> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mevlana Kitaplığı > Mesneviden Özdeyişler
Sayfa: 1 [2] 3 4   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mesneviden Özdeyişler  (Okunma Sayısı 10647 defa)
30 Ocak 2010, 15:24:47
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #5 : 30 Ocak 2010, 15:24:47 »



36. İYİ VE KÖTÜ ARKADAŞ

Gönül, her dosttan bir gıda ile gıdalanır; her bilgiden bir lezzet alır.

Gülen nar, bahçeyi güldürür; erlerin sohbeti de seni erlerden eder.

Katı taş ve mermer bile olsan, sahibine erişirsen cevher olursun.

Temizlerin muhabbetini ta canının içine dik! Gönlü hoş olanların muhabbetinden başka muhabbete gönül verme!

Agâh ol, bir gönüldeşten gönül gıdasını al, onunla gönlünü gıdalandır. Yürü, ikbali bir ikbal sahibinden öğren!

Din ehlini kin ehlinden ayırt et; Hak’la oturanı ara, onunla otur!

Yürü, tez bir Allah dostu ara. Böyle yaptın mı, Allah, senin dostun olur.

Gönlü aydın bir ere kul olmak, padişahların başına taç olmaktan daha iyidir.

Sen dost ol da sayısız dost gör; fakat dost olmazsan dostsuz, yardımsız kala kalırsın.

Dost, yolda arkadır, sığınaktır. İyice bakarsan görürsün ki, yol sevgiliden ibarettir.

Dostlara, sevdiklerine ulaşınca da sus, otur! O halkaya kendini yüzük taşı yapmaya kalkışma!

“Biz, ben” diye varlığa düşerek dostu incitme de kimse, düşmanın olmasın!

Gönüldaşından ayrı düşen kimse, yüzlerce nağme de çıkarsa (gerçekte) dilsizdir.

Dosta dostun zahmeti ağır gelir mi? Zahmet içtir, ruhtur. Dostluksa onun derisine benzer.

Dostları arayıp onların halini hatırını sormayı, gerekli bil; ister yaya olsun, ister atlı.

İyi kişilerle dost olmayan, elbette kötü kişilerin yanında yer alır, onlara komşu olur.

Ağyardan halvet etmek gerek, yardan değil. Kürk kışın işe yarar, baharın değil.

Kötü dostla ünsiyet ise, belâya bulaşmaktır. Madem ki o geldi, bana uyumak düşer.

Herkesin, kendisine muhtaç olduğu ihtiyacı bulunmayan eksiklikten münezzeh Allah’ın zatına and olsun ki, kötü yılan bile kötü arkadaştan yeğdir.

Çünkü kötü yılan, insanın yalnız canını alır. Kötü arkadaş ise insanı cehenneme sürer, orasını adama durak eder.

Bilgisiz adam bir müddet seninle gönül arkadaşlığında bulunsa bile, nihayet cahillikten sana bir yara vurur.

Tatlı sözlü cahil dostun sözlerine pek kapılma! O sözler, eskimiş, yıllanmış zehre benzer.

Kim, (iyi) dostlarla düşer kalkarsa külhanda bile olsa gül bahçesindedir.

Düşmanla düşüp kalkan ise gül bahçesinde bile olsa külhandadır.

Feryat, adamın kendi cinsinden olmayan dostundan, feryat! Ey ulular, sizinle düşüp kalkacak iyi bir dost arayın!

(II/1089, I/721-723, 726, 3719, II/23, III/640, VI/498, 1591, 1592, IV/1978, I/28, II/1459, 2146, IV/1636, II/25, 36, V/2634, 2635, VI/1424, VI/1431, IV/1976, 1977, VI/2950)

37. İYİLİK VE KÖTÜLÜK

Ben, bu çalışıp çabalama dünyasında iyi huydan daha güzel bir ehliyet görmedim.

Kimde iyi huy varsa kurtulmuştur; kimin kalbi sırçadansa kırılmıştır.

İyilikle gelmenin şartı iyilik etmektir; bu güzelliği, bu iyiliği huzura götürmektir.

Ateşin şerrini defetmek istiyorsan ateşin gönlüne rahmet suyunu aç!

Güzel ve iyi sûret, bil ki kötü huyla beraber olunca bir kalp akçe bile etmez!

Çirkin ve hakir bir sûreti olanın huyu güzel olursa, ona kurban ol!

Testinin sûreti ile ne vakte dek oynayıp duracaksın? Testinin nakşından geç, ırmağa, suya yürü.

(Güzel) huy peşinde yürü, iyi huyla düş kalk. Gül yağına bak, nasıl gülün huyunu almış.

Zahmetin sebebi kötülük etmektir. Kötülüğü yaptığın işlerde gör; talihimden deme.

İyilik ettiğin müddetçe görürsün ki iyi yaşamaktasın, gönlün rahat.

Fakat bir kötülükte bulundun, bir fenalık ettin mi o yaşayış, o zevk gizleniverir.

Kötülükte bulundun mu kork, emin olma; çünkü yaptığın kötülük bir tohumdur, Allah, onu mutlaka bitirir!

Dünya dağdır, bizim yaptıklarımız ses. Seslerin aksi yine bizim semtimize gelir.

Kendinize gelin! Hakk’ın gayreti, pusudan çıkmayagörsün; baş aşağı yerin dibine gidersiniz.

Kim fena bir âdet koyarsa ona da her an lânet gider durur.

İyiler giderler, (güzel) âdetleri kalır; alçaklardan geriye ise zulüm ve lânetler.

Kıyamete kadar o kötülerin cinsinden kim vücuda gelse yüzü o kötülüğedir.

Aşağılık, kötü kişilerin huyu şudur: Sen ona iyilik ettin mi, o sana kötülük eder.

Vur alçakların başına ki yere baş koysunlar (secdeye varıp Allah’tan istesinler)! Ver kerem sahiplerine ki, ihsanına mazhar oldukça şükretsinler!

Mayası kötü olan kimseye ilim ve fen öğretmek, yol kesen eşkıyânın eline kılıç vermeye benzer!

Bilgi, mal, mevki ve hüküm, kötü yaratılışlı kişilerin elinde fitnedir.

Kötü düşünceyi zehirli tırnak bil. Bu tırnak, derinleştikçe can yüzünü tırmalar.

(II/810, 816, 944, 1252, 1018, 1019, 1021, VI/3007, 428, 3487, 3488, IV/165, I/215, 3417, 743-745, III/2978, 2994, IV/1436, 1438, V/558)

38. KANAAT


İhtiyaçtan fazlasına meyletme ki, sana galebe etmesin, sana bey olmasın!

Kanaatten hiç kimse ölmemiş, hırsla da hiç kimse padişah olmamıştır.

Her aç, nihayet bir yiyecek bulur. Devlet güneşi, elbette ona da vurur.

Taneyi bırakan kuş, o hilesiz, düzensiz ovanın tanelerini yer, doyar.

Ona kâni olduğu için kurtulur; hiçbir tuzağa düşmez; kolu, kanadı bağlanmaz.

Kanaatten meydana gelen darlık, takvâdandır. Bu, aşağılık kişilerin yokluğundan, darlığından apayrı bir şeydir.

Pinti, bir habbe bulsa başını bile verir. Halbuki temiz kişi, himmetiyle altın hazinesine bile bakmaz, onu terk edip gider.

(...) Bir kanaat, yüzlerce tabak yemekten hayırlıdır.

Harislerin göz testisi dolmaz; sedef, kanaâtkar olmadıkça (içi) inci ile dolmaz.

Peygamber, kanaate hazine demiştir. Gizli hazineyi herkes, elde edebilir mi?

“Bu kanaat daimî bir hazineden başka bir şey değildir.” Ey gönle gam ve elem veren, artık beyhude sözlere dalma!

Sen kanaatten ne vakit canını nurlandırdın ki? Kanaatten ancak bir ad öğrendin.

Sirke satmada kanaat yüzünden bal denizine gark olmuş binlerce can gör.

(III/2260, V/2398, 1755, III/2860, 2861, IV/3133, 3134, VI/3784, I/21, V/2395, I/2322, 2320, 2375)

39. KAZÂ’YA RIZÂ

Kazâ gelince bilgi uykuya dalar; ay kararır, gün tutulur.

Kazâ geldi mi gözümüzü örter de aklımız, ayağı baştan fark edemez.

“Kazâ geldi mi, bu cihan daralır; tatlı helva bile ağzında zehir kesilir” demişler.

Allah, bir adamı dondurmayı murat ederse, yüz tane kürk giyse de soğuk onun yüzünü dondurur.

Bedeni öyle bir titremeye başlar ki, ne elbiseyle ısınır, ne evle.

Kazâ ve kader geldi mi doktor aptallaşır. İlâç da fayda verme hususunda yolunu şaşırır.

Allah’ın hükmü ve takdiri gelince, akıl da ne oluyor ki! Ay bile tutulur.

Tan yerini ağartan Allah’tan bir zarar gelmemesi için, kulun Hakk’ın hükmüne karşı ölü gibi olması lâzımdır.

Takdirle savaşa girişen, takdire baskın yapmaya kalkışan, baş aşağı gelir, kendi kanına bulanır.

Takdir yüzünden kaybettiğin şeyler, muhakkak senden belâyı giderir. Bunu böyle bil!

Fakat iş bilmez cahil misin? Kazâya düşünce padişahtan malını kaçırmaya kalkışırsın.

Eğer kazâ, seni gece gibi sararsa sonunda yine elinden tutacak odur.

Yüz kere canına kastederse yine sana can veren, derdine derman olan kazâdır.

Bu kazâ yüz kere yolunu kesse de, yine senin çadırını göklerin üstüne kurar.

(I/1232, 2440, III/0380, V/1705-1707, 2167, I/0911, III/0935, 3260, 3342, I/1258-1260)

40. KENDİ AYIBINI GÖRMEK


Ey başkasının yüzünde kötü bir ben gören! Gördüğün, kendi beninin aksidir, ondan nefret etme!

“Müminler birbirinin aynasıdır.” Bu hadisi peygamberden rivayet etmediler mi?

Kör değilsen bu körlüğü kendinden bil! Kendine kötü de, başkasına deme!

Eğer karga kendi çirkinliğini anlasaydı, derdinden kar gibi erirdi.

Herkes, önce kendi kusurunu görseydi, halini ıslah etmekten gaflet eder miydi?

Halk kendisinden gafildir babam, gafil! Onun için birbirinin kusurlarını görürler.

Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görür. Kim birisinin ayıbını söylerse, onu kendisine almış olur.

Be hey kaltaban! Çukura düşmüşsün, kuyudasın sen. Başkalarını bırak, kendine bak!

Tavus kuşu gibi kanadına bakma; ayağını gör ki kötü göz sana bir pusu kurmasın.

Ey saman çöpünden bile değersiz olan adam! O dağ gibi (Peygamber’e) bakıp ibret al da hünerini göstermeye kalkışma.

Asıl boğazımızdaki çözülmez düğüm şudur: Sen kendini bil, bakalım, aşağılık bir adam mısın, yoksa bahtı yaver bir adam mı?

Hiçbir kâfiri dahi hor görmeyin. Müslüman olarak ölebilir, olur ya!

Ört ki, senin de ayıbını da örtsünler. Kendinden emin olmadıkça kimseye gülme!

(I/1327, 1328, 1330, 2332, II/881, 882, 3034, III/2235, V/498, 505, 562, VI/2451, 4526)

41. KIYASTA HATA


Arınmış kimselerin işini kendine kıyas etme; (nitekim) yazıda şîr (süt) ve şîr (arslan) aynı yazılırsa da (aynı şey değildir).

Bütün âlem bu sebepten yollarını kaybetmişlerdir; (nitekim) Allah dostlarından az kimsenin haberi vardır.

İki çeşit arı da aynı yerden yer; fakat birinden bal olur, ötekinden zehir.

İki çeşit geyik de (aynı) otu yer, suyu içer; ama birinden fışkı olur, diğerinden hâlis misk.

Her iki kamış da aynı sulaktan beslenir; (ancak) birinin (içi) boş olur, öbürününki şeker.

Böyle yüz binlerce (bir...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mesneviden Özdeyişler
« Posted on: 18 Nisan 2024, 23:09:03 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mesneviden Özdeyişler rüya tabiri,Mesneviden Özdeyişler mekke canlı, Mesneviden Özdeyişler kabe canlı yayın, Mesneviden Özdeyişler Üç boyutlu kuran oku Mesneviden Özdeyişler kuran ı kerim, Mesneviden Özdeyişler peygamber kıssaları,Mesneviden Özdeyişler ilitam ders soruları, Mesneviden Özdeyişlerönlisans arapça,
Logged
30 Ocak 2010, 15:27:28
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #6 : 30 Ocak 2010, 15:27:28 »

44. KUR’ÂN VE VAHİY

Kur’ân’ın nuru hak ile batılı zerre zerre fark eder, bize gösterir

(Ona) sığınırsan Peygamberlerin ruhlarına karışırsın.

Kur’ân’ın hükümlerini tutar, kıssalarından hisse alırsan can kuşuna ten kafesi dar gelir.

Kur’ân’ı okur da dediğini tutmazsan farzet ki peygamberleri, velileri görmüşsün (ne fayda!)

Allah’ın lütufları, Mustafa (a.s.)’ a vaatlerde bulundu da dedi ki: “Sen ölsen bile bu din, bu iman ölmez.

Senin kitabını, mucizeni ben yüceltirim. Kur’ân’dan bir şey eksiltmeye, ona bir şey katmaya yeltenen kişiye ben mani olurum.

Ben seni iki cihanda da korurum. Sözünü kınayanları terk eder, onları hor, hakir bir hale koyarım.

Hiç kimse Kur’ân’ı değiştirmeye kudret bulamaz; ona ne bir şey ilâve edebilir, ne de ondan bir şey eksiltebilirler. Sen benden daha iyi başka bir koruyucu arama!”

Bil ki gökten inen mübarek su, gönüllere gelen vahiydir; dillere gelen doğru sözlülüktür.

Bu nücûm ve tıp bilgileri, Peygamberlerin vahiyleridir. Yoksa akıl ve duygunun, o tarafa nereden yolu olacak?

Bu akıl, öğrenmeye ve anlamaya kabiliyetlidir ama, bunu ona vahiy sahibi öğretir.

Bütün sanatlar, şüphe yok ki önce vahiyden meydana gelir; fakat sonra akıl, onların üstüne bir şeyler katar.

Sanat bilgisi, bu akılla olsaydı, ustasız bir sanat öğrenilirdi elbette.

Vahiyden olmayan söz de, hevâ ve hevestendir. Topraktan yaratılanlar gibi havaya, zerre zerre dağılır, gider.

(II/852, I/153, 1540, 1539, III/1197-1200, 4317, IV/1294, 1296, 1297, 1300, VI/466)


45. MÛSİKÎ VE SEMÂ

Hakîmler “bu mûsikî nağmelerini göklerin dönüşünden aldık” demişlerdir.

Halkın tamburla çalıp, ağızla söylediği bu şarkılar, nağmeler hep göğün hareketinden alınmadır.

Biz hepimiz Adem’in cüzleriydik; Cennette o nağmeleri dinledik.

Gerçi suyla toprak, bize bir şüphe verdi; ama yine o nağmeleri birazcık hatırlıyoruz.

Fakat, musibet toprağıyla karıştıktan sonra bu zîr ve bam perdeleri nereden o nağmeleri verecek!

Güzel sesi dinlemek âşıklara gıdadır. Çünkü güzel ses dinlemede, kalp huzuru ve Allah’la beraber olma zevki vardır.

(Mûsikiyle) insanın içindeki hayaller kuvvetlenir; hatta hayaller, o güzel sesten sûretlere bürünür.

Suya ceviz atanın ateşi nasıl kuvvetlendiyse, aşk ateşi de güzel seslerle kuvvet bulur!

Aşk çalgıcısı, semâ vaktinde şunu söyler: “Kulluk bir bağdır, efendilik ise baş ağrısı!”

Allah güzellikten, kemalden, cilveden hangisini iterse gözü onu gösterir.

Güzel sesten, müjdelerden, coşkun ve neşeli sözlerden hangisini dilerse kulağa onu duyurur.

Ey yiğit, gökyüzünü ayak altına al, feleğin üstünden nağme seslerini duy!

Kulağından vesvese pamuğunu çıkar da kâinatın coşkusunu duy!

Erler, meydanda oynar, dolanır, kendi kanları içinde raks ederler.

Varlıklarından kurtuldular mı ellerini çırpar, noksanlarından ayrıldılar mı semâ’a girerler.

Çalgıcıları, içlerinden def çalar, denizler onların coşkunluğunu görüp köpürür.

Sen göremezsin ama onların gayretinden yapraklar bile dalların üstünde el çırpar.

Dalların el çırpışını görmüyorsun değil mi? Buna can kulağı gerek; ten kulağıyla duyulmaz ki!

Dallar, yapraklar, toprak hepsinden kurtulunca başlarını yükseltir, rüzgârın eşi, arkadaşı olurlar.

Yapraklar, daldaki tomurcukları yarıp çıkınca ağacın tâ üstüne çıkarlar.

Her meyve ve her yaprak, tomurcuğunun diliyle Allah’ın şükrünü terennüm eder;

Su ve çamur içinde olan canlar da bataklıklardan, su ve çamurdan kurtulunca gönülleri sevinç dolu bir halde,

Allah aşkının havasında raks ederler; ayın on dördü gibi noksansız ve tam bir hale gelirler.

Tenleri oynayıp durur, ya canları ne haldedir? Sorma! Tamamıyla can olanlara gelince; onları hiç sorma?

(IV/733, 734, 736-738, 742-744, III/4722, II/680, 681, 1942, 1943, III/96-100, I/1342-1344, 1346-1348)

46. MÜRŞİD-İ KÂMİL


Allah tarafından vahiy ve cevaba nâil olan kişi, her ne buyurursa o buyruk doğrunun ta kendisidir.

Senin cüz’î aklın onun küllî aklı vasıtasıyla küllî olur. Çünkü akl-ı kül, nefse vurulmuş zincir gibidir.

Her devirde Peygamber yerine bir veli vardır; bu sınama kıyamete kadar dâimîdir.

Tane arayana tane tuzaktır. Fakat Süleyman arayan hem Süleyman’ı bulur, hem taneyi elde eder.

Ustaya müracaat etmeksizin bir sanat tutan kişi, şehirde de alay konusu olur, köyde de!

Olmayacak şey onların himmetiyle olur. Pis şey, oraya vardı mı tertemiz olur, kutlu bir hale girer.

Halkın aynada gördüğünü pir, pişmemiş kerpiçte görür.


Hikâye

Allah’tan Musa’ya şu hitap geldi: “Ey koltuğundan ayın doğduğunu gören!

Seni ilâhî nurun doğusu haline getirdiğim halde ben ki Hakk’ım, hastalandım da niçin halimi, hatırımı sormaya gelmedin.

Musa, “Ey Allah’ım! Sen kusurdan münezzehsin. Bu ne işarettir; Yarabbi, bunu bildir” dedi.

Bunun üzerine Cenâb-ı Hak yine “Hastalığımda kerem edip niçin halimi sormadın?” buyurdu.

Musa, “Yarabbi, senin bir noksanın olamaz. Aklım şaştı, bu sözün hakikatini anlat” dedi.

Cenâb-ı Hak “Evet, has ve seçilmiş bir kulum hastalanmıştı. İyice bir bak hele... O benim.

“Onun özür serdetmesi, benim özür serdetmemdir. Onun hastalığı benim hastalığımdır.” buyurdu.

Allah ile oturup kalkmak isteyen kişi veliler huzurunda otursun.

Şeytan birisini kerem sahiplerinden ayırırsa onu kimsiz, kimsesiz bir hale kor; o halde de bulunca başını yer, mahvedip gider.

(I/0225, 2053, II/0815, 3705, III/590, 3600, VI/2026, Hikâye: II/2156-165)

47. MÜŞÂHEDE

Gayb âleminin başka bir bulutu, başka bir yağmuru; başka bir göğü, başka bir güneşi vardır.

O, ancak has kullara görünür; diğerleri “Öldükten sonra tekrar yaratılıp diriltileceklerinden” şüphe ederler.

Gözlerini ayıp kılından arıt da gayb bağını, gayb serviliğini gör!

Kulağından vesveseler pamuğunu çıkar ki, kâinatın seslerini duyasın.

Ey yiğit, gökyüzünü ayak altına al da, feleğin üstünden nağme seslerini işit!

Bir nefesçik Allah güzelliğini görsen, canın da ateşlere düşer, vücudun da!

Değirmenin dönüşünü ne vakte dek göreceksin? Başını çevir de hızlı ve coşkun akan suyu gör!

Köpükleri gören onları sayar döker. Denizi görenin irade ve ihtiyarı kalmaz.

Şöyle denizin köpüğünü görüverdin mi hayran olman lâzım ki, denizi de göresin.

İnsan, duygudan çıkmadı mı gayb âlemine tamamıyla yabancı kalır.

Herkes, gönlünün aydınlığı ve cilâsı nispetinde gaybı görür.

Kim, gönlünü daha fazla cilâladıysa daha ziyade görür; ona daha fazla suretler görünür.

Perde ardındaysan perdeden çık da, o şaşılacak padişahlığı gör.

(I/2035, 2036, II/1944, 1943, 1942, IV/3215, V/2905, 2910, 2907, III/1028, IV/2909, 2910, V/4197)


48. NEFİS, HEVÂ VE HEVES


Düşman (nefsin) her ne kadar dostça söylerse de, her ne kadar taneden, yemden bahsederse de sen onu tuzak say!

Sana şeker verirse sen onu zehir bil; bir lütufta bulunursa onu kahır bil!

Bu nefis cehennemdir; cehennem ise bir ejderhâdır ki harâreti denizlerle bile sönmez.

Bütün bir âlemi, bir lokma edip yutar da yine midesi “Daha fazla yok mu?” diye bağırır.

Bizim nefsimiz de cehennemin bir parçasıdır. Onun için cüzler, daima küllün tabiatındadır.

Nefsi öldürecek ayak da ancak Hakk’ın ayağıdır. Zaten nefsin yayını Hak’tan başka kim çekebilir?

Şunu bil ki; safları bozup dağıtan aslanla savaşmak kolaydır; asıl aslan ise, nefsini mağlûp edendir.

Vücudunda nefsi ölen kişinin emrine güneş de tâbidir, bulut da.

Âdem Peygamber, nefis zevkine bir adım attı da cennetin baş köşesinden ayrılma zinciri, boğazına geçti.

Melek, Şeytandan kaçar gibi Adem’den kaçmaya başladı. Bir lokma ekmek için ne kadar gözyaşı döktü.

Ercesine onu savaşa çek, yiğitçe onunla vuruş ki, Allah da sana vuslatıyla karşılık versin!

Nefsin sağ elinde tespih ve Kur’ân vardır; ama yeninde de hançer ve kılıç gizlidir.

Onun Mushafına, riyasına kanma; kendini onunla sırdaş, hâldeş yapma!

Kendine gel de kargaya benzeyen nefsin ardından koşma. Çünkü o, seni mezarlığa götürür; bağa, bahçeye değil!

Sen, onun elini bağlamazsan o, senin elini bağlar. Sen, onun ayağını kırmazsan o, senin ayağını kırar.

Ey hevâ ve hevesini gizlice tazeleyen! (Sen) imanını tazele, fakat (sadece) dilinle değil!

Hevâ ve heves taze oldukça iman taze olmaz; zira hevâ, o kapının kilidinden başka bir şey değildir.

Gönlümüzdeki bütün bu gamlar, hevâ ve hevesimizin, varlığımızın tozundan, dumanından meydana gelir.

Bu kökümüzü söken gamlar, ömrümüzün orağına benzer. ‘Bu böyle oldu, şu şöyle oldu’ demeler de kuruntularımızdır.

Hevâ ve hevesle, nefsin isteğiyle az dost ol; zira seni Hakk’ın yolundan çıkaran, yolunu şaşırtan, odur.

Hakk’a (karşı) mest olmuş (kişilerden) başka bütün halk, çocuktur. Hevâ ve hevesinden kurtulmuş kişiden başka bâliğ yoktur.

Ey Allah’tan yalnızca “hu” ismiyle yetinen! İlâhi kadeh olmadıkça hevâ ve heveslerden nasıl geçeceksin?

Şüphe yok ki hevâ ve hevesi terk etmek acıdır; ama Allah’tan uzak olma acılığından elbette daha iyidir.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

30 Ocak 2010, 15:29:37
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #7 : 30 Ocak 2010, 15:29:37 »

54. SABIR

Feraset sahiplerinin iştahları sabradır; onlar sabretmek isterler. Helva ise, çocukların isteği bir şeydir.

Sabreden, göklerin üstüne yükselir; helva yiyense geriler, kalır!

Sabır ilâcı, gözlerin perdesini yakar; göğüsleri gönülleri de yarıp açar.

Sabır, iman yüzünden baş tacı olur. Bundan dolayıdır ki sabrı olmayanın imanı da yoktur.

Sabretmek, canının tespihleridir. Sabret, asıl doğru tespih odur.

Sabır, Sırat köprüsüne benzer; cennet ise diğer tarafta...

Allah, yüz binlerce kimya yarattı; ama insan, sabır gibi bir kimya görmedi.

Arayan nihayet bulur. Kurtuluş, sabırdan doğar.

Ayın gece sabretmesi, onu apaydın bir hale kor. Gülün dikene sabrı, onun güzel kokulu bir hale gelmesine sebep olur.

Peygamberin münkirlere sabretmesi onları Allah hâsı yapmıştır...

Kimde bir düzgün esvap görsen bil ki, onu sabretmek ve uğraşıp kazanmakla elde etmiştir.

Kimi aç, çıplak görürsen bu hali de onun sabırsızlığına tanıktır.

Ehil olmayanlara sabretmek, ehil olanlara cilâdır. Nerde bir gönül varsa sabırla cilâlanır.

Sabır kılavuzu, sana kanat olursa canın arş ve kürsünün ta yücesine kadar çıkar.

Mustafa (a.s.)’ a bak, sabrı burak edindi de, bu Burak, onu göklere çekti, çıkardı.

(I/1601, 1602, II/71, 600, 3145, 3147, III/1854, VI/595, 1408, 1410-1412, 2041, 3978, 3979)


55. SANAT VE SANATKÂR

Hiçbir ressam var mıdır ki, yaptığı resmi bir menfaat ümidi gözetmeden sadece resim yapmak için yapsın!

Hiçbir testici yoktur ki içine su konulmasını düşünmeden, sırf testi yapmak için bunu yapsın.

Hiçbir hattat yoktur ki özene bezene yazdığı yazıyı, yalnız yazının güzelliğini göstermek için yazsın da okunmak için yazmasın!

Dünyada en aşağılık sanat bile hiç ustasız elde edilebilir mi?

Her sanatın öncesi bilgidir, ondan sonra icrâ, amel gelir...

Ey akıl sahibi! Sanat öğrenmeye çalış; fakat o sanatı, ehil olan kerem sahibi, temiz bir kişiden öğren.

Kardeş, inciyi sedefin içinde ara, sanatı da ehlinden iste.

Bir adam derici olsa, bu sanatını yaparken kirli bir elbise giyse bu elbise onun zenginliğini, yüceliğini azaltmaz ki!

Demirci demir döverken yırtık-pırtık bir elbiseye bürünse, halkın nezdindeki itibarı eksilmez.

Şu halde kibir elbisesini bedeninden çıkar; bir şey belleyip, öğrenme hususunda aşağılık bir elbiseye bürün.

Bilgi sahibi olmanın yolu sözle; sanat bellemenin yolu ise işledir.

Allah’ın sanatlarını gören gözler olmasaydı ne gökyüzü dönerdi, ne de yeryüzü gülerdi.

Fakat halk, kadın ve yemek sevdasından (kurtulup) nereden bu sanata bakacak, nereden Allah aşkına düşecek?

Allah aşkıyla sarhoş olan kişiler, gördükleri sanatta kalmaz; bu sanattan sanatı yaratana yol bulurlar.

(IV/2881,2884, 2886, V/1054-1057,1059-1062, VI/1660,1662, 2374)

56. SAVAŞ VE BARIŞ

İnsanların savaşı, çocukların kavgasına benzer. Hepsi de anlamsız ve saçmadır.

Sopa, mademki savaş ve kavga âletidir; ey kör, o sopayı kır, paramparça et!

Ben iyiyle, kötüyle kavga edemem; kavga ile işim yok! Savaşmak şöyle dursun, gönlüm barışlardan bile ürkmekte.

Dar ve küçük bir cisimden, dalgaların birbiri ardınca zuhuru da canların barışta, savaşta birbirlerine karışmalarına benzer.

Barış dalgaları kopar, gönüllerden kinleri giderir.

Bunun aksine savaş dalgaları kopar, sevgileri alt üst eder.

Cihad, delilerin ellerindeki kılıçları alsınlar diye Müminlere farz kılınmıştır.

Delinin elinden silahı al da adalet ve sulh, senden razı olsun!

Fakat elinde silahı olur, aklı da bulunmazsa bağla elini; yoksa yüzlerce zarara yol açar.

Bedende bir uzuv ağrıyıp incinse bütün beden ağrır, incinir. İster sulh çağında olsun, ister savaşta; bu, böyledir!

Bir hayâlden ürküp, hayâl gibi kaçan her yufka yüreklinin işi değildir savaş.

Savaş Türklerin işidir, kızların işi değil. Kızların yeri evdir, var git evinde otur.

Düşmanlığa kalkışacaksan düşmanlık edebileceğin birisiyle savaş ki onu esir edebilmek mümkün olsun.

(I/3435, 2137, 2392, 2577-2579, IV/1439, 1434, 1435, 3248, V/3778, 3779, III/3625)

57. SEVGİ

Sevgi ve acıma, insanlık vasfıdır; hiddet ve şehvetse hayvanlık vasfı.

Sevgi, acıları tatlıya çeker, tatlılaştırır. Çünkü sevgilerin aslı, doğru yola götürmedir.

Kahır ise, tatlıyı acılığa çeker. Acı ile tatlı bir arada bulunur, bağdaşır mı?

Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur.

Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.

Bu sevgi de bilgi neticesidir. Saçma sapan şeylere kapılan kişi nasıl olur da böyle bir tahta oturur ki?

Noksan bilgi nerden aşkı doğuracak? Noksan bilgi de bir aşk doğurur ama o aşk, cansız şeylerdir.

Peygamber, “Akıllının düşmanlığı, câhilin sevgisinden yeğdir” dedi.

Allah sevgisine düşer, aklınla oynarsan O, sana o aklın onlarca fazlasını, hattâ yedi yüzünü ihsan eder.

Bu gönülden sevgi şimşeği çaktı mı bil ki o gönülde de sevgi vardır.

Muhabbeti de Allah’ın sıfatı bil, aşkı da. Azizim, korku, Hakk’ın sıfatı olamaz.

Kur’ân’da “Onlar, Allah’ı severler” sözünü okudun ya, bu söz, “Allah da onları sever” sözüne eşittir.

(I/2436, 2580, 2581, II/1530-1533, 1877, VI/3236, III/4395, V/2187, 2186)



58. SÛRET VE MÂNA

İnsan dış görünüşle insan olsaydı Hz. Muhammed (a.s.)’le Ebu Cehil bir olurdu.

Ruhu, nur denizine gark olmuş kimseye, çirkin sûretin ne zararı olabilir?

Addan ve harften geçmek istersen, hemen kendini kendinden tamamıyla arıt!

Kabuklardan kurtulmayan iç, ne illetten kurtulur, ne doktordan fayda görür.

Testinin şekliyle ne vakte dek oyalanıp duracaksın? Testinin nakşından geç, ırmağa, suya yürü!

Şekli-sûreti gördün, ama mânadan gâfilsin. Akıllıysan sedefteki inciyi bul!

Âlemdeki bu sedefe benzeyen kalıpların hepsi, can denizinden diridir.

Fakat her sedefte inci bulunmaz. Gözünü aç da her birinin gönlüne, içine bak!

Onda ne var, bunda ne var? Onu anla! Çünkü o değerli inci nâdir bulunur.

İnsanların ihtilâfı isimlerden meydana gelir; mânaya ulaşan ise esenliğe kavuşur.

Bu sûret kadehlerinden pek sarhoş olma ki, put yapıcı ve puta tapıcı olmayasın.

Ey zâhirperest! Git, mâna elde etmeye çalış. Çünkü mâna, sûret tenine kanattır.

Bil ki zâhirî sûret yok olur gider, fakat mâna âlemi ebedîdir, kalır.

(I/1019, 1023, 3458, III/3575, II/1021-1025, 3680, VI/3707, I/710, II/1020)


59. ŞEHVET ÂFETİ


Bil ki her şehvet, şarap ve afyon gibi akla perdedir. Akıllar, bunlarla hayrete düşer.

Şehvet ateşi, su ile sakin olmaz. Çünkü azap ve elem bakımından cehennem tabiatlıdır.

Bu ateşi ne söndürür? Hak nuru. Bu hususta İbrahim’in nurunu kendine örnek yap!

Ki ödağacına benzeyen bu cismin, Nemrut gibi olan nefis ateşinden kurtulsun.

Şehvet ateşi yakmakla eksilip bitmez. Yanmamakla güzelce eksilir, nihayet yok olur.

Zindanda mihnetlere düşen adam, bir lokmanın, bir zevkin yüzünden düşmüştür.

Hırs, çirkinlikleri bile güzel gösterir; yol afetleri içinde şehvetten beteri yoktur.

Yüz binlerce iyi, güzel adı kötüye çıkarmıştır; yüz binlerce akıllı-fikirli kişiyi şaşkına çevirmiştir, şehvet.

Şehvet yemekten, içmekten meydana gelir. Az ye, az iç; yahut bir kadınla evlen de kötülüklerden kaç.

Şehvet, soyu-sopu üretmek için lâzım olmasaydı, Hz. Âdem, utancından kendini hadım ederdi.

Halk bu put gibi güzellere kapılıp perişan olur; şehvete uyup onlara dokunan, pişmanlık bulur.

Çünkü bir hayâle şehvetlenirler, hakikatten çok uzakta kalırlar.

Hayâle meylin yok mu? O, senin için bir kanada benzer. O kanatla uçar, hakikate yükselirsin.

Fakat şehvete uydun mu kanadın dökülür, topal kalırsın; o hayal de senden kaçar, gider.

Kanadını koru, şehvete kapılma da meyil kanadın seni cennetlere yükseltsin.

Din erbabı şehvet ateşinden yanmaz; halbuki o, başkalarını tâ yerin dibine geçirmiştir.



Hikâye: Adam Arayan Kişi


Birisi, gündüzün, gönlü aşk ve yanışla dolu olarak kandille gezerdi.

Bir herzevekil ona dedi ki: “A adam, kendine gel de öyle her dükkanı arayıp durma!”

Aydın günde kandille ne gezip duruyorsun, bu ne saçma şey?

Adam deki ki: “Her yanda adam arıyorum. O nefesle diri olan kimdir?”

Bir adam, “Şu pazar adamla dolu a hür kişi!” dedi.

Adam arayan dedi ki: “Bu iki yol ağzı, ana caddede, öfke ve hırs zamanında kendine sahip olan bir adam arıyorum.

Bunlar, insan değillerdir, sûretten ibarettirler. Bunlar, ekmek ölüsüdürler; şehvet öldürmüştür, bunları.

Öfke ve şehvet vaktinde kendini tutabilen adam nerde? Bucak bucak, sokak sokak böyle bir adam arıyorum işte!”

Şehvetin esiri olan, Allah’ın rahmet, lütuf ve nimeti olmadıkça esaretten kurtulamaz.

(IV/3612, I/3699, 3701-3703, II/1839, V/1369, 370, 1373, 941, III/2133, 2134-2137, I/862, Hikâye: V/2887-2892, 2886, 2893, I/3817)

60. ŞEYTANIN DÜŞMANLIĞI

O düşman yok mu, o düşman? Sizin atanız...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

30 Ocak 2010, 15:31:36
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #8 : 30 Ocak 2010, 15:31:36 »

63. TEDBİR

Akıllı o kişidir ki, dostlarının ölümünden ibret alır.

Allah’a şükürler olsun ki, bizi (dersler çıkaralım diye) helâk olan kavimlerden sonra getirdi!

Padişahlar padişahı, safâ denizi Peygamber ne güzel buyurmuştur:

“Cahilin sonradan göreceği şeyi akıllı kişiler önceden görür.”

İşlerin sonucu, başlarda gizlidir; ama akıllı kişi sonunu önceden görür.

Günaha dalıp, bunda ısrar eden kişi ise ancak iş ortaya çıkınca görür, anlar.

Madem ki ayıbı görmüyorsun, bari ihtiyatı elden bırakma, sele verme be hey inatçı!

İhtiyat nedir? Her an, ansızın gelebilecek bir belâyı görmek

Uçan kuşun tuzağı görmeyip hapse düşmesine şaşılmaz.

Şaşılacak şudur ki, hem tuzağı görür, hem çiviyi görür de yine o tuzağa yakalanır;

Gözü açık, kulağı açık, tuzak önde... Yine de kendi kanadıyla tuzağa doğru uçar!

İhtiyar, akıl ihtiyarıdır oğul! Adam saçın, sakalın ağarmasıyla adam olmaz.

İblisten daha ihtiyar kim var? Fakat aklı olmadığı için hiçbir şeye yaramaz.

Saç ağarması, ancak gözü bağlı ve dar görüşlü kişiye göre olgunluk alâmetidir.

İhtiyatta bulun, bu zehirli otu yeme! İhtiyata riâyet, peygamberlerin kuvvetinden, nûrundandır.

(I/3114, 3117, III/2196, 2197-2201, 1647-1649, IV/2163, 2164, 2166, III/214)



64. TEFEKKÜR


Kardeş, sen ancak o düşünceden ibâretsin. Geri kalan varlığın ise kemik ve deriden başka bir şey değildir.

Düşüncen mânevî, varlığın gülse, gül bahçesisin; dikense, külhana lâyıksın.

Şu sayısız halka bak, hepsi de yeryüzünde bir düşüncenin (peşinde) sel gibi akmada.

Halk, o düşünceyi küçük ve ehemmiyetsiz görür ama, sel gibi cihanı suya boğar, alıp götürür.

Evlerin, köşklerin, şehirlerin, dağların, sahraların, nehirlerin hep ondan meydana geldiğini;

Denizdeki balığın denizin vücûduyla yaşadığı gibi, karanın, denizin, güneşin, göğün fikirle diri bulunduğunu görüyorsun da,

Neden körleşip ahmaklık ediyorsun? Neden sence, ten Süleyman gibi oluyor da fikir karınca gibi?

Neden gözüne dağ büyük görünüyor da fikri fare gibi küçük, dağı kurt gibi büyük sanıyorsun.

Fikir ona derler ki bir yol açsın; yol ona derler ki önüne bir padişah çıkagelsin.

Kötü düşünceyi de zehirli tırnak bil. Bu tırnak, derinleştikçe can yüzünü tırmalar.

Gönülden de fikirler biter, gönlün nebatatı da fikirlerdir. Bu fikirler de gönüldeki sırları gösterir.

Zikir, fikri titretir, harekete getirir. Zikri bu donmuş fikre güneş yap!

II/277, 278, 1032, 1033, 1035-1038, 3207, V/0558, IV/1318, VI/1476)

65. TEVAZU VE KİBİR

Akıl ve zekâyı keskinleştirmek (çıkar) yol değildir; padişahın fazl u ihsânı, (gönlü) kırık kimselerden başkasını kaplamaz.

Çirkin ve sarı bir yüzün, nazı da çirkindir. Gözün hem kör, hem de hastalıklı oluşu müşküldür.

Baharların tesiriyle taş yeşerir mi? Toprak ol ki renk renk çiçekler bitiresin.

Şükret, mağrur olma, ululanma; kulak ver, kendini hiç önemseme!

Bu ululuk (kibir), bil ki zehirli bir şaraptır. O şarapla (ancak) aptal kişi sarhoş olur.

Bu bizlik, benlik (davası), halkın merdivenidir. Halk, sonunda bu merdivenden düşer!

Kim merdivenin daha üstüne çıkarsa daha aptaldır. Çünkü düşünce onun kemikleri daha beter kırılır!

Hz. Âdem’in işlediği küçücük kusur, midesi ve şehveti yüzünden oldu. Fakat İblisin suçu, ululuktan ve mevki yüzündendi.

Âdem, çabucak tövbe etti; o melûn ise tövbe etmeye tenezzül etmedi.

Haddini bil de yukarılarda uçma. Uçma da kötülük çukuruna düşme!

Halk, makam ve derece için aşağılıklara katlanır, bayağı hallere düşer; yücelik ümidiyle horluktan lezzet alır, hoşlanır!

On günlük yücelik için zillet çekerler; gam ve kederle boyunlarını iğ gibi ipince bir hale korlar.

Böbürlenerek başlar kıran kişiye ne Allah’ın merhameti nasip olur, ne halkın!

(I/0532, 1907, 1911, 3257, IV/2747, 2763, 2764, V/520, 521, 2396, II/1104, 1105, IV/1850)



66. TÖVBE VE İSTİĞFAR

Hakk’ın kapısı rahmet ve keremlerle dopdoludur. Varlık da O’na âşıktır, yokluk da.

Tövbeye bir parlaklık gerekir; tövbeye de bir şimşek, bir bulut şart!

Gönül şimşeğiyle iki göz bulutu olmadıkça tehdit ve hışım ateşi nasıl yatışır?

Atandan öğrensen ya; Âdem, suç işleyince hemencecik eşiğe geldi;
O gizli sırları bilen Allah’ı hâzır nâzır ve gördü de, iki ayak üstüne durup suçunun affedilmesini dilemeye koyuldu.

(Ama) dikkat et de “Tövbe eder, Allah’a sığınırım” diye cürümde bulunma, günah işleme!

Tövbenin batı tarafında bir kapısı vardır, kıyamete kadar açıktır.

O kapı, güneş batıdan doğuncaya dek açık kalacaktır; o kapıdan yüz çevirme!

Cennetin Allah rahmetine binâen sekiz tane kapısı var ey oğul! O sekiz kapıdan biri de tövbe kapısıdır.

Öbürlerinin hepsi de bazen açılır, bazen kapanır; fakat tövbe kapısı hep açıktır.

Tövbesiz ömür, baştanbaşa can çekişmedir. Hazır olan, kaçınılmayan ölüm, Allah’tan gafil olmaktır.

Ömür geçtiyse kökü bu demdir, tez ömür ağacını tövbe suyuyla sula!
Tövbe atı acayip bir attır. Bir anda şu aşağılık âlemden ta göğün üstüne kadar sıçrayıp çıkar.

(I/2445, II/1653, 1655, IV/324, 325, II/1652, IV/2504-2507, V/770, 2222, VI/0464)


67. USTA VE ÇIRAK



Dikkat et de bak! Bizim bu aklımız, hiçbir sanatı, usta olmadan öğrenebiliyor mu?

Hile ile kılı kırk yarar ama, usta olmadıkça hiçbir sanatı elde edemez!

Sır bilen ve haberdar olan üstada serkeşlik edersen, kabiliyetten de olursun!

Usta, hangi sanatta ün yapmışsa çırağı da o sanatta ilerler, meşhur olur.

Fakih üstadının yanındaki (öğrenci) da usûl okumaz, fıkıh tahsil eder.

Gramer hocasının talebesi de gramerci olur.

Hakikat yolunda yok olan üstadın talebesi ise, onun sayesinde Allah’ta yok olur, yokluğa erişir.

Nerede bir çıplak, bir yoksul görürsen bil ki, o da ustadan kaçmıştır.

Dünyada kim ustadan kaçarsa talihinden kaçar; bunu böyle bil!

Ticarette olgunlaşmamışsan, yalnız başına dükkan açma; yoğrulup ustalaşıncaya kadar birinin emri altına gir!

Bilgisiz kişi hocadan utanır, kalkar gidip yeni bir dükkân açar.

Ustana danışmadan açtığın o dükkân bil ki, kokmuş bir dükkândır. (…)

Ustadan sanatın dış yüzünü gördün, sevine sevine ustalığa kalkıştın.

Ustaya müracaat etmeksizin sanat öğrenip, dükkan açan kişi şehirde de alay konusu olur, köyde de!

(IV/1298, 1299, 3350, I/2829, 2831-2833, II/2588, 2591, 3455, VI/2364, 2365, V/1422, III/590)

68. VAHDET VE TEK RENKLİLİK


Zehirden ve şekerden vazgeçmedikçe nasıl vahdet ve birlikten koku alabilirsin?

Sen, sıkı sıkıya ben’e, biz’e yapışmışsın. Bütün bu bozuk düzenler, bütün bu perişanlıklar, ikilikten meydana çıkıyor.

İki deme, iki bilme, iki çağırma. Kulu, efendisinde yok olmuş bil!

Bâkî renk, ancak Allah’ın rengidir. Ondan başka renkler, bil ki çan gibi iğreti ve takmadır.

Birlikteki bu tek renklilik, insana usanç ve sıkıntı veren tek renklilik değildir. Belki o tek renk, deniz gibidir; ona dalanlar da balık gibi neşe içinde yaşamaktadırlar.

Karada gerçi binlerce renk bulunur ama, balıkların kurulukla savaşı vardır.

Misal olarak söylenen balık kimdir, deniz nedir ki yüce ve ulu padişah ona benzesin!

Varlık alemindeki yüz binlerce denizler ve balıklar, o ikram ve ihsan huzurunda secde ederler.

Zehirden de, şekerden de geçmedikçe vahdet bahçesinden nasıl kokular alabilirsin?

Hocam, şaşı göz, bil ki tek göremez.

Bu ikilik, şaşı gözün görüşüdür. Yoksa evvel, âhirdir, âhir de evvel.

O duygularla birlik âlemini bil, eğer birlik âlemini diliyorsan o tarafa yürü!

(I/0498, 3012, VI/3215, 4711, I/502-505, 498, IV/2395, VI/819, I/3099)


69. VELİLER


“Allah gölgeyi nasıl uzattı” (âyeti) evliyanın nakşıdır. Çünkü velî, Allah güneşinin nuruna delildir.

Bu yolda bu delil olmaksızın yürüme; Halil Peygamber gibi “Ben batanları sevmem” de!

Velîlerde Allah’tan öyle bir kudret vardır ki, atılmış oku bile yoldan geri çevirirler.

Allah, velîleri, âlemlere rahmet olmak üzere yeryüzüne getirmiştir.

Hayvanlık mertebesi, nasıl insanlığa esir ve mağlupsa, bil ki;

İnsanlık mertebesi de Hakk’ın velilerinin elinde hayvan gibi mağluptur.

(Velî) kendi varlığından geçmiş, Allah ile dirilmiştir. Onun için ilâhî sırlar, onun iki dudağının arasından çıkıp durmadadır.

Her seçilmiş erin ayak bastığı toprağı, gözüne sürme gibi çek; o toprak gözünü hem yakar, hem aydınlatır.

Madem ki sen ne dalgıçsın, ne de denizci, aklına uyup da kendini denize atma!

Uyanık ol ki, velîler ‘zamanın İsrafili’dirler. Ölüler, onlardan can bulur, gelişir.

Allah’ın doğruluk makamında oturanlar, orayı yurt edinenlerin derecesi arştan da yücedir, kürsüden de, boşluktan da.

Gaybı adamakıllı bilen Allah’ın has kulları, can âleminde kalp casuslarıdır.

Allah ile oturup kalkmak isteyen kişi veliler huzurunda otursun.

Onların cisimlerini nurla yoğurdular; onlar bu yüzden ruhu da geçtiler, meleği de.

(I/425, 426, 1669, III/1804, I/2494, 2495...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Mayıs 2011, 16:54:15
Aysun-7E

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 9


« Yanıtla #9 : 01 Mayıs 2011, 16:54:15 »

Cahille Oturup Bal Yiyecegine Alimle oturup Kuru Ekmek ye...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
Sayfa: 1 [2] 3 4   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes