşı-lıncaya kadar üç sefer tekrarladı. Ve bir kavm üzerine geldiklerinde, o cemaata selam verirdi ve selamı üç defa verirdi.» {Haberi, Buhârî rivayet etmiştir.) [66]

 

İzahat

 

Râvî Enes (R.A) in kısa tercüme-i hâli, birinci cildin 90. sahifesin-de zikredilmiştir.

Haberde beyan edilen Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem efen­dimizin, «Bir kelimeyi söylediğinde, o kelime anlaşılıncaya kadar üç sefer tekrarlaması» Hakkında şu açıklamalar yapılmıştır.

Üç sefer tekrarlamadan maksad, o söylenen söz ancak üç sefer tek­rar edilmekle anlaşılabileceğindendir. Veya bu söz bir meclisde tek­rarlandığı gibi, muhtelif meclislerde söylemek mânâsınada ihtimali vardır.

—  Konuşulan sözün üç sefer üzerine ihtisarı (kısaltılması) ise, Allâhü âlem insanların anlayış bakımından en aşağı olanı, orta ve en yüksek anlayışların mertebelerinin iktizasındandır.

—  Bu sebebden denildiki; bir kimse üç sefer tekrar edilen sözü anlamaz ise, artık o adam ebediyyen anlamaz.»[67]     

Haberin devamında, «ve bir kavm (cemaat) üzerine geldiklerinde, o cemaata selam verirdi ve selâmı üç defa verirdi.» Cümlelerimde Şârih AHyyulkâri merhum şöyle îzah etmiştir:

«İbnül kayyım merhum dedi,: Resûlüllah (S.A.V) in selâmı üç se­fer vermesi, beîkide, onun kalabalık cemaata uğradıklarında selam ver­me âdeti, onlara bir selam vermemesidir.

—  Bunun şekli şöyledir : Resûlüllah (S.A.V) selam verdiğinde, o cemaatın sağdaki ve - soldaki tarafda bulunanlara ayrı ayrı selam ver­mesidir.

—  Diğer bir kavilde denildiki : Resûlüllah (S.A.V) in bu şekilde üç sefer selamı tekrarlaması, bir ev sahibinden izin istediği zamanda­dır. Yâni ev sahibi bir seferde veya iki seferde izin vermediği   (yani cevab vermediği) vakit, onların (ev sahibi ve yanında bulunan me­lekler ve cinnilere) üzerlerine üçüncü sefer bir daha selam   verirdi. Ondan sonra geri dönerdi. İzin isteme ile ilgili hadisdede böylece gel­diği gibidir.

—  Ve yine denildiki: Resûlüllah (S.A.V), izin isteme ve eve girdiği zaman tahiyye için ve birde çıktığı zaman veda selamı verirdi. îşte bu üç şekildeki selam, bir ferde veya bir cemaata gelen her kişi için sün­nettir.[68]

—  Peygamber sallallâhü aleyhi vesellem, ifâde edildiği gibi   bu şekildeki selama devam ederdi...»             

Tercümesi:

209- (12)Ensan kiramdan Ebî Mesud (R.A) den mervtdir, dedi:

«Bir adam, Resûlüllah (S.A.V) e geldi dediki:

«Benim binitim (takatim) kesildi (çok fakirim) bana bir binit ver bineyim (hacetimialayım}.

—  Bunun üzerine Resûlüllah buyurdu : «Benim yanımda sana ve­recek hiç bir şeyim yoktur.»

—  Hemen bir adam dedi : Ya Resûlüllah! Ben o adamın, binitini ve ihtiyacım karşılayacak kişiye delâlet ederim.

—  Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Bir kimse, bir hayra delâlet ederse, o hayrı işleyenin ecri kadar ecrü mükâfat, o adamada vardır.»

(Hadisi, Müslim Rivayet etmiştir.) [69]

 

İzahat
 

Râvı Ebî Mes'ud (R.A)P Ensârı kiramdan Ebî Mes'ud ukbe bin Amr dir. Bedirlidir. ikinci akabeye şâhid olub katılmıştır. Siyer ilminin cum­huruna göre, bu zat, Bedir muharebesinde hazır bulunmamıştır. Denil-diki, Bedir muharebesine katıldı ve fakat asah olan Bedir de hazır bulunmamıştır. Kendisine «Bedir suyu» nisbet edilmiştir. Sebebide ken­disi Bedirdeki kuyuya inmiştir, bjunun için nisbet edilmiştir.

Küfe şehrinde sakin olmuş ve Hz. Ali (R.A) m hilâfeti zamanında vefat etmiştir. Kendisinden oğlu Beşir ve pek çok halk hadis rivayet etmişlerdir. Allah ondan razî olsun.

Hadîsi şerifde, ilim ve amelden olan iyiliklere sâhib olamayan kimselerin, o iyiliklere delâlet etmeleri hâlinde aynı ecrü mükâfata nail olacakları beyan edilmektedir.

Kendilerinde ecir ve sevaî) umulan şahıs ve yerlerden, ilme çalı­şan talebelere, onların çalıştıkları ilmi irfan yuvalarına, fakirlere, ca­miye, çeşmeye, hastahane, han, hamam, yol, okul, Kur'an &ırsu ve her çeşit hayırlı işlere yardıma delâlet eden adamlar, oralara yardım­da bulunanların alacakları ecrü mükâfat kadar, ecre nail olacakları, mubâretoPeyğamber efendimiz tarafından beyan edilmiş oluyor.

Öyle ise, ey mümin kardeşler! îlim sahihlerinin irşad ve dînî mübî-ne hizmetlerine ve mal sahihlerinin yaptıkları hayru hasanâta mâlik olub yapamıyorsanız, bunların iyiliklerine delâlet ederseniz, onların alacakları aynı ecre nail olursunuz.

Meselâ : Bir kişiyi Kur'an okumaya teşvik edib götüren, okul, kurs-da okumalarını sağlamak için maddi yardım yapacak kimselere gidib söyleyib yardım ettiren kimse, o kur'anı okutan ve okuyanların ve o okuyan çocuk veya büyüklere yardım edenlerin, alacakları mânevi ec­rin aynısını arada vasıta olan kimsede alacaktır.

Keza ilmi irfan, fakir fukara, cami çeşme, yol, su, elektrik, has-tahâne, yetim yetamâ, kimsesiz, muhtaç ve pîri fâni olan her yardıma muhtaç olanlara bil fiil yardım etmeleri için teşvik ve terğib edib delâlet eden kimseler, yardım edenlerin alacakları ecrin aynisini, ek­siksiz bir şekilde alacakları muhakkaktır.

Evet hayatımızda görüb bildiğimiz ve hayır olduğu umulan her şahıs, mesken, mâbed ve yol, su gibi hayır yerlerine yardım etmek, niy-yetin halisliği nisbetinde birden ona ve yediyüz misline ve daha çok ecre nail olunacağı kitap ve sünnette beyan edilmiştir.

Ve üu iyiliklere delâlet edib söz ve fiil ile yardım ettirmeye çalışan kişilerde, ilimleri ve mallan ile hizmet edil) yardım edenlerin, aldık­ları mükâfatların aynısını, onlarınki eksilmeden alacağıda yukardaki hadîsi nebevide beyan edilmiştir.

Ayrıca muhtelif hadîsi nebevilerde îzah edilmiştir. Hemen Önü­müzdeki hadîsi nebevîdede gayet açık bir şekilde mezkûrdur.

Tercümesi:

210- (13) Cerir (R.A) den menidir, dedi:

«Biz, gündüzün evvelinde (erken saatlarda) Resûlüllah (S.A.V) yanında İdik, alacalı elbiseleri veya abalarını (meslekleri) giyinmiş, kıunçlannı boyunlarına takmış oldukları halde bir cemaat geldi, onla­rın nmûmuda muzar kabilesinden idi, belkide hepsi muzar kabilesin-dendi.

— Bunların perişan ve fakir hallerini gören Rasûlüllah sallâhü aleyhi vesellemin yüzü teğayyür edip değişti, hemen evine girdi ve son­ra çıktı, Bllâle emir buyurdu, Bilâl (Bilâli Habeşi) de ezan okudu ve ikâmet etti, namazı kıldı, sonra hutbe okudu, hutbede Kuran âyetini okuyarak şöyle buyurduî

«Ey insanlar! Sizleri bir tek nefisden (Adem Aleyhisselâmdan) ya­ratan, o nefisden eşini (Hz. Havvayı) yaratan, ikisinden bir çok erkek­ler ve kadınlar üreten Rabbimizden korkun ve günah işlemekten sa­kının, ve yine kendisine hürmet göstererek bir birinizden dileklerde bulunduğunuz (Allah adına senden istiyorum, dediğiniz) Allâhdan kor­kun ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının. Şüphesizki, Allah (c.c), üzerinize gözcü bulunuyor.»                                          (Nisa sûresi, I)

—  Resûlüllah (S.A.V) devamla Haşir süresindeki şu âyeti okudu : «Ey îman ednler! Allâhdan korkun ve her ferd yarın için (Kıyamet günü için) ne göndermiş olduğuna baksın. Yine Allâhdan korkun, Çün­kü Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.» (Haşir Sûresi, İS)

—  Resûlüllah (S.A.V| devamla şöyle buyurdu :

«Bir adam, dinarından, dirheminden, buğdayının sâından, hurma­sının sâından, hatta dediki, Velevki bir hurmanın parçasından olsun, sadakada bulunsun.»

—  Râvî dediki; O andan ensardan bir adam elinin,   götürmeye (tutmaya) aciz kalmaya yaklaşan belkide elinin, tutmaya aciz kaldığı dinar ve dirhem dolu bir kâse ile geldi. Ondan sonra insanlar birbiri arkasına tâbi oldular. Hatta yemekten ve elbiseden yığılmış halde iki tane yükseklik gördüm.

—  Yine Resûlüllah Sallallâhü aleyhi vesellemin yüzü sanki altın­la süslenmişcesine sevinçli ve sürürlü olduğunu da gördüm.

—  İşte o anda Resûlüllah (S.A.V) buyurduk!:

«Bir kimse, islamda güzel bir sünnet (yol, amel, îcâd) işlerse, o iş­lediği sünnetin ecri ve ondan sonra o sünnetle amel eden kimselerin ecrinden hiç bir şey noksanlaşmadan onun (sünneti ihdas eden) için ecri mükâfat vardır.

—  Bir kimsede, islamda kötü sünnet (kötü âdet, amel ve kötü iş) ihdas ederse, onun vizri ve ondan sonra gelenlerin işlediği vlzir, hiç noksanlaşmadan onların vizrindende ihdas edenin    aleyhine olur.»

(Hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.) [70]

 

İzahat
 

Ravi Cerir bin Abdillah Ebû Amr (R.A), Ashabı kiramdandır. Hic­retin onuncu senesi Ramazan ayında müslüman olmuştur. îbni Kuteybe böyle demiştir.[71]

Cerir (R.A) dediki : «Resûlüllah (S.A.V) in vefatından kırk gün evvel müslüman oldum.»

Hz. Ömer (R.A), çok güzel olduğu için bu zat hakkında şöyle der İdi:

«Cerir, bu Ümmetin yûsufudür.»

İbni kuteybe (R.A) dedi: «Cerir (R.A) uzun boylu idi ve boyu deve­nin hörkücüne ulaşırdı.» [72]