๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Minhacut Talibin => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 12 Kasım 2010, 15:39:08



Konu Başlığı: Düşmanla Savaşmak ve Ahkamı
Gönderen: Ekvan üzerinde 12 Kasım 2010, 15:39:08
ONSEKİZİNCI  BOLUM
DÜŞMANLA  SAVAŞMAK  ve  AHKAMI
 


A.GENEL BİLGİLER

Cihat Resûlüllah (s.a.)'in döneminde farz-ı kifâye, zayıf kavle göre ise farz-ı ayın olan bir emirdi. Resûlüllah (s.a.) döneminden sonra kafirlerle ilgili iki durum ortaya çıkmıştır:

1- Kendi beldelerinde oturan kafirlerin durumu: Bunlarla ci­hat etmek farz-ı kifâyedir. Yeteri miktarda bir grup müslüman bu ci­hadı yaparsa, diğer müslümanlarm üzerinden bu cihat kalkmış olur. Farz-ı kifâye olan işlerden bazıları şunlardır: Ali ah'm varlığım ispat etmek için ilmi delilleri getirmek, dini problemleri halletmek, tefsir ve hadis gibi dini ilimleri tahsil etmek, dini hükümlerin icrası için fıkıh ilmini tahsil etmek, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındır­mak, her yıl Kabe'yi ziyaret etmek sureti ile onu ihya etmek. Zekât ve beytü'1-mal yeterli olmadığı takdirde çıplakları giydirmek, açları doyurmak sureti ile müslümanlara zarar veren şeyleri gidermek, şa­hadeti kabul edilen kişilerin şahitlik yapmayı kabul etmeleri, gerek­tiğinde şahitlerin şahadette bulunmaları, iş, sanat ve iaşeyi tamam­layacak şeylerle uğraşmak.

Bir cemaata verilen selâmı almak farz-ı kifâyedir. Selâm vermek ise sünnettir. Tuvalet ihtiyacını gidermekte olana, sofrada ola­na ve hamamda olana selâm vermek sünnet değildir. Bunlara selâm verilmesi halinde kendilerinin selâmı almaları vacib değildir.

Çocuğa, deliye, kadına, hastaya, sakat olduğu belli olana, eli veya ayağı kesik veya felçli olana, köleye ve savaş masrafı (azık ve silâh) olmayan kişiye cihat farz değildir.

Vacib olan hacı eda etmeye mani olan her özür, cihat için de özür sayılır. Ancak kafirler keza en sahih kavle göre, müslüman hırsızlar sebebiyle olan yol korkusu cihat için özür sayılmaz.

Borcu peşin olan kimse, alacaklısının izni olmadan cihat ve se­fere çıkması haramdır. Borcu vadeli olanın sefere çıkması haram de­ğildir. Zayıf kavle göre gidilen sefer korkulacak bir yol ise, sefere çıkması haramdır.

Kişinin müslüman olan ana ve babasından izin almadan ciha­da çıkması haramdır. Farz-ı ayn olan bir ilmi Öğrenmek için kişinin ana ve babasından izin alması gerekmez. Keza en sahih kavle göre, farz-ı kifâye olan bir ilmi tahsil etmek için de onlardan izin almak gerekmez.

Bir kimse annesinden, babasından ve alacaklısından izin alır ve cihada çıkar da henüz savaş safına katılmadan izinlerini geri çe­kerlerse dönmesi vacibtir. Savaşmaya başlamışsa savaşı bırakıp ayrılması, en zahir kavle göre haramdır.

2- Kafirlerin müslümanlarm beldesine girmeleri: Bu takdirde belde halkı, mümkün derecede onları çıkarmaları; savaşa hazırlık yapma imkanları varsa, mümkün olanı yapmaları; hatta izin al­maksızın fakirin, çocuğun, kölenin ve borçlunun imkanını kullan­ması vacibtir. Zayıf kavle göre hür kişilerle kafirlere karşı mukave­met gösterme imkanı varsa, kölenin efendisinden izin alması şarttır. Savaşa hazırlanma imkanı olmaz da düşman tarafından yakalanan kişi öldürüleceğini bilirse, imkan dahilinde düşmanı def eder. Öldürülmeyi veya esir tutulmayı uygun görürse, imkan dahilinde kendini müdafaa ederek teslim olabilir.

Bir kimsenin savaş mahalline uzaklığı, namazı kısaltma mesa­fesinden az ise, savaş mahallindeki halkın bir ferdi sayılır. Namazı kısaltma mesafesinden uzak bir mesafede olanların ise, yeteri kadar

savaşa katılmaları lazımdır. Bu durumda savaş mahallinde bulunan; lar ve onlara yardıma gelenler savaş için yeterli sayıda olmamalıdır. Zayıf kavle göre her ne kadar müslümanlar düşmanlarına kafi gele­cek sayıda olsalar da, uzak mesafede olanların kendilerine katılma­ları gerekir.

Esir alman müslümam kurtarma ümidi varsa, en sahih kavle göre düşmana karşı direnmek vacibtir.

 

1. Savaşta İşlenmesi Mekruh ve Haram Olan Şeyler
 

İmam veya vekili izin vermedikçe savaşa çıkmak mekruhtur. İmamın savaşa gönderdiği seriyeye bir komutan tayin etmesi, ko­mutana karşı sabır ve sebat göstermeleri için askerlerden söz alması sünnettir.

İmam, hıyanetlerinden emin olduğu kafirlerden yardım isteye­bilir. Ancak yardıma gelenler kafirlerin grubuna katılırlarsa, onlara mukavemet gösterebilecek kuvvette olmamız şarttır. Efendilerinden izin alarak köle ve buluğ çağma ermemiş kuvvetli çocuklardan da yardım isteyebilir. İmam bunların masraflarını ve silâhlarını hazi­neden veya kendi malından karşılar. Cihada çıkmaları için imamın müslüman tabaya ücret ödemesi caiz değildir. Zımmi olanlara ücret ödemesi ise caizdir. Zayıf kavle göre, zımmi olmayanlara da ücret ödemesi caizdir.

Müslüman askerin akrabasını öldürmesi mekruhtur. Mahremi olan kimseyi öldürmesi ise şiddetle mekruhtur. Ben diyorum ki, Al­lah'a ve Resulüne sövdüğünü duyarsa, onu öldürmesi mekruh değil­dir. ALLAH daha iyi bilir.

Savaşta çocukları, deliyi, kadınları ve ersel olanı öldürmek ha­ramdır. En zahir kavle göre rahibi, ücretle çalışanı, yaşlıyı, kör ve sakat olanı öldürmek helaldir. En zahir kavle göre, savunmaya muk­tedir olmayan ve savaş hususunda görüş sahibi olmayanı öldürmek helal değildir. Düşmanın erkekleri köle, kadınları esir ve malları ga­nimet olarak alınır.

Şehirde olsunlar kalede olsunlar, kafirleri muhasara altına al­mak, üzerlerine su bırakmak, ateş ve mancınıkla kendilerine ateş etmek ve onları uykuda gafil avlamak caizdir. Aralarında müslüman esirler ve tüccarlar olsa bile bu ameliyeyi yapmak mezhep alimlerin-ce kabul edilen rivayete göre caizdir.

Savaş kızışır da düşman çocuk ve kadınları kendilerine siper ederlerse, onlara ateş etmek caizdir. Sadece kendilerini müdafaa et­mek için onları siper eder ve onlara ateş etmekte bir zaruret yoksa, en zahir kavle göre kendilerine ateş edilmez terk edilirler. Şayet müslümanları kendilerine siper eder ve onlara ateş etmekte bir za­ruret yoksa kendilerine ateş açılmaz. Ancak bir zaruret varsa en sa­hih kavle göre onlara ateş etmek caizdir.

Savaş safımdan ayrılıp gitmek haramdır. Kafirin sayısı sayımızın iki katı değilse hüküm böyledir. Yalnız savaş için bir tara­fa dönmek veya diğer bir gruba katılmak veya yeni bir imkan bul­mak için ayrılmak caizdir. En sahih kavle göre, uzak bir gruba katıl­mak üzere savaş saffından ayrılmak caizdir. Uzak gruba katılan as­ker, ayrıldığı grup kendisinden sonra ganimet elde ederse, bu gani­mete ortak olamaz. Yakın bir gruba katılmışsa, en sahih kavle göre ayrıldığı grubun ganimetine ortak olur.

Düşmanın sayısı sayımızın iki katından fazla ise, savaş saffın­dan ayrılmak caizdir. Ancak bizden zayıf olan iki yüz bir düşman as­kerine karşılık yüz askeri-nıizin savaş saffından ayrılması en sahih kavle göre haramdır.

Mübareze şeklinde savaşmak caizdir. Bir kafir kendisine karşı birinin çıkmasını isterse, ona karşı çıkmak müstehabtır. İmamın iz­ni ile tecrübeli olanlardan birinin ona karşı çıkması daha iyidir.

Savaş sebebiyle ve zafere ulaşmak için düşmanın binalarını te­lef etmek ve ağaçlarını kesmek caizdir. Keza zafere ulaşmak ümidi yoksa da ağaçlan kesmek caizdir. Ağaçları kesmeden zafere ulaşma ümidi varsa, onları kesmemek menduptur.

Hayvanları telef etmek ise haramdır. Yalnız üzerinde sa­vaştıkları hayvanları, düşmanı def etmek ve zafere ulaşmak için öldürmek veya ganimet olarak alman hayvanların onlara geri döne­cekleri ve bize zarar verecekleri korkusu varsa, öldürülmeleri caizdir.

 

2. Düşman Esirlerinin ve Mallarının Hükmü
 

Kafirlerin kadınları ve çocukları köle keza köleleri de köle olarak esir alınır. İmam kendi görüşüne göre kamil ve hür esirleri öldürmek, serbest bırakmakla onlara minnet etmek, müslüman esirlere bedel onları fidye vermek, bir mal karşılığında serbest bırakmak veya köle olarak bekletmek gibi müslümanlar için faydalı olanı yapar. Müslümanlar için faydalı olan belli değilse, durum belli oluncaya kadar onları hapseder. Zayıf kavle göre; puta tapan keza bir kavle göre Arap olan köle olarak alınmaz.

Bir köle İslam'ı kabul ederse kanını korumuş olur. Geri kalan diğer durumlarda muhayyerlik hakkı vardır. Bir kavle göre, ele ge­çirildikten sonra İslama girerse köle olarak kalır. Ele geçirilmeden müslüman olan düşman kanını, malını ve küçük çocuklarını koru­muş olur. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre karısını kurtarmış olmaz. Karısı cariye olunca nikahı derhal kesilmiş olur. Zayıf kavle göre karısı cinsel ilişkiden sonra cariye olmuşsa, iddet döneminde azad edilir ümidi ile iddeti bitinceye kadar bekletilir.

Müslümanin esir aldığı zımmi kadını cariye edinmesi caizdir. Keza en sahih kavle göre, müslümanm harp diyarında azad ettiği köleyi köle edinmesi caizdir. Mezhep alimlerince kabul edilen riva­yete göre, müslümanm harp diyarında azad ettiği köleyi köle ve karısını cariye edinmesi caiz değildir. Hür olan karı ve koca veya iki­sinden biri esir olursa nikahları fesholur. Bir kavle göre köle olurlar­sa nikahları fesholur.

Harbi olan köle olur da üzerinde borç varsa, üzerindeki bu borç sakıt olmaz. Köle olduktan sonra malı ganimet malı olursa, borcu malından ödenir.

Harbi olan harbiden borç alır veya bir birleri ile alış-veriş yap­tıktan sonra ikisi İslam'a girer veya cizye vermeyi kabul ederlerse, bir birlerine karşı olan hakları devam eder. Harbi olan, diğer bir harbinin malını telef eder sonra ikisi İslam'a girerse, en sahih kav­le göre tazminat söz konusu olmaz.

Harp ehlinden zorla alman mal, ganimet malı olur. Keza bir ki­şinin veya bir cemaatin hırsızlık yolu ile harp diyarından aldığı mal veya buluntu, en sahih kavle göre ganimet malı olur. Bu yolla alman bir malı bir müslümanm olması imkan dahilinde bir seneye kadar ilân edilir.

Gazilerin, taksim edilmeden önce ganimet malından gıda mad­delerini, katık, et, yağ ve genel olarak yenilmesi adet olan maddele­ri yeteri derecede alma hakları vardır.

Hayvanlarının yemi için saman ve arpa gibi şeyleri almaları, et temini için eti yenilen hayvanları kesmeleri caizdir. En sahih kavle göre, ganimet malı olan sebze ve meyvelerden yemeleri de caizdir. Kestikleri hayvanın kıymetini vermeleri vacib değildir. Bu harca­manın caiz olmasının hükmü, gıda maddelerine ve hayvan yemine olan ihtiyaç sebebine bağlı değildir. İhtiyacı olan veya gazi olmayan da bundan faydalanabilir. Savaştan sonra ve ganimet malı zimmete geçirildikten sonra orduya katılan gazinin ganimet malından gıda maddesini ve hayvan yemini alması caiz değildir.

Gazi harp diyarından İslam diyarına döner ve beraberinde ga­nimet malı varsa, onu ganimet malına ekler. Ganimet malından gıda maddesi ihtiyacının giderilmesinin yeri harp diyarıdır. Keza en sa­hih kavle göre askerler, İslam diyarına ulaşmadıkça bu imkandan faydalanırlar.

Ganimeti hak eden kişi, reşid olup iflasla kısıtlı bulunsa bile, ganimet taksim edilmeden önce hakkından vazgeçebildiği gibi en sa­hih kavle göre, reşid olan kimse de ganimetin beşte biri ayrıldıktan sonra hakkından vazgeçebilir. Bütün askerlerin ganimetteki hak­larından vazgeçmeleri de caizdir. En sahih kavle göre, yakın akraba veya selbi hak edenin hakkından vazgeçmesi caiz değildir.

Ganimeti almaktan vazgeçen kişi, savaşa katılmayan kimse hükmündedir. Ölen mücahidin payı mirasçılarına geçer. Ganimeti temlik etmek yalnız taksimatla olur. Askerler taksimattan önce de ganimet malını temlik edebilirler. Zayıf kavle göre ele geçirildikten sonra temlik ederler. Bir başka zayıf kavle göre ise ele geçirilen ga­nimet, taksim edilinceye kadar mevcut ise mülkleri sayılır. Telef olursa, kendileri için mülk sayılmaz.

Menkul eşyada olduğu gibi akar da istilâ yoluyla mülkiyete ge­çirilir. Ganimet malı arasında bir veya birkaç köpek bulunur ve bazıları bunları ister de aralarında anlaşmazlık çıkmazsa isteyenle­re verilir. Aralarında anlaşamazlık çıkar ve kendilerine taksim etme imkanı varsa taksim edilir. Taksim etme imkanı yoksa, aralarında kura çekilir ve kurası çıkan alır.

En sahih kavle göre, Irak sevadı (arazisi) Hz. Ömer (r.a.) döne­minde zorla fethedilmiş ve askerlere taksim edilmiştir. Taksimattan sonra bu arazi Hz. Ömer'e bırakılmış ve müslümanlar için vakfedil-miştir. Bu arazinin haracı, icare ücreti olup her yıl müslümanlarm maslahatı için harcanır.

Sevad arazisinin uzunluğu, Abadan denilen yerden Musul va­disine kadardır. Genişliği Kadsiyeden Hilvan'a kadardır.

Ben diyorum ki en sahih kavle göre, her ne kadar Basra sevad arazisi sınırları dahilinde ise de aynı hükme tabi değildir. Yalnız batısında Dicle ve doğusunda Fırat olan arazi, sevad arazisi hükmündedir. Sevad arazisinde bulunan ev ve meskenlerin satıl­ması caizdir. ALLAH daha iyi bilir.

Mekke şehri sulh yolu ile fethedilmiştir. Evleri ve arazisi ihya edilmiş olan mülktür. Bunların satılması kerahetle birlikte caizdir.

 

3. Eman Vermek
 

Mükellef olan her müslüman, harbi kişiye eman verebilir. An­cak eman verilen kişilerin sayısı on veya yüz kişiyi geçmemelidir. Kafir ile birlikte olan esire eman vermek en sahih kavle göre caiz de­ğildir.

Eman akdi, maksadı ifade eden (seni emin kıldım gibi) bir lafız, yazı veya mektub ile yapılır. Kafirin eman aldığını bilmesi şarttır. Eğer emanı ret ederse akid batıl olur. Keza emanı kabul etmezse akid batıl sayılır. Kafirin emanı kabul ettiğine dair bir işaret vermesi ye­terlidir. Ayrıca eman süresinin dört aydan fazla olmaması vacibtir. Bir kavle göre bir seneyi geçmiyecek bir süre tanımak caizdir.

Müslümanlara zarar verecek ajan gibi kimselere eman vermek caiz değildir. Hıyanet etmelerinden kuşku duymazsa, imam kafirin eman hakkını iptal edemez. Kafirin ihtiyaç duymadığı küfür di-yarındaki malı ve ailesi oturum hakkı kapsamına girmez. Keza en sa­hih kavle göre, beraberinde olsa da malı ve ailesi eman hakkı kap­samına girmez. Yalnız eman akdi esnasında malının ve ailesinin yanında bulunduracağını şart koşmuşsa eman hakkı kapsamına girer.

Küfür diyarında bulunan müslüman, dinini izhar etme im­kanına sahipse oradan İslam diyarına hicret etmesi müstehabtır. Dinini izhar etme imkanına sahip değilse ve gücü yetiyorsa oradan hic­ret etmesi vacibtir.

Kaçma imkanı varsa, kafirin elinde bulunan esirin kaçması lazımdır. Kafir esiri şartsız serbest bırakırsa kafire hıyanet edebilir. Yalnız eman vererek esiri serbest bırakırlarsa onlara hıyanet etme­si haramdır. Emanîa serbest bırakılır da gider ve onu bir grup kafir takip ederek onunla gitmek isterlerse, çatışarak da olsa onları defe­der. Ülkelerini terk etmemek şartı ile serbest bırakılan esirin bu şar­ta vefa göstermesi caiz değildir.

İmam, düşmana karşı güçlü bir kafirle akidleşerek göstereceği düşman kalesine karşılık kendisine orada bulunan bir cariyeyi vere­ceğini vad etmesi caizdir. Kafirin rehberliğiyle kale fethedilirse, ken­disine bir cariye verilmesi lazımdır. Kale başkasının rehberliğiyle fethedilirse, en sahih kavle göre kendisi ile akid yapılan kafir cariye­yi hak etmiş olmaz. Kale fethedilmezse yine bir şey hak etmiş olmaz. Zayıf kavle göre koşulan şart, kalenin fethine bağlanmamış ise ken­disi için ücreti misil vardır. Kalede cariye yoksa cariye veya akidden önce ölürse en zahir kavle göre bir şey hak etmiş olmaz. Cariye, za­ferin kazanılmasından sonra, fakat teslim alınmadan ölürse bedeli verilmesi vacibtir. Şayet zaferin kazanılmasından önce ölürse kendi­si için bir hak olmaz. Cariye zaferden sonra veya zaferden önce islâm'a girerse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, cari­yenin bedelinin verilmesi vacibtir. Cariyenin bedeli ise ücreti misil­dir. Zayıf kavle göre cariyenin değeri verilir.

 

B. CİZYE
 


Cizye akdi, imamın kafirlere: "Cizye vermek ve -ibadet dışın­da- islâm'ı hükümlere uymak şartı ile İslam diyarında kalmanızı ik­rar ediyorum." veya "İslam diyarında ikamet etmenize izin veriyo­rum." demesi ile gerçekleşir.

En sahih kavle göre, cizyenin miktarının tayin edilmesi şarttır. ALLAH'a ve Resulüne ve İslam'a yakışmayan şeyleri söylemekten sakınmalarını akitte zikretmek şart değildir. Cizye akdini belli bir süre için yapmak mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre sa­hih değildir. Karşı tarafın kabul lafzını söylemesi şarttır.

Bir kafir İslam diyarına girer de: "ALLAH'ın sözlerini dinlemek veya elçi olarak veya bir müslümandan eman alarak geldim." derse, sözü kabul edilir. Bir veçhe göre eman aldığına dair delil göstermesi lazımdır.

Cizye akdini imam veya naibinin yapması şarttır. Kafirler ciz­ye vermeyi talep ederlerse, imam veya naibi kabul etmelidir. Ancak zararından korkulan ajanın cizye verme talebi kabul edilmez.

Cizye akdi Yahudi, Hıristiyan ve Mecusi olanlarla yapılır. Din­leri nesh olmadan önce Yahudileşen veya Hıristiyanlaşanların ço­cukları ile de cizye akdi yapmak caizdir. Ne zaman Hıristiyan veya Yahudi olduklarından şüphe etsek bile hüküm böyledir. Keza Hz. İbrahim'in sahifelerine ve Hz. Davut'un Zebur'una göre amel ettiği­ni söyleyenler ile de cizye akdi yapmak caizdir.

Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, ana ve ba­basından biri kitap ehli, diğeri puta tapan kimse ile cizye akdi yapılabilir. Kadın, ersel, kölelik vasfı taşıyan, çocuk ve deli kimse ile cizye akdi yapılmaz.

Deliliği kesilen veya ayda bir saat kadar kısa bir süre devam eden kimseden cizye alınır. Delilik süresi çok ise-gün aşırı olması gi­bi- kendisinden cizye alınmaz. En sahih kavle göre, ayık olduğu gün­ler bir seneyi oluşturursa kendisinden cizye almak vacibtir.

Zımminin çocuğu buluğ çağına erer de cizye vermezse, emin ol­duğu yere gönderilir. Ancak cizye verirse kendisiyle yeni bir cizye akdi yapılır. Zayıf kavle göre, babasından alman cizye miktarı kadar kendisinden cizye alınır.

Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, kötürüm, çok yaşlı, kör, rahip ve ücretle çalışan kimseden cizye almak vacibtir. Çalışıp kazanmaktan aciz olan fakir, yıl sonunda fakir olduğu an­laşılırsa, zengin oluncaya kadar cizye zimmetinde kalır.

Hicaz vatandaşı olan kafirlerin tümü oradan çıkarılır. Hicaz bölgesi Mekke, Medine, Yemame ve köylerini kapsayan bölgedir. Zayıf kavle göre, ikamet yeri olmayanlar bu beldeler arasındaki uzun yollarda ikamet edebilirler.

Yasak olduğu bildiği halde imamdan izin almadan İslam di­yarına giren kafir, sınır dışı edilir ve kendisine ta'zir cezası verilir. İslam diyarına girmek için izin talep ederse, elçilik görevini ifa et­mek veya ihtiyaç duyduğumuz bir malı taşımak gibi müslümanlar için bir maslahat varsa kendisine izin verilir. Ticaret yapmak için izin ister ve buna büyük bir ihtiyaç yoksa kendisinden bir ücret al­mak suretiyle izin verilir. İzin verilmesi halinde ancak üç gün (giriş ve çıkış günleri hariç) ikamet edebilir. Fakat Mekke haremine gir­mesine izin ve-rilmez. Gelen kişi elçilik görevini ifa etmek üzere gel­mişse, imam veya naibi onu dinlemek üzere yanma giderler. Mek­ke'de hastalanırsa, ölüm korkusu olsa bile oradan nakledilir. Şayet ölürse orada defnedilmez, defnedilmişse kabri açılır ve hil bölgesi dışına çıkarılır. Hicaz bölgesinde Mekke dışındaki bir yerde hasta­lanır ve onu nakletmek çok meşakkatli ise, bulunduğu yerde bırakılır. Nakil işi çok meşakkatli değilse ülkesine gönderilir. Bulun­duğu yerde ölür ve onu nakletmek mahzurlu ise orada defnedilir.

 

C. HÜDNE (BARIŞ ANTLAŞMASI)
 

Hüdne, belli bir müddet için savaşı bırakmak üzere kafirlerle yapılan barışa denir.

imamın bulunduğu ülkede imam veya varsa naibi kafirlerle hüdne yapar. Hüdne bir bölgede yapılırsa, o beldenin valisi ta­rafından yapılması caizdir.

Hüdne; sayımızın az olması, zayıf durumda bulunmamız, sava­şa hazır bulunmamak, onların İslam'a girme veya cizye verme ümi­di bulunması gibi bir maslahat sebebiyle yapılır.

Hüdne, müslümanların zayıf bulunmalarından başka bir se­bep ile yapılırsa, süresinin dört ay olması caiz olup bir yıl olması ca­iz değildir. Keza en zahir kavle göre, sürenin bir yıldan az olması da caiz değildir. Hüdne zafiyet sebebiyle yapılırsa, sürenin sadece on yıl olması caizdir. Caiz olan süreye bir ilâve yapmak gerektiğinde, -bir akidde iki satış bahsinde geçen iki görüşten- en zahir kavle göre ilâve olunan sürede akid geçersizdir.

Barışın süresi tayin edilmezse akid fasittir. Keza en sahih kav­le göre, batıl bir şartı koşmak da hüdne akdini bozar. Meselâ, esir müslümanları serbest bırakmamak, müslümanların ele geçirdiği malların bir kısmını kendilerine iade etmek veya zimmet akdinin bir dinardan az bir miktarla yapmayı şart koşmak akdi bozar.

İmam, "istediği zaman akdi bozmak" şartı ile hüdne akdi ya­parsa sahihtir. Kafirlerle sahih barış akdi yapılırsa, kendilerine ezi­yet etmekten el çekmek vacib olur. Bu hüküm, barış müddeti bitin­ceye kadar veya onlar barışı açıktan açığa veya savaşla bozmadıkça veya harb ehli müslümanların gizli durumlarını düşmana yaz­madıkça veya müslümanlardan birini öldürmedikçe devam eder. Barış akdi sona ererse, onlara geceleyin ani baskın yapmak caizdir.

Kafirlerden bir kısmı akdi bozar da diğerleri sözleri veya fiille­riyle onlara karşı çıkmazlarsa, her iki gurup için de akid bozulmuş olur. Onlardan ayrılır veya kendilerine karşı çıkar veya halifeye barış üzerinde olduklarını ilân ederlerse kendilerinin akdi bozulmuş olmaz. İmam, hıyanet etmelerinden korkarsa, akdi bozabilir ve on­ları emin oldukları yere gönderir. Töhmet ile zimmet akdi bozulmaz.

Kafirler Müslüman olan kadını kendilerine iade etmeyi şart koşarlarsa, caiz olmayıp koşulan şart fasittir. Keza en sahih kavle göre akid de fâsid olur.

İmam müslüman olup yanımıza kaçanı iade ederiz diye şart koşar veya onu iade etmeyi şart koşmaz da o esnada bir kadın müs­lüman olup kaçar gelirse, en zahir kavle göre, kocasına mehir ver­mek vacib olmaz. Çocuk ve deli olan da iade edilmez. Keza mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, köle ve aşiret sahibi olmayan hür kimse de iade edilmez.

Aşiret sahibi hür kimse, aşireti tarafından talep edilirse, baş­kasına değil aşiretine iade edilir. Ancak talep edilen kişi, talep eden zorba da olsa ondan kaçıp kurtulmaya muktedir olmalıdır. Onu geri iade etmekten maksat, kendisini ve talep edeni bu konuda serbest bırakmaktır. Geri gitmesi için kendisine baskı yapılmaz ve gitmesi zorunlu değildir. İade edilen kişi, kendisini talep edeni öldürme hakkına sahiptir. "Kendini kurtar." diye kendisine telkinde buluna­biliriz. Ancak bu telkin alenen yapılmaz.

Mürted olup kafirlere kaçan müslümanın iade edilmesini imam şart koşarsa, kafirlerin buna vefa göstermeleri lazımdır. Bu şarta uymazlarsa antlaşma bozulur. En zahir kavle göre, kafirler mürted olanı geri vermemeyi şart koşarlarsa caizdir.