Konu Başlığı: İkinci Fasıl Gönderen: Sümeyye üzerinde 27 Haziran 2011, 14:19:41 İkinci Fasıl 212- (15) Kesir bin kays (R.A) den mervîdir, dedi: «Samda bir mescidde Ebidderdâ (R.A) ile beraber oturuyor idik hemen bir adam geldi ve dedi: Ey ebedderdâ! «Elbetde beti Resûlullahin (şehri) Medîneden geldim ve ben bir hacet İçin gelmedim. (Ancak senden hadis öğrenmek için geldim).» — Ebudderdâ (R.A) dedi: «Öyle İse ben Resûlüllah (S.A.V) den işittim diyordu: «Bir kimse, bir yola suluk eder, o yolda ilim talep ederse, Allâhü taâla o kimseyi Cennet yollarından bir yola sevk eder. Muhakkakki melekler, ilim talep eden kimseyi memnun edebilmek için kanatlarmı (onun ayakları altına), kor (lar), Şüphesizki âlime gökler de ve yerde olan varlıklar ve suyun içindeki balıklar, istiğfar edip dua eder (ler.) — Muhakkakki, Âlimin âbid üzerine İazilet ve üstünlüğü, aynı ondördünde geceleyin gökteki (senit gibi) ayın, diğer yıldızlara fazilet ve üstünlüğü gibidir. — Elbette ulemâ (âlimler, bilginler), Peygamberlerin vârisleridir (ler). Şüphesizki, Peygamberler, (dünyanın) dinar ve dirhemine varis olmamışlardır, (onlar) ancak ilme varis (sahip) olmuşlardır. — Binâenaleyh bir kimse, onu (ilmi) alırsa, hakîki ve gerçek nasibini = hazzını almıştır.» (Hadisi, Ahrhed Bin Hanbel, Tirmizi, Ebû Davud, îbni Mâce ve Dârîmî rivayet etmiştir, ve Tirmizi, Kays Bin kesir, diyerek isimlendirmiştir.) [76] Îzahat Râvî kesir bin kays (R.A), mümin olduğu halde ashabı kiramı gören tâbiîndendir. Samda sakin olub yaşayan zatlardandır. Bu zâtın hadîsi şerif rivayet ettiği ashabdan Ebidderdâ (R.A) hakkında kısa malûmat, birinci cildin 236. sahifesinde yazılmıştır. Hadîsi şerife, ilmin ve ilim yoluna giden kimselerin, fazilet ve üstünlükleri, gayet açık bir şekilde beyan edilmektedir. Bu sebeble hadîsi şerifin lafızları üzerinde uzun uzun açıklama yapmayacağız. Ancak ilme çalışmanın ve ilim adamlarına hürmet etmenin, lüzumunu belirten bir kaç cümleyi nakledeceğiz. İlim yoluna giden kimselerin yolunu, Allâhü teâla cennete götüreceği kesin bir cümle ile ifâde buyurulmaktadır. Resulü ekrem efendimizin bu hükmü, bâzı büyüklerin sözleri ile, şöyle açıklanmıştır: SÜfyânî Sevrî (R.A) den menkuldür, demiştir. «Bugün iiim taleb etmekten daha afdal bir şey bilmiyorum.» Bâzı büyüklerde şöyle demişlerdir : «Biz ilmi, AHahdan başkası (dünyalık) için taleb ettik (çalışıb öğrendik). Fakat ilim, başkasından uzaklaştı, ancak Allah için oldu.» Yani ilme çalışan kimseler, her ne kadar bir dünyalığa kavuşmak maksadı ile öğrenseler, yine' o ilim, sâhiblerini Allanın rızasını kazanmaya ve âhiret saadetini temin edib cennete götürür. Yeterki, Din ve İmanı öğreten ilim bellensin. O ilim, sâhiblerini mutlaka kurtuluşa ve sahili selâmte atar. İmamı ŞâfM rahimahüllahda şöyle demiştir : «İlim tâleb etmek (ilme çalışmak), nafile namaz kılmakdan efdal-dır... Zira ilmi öğrenmek, ya faizi aymdır veya farzı kifâyedir. Bu farzlar ise, nafileden efdaldır.» İmamı Mâlik (R.A) de şöyle demiştir: «Faydalı ilim, bir nurdu rki, o nur ile Alâhü teâla dilediği kimseyi doğru yola kavuşturur.[77] Hadîsi şerifde, «Melekler, İlim taleb eden kimseyi memnun etmek için kanatlannı (onun ayakla» altına) kor (lar).» buyurulmuştur. Sâdık ve masduk olan Peygamber efendimizin bu cümlesi, îman sahibi müminlerin, bu acâih hakikata itirazsız bir şekilde inanmasını gerektirir. Zira cenâbu hak, hak yolcusu sevgili kuluna, meleklerin, te-vâzû, hürmet, iltifat, yardım, kolaylık, merhamet ve şefkatla ikramda bulunmalarım yaparak, ilmin ve o ilme çalışanın kıymetini takdir ettirmektedir. Meleklerin, ilim tahsil edenlerin ayaklarının altına tevazu kanatlarını koymasına inanmayıb, alaya almak çok tehlikeler tevlid eder. Netekim ibni kayyım Ahmet bin Şuayb (R.A) den naklen şöyle denilmiştir : «Biz Basrada bâzı muhaddislerin (hadis bilginlerinin) yanında idik, bu hadis bize okudu. O meclisde mutezileden bir şahıs var idi, hemen bu hadisi istihza etti ve detfiV* . Vallahi, yarın (H:m talebine gelirken) ayaklarıma nâlin geyib y-. >™ şekilde meleklerin kanatlara kıracağım. îşte o adam böyle y^pu*, ^uL^ma painibunu giyib yürüdü, derhal her iki ayağı kurudu ve sanki ayaklan yenib yok olma hâlî vâkî oldu. — Tabaiâni (R.A) de dediki : îbni Yahya Essâcî (R.A) den işittim, diyordu : Biz Basranın ziftli yolundan bâzî muhaddislerin kapısına (hadis öğrenmek için) yürümüştük, yürümeyi sur'atlandirdık ve bizimle yürüyen ve dînî itham eden bir adamda var idi, hemen o dini maskaraya alıb eğlenen adam, hadîsi alaya alarak dediki; — Ayaklarıma, meleklerin kanatlarına basmayıb kaldırınız, onların kanatlarını kırmasınlar. Hemen bu sözün akabinde derhal orada, o adamın her iki ayağı kurudu ve bacağından kopub yere düşdü.»[78] Ey camiye ve mescide, Kur'anı kerim okuyub dinlemeye ve vâzu nasihat dinleyib bilmediklerini öğrenmeye gidenler! Ve ey medrese, kurs, okul ve emsali yerlere gidib ehlinden ilmi, irfan öğrenmeye giden talebe ve cemaatlar! Gittiğiniz yol, ilim yoludur. İlim yolu ise, cennet yoludur. Binâenaleyh cennet yolu olan nurlu ilim yoluna, iyi niyyet ve gayelerle gidelim. Zira o yolda meleklerin ayaklarımızın altına kanatlarını serdiklerini unutmayalım ve bu inançla ilim talebine gidelim. Böyle gidelimki, gittiğimiz yolun ve öğreneceğimiz ilmin, fâidesini ve ecrini bulalım. Bilhassa Peygamber efendimizin, mübarek söz ve buyruklarına saygılı olalım. İtiraz ve alaya almak gibi tehlikeli ve kötü davra-nışİTadan son derece kaçınalım. Şayet Resûlüllah Sallallahü aleyhi vesellem efendimizin, mübarek söz ve fillerini tahkir eder ve alaya alırsak, hem dünyada ve hem uhrâ-da helak olub Perişan oluruz. Bu hususda siyer ve ahlak kitaplarında pe'< çok nıisaUar vardır. YuKardakt naklfilligimiz hatliselcrdd, bunlar-daa birer örnektir. Resulü Ekrem efendimizin, «Âlimin, âbid üzerine fazilet ve üstünlüğü, benim sizin en aşağılarınıza üstünlüğüm gibidir.» Cümlesinde hem Allâha ibâdet ve evradla kulluk yapan âbidin ve hem âlim ve kâmilin birer fazilet olduklarını ve fakat ibâdetinin menfaati kendisine inhisar eden abidden, insanlığa ilmi ile faydalı olan âlimin üstün ve faziletli olduğunu beyan buyurmaktadır. Hâdimî Merhum (Berikasında); «İbâdet için vahdete çekilib seccadesinde ibâdetle meşkul olan âbid, ilim sahibi olur ve fakat ilminin iktizâsı olan tâlim edib başkasına öğretme, fetva verme, hüküm beyan etme, vazû nasîhaîda bulunma, kitap tasnif edib telif ve tercümede ve kitapları mütâlâa edib yayma gibi amellerle meşkul olmazsa, yine câhil âbid gibidir. Bu kişi yinede ilmi ile âmil olduğundan fevkal'âde bir fazilete sahibdir. Zira ilmi ile amel etmeyenin hiç bir fazileti yoktur.» Yanî ibâdetle meşkûl olan abid, ilim sahibi olsada, ilmini yayib başkalarına faydalı olmadığından ilim sahibi olubda başkalarına her türlü yollarla o ilmini yayan ve öğreten kişi, nafile ibâdetle meşkul olan o âbidden faziletli ve üstündür. Zira ilmini bilmeyenlere yayan kişi,. Allah yolunda cihad eden bir mücâhiddir. Bilhassa ümmetin fesad olub zâlim ümerânın devirlerinde, onlarında hatalarını beyan ederek hak tavsiyesinde bulunmak elbette en mükemmel cihaddır. İlmi ile amel et-meyib kötü örnek olan âlimler ise, hiç bir fazilete sâhib olmadıkları gibi, büyük vebal ve azaba müstehakdırlar. Netekim bir hadîsi nebevide şöyle Duyurulmuştur : «Cihadın en afdalı, zâlim sultanın yanında hakkı söylemektir.»[79] Şu halde ilmi ile âmil bir âlim, bildiklerini tâlim yoluyla, tedrisat, vâzu nasihat, fetvalar vermek, eserler tercüme ve telif etme gibi yollarla dini mübîni İslama hizmet eder ve bilmeyenlere öğretirse, elbet bu adam bir hak mücâhididir ve evine çekilib ibâdetle meşkul olan hak âşıkı âbidden üstündür. Bir âyeti kerimede şöyle buyurulmuştur. «Allah, mallariyle, canlariyle cihad edib savaşanları, derece itibarı ile, oturanlardan çok üstün kıldı. (Gerçi) Allah hepsinede (ilim ve malı ile savaşanlarla evinde oturub ibâdetle meşkul olanlara) cenneti vâd etmiştir. (Fakat) Allah savaşanlara (cîhad edenlere), oturanların üstünde (âlimlere, âtfidîerin üstünde) daha büyük bir ecir vermiştir.» (Nisa Sûresi, 9S| Bu gerçekleri okuyan ve bilen müminler! Her şeyi derece ve mertebesine oturtarak takdir edelim. İlmin ve sahibinin kıymetini, cehlin ve câhillerin yanında bir tutmayalım. İlim sahibi, bilhassa ilminin iktizasını işleyerek tâlim ve tedrisât, irşad ve nasihat, neşriyyat ve fetva verme gibi insanlara yaymakla meşkul olan ilim erbablarım, çok ve çok takdir edelim. Onlar, yer yüzünün, zînet ve süsleri, nurlu hayatın mür-şidleri, Peygamberlerin gerçek vârisleri ve insanların en kıymetli nî-met ve varlıklarıdırlar. Hal böyle iken maalesef bâzı câhiller, her türlü ilmî neşriyat ve nasîhatdan uzak sâde yanma gelen bâzı kişilere mahdut bilgileri Öğretip ibâdetle meşkul olan âbidleri, bütün tehlikelere rağmen islamı yayan bir mücâhid âlime, tercih edib üstün tutanlar vardır, ivazsız ve karazsız ihlaslı kişiler, Kur'an ve sünnete bağlı ve peygamber (S.A.V) efendimizi âdım adım tâkib edib onun buyruklarına tabî olurlar. Hatta bu âbid diye bilinenlerin bir kısmı, ibâdetinin, farz, vacib, sünnet, mekruh ve müf sid hükümlerini dahi bilemez ve belkide doğru dürüst namazda kılmaz. İtikadı bozuk, bir takım zındık ve sapıklara sahib olan bir mülhidde olabiliyor. Adamlar, kitap ve sünnetin dilini en güzel şekilde bilen ve bildiği ile amel edib hakkı olduğu gibi tavsiye eden âlime kulak vermezler, yine bu ne yapdıklarım bilmeyen ve belkide kötü itikada sahib olan sözde âbid zındıklara değer verirler, onlarınki nefislerine hoş geldiği için, onların sözlerini dikkate alırlar. Halk yolcusu müminler, böyle sapıklardan kendilerini korurlar, âlim ve âbidin derece ve mertebelerine göre değer verirler. İlerideki hadîsi nebevilerdede gelecektir, «îslam dînini hakkı ile bilen bir âlim, bin âbidden üstün ve faziletlidir.» Her kıymeti derece ve mertebesine oturtmak gerektiğini beyan eden bir hadisi nebevi meali şöyledir : «İnsanları, derece ve mertebelerine göre mertebelendiriniz.»[80] Resûlüllah (SA.V) efendimizin buyurduklarına saygılı olmak hususunda, birinci cildin «kitap ve sünnete sarılma bahsi»» Başlığının altında gerekli hükümler zikredilmiştir. Hadîsi şerifde âlimlere, Göklerde ve yerdeki varlıklar ile denizdeki Balıkların duâ ve istiğfar etmesi husûsunuda kısaca açıklayalım. Göklerdeki ve yerdeki varlıkların hiç birinin ismini zikretmeyib, denizdeki varlıklardan sâdece balığın ismini söylemesi, karadaki varlıkları denizdekilere şâmil olmadığındandır. Birde denizdeki varlıkların denizdekilere şâmil olmadığındandır. Birde denizdeki varlıklardan sâde Balığın ismini söyleyib karadakilerden söylememekle, Balıkların, bütün deniz hayvanlarına şâmil olub kapsaması içindir. Zira denizin içindeki canlıların adedi, karadaki canlı âleminin adedinden çoktur. Nete^im hükümde şöyle vârid olmuştur : «Karada yaşayan canlıların âlemi, dörtyüz (400) âlemdir. Denizde yaşayan canlı âlemi ise, altıyüz (600) âlemdir.»[81] Yaşayan canlıların âlemi hakkında beyan edilen bir hükümdür. On.sekiz bin âlem diye vasıflandırılan âlem meselesi ise, ayrı bir açıklama gereken mes'eledir. Hadîsi şerifin son cümlesi şâyâni dikkattir. Zira din ve şeriat âlimleri, Peygamberlerin vârisleri olarak vasıflandırümakta ve bu veraset, mal, mülk, makam, mansıb, para, kan, altın ve gümüşe vâris olmayıb, ilim ve irfana vâris oldukları beyan buyurulmaktadır. Şu halde, ilim adamı olarak dîni mübîni İslama hizmetle meşkul olan, şeyhul islâm, Diyanet Reisi, Müfti, Vaiz, Îmam-Hatib, Kur'an muallimi, müderris, öğretim üyesi, müezzin ve emsali kişiler, sâhib oldukları nimetin kıymetini takdir etmelidirler. Tercümesi: 213- (16) Ebîumâmetülbâhilı(R.A) den mervidir, dedi: «Resûlüllah (S.A.V) e İki adam zikrolnndu : Bunlann birisi âbid, diğeri âlim idi. — Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V) buyurdu: «Alimin âbid üzerine fazileti, benim sizin en ednânız üzerine fazilet ve üstünlüğüm gibidir.» — Bundan sonra Resûlüllah (S.A.V) buyurdu : «Muhakkakki, Allâhü teâla, melekler, semâvat ve yer ehli hatta delik ve yuvasmdaki karınca ve hatta halik dahi, insanlara hayır (din, iman ve güzel ahlak) öğreten muallime dua ederler.» (Hadîsi, Tirmizî rivayet etmiştir.) [82] [76] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 82-83. [77] (Mirkâtülmefâtîh, C. I, 229) [78] (Mirkâtül mefâtîh, C. 1,229) [79] (Ebû Dâvud, İbni Mâce) [80] (Müslim, Ebû Davûd, Fthul kebir, 280) [81] (Mirkat, C. I, 230) [82] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 83-88. |