๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Minhacut Talibin => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 21 Kasım 2010, 20:41:34



Konu Başlığı: Hacr(Kısıtlılık)
Gönderen: Ekvan üzerinde 21 Kasım 2010, 20:41:34
HACR(KISITLILIK)

F.HACR


Alacaklının hakkını korumak için müflis, rehineyi kabul eden için rahin, mirasçı için hasta, efendisi için köle ve müslüman için mürted kısıtlılık altına alınır. Kısıtlılığın birkaç bölümü vardır. Bu bölümdeki amacımız delinin, küçüğün ve savurganın kısıtlılığını açıklamaktır.

Bir şahıs delirirse, nikah gibi dinî velayet hakkı elinden alınır ve sözlerine itibar edilmez. Deliren ayılmca hakimin kararı olmadan kısıtlılığı kalkar. Çocuk da reşid olup buluğ çağma erince kısıtlılık hali kalkar.

 

1. Buluğa Erme Çağı
 

Buluğ çağına ermek; erkek çocuğun on beş yaşını tamamla­ması veya ihtilâm olması ile olur. İhtilâm olmayı mümkün kılan za­man ise çocuğun dokuz yaşını tamamlamasıdır. Kasıktaki sert kıl­ların çıkması, kafirin çocuğu için buluğ alametidir. En sahih kavle göre kasıktaki sert kıllar, müslüman kişinin çocuğu için buluğ ala­meti sayılmaz.

Kız çocuğunun buluğ çağına ermesi yukarıda geçen iki alame­te ek olarak adet görmesi ve hamile kalmasıdır.

Reşidlik ise, din ve mâlî idare bakımından salahiyetin ortaya çıkmasıdır. Dînî bakımdan salahiyet; adaleti ortadan kaldıran ha­ramların işlenmemesidir. Mâlî bakımdan salahiyet ise, malı savur-mamaktır. Bu da muamelede malı fahiş bir aldanma ihtimali ile za­yi etmek, denize atmak veya harama harcamakla olur. En sahih kav­le göre kişinin malını sadaka ve hayır işlerine sarf etmesi veya ken­di seviyesine uygun olmayan yiyecek ve elbiselere harcaması savur­ganlık değildir.

Çocuğun reşidliği deneme ve farklı mesleklerle bilinir. Tüccarın çocuğu alım-satım ve pazarlıktan anlamasıyla, ziraatçının çocuğu ziraata uygun işler ve tarlayı işleten çiftçilere masraf .yap­ması ile, sanatkarın çocuğu ise sanatına uygun bir işle denenir. Kadının reşidliği ise ip bükmek, pamuğu ıslah etmek, yemeği kedi gibi hayvanlardan korumak gibi sınamalarla bilinir. Denemenin iki veya daha fazla sayıda yapılması şarttır.

Deneme, çocuk buluğa girmeden yapılır. Zayıf kavle göre dene­me, çocuk buluğa erdikten sonra yapılır. Birinci kavle göre yani, buluğdan önce denenen kişinin yaptığı akidler en sahih kavle göre sahih olmayıp, pazarlık konusunda denenir. Çocuk adına velisi akid-de bulunur.

Bir çocuk reşid olmadan buluğa ererse, kısıtlılığı devam eder. Fakat reşid olup buluğa ererse, buluğla kısıtlılığı kalkar ve malı ken­disine teslim edilir. Zayıf kavle göre kısıtlılığın hakim tarafından kaldırılması şarttır. Malını tekrar savurursa hakim tarafından kısıtlılık altına alınır. Zayıf kavle göre kısıtlılık iade edilmeksizin döner. Reşid olarak buluğa eren fasık sayılırsa, en sahih kavle göre kısıtlılık altına alınmaz.

Sefıhlikle kısıtlılık altına girenin velisi, hakimdir. Zayıf kavle göre çocuk küçük iken velisi olan kimse, çocuk büyüdüğünde de ve­lisi o kimse olur. Deliliğe maruz kalan kişinin velisi ise, küçük­lüğünde kendisine velilik eden kimsedir. Zayıf kavle göre ise velisi hakimdir. Sefihlik sebebi ile kısıtlılık altına alman kişinin velisinin izni olmadan ahş-veriş akdinde bulunması, köle azad etmesi, malını hîbe etmesi ve nikah akdinde bulunması sahih değildir.

Sefih kişi bir malı satın alır veya borç olarak teslim alır da te­lef olur veya telef ederse, bunları ne derhal ne de kısıtlılıktan sonra zimmetine geçirmiş olmaz. Mal sahibinin onun sefih olduğunu bilip bilmemesi sonucu değiştirmez.

Sefih kişi, velisinin izni ile nikah akdinde bulunursa akid sa­hihtir. En sahih kavle göre mali tasarrufta bulunması sahih değildir.

Sefih kişi kısıtlılık altına alınmadan veya kısıtlılık altına alındıktan sonra borç aldığını ikrar ederse, kabul edilmez. Keza bir malı telef ettiğini itiraf ederse, en zahir kavle göre kabul edilmez. Ancak had, kısas, talâk, bul, zihar ve lian hakkındaki itirafı ve ne­sebi reddetmesi sahihtir.

Sefihin ibadet konusundaki hükmü, reşid kişinin hükmü gibi­dir. Ancak sefih, zekâtını bizzat ayırıp verme yetkisine sahip değil­dir. Sefih, farz hacı eda etmek üzere ihrama girerse; yolda kendisine harcamak üzere velisi güvenilir birisine yetecek miktarda mal verir. Eğer nafile hac için ihrama girerse ve yol masrafı ikamet halindeki nafakasından fazla ise velisi onu alıkoyabilir. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre muhsir kişi hükmünde olup, tıraş olur ve ihramdan çıkar. Ben diyorum ki; ihsar kanı için bedelin geçerli oldu­ğunu kabul etmemiz halinde oruç tutarak ihramdan çıkar. Çünkü o malî tasarruftan alıkonulmuştur. Ancak yolda fazla masrafı kadar kazanç elde ediyorsa, velisinin onu yoldan alıkoyması caiz olmaz. Al­lah daha iyi bilir.

 

2..Veli
 
Çocuğun velisi babasıdır. Sonra her ne kadar yukarıya doğru çıksa da baba cihetinden dedesidir. Daha sonra bunlardan en son ölenin tavsiye ettiği kişi ve hakim gelir. En sahih kavle göre anne ve­li olamaz.

Veli, velayetindeki çocuğun malını maslahata binaen harcar. Çocuğa ev yaparsa, çamur ve tuğla kullanır, fakat kerpiç ve kireç kullanmaz. Akarını nafaka ve giyim gibi bir ihtiyaç için veya açık bir fayda olmaksızın satamaz. Ancak malı bir amaca binaen ticaret eş­yası karşılığında veya bir maslahat için vadeli olarak satabilir. Malı vade ile satarsa şahit bulundurur ve müşteriden rehine alır. Veli, maslahata binaen şüf a hakkı ile onun için mal alıveya almaktan vazgeçer. Malının zekâtım öder ve nafakası için örfe göre harcama

yapar.

Çocuk buluğa erdikten sonra babası ve dedesinin maslahat ol­maksızın satış akdinde bulunduklarım iddia ederse, her ikisi yemin eder ve sözleri kabul edilir. Çocuk, vasi veya eminin (hakimin tayin ettiği kimse) maslahat olmaksızın satış akdinde bulunduklarını id­dia ederse, yemin eder ve sözü kabul edilir.

 

G. SULH
 

Sulh, iki kişi arasındaki anlaşmazlığı kaldıran akiddir. İki kısma ayrılır.

A- Davacı ile davalı arasında yapılan sulh. Bu da iki kısımdır:

1- İkrar üzere yapılan sulh: Üzerinde sulh yapılan hak, dava edilmeyen bir ayın ise, bu sulh lafzı ile satış akdi yapmaktır. Böyle bir sulhta satış akdinin hükümleri gerçekleşir. Örneğin, Şüf a hakkı, ayıplı olanı iade etmek, teslimden önce malda tasarruf yapmamak, her iki mal ribevi ise aynı mecliste teslim almak gibi.

Üzerine sulh yapılan hak, evde kiraya oturmak gibi bir menfa­at ise bu, sulh lafzı ile icare akdi yapmaktır. Böyle bir sulhta icare-nin hükümleri geçerli olur.

Sulh dava edilen malın bir kısmı üzerine yapılırsa, geri kalan kısım malı elinde bulundurana hîbe edilmiş sayılır. Burada hibenin hükümleri geçerli olur. Böyle bir sulhu satış kelimesi ile yapmak sa­hih olmaz. En sahih kavle göre sulh kelimesi ile hîbe akdi yapmak

caizdir.

Bir kişi aralarında anlaşmazlık olmaksızın bir kimseye: "Evin için şu kadar mal karşılığında benimle sulh yap." derse, en sahih kavle göre böyle bir sulh akdi geçersizdir. Ama borca karşı verilecek bir mal üzerine sulh akdi yapılırsa, bu sahihtir. Borç ve mal altın karşılığında gümüş almak gibi ribevi ise, bedeli aynı mecliste almak şarttır. Borç veya karşılığı ribevi olmayıp borcun bedeli bir mal ise, en sahih kavle göre bedeli aynı mecliste almak şart değildir. Malın bedeli borç ise, borcun miktarını aynı mecliste belli etmek şarttır. Bedeli aynı mecliste almak hususunda iki vecih vardır. Davacı bor­cun bir kısmı üzerine sulh yaparsa geri kalan kısımdan borçluyu ib­ra etmiş olur.

Sulh akdi ibra, hatit (indirim), ıskat (düşürme) ve benzeri lafızlarla yapılırsa sahihtir. En sahih kavle göre sulh lafzı ile sulh akdi yapmak caizdir.

Ödeme zamanı gelmiş borcun aynısını vade ile ödemek üzere sulh yapmak veya bunun aksini, yani vadesi gelmemiş borcu peşin vermek üzere sulh yapmak geçersizdir. Kişi, kendi isteği ile vadeli olan borcunu peşin vermek isterse bu caizdir.

Davacı peşin olan on lira borcundan beş lirasını peşin almak ve geri kalan beş liradan vazgeçmek üzere sulh yaparsa, beş lirayı pe­şin alır. Bunun aksi ise hükümsüzdür. Yani davacı, vadeli olan on li­ra borcunun beş lirasından vazgeçip beş lirasını peşin almak üzere sulh yaparsa caiz olmaz.

2-Inkar üzere yapılan sulh: İddia edilen malın inkarı üzerine yapılan sulh geçersizdir. Keza malın bir kısmının inkarı üzerine yapılan sulh da en sahih kavle göre geçersizdir. Meselâ; davalı da­vayı inkar ettikten sonra davacıya: "İddia ettiğin ev üzerine benim­le sulh yap." diye ikrarda bulunursa; malı inkardan sonra yapılan bu ikrar, en sahih kavle göre ikrar sayılmaz.

B- Davacı ile yabancı arasında yapılan sulh: Yabancı (davacı ve davalı dışındaki üçüncü bir şahıs) davacıya gelerek: "Sulh yapmak üzere davalı beni vekil tayin etti. Senin onda bulunan borçlarını iti­raf etti." der ve davacı ile sulh yaparsa bu akid sahihtir.

Yabancı kendi adına sulh yaparak davacıya: "Davalı beni vekil tayin etti. Senin hakkını itiraf ediyor." derse böyle bir sulh yabancı adına sahih olur. Sanki malı satın almış gibidir.

Davalı davayı inkar eder ve yabancı inkarının geçersiz olduğu­nu söylerse bu, gasp edilmiş malı satın almak hükmündedir. Bu tak­dirde sulh, mal sahibi malı alacak güçte olup olmayacağına göre tespit edilir. Mal sahibi malı alabilecek güçte ise sulh sahih olur, aksi halde sahih değildir. Yabancı, davalının inkarının geçersiz olduğunu söylemezse, (ister kendi adına isterse davalı adına yapılmış olsun) batıl olup geçersizdir.

 

H. MÜŞTEREK KULLANILAN YERLERDE İZDİHAM YARATMAK    
 


Herkese açık olan yol, gelip geçenlere zarar verecek şekilde kullanılamaz, ona saçak uzatılamaz ve kemer yapılamaz.

Saçakların ve kemer yapılan yolun, uzun boylu insanın başına koyduğu yükle birlikte geçebileceği yükseklikte olması şarttır. Yol süvarilerin ve kafilelerin geçtiği bir yol ise, devenin üzerindeki hev-deç ve ona bağlı gölgeliğin direkleri ile birlikte altından geçebileceği yükseklikte olmalıdır. Saçakları yola uzatmak üzerine antlaşma yap­mak, yola seki yapmak veya ağaç dikmek haramdır. Zayıf kavle göre gelip geçenlere zarar vermiyecek şekilde yola ağaç dikmek caizdir.

Ortak olanların dışında başkasının çıkmaz sokağa saçak direk­lerini uzatması haramdır. Keza ortak olanların bir kısmının, diğer ortaklardan izin almadan sokağa saçak direklerini uzatmaları en sa­hih kavle göre haramdır.

Çıkmaz sokağa ortak olan, evinin kapısı yola açılan kimsedir. Evinin duvarı yola bitişik olup kapısı yola açılmayan kimse çıkmaz yola ortak olamaz.

Sokağa ortak olanların hepsi sokağın tümünde mi, yoksa her biri evinin kapısından sokağın başına kadar olan kısımda mı hak sa­hibi olur? Bu konudaki farklı iki görüşten ikincisi en sahih olanıdır. Ortak olmayan kimse, yol için kapısını çıkmaz sokağa açamaz. En sahih kavle göre ortakların rızasını alarak kapısını yola açabilir.

Bir kimse kapısı yola açıldığı halde sokağın baş tarafına uzak ikinci bir kapı açarsa, ortakları onu bundan men edebilirler. Şayet yeni açacağı kapı yolun başına yakın olur da eski kapısını kapatmaz­sa hüküm aynıdır. Fakat eski kapısını kapatırsa, onu yeni bir kapı açmaktan men edemezler.

Bir kimsenin iki evi olur da kapıları iki çıkmaz sokağa veya bi­ri çıkmaz sokağa diğeri de ana caddeye açılıyorsa ve her iki ev arasında bir kapı açmak isterse, en sahih kavle göre bundan men edilemez. Yola ortak olanların, çıkmaz sokağa kapı açmaktan men edilen kimse ile bir mal üzerine sulh yapmaları sahihtir. Bir kimse­nin açık veya çıkmaz sokağa duvarından pencere açması caizdir.

İki kişinin evleri arasında bulunan duvar birisine mahsus olur. Bazen her ikisi onda ortak olur. İmam'ın son kavline göre bir kişiye ait duvara sahibinin izni olmadan başkası merteklerini koyamaz ve bu konuda duvar sahibi icbar edilemez. Şayet direklerin konulması için ücret almadan rıza gösterirse, bu âriye sayılır. Onun sahibi di­rekler henüz konulmadan bu sözünden cayabilir. Keza en sahih kav­le göre, direkler konulduktan sonra da sözünden cayabilir. Duvar sa­hibinin bu sözünden cayabilmesi, direk sahibine şu iki husustan bi­rini tercih etme yetkisini verir:

1- Bir ücret karşılığında direkleri yerinde bırakmak.

2- Direkleri kaldırmak ve meydana gelecek noksanlık farkını ödemekle borçlu olması.

Zayıf kavle göre, duvar sahibinin sözünden cayması, sadece ücreti talep etme imkanı verir. Duvar sahibi direklerin konulmasına razı olur ve bir ücret karşılığında üzerinde bina yapılmasına müsa­ade eder veya üzerine bina yapılmak üzere duvarın üst kısmım ica-reye verirse, bu icare akdi olur. Şayet " Üzerine bina yapılmak üze­re evi veya duvarın intifa hakkını sattım." derse, en sahih kavle göre, akdin hem satış hem de icare akdi olmasına ihtimal vardır. Böyle bir akidden sonra duvarların üzerine bina yapılırsa, duvar sa­hibi binayı derhal bozamaz. Duvar kendiliğinden bozulursa; duvar sahibi duvarını, müşteri de binasını yapar. Duvarların üzerine bina yapmak için verilen izin bir ücret karşılığı olsun veya olmasın hüküm aşısından aynıdır.

Üzerine bina yapılacak yerin uzunluğunun ve genişliğinin; du­varın kalınlığının keyfiyetinin (içinin dolu veya boş olması) ve üze­rine yapılacak tavanın keyfiyetinin (kubbeli veya direkli olması) açıklanması şarttır.

Bir kimse arazisinde bina yapılmasına izin verirse, binanın yapılacağı yerin miktarım açıklaması yeterlidir.

İmam'ın son kavline göre, ortakların izni olmadan biri müşte­rek duvara merteğini koyamaz, duvara kazık çakamaz ve pencere açamaz. Fakat duvara yaslanabilir ve zarar vermeksizin bir eşyayı dayayabilir. Yabancı birine ait duvara yaslanmasının veya bir eşyayı dayamasının hükmü de aynıdır, imam'ın son kavline göre, duvarı imar etmek için bir ortak diğerlerini icbar edemez.

Ortaklardan biri kendi aletleri ile yıkılmış duvarı tamir etmek isterse, diğerleri ona mani olamaz. Tamir ettiği duvar mülkiyetine geçmiş olur, istediği eşyayı üstüne koyabilir ve dilediğinde duvarı bozabilir. Şayet ortakları kendisine "Duvarı bozma, payımıza düşen masrafı öderiz." derlerse, tekliflerine icabet etmesi gerekmez.

Ortaklardan biri müşterek yıkıntının molozları ile yıkılan du­varı yapmak isterse, diğerleri onu men edebilirler. Yardımlaşmak su­retiyle duvarı yıkıntı molozlarından yaparlarsa, önceden olduğu gi­bi ortak olurlar. Ortaklar, arkadaşlarından birine duvarı yaptırmak üzere fazla hisse vermeyi şart koşarlarsa bu caizdir. Bu fazla hisse, diğerlerinin hissesinden iş yapanın çalışmasına karşılık verilen ücrettir.

Suyu tarlasından geçirerek götürmek ve arsasından kar atmak için bir kimsenin mülk sahibi ile bir mal üzerine sulh akdi yapması caizdir.

İki kişi mülkleri arasında bulunan duvar konusunda anlaş­mazlığa düşerlerse bakılır: Şayet duvar birisinin binasına bitişik olur ve duvarın bina ile beraber yapıldığı biliniyorsa, duvar onun olur. Şayet duvar müstakil ise, her ikisi onda ortak olur. Bunlardan birisi duvarın kendisine ait olduğuna dair delil getirirse, kendisine ait olduğuna karar verilir. Şahit göstermezlerse her ikisi de yemin eder. Şayet yemin eder veya yemin etmekten çekinirlerse ikisi de du­vara ortak olur. Birisi yemin ederse, malın ona ait olduğuna karar verilir. Şayet birisinin mertekleri duvarın üzerinde olursa, bu du­varın kendisine ait olmasına tercih sebebi olamaz.

İki mülk arasındaki duvar gibi olan alt ve üst kat arasında bu­lunan tavanın üst kattan sonra ihdas edildiği mümkün ise, her ikisi bunda ortak olur. Üst kattan sonra yapıldığı mümkün değilse tavan alt kata sahip olanındır.

 

I. HAVALE
 


Havale akdi için muhil (havale eden) ve muhtalm (havale edi­lenin) rıza göstermesi şarttır. En sahih kavle göre kendisine havale edilenin rıza göstermesi şart değildir. Borcu olmayanın havale ak­dinde bulunması ise sahih değildir. Zayıf kavle göre akde rıza göste­rirse akid sahihtir.

Havale akdinin sahih olması için borcun Ödenmesi zorunlu (zimmete) olmalı veya para ve hububat gibi zorunluluk niteliğini taşıyan bir borç veya misli olan, keza en sahih kavle göre değeri tak­dir edilen bir mal olmalıdır. Muhayyerlik süresi içerisinde bulunan parayı satıcıya havale etmesi ve en sahih kavle göre, satıcının bir başkasını müşteriye havale etmesi caizdir.

En sahih kavle göre, mükateb kölenin kitabet akdinin taksit­leri için efendisini üçüncü bir şahsa havale etmesi sahihtir. Fakat taksitleri almak için efendi başkasını köleye havale edemez.

Havale edilen borcun sıfat ve miktarının havale eden ve hava­le edilen tarafından bilinmesi şarttır. Bir kavle göre, sıfatı bilinmese de diyet için olan develeri havale etmek veya üzerlerine havale akdi yapmak sahihtir.

Havale edenin zimmetindeki borç ile kendisine havale edilen kişinin vereceği borcun cins ve miktar bakımından eşit olması şart­tır. Keza en sahih kavle göre, her iki borç vadeli ve vadesiz olma, sağ­lamlık ve kırıklık açısından da eşit olmalıdır. Havale akdi kesinleşir­se havale eden, havale edilenin borcundan, kendisine havale edilen de havale edenin borcundan kurtulur. Yalnız havale edilenin borcu, kendisine havale edilenin zimmetine geçer.

Havale akdi yapıldıktan sonra, kendisine havale edilen kişi (muhalün aleyh) iflas, inkar, yemin etmek gibi bir mazeret sebebi ile borcu Ödeyemezse; havale edilen kişi, havale eden kişiye geri döne­mez. Havale akdi esnasında, kendisine havale edilen müflis olur ve havale eden bundan haberdar değilse bile geri dönemez. Zayıf kavle göre, akid esnasında kendisine havale edilenin zengin olması şart koşulmuşsa geri dönebilir.

Şayet müşteri parayı satıcıya havale eder de malı bir ayıp sebebi ile geri iade ederse, en zahir kavle göre akid geçersiz olur. Satıcı pa­rayı müşteriye havale eder de mal ayıp sebebi ile geri iade edilirse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre akid geçersiz olmaz.

Bir kimse kölesini satar ve ücretini havale eder de sonra satıcı, müşteri ve havale edilen kişi kölenin hürriyetine kavuşması husu­sunda söz birliği ederlerse veya hürriyetine kavuştuğu bir delil ile sabit olursa, havale akdi hükümsüz kalır. Havale edilen kişi, kölenin hürriyetine kavuştuğu hususunda satıcı ile müşteriyi tekzip eder ve bu konuda bir delil de yoksa; satıcı ve müşteri kölenin hürriyetine kavuştuğu hususunda bilgisi olmadığına dair havale edilene yemin ettirirler ve havale edilen kişi malı müşteriden alır.

Şayet havale eden, havale edilene: "Borcumu alman için seni vekil tayin ettim." der de, havale edilen kişi de: "Beni başkasına ha­vale ettin." derse veya havale eden kişi: "Sözümle seni vekil kılmayı kastettim." der de havale edilen: "Hayır sen havale etmeyi kastet­tin." derse, havale eden yemin eder ve sözü tasdik edilir. İkincisinde (seni vekil kılmayı kastettim şıkkında) bir vecih vardır. Havale eden kişi: "Sana havale etmiştim." der de havale edilen kişi: "Beni vekil tayin etmiştin." derse, havale edilen kişi yemin eder ve sözü dikka­te alınır.

 

J. DAMAN (TEKEFFÜL) AKDİ
 


Tekeffül, başkasının zimmetinde sabit olan bir hakka veya borçlu olan şahsı getirip hak sahibine teslim etmeye veya hak sahi­bine verilecek aynı teslim etmeye kefil olmaktır. Kefil olmanın şart­ları şunlardır:

1- Reşid olmak: Sefihlik nedeni ile kısıtlılık altında bulunana kişinin kefil olmasının hükmü, kısıtlının yaptığı satış akdinin hükmü gibidir. En sahih kavle göre, kölenin efendisinin izni ol­maksızın kefil olması geçersizdir. Efendisinin izni ile kefil olması ise sahihtir.

Şayet köle bir borca kefil olur da borcun kendi kazancından ve­ya başkası tarafından ödenmesini tayin etmişse, borç tayin edilen maldan Ödenir. Aksi halde (borcun ödenmesi için mal tayin edilme-mişse) en sahih kavle göre, köleye ticaret yapmak için izin verilmiş­se, eli altında bulundurduğu maldan ve kendisine izin verildikten sonra elde edeceği kazancından ödenir. Kendisine izin verümemişse kazancından ödenir.

En sahih kavle göre, kefilin hak sahibini Şahsen tanıması şart­tır. Hak sahibinin kefili kabullenmesi ve rıza göstermesi ise şart de­ğildir. Borçlunun kefalete razı olması kesin olarak şart değildir. En sahih kavle göre, kefilin borçluyu tanıması da şart değildir.

2- Borç: Akid esnasında sabit olmalıdır. Gelecekte ortaya çıka­cak borca kefil olmak imam'ın ilk kavline göre sahihtir. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, malın karşılığı alındıktan sonra yapılan dereke kefaleti sahihtir. Dereke kefaleti, satılan malın bir başkasının olduğunun anlaşılması veya malının ayıplı çıkması veya tartı aletinin hatalı olmasının sebebi ile malın noksan olduğu­nun anlaşılmasıyla, parayı ödemeye kefil olmaktır. Borç, ödenmesi gerekli bir borç olmalıdır. Kitabet akdinin taksitlerine kefil olmak caiz değildir. En sahih kavle göre satılan malın muhayyerlik süresi içerisinde bulunan malm bedeline kefil olmak sahihtir.

Ci'aleye kefil olmanın hükmü, ci'aleye rehine bırakmanın hükmü gibidir, imam'ın son kavline göre borcun miktarı, cinsi ve sıfatı belli olmalıdır. Yine imam'ın son kavline göre meçhul borcu (miktarı, cinsi, sıfatı belli olmayanı) ibra etmek geçersizdir. Ancak diyet develerini ibra etmek caizdir. Niteliklerini açıklamadan diyet develerine kefil olmak en sahih kavle göre sahihtir.

Bir kimse başkasına: "Senin, Zeyd üzerindeki bir dirhemden on dirheme kadar olan borcuna zamin oldum." derse, en sahih kav­le göre bu kefalet sahihtir ve on dirheme kefil olmuş sayılır. Ben di­yorum ki; en sahih kavle göre dokuz dirheme zamin olur. ALLAH da­ha iyi bilir.

 

1. Nefse Kefil Olmak
 

Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, beden kefaleti (borcun ödeme zamanı geldiğinde borçlu olanı hazır bulundurmaya kefil olmak) sahihtir. Üzerinde borç bulunan şahsa kefil olan kişinin

borç miktarını bilmesi şart değildir. Ancak kefalete konu olan malm, kefaleti sahih olan mallardan olması şarttır. Mezhep alimlerince ka­bul edilen rivayete göre, kısas ve zina iftirası gibi insan hakkına ta­allûk eden cezalarda şahsa kefil olmak sahihtir. ALLAH hakkına ta­allûk eden cezalarda ise (zina ve içki gibi) şahsa kefil olmak sahih değildir.

Çocuğu, deliyi, tutukluyu, hazırda olmayanı ve suretine baka­rak şahitlik etmek için defnedilmemiş cenazeyi hak sahibinin yanı­na getirmeye kefil olmak sahihtir.

Kefil teslim yeri tayin etmişse, teslimin tayin edilen yerde yapılması lazımdır. Teslim yeri tayin edilmemişse, borcun bulundu­ğu mahal teslim yeridir. Kefil, teslim mahallinde teslimatı yapınca kefaletten kurtulmuş olur. Bu takdirde; teslim mahallinde hak sahi­binin hakkını almasına mani olacak zorba gibi bir engel bulunma­malı, kendisine kefil olunan kişi teslim mahallinde hazır olmalı ve hak sahibine: "Kefilim adına teslim oluyorum." demelidir. Bu sözü • söylemeden sadece teslim mahallinde hazır bulunmakla teslim ol­muş sayılmaz.

Şayet borçlu ortada yoksa ve kefil onun yerini bilmiyorsa hu­zura getirmesi lazım değildir. Fakat nerede olduğunu biliyorsa getir­mesi lazımdır. Ancak kefile onu getirecek kadar mühlet verilmelidir. Verilen mühlet içerisinde borçluyu getiremezse veya borcu ödeye-mezse hapsedilir. Zayıf kavle göre borçlu namazı kısaltmayı caiz kılan mesafe kadar gidip kaybolmuşsa onu getirmek lazım değildir. En sahih kavle göre, borçlu ölmüş ve defnedilmişse kefilden mal is­tenmez. Kefalet akdinde borçluyu teslim etme imkanı yoksa kefil borçlu olur şeklinde bir şart konulursa akid geçersizdir. En sahih kavle göre mekfulun (borçlunun) rızası olmadan kefalet akdi sahih olmaz.

 

2. Kefalet Lafzı
 

Kefalet ve daman akdinde üstlenmeyi hissettirecek bir kelime­nin olması şarttır. Örneğin: "Falanın üzerinde bulunan borcuna za­min oldum, üstlendim, boynuma geçirdim, falanın bedenini tekeffül ettim, falanın yanındaki malını ödeyeceğimi tekeffül ettim, zamin olanı hazır bulundurmaya kefil oldum, tekeffül ettim veya üstlen­dim." gibi bir lafızla yapılmalıdır.

Şayet kefil: "Malı öderim veya falan şahsı getiririm." derse, bu vaat etmeyi ifade eder. En sahih kavle göre kefil olmayı veya zamin olmayı bir şarta veya zamana bağlamak caiz değildir.

Şayet kefalet gerçekleşir de borçluyu bir ay sonra getirmeyi şart koşarlarsa, bu caizdir. Peşin olan borcun belli bir müddet son­ra, vadeli olan borcun da peşin ödenmesine kefil olmak sahihtir. En sahih kavle göre kefilin borcu acele üzere ödemesi gerekmez. Hak sahibi zaminden veya asıl borçludan hakkını isteyebilir. En sahih kavle göre, asıl borçlunun zimmetini borçtan ibra etmek şartı ile ke­fil olmak sahih olmaz.

Şayet hak sahibi asıl borçluyu borçtan ibra ederse, kefil de ke­faletten kurtulmuş olur. Fakat bunun aksi olmaz. Kefil veya asıl borçludan biri vefat eder ve borç da vadeli ise, hayatta olanın değil de ölenin borcu derhal ödenmelidir.

Hak sahibi hakkını kefilden isterse, kefil asıl borçlunun borcu­nu ödeyerek ondan kurtulmasını talep eder. Bu durumda kefilin asıl borçlunun izni ile kefil olması şarttır. En sahih kavle göre, hak sahi­bi borcunu istemedikçe kefil de asıl borçludan borcunu ödemesini is­teyemez.

Kefil, asıl borçlunun izni ile kefil olmuş ve borcu ödemişse, kendisine müracaat edebilir. Kendisinden zamin olma ve borcunu ödeme konusunda izin almamış ise, asıl borçluya müracaat etme hakkı olmaz. Şayet sadece kefalet için izin almışsa, en sahih kavle göre asıl borçluya müracaat eder. Aksi halde asıl borçludan izin al­madan kefil olmuşsa ve onun izni ile borcunu ödemişse, en sahih kavle göre bir hak talebinde bulunamaz.

Kefil sağlam para yerine kırık para öder veya yüz liralık borç yerine beş yüz lira değerinde bir elbise üzerine sulh yaparsa, en sa­hih kavle göre ancak borçlandığı şeyi asıl borçludan isteyebilir.

Bir kimse zamin olmadan ve izin almadan başkasının borcunu öderse, kendisinden bir hak talebinde bulunamaz. Fakat kendisine müracaat etme şartı ile izin almışsa, ödediği malı taleb edebilir. Ke­za mutlak şekilde (bir şart koşmaksızm) izin almışsa, en sahih kavle göre ödediği malı talep edebilir. En sahih kavle göre kefil borcun cinsi dışında başka bir şey üzerine sulh akdi yaparsa, bu onun hakkını istemesine mani değildir.

Zamin ve borcu ödeyen kişiler asıl borçlunun izni ile borcu Ödediklerine dair iki erkek veya bir erkekle iki kadını şahit gösterir-lerse, haklarını almak için müracaatta bulunabilirler. Keza zamin ile birlikte bir erkek şahit yemin ederse, en sahih kavle göre hakkını talep edebilir. Zamin borcu ödediğine dair şahit gösteremezse, bir hak taleb edemez. Şayet asıl borçlunun gıyabında borcu ödediğini iddia eder ve asıl borçlu onu yalanlarsa, keza onu doğrularsa en sa­hih kavle göre zamin hak talebinde bulunamaz. Keza hak sahibi za-minin borcu ödediğini tasdik eder veya zamin asıl borçlunun huzu­runda borcu eda eder ve hak sahibi onu yalanlarsa, mezhep alimle-rince kabul edilen rivayete göre zamin hak talebinde bulunabilir.

 

K. ŞİRKET (ORTAKLIK)
 

       Şirketin (ortaklığın) birkaç çeşidi vardır: '    

1- Ebdan ortaklığı: Taşıyıcılar gibi sair meslek sahiplerinin be­denen çalışarak, sanatları aynı veya farklı olmakla birlikte kazanç­larım eşit veya farklı olarak aralarında paylaşmak üzere ortaklık kurmalarıdır

2- Muvafaza ortaklığı: Kazançlarını birbirine katmaksızın ara­larında paylaşmak ve meydana gelecek zarara katılmak üzere kuru­lan ortaklık akdidir.

3- Vucuh ortaklığı: İtibar sahibi kişilerden her birinin vadeli olarak mal satın alıp bu malı sattıklarında paradan elde edecekleri fazlalığı aralarında paylaşmak üzere kurdukları ortaklıktır.

İleride açıklanacak şartları taşımadıklarından ortaklığın bu üç çeşidi geçersizdir.

4- İnan ortaklığı: Birkaç kişinin ticaret yapmak üzere kendile­rine ait bir mala ortak olmalarıdır. Bu ortaklık sahih olup şartlan şunlardır:

a- Lafız: İnan ortaklığında alım satım gibi tasarrufta bulunacak kişiye izin verildiğine delalet eden bir kelimenin bulunması şarttır. Ortakların her birinin diğerine tasarruf izni verdiğini belir­ten ifadenin sadece: "Ortak olduk." şeklinde olması en sahih kavle göre yeterli değildir.

b- Ortaklar: Ortaklardan her biri vekil olmaya veya vekalet vermeye ehil olmalıdır.

c- Sermaye: Sermaye, değer takdiri yapılan (elbise gibi) bir mal değil, misli bulunan (para gibi) bir mal olmalıdır. Zayıf bir kavle göre, sadece damgalanmış paralar sermaye olabilir. Ayrıca her iki sermaye, ayırt edilemeyecek şekilde birbirine katılması şarttır. Türleri veya -sağlam ve kırık paralar gibi- sıfatları ayrı olan serma­yeyi birbirine katmak yeterli olmaz. Sermayeyi biribirine katmak; akit esnasında ortakların mallarını çıkarıp birbirine katmaları ile gerçekleşir.

Ortaklar veraset, alım satım veya bunlardan başka bir yolla bir mala sahip olurlar da her biri bunda ticaret yapmak için diğeri­ne tasarruf izni verirse bununla şirket akdi gerçekleşmiş olur.

Şirkette ticaret malını caiz sermaye haline getirmenin yolu ise şudur: Ortaklardan her biri, malik olduğu eşyanın bir kısmını diğe­rinin sahip olduğu eşyanın bir kısmı karşılığında satar ve her biri, tasarrufta bulunması için diğerine izin verir.

Ortakların sermayelerinin eşit olması ve en sahih kavle göre akid esnasında her iki malın miktarının bilinmesi şart değildir.

Ortaklardan her biri diğerine zarar vermeksizin tasarrufta bu­lunma izni vermelidir. Ortaklar malı vadeli veya beldede tedavülde bulunmayan bir parayla veya aşırı zararla satamaz, şirketin malı ile sefere çıkamaz ve ticarette kullanmak üzere başkasına izinsiz teber­ru edemezler.

Ortaklardan her biri dilediği zaman akdi feshedebilir. Her iki ortak, akdi birlikte feshederlerse tasarruftan azledilmiş olurlar. Or­taklardan biri diğerine: "Seni azlettim veya hissemde tasarruf hakkın yoktur." derse, azleden azledilmiş olmaz. Ortaklardan biri­nin ölmesi, delirmesi veya sürekli bayılması durumunda şirket fes­he uğrar. Ortaklar eşit miktarda veya farklı miktarda çalışsalar bi­le, sermayeleri nisbetinde kar ve zarara ortak olurlar.

Ortaklar sermayelerinin nisbeti dışında kâr ve zararda eşit ol­mayı şart koşarlarsa akid fesholur. Akid fesholunca ortaklardan her biri kendi malından çalıştığı kadar ücret almak için arkadaşına müracaatta bulunur. Ortaklardan her birinin şirket adına yapacağı tasarruf geçerli olup kâr her iki malın nisbeti oranında ortaklar arasında paylaştırılır.

Ortak, şirket malı üzerinde güvenilir bir emanetçi gibidir. Bu itibarla ortağın hissesini ödeme, zarar miktarı ve malın telef oluşu gibi konularda ileri sürdüğü iddia doğrulanır. Malın yangın gibi görünen bir sebeple telef olduğunu iddia eder ve yangının vuku bul­duğuna ve bu yangın sebebi ile malın telef olduğuna delil getirirse, iddiası doğrulanır.

Malı elinde bulunduran kişi malın kendisine ait olduğunu di­ğeri de malın müşterek olduğunu iddia ederse veya iddia bunun ter­sine olursa, yani malı elinde bulunduran mal müşterektir der, diğe­ri ise malın kendisine ait olduğunu iddia ederse; mal kimin elinde ise onun iddiası doğrulanır.

Malı elinde bulunduran sermayeyi paylaştıklarını, elindeki malın kendisine ait olduğunu, diğeri de malın müşterek olduğunu söylerse inkar edenin iddiası yemini ile birlikte doğrulanır.

Ortaklardan biri satm aldığı malı şirket adına veya kendisi için satın aldığını iddia eder de diğeri bu iddiayı inkar ederse, müşteri­nin iddiası yemini ile birlikte doğrulanır.