> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mevlana Kitaplığı > Mesneviden Özdeyişler
Sayfa: [1] 2 3 4   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mesneviden Özdeyişler  (Okunma Sayısı 10663 defa)
30 Ocak 2010, 15:16:28
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 30 Ocak 2010, 15:16:28 »



Mesnevi´den Özdeyişler


ÖNSÖZ



Tasavvufî edebiyatın şaheserlerinden biri olarak değerlendirilen Mesnevî, sadece kendi döneminde değil, tarih boyunca da ilgi görmüş; günümüzde ise dünya çapında artarak devam eden bir araştırmacı ve okuyucu kitlesine sahip olmuştur.

Mevlâna’nın, “Kur’ân’ın Tefsiri”, “Ruhların Cilâsı” ve “Allah Âşıklarının Kitabı” olarak da nitelendirdiği Mesnevî, XIII. yüzyıl Anadolu’sunun sosyal ve kültürel özelliklerini yansıtmakla birlikte, hemen hemen akla gelebilecek dinî, tasavvufî ve sosyal hayatla ilgili her konuda bilgiler içermekte; âyetler, hadisler, atasözleri, hikâye ve temsiller yoluyla da bu bilgiler daha iyi aktarılmaya çalışılmaktadır. Mesnevî’nin konuları ve amacı hakkında ana fikir olarak bir cümle söylemek gerekirse; insanın kendisini tanıması, insanca yaşamanın sırları ve Allah’ın insanı yaratmasındaki gayesi doğrultusunda hayat sürmenin bir ‘el kitabıdır’ diyebiliriz.

Mevlâna Mesnevî’sini, aydın gönüllü, basiret sahibi ve ilâhî makamdan ayrı kalmakla yüreği yanan âşıklar için süslenmiş bir bahçe ve lezzetli bir rızık olarak nitelendirir. Ama Mesnevî’yi anlamanın da öyle kolay olmadığını, bu sözlerin, kimilerine masal gibi geldiğini vurgular ve bu konuda okuyucularına şu öğütlerde bulunur:

“Sanır mısın ki, Mesnevî’nin sözlerini okuyasın da ucuzca, bedavaca, duyasın, anlayasın; yahut hikmetli sözler ve gizli sırlar kolayca kulağına girsin. Duyarsın, duyarsın; ama sana masal gibi gelir; dış yüzünü duyarsın, iç yüzünü anlayamazsın! (…) Mesnevî’nin nurlarla dolu sırlarını ve inceliklerini anlamak, âyetlerin, hadislerin ve hikâyelerin tertibinden aralarındaki ilgiyi kavrayabilmek için büyük bir itikat, daimî bir aşk, tam bir doğruluk, selîm bir kalp, kıvrak bir zekâ ve bazı ilimleri bilmek gerekir ki, insan onun sırrının sırrına ulaşabilsin.”

Mevlâna’nın Hakk’a yürüyüşünden yüzyıllar geçmesine rağmen Mesnevî, gerek tarih boyunca Türk milletinin; ve gerekse bugün ona tâlib olan yabancıların el kitabı, başvuru kaynağı olarak vazifesini idame ettirmiş, her dönemin darda kalmış insanlarına çareler sunmuş ve hâlâ da sunmaktadır. Edebiyatımızın tanınmış simalarından H. Ziya Uşaklıgil’in “Bazı keder ve üzüntü zamanlarında hâlâ Mesnevî’ye el uzatır, onun yaprakları arasında hayatın elemleri için bir teselli ararım...” sözü, Mesnevî’nin kişisel sorunlardaki çözüme nasıl bir çare olduğuna örnektir. Yine İngiliz doğu bilimci ve Mevlâna araştırmacısı Prof.Dr. Arthur J. Arberry’nin “Mevlâna, yedi yüz yıl evvel dünyayı büyük bir kargaşalıktan kurtarmıştır. Günümüzde Avrupa’yı kurtaracak tek şey de onun eserleridir.” şeklindeki tespiti ise dünya insanları açısından Mevlâna’nın fikirlerinin önemini vurgulamaktadır. Mevlâna’nın Divanındaki “Biz ilâhî hekimleriz; kimseden tedavi ücreti istemeyiz.”, “Yetmiş iki millet sırrını bizden dinler. Biz, bir perde ile yüzlerce ses çıkaran bir Ney’iz” beyitleri de bu konuyu veciz bir şekilde ortaya koyar.

XIX. yüzyıla kadar Eski Türk Edebiyatına ufuk açan, yön veren Mevlâna ve Mesnevî’si, önceleri Avrupa’da tanınmaya başlamakla birlikte bugün başta ABD olmak üzere dünyanın dört bir yerinde artarak devam eden bir ilgiye sahiptir. Geçmişimizde Mevlâna ve Mesnevî’sine gösterilen ilgi, Cumhuriyet döneminde de varlığını korumuş, harf devrimi ile birlikte eskiden yapılan çalışmalar da esas alınarak yeniden tercüme ve şerh edilmeye başlanmıştır. Özellikle Mesnevî’deki hikâyelerle dönemi insanları için kıssadan hisse çıkarmaya yönelik çalışmalar artmış; eserdeki dinî, tasavvufî, sosyal ve tarihî konular irdelenerek tasnifli çalışmalar meydana getirilmiştir.

Orijinal dili Farsça olan VI cilt ve 26 bin beyte yaklaşan hacmiyle İslâmî Edebiyatların temel taşlarından biri olarak kabul gören ve dünya klâsikleri arasında yer alan Mesnevî Türkçe, İngilizce, Urduca, Arapça ve Fransızca’ya tam metin olarak tercüme edilip yayınlanmış; tespit edebildiğimiz kadarıyla da İtalyanca, Boşnakça, Özbekçe, Hintçe ve Endonezyaca tam çevirileri bitmek üzeredir. Bunların haricinde birçok dünya dillerine de seçki olarak tercüme edilmiş ve edilmektedir. Bu bilgilerin ve gerçeklerin ışığında da Mevlâna tarafından dile getirilen “Mesnevî’miz, güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar bütün dünyayı kaplayacak ve bütün ülkelere ulaşacaktır. Bütün milletler bu sözlerle süslenecek ve onlardan faydalanacaklardır.” sözü, 750 yıl sonrasında ispat edilmiş olmaktadır.

Mesnevî üzerine 40 yıl araştırmalar yapan İngiliz Prof.Dr. Reynold A. Nicholson’ın (öl. 1945) “Mevlâna, bütün asırların yetiştirdiği mutasavvıf şairlerin en büyüğüdür; Mesnevî’si de, felsefî dille değil kalbe hitap etme sanatı ile işlenmiştir.” demesi; Müslüman olarak “Havva” adını alan Fransız doğu bilimci Prof.Dr. Eva de Vitray Meyerovitch’in (öl. 1999) ‘Mesnevî tereddütsüz ve mübalağasız en kapsamlı manzum tasavvufî eserdir ve dünya edebiyatının şâheserlerinden biridir’ tespitinde bulunması ve yine İran’ın bu sahada tanınmış günümüz bilim adamlarından Prof.Dr. Abdülhüseyn-i Zerrînkûb’un da “Mevlâna Celâleddin, tasavvufî şiirin en büyük zirvesidir ve kendisinden sonra da hiç kimse bu zirveye ulaşamamıştır. Onun büyük Mesnevî’si, gerçekte İslâm dünyasındaki tasavvufî birikimin mahsûlü ve özüdür” demesi Mevlâna’yı ve eserini bu mânâda sınıflandıran en güzel örneklerdir. Daha öncelere gidildiğinde ise; XV. yüzyıl şairlerinden Molla Camî’nin (öl.1492), Mevlâna ve Mesnevî’sini ‘Peygamber değil, ama kitabı vardır.’ sözleriyle nitelemesi ve hattâ ‘Mesnevî’yi sabah akşam okuyan kişinin cehennem ateşinden korunmasını dilemesi’ İslâmî edebiyatlardaki Mevlâna ve eserine olan ilgiyi artırmıştır. Günümüzde başta İran olmak üzere, Pakistan, Hindistan, Tacikistan, Rusya ve Endonezya gibi doğu ülkelerinde Mevlâna ve Mesnevî’si ile ilgili araştırmalar yapılmakta eserler yayınlanmaktadır.

Yine son dönemlerde ABD başta olmak Kanada, Avustralya, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Danimarka, İspanya, İsveç gibi Batılı ülkelerde Mesnevî ile ilgili yapılan çalışmalar oldukça yoğun olmakla birlikte Mevlâna’nın Divân-ı Kebîr’inde yer alan şiirlerin tercümesi ve yorumu daha fazla ilgi görmektedir.

Mesnevî üzerine İslâm dünyasında asırlardır yapılan çalışmalar tercüme, şerh ve lügat etrafında yoğunlaşmakla birlikte, birçok kişi çeşitli amaçlara mâtufen, yahut kendi beğenilerine göre bu hacimli eserden mensûr yada manzûm antolojiler meydana getirmişlerdir. XV. yüzyıldan itibaren başlayan bu usûlün ilk örneği Muînî’nin, Sultan II. Murad’a (ölm.1451) takdim ettiği ve Mesnevî’nin bir bölümünün manzum tercümesini kapsayan Mesnevi-yi Murâdî’dir (1438). Yusuf Sîneçâk’ın (öl. 1564) Cezîre-i Mesnevî’si ve Muğlalı Şâhidî Dede’nin (öl.1550) Gülşen-i Tevhîd’i de bu konudaki önemli eserler arasındadır. Mesnevî’nin tamamını şerh etmekle “Hz. Şârih” unvanını alan Ankaravî İsmail Rüsûhî Dede (öl.1631)’nin Mesnevî’deki anlaşılması zor deyimlerin açıklandığı ve âyetlerin indeksi niteliğinde olan Fâtihü’l-ebyât ve Câmi’u’l-âyât adlı eserleri de bu tarzdaki önemli örneklerdendir.

Bu tarzdaki çalışmalar elbette günümüzde de artarak devam etmektedir. Bu alanda geniş okuyucu kitlelerine hitap edebilmek ve çeşitli konuları Mesnevî’de arayacak olanlara yardımcı olmak düşüncesiyle Konulara Göre Mesnevî’den Özdeyişler isimli bu çalışmayı hazırladık. Günümüzde ülkemizde yapılan Mesnevî seçkileri, çoğunlukla Mesnevî’de yer alan hikâyelerin tamamen veya kısmen bir araya getirilmesinden oluştuğu, konulara göre yapılan seçkilerin az olduğu göz önüne alındığında elinizdeki çalışmanın yapılanlara bir nebze de olsa katkıda bulunacağını düşünüyoruz.

Bu çalışmamızda Mesnevî’de işlenen bazı dinî ve tasavvufî konuları esas almakla birlikte, özellikle günümüz insanlarını ilgilendiren sosyal konularla alâkalı olarak Mevlâna’nın görüşlerini az çok yansıtacak vecizeler de Mesnevî’nin bütününden seçilmeye çalışılmıştır. Ayrıca bazı konuların sonuna o bölümle ilgili bir hikâye ekleyerek Mesnevî’nin bu özelliği de ihmal edilmemeye çalışılmıştır.

Bu çalışmamızda Veled Çelebi (İzbudak) tarafından yapılan Türkçe çeviriden faydalanmakla birlikte (MEB. 1995 baskısı), tereddüt edilen veya tekrar tercümesine ihtiyaç duyulan beyitleri Prof.Dr. Reynold A. Nicholson’un hazırladığı The Mathnawi of Jalaluddin Rumi (Leiden-Cambridge Univercity Pres, 1925-1940) adlı tenkitli metinden kontrollerini yaparak yeniden tercüme ettik. Her konunun sonunda yer alan cilt ve beyit no’larını da Nicholson’un metni ve İzbudak’ın çevirisini esas alarak verdik. Ayrıca eserin sonundaki Bibliyografyada, yararlanılan diğer kaynaklarla birlikte, konularına göre hazırlanmış Mesnevî seçkilerine örnek olmak üzere birkaç tanesini ekledik.

Uzun ve samimi bir çalışmanın ürünü olan ve zaman içerisinde daha da zenginleştirip geliştirmeyi arzu ettiğimiz bu mütevazı eserin faydalı olmasını diliyor, eserin yayınlanmasındaki katkı ve desteklerinden dolayı Konya Valisi Ahmet KAYHAN’a, İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdüssettar YARAR’a ve mesai arkadaşlarına teşekkür ediyoruz.

G İ R İ Ş
MÜLK O’NUNDUR, FERMAN DA O’NUN...


Allah, göklerin, yıldızların, insanlarla şeytanların, cin ve perilerin, kuşların yüce yaratıcısıdır.

Denizin, ovanın, dağın, çölün yaratıcısı O’dur. Ülkesinin sınırı yoktur, kendisinin benzeri bulunamaz.

Gökyüzünü yokluktan meydana getirdi, bu yer döşemesini de yarattı, döşedi.

Yıldızlardan kandiller yaptı, tabiatlardan da kilitler ve anahtarlar.

Nice gizli âşikâr yapıları şu tavanla şu döşemenin içine koydu, gizledi.

Peygamber şöyle dedi: Allah, “Âlemi yaratmadan maksadım, ihsan etmekti,

Yarattım ki benden bir fayda görsünler; balıma parmaklarını bansınlar” buyurmuştur.

(Yine buyurmuştur ki) “kullarıma ibadet edin, diye e...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mesneviden Özdeyişler
« Posted on: 27 Nisan 2024, 07:07:08 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mesneviden Özdeyişler rüya tabiri,Mesneviden Özdeyişler mekke canlı, Mesneviden Özdeyişler kabe canlı yayın, Mesneviden Özdeyişler Üç boyutlu kuran oku Mesneviden Özdeyişler kuran ı kerim, Mesneviden Özdeyişler peygamber kıssaları,Mesneviden Özdeyişler ilitam ders soruları, Mesneviden Özdeyişlerönlisans arapça,
Logged
30 Ocak 2010, 15:18:21
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 30 Ocak 2010, 15:18:21 »

7. AŞK VE ÂŞIK

Her kimin yakası bir aşktan dolayı yırtılmışsa, o hırstan ve ayıptan tamamıyla temizlenmiştir.

Kimde aşk endişesi yoksa, o kanatsız kalmış bir kuş gibidir, vah ona!

Ey bizim sevdası güzel aşkımız; şad ol!..

Toprak beden, aşktan dolayı göklere çıktı; dağ (bile aşktan) oynamaya başladı, çevikleşti.

Yemyeşil aşk bağının sonu, ucu-bucağı yok; orada gamdan ve neşeden başka ne meyveler var!

Aşk dâvaya benzer; cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa dâvayı kazanamazsın ki!

Her ne kadar dille anlatmak aydınlatıcı ise de dile (gelmeyen) aşk, daha parlaktır.

Aşk seçkin erler için gemiye benzer. Gemiye binen kişinin bir âfete uğraması nâdirdir, çoğu zaman kurtulur.

Aşkın yüzlerce nazı, edâsı, ululuğu var. Aşk, yüzlerce nazla elde edilebilir.

Aşk vefakâr olduğu için vefakâr olanı satın alır. Vefasız adama bakmaz bile.

Aşkın beş yüz kanadı vardır. Her kanadı, arştan yer altına kadar bütün kâinatı kaplar.

Aşk, denizi bir çömlek gibi kaynatır; aşk, dağı kum gibi ezer, eritir.

Aşk, gökyüzünü çatlatır, yüzlerce yarık açar; aşk, sebepsiz yeryüzünü titretir.

Temiz aşk, Muhammed’le eşti. Allah aşk yüzünden ona “Sen olmasaydın...” dedi.

Hasılı o, aşkta tekti. Onun için Allah, peygamberler içinden O’nu seçti.

Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı dünya, donar kalırdı.

Bu dünya pazarında sermaye altındır; o dünyada ise aşk ve iki ıslak göz.

Zahirî güzelliğe ait bulunan aşklar da aşk değildir; onlar sonunda bir utanç vesilesi olur.

En güzel olan Allah aşkından başka ne varsa can çekişmeden ibarettir...

Âşıklık, gönül iniltisinden belli olur; gönül derdi gibi bir dert yoktur.

Âşığın hastalığı diğerlerinden farklıdır; aşk, Hak sırlarının üsturlâbıdır.

Âşıklar ferahlık kadehini, sevgililerin eliyle öldürüldükleri zaman içerler.

Dirhem vermek cömert kişiye lâyıktır. Can vermek de esasen âşığın vergisidir.

Âşık, aşk diyarında ne söylerse söylesin, ağzından aşk kokusu duyulur.

Âşıkların varlıkla işi yoktur; âşıklar, kârlarını sermayesiz elde ederler.

Âşıklar, yoklukta çadır kurarlar; onlar, yokluk gibi bir renktedirler, bir tek ruhları vardır onların!

Âşıklara sevgilinin güzelliği müderristir; defterleri, dersleri, meşkleri de onun yüzü!

Aşk, âşıkların vücudunu inceltir, zayıflatır; sevgililerin vücutlarınıysa güzelleştirir.

Âşık, başını verince akıl kalır mı gayri? Her şey helâk bulur, yalnız O’nun hakikati kalır.

Kul, daima elbise, vergi diler; âşığın elbisesi ise daima sevgilinin cemâlidir.

Şeytan bile âşık olsa topu çeler; bir Cebrâil kesilir, şeytanlığı ölür.

Aşk, kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Allah’ın vasıflarındandır. Ondan başkasına âşık olmak, geçici bir hevestir.

Çünkü mecazi aşk, altınlarla bezenmiş bir güzelliktir. Görünüşü nurdur, fakat içi dumandır.

Nur gitti de dumanı meydana çıktı mı mecazi aşk, derhal soğur; donar kalır.

(I/22, 31, 23, 25, 1793, III/4009, I/0113, IV/1406, V/1164, 1165, 2191, 2735, 2736, 2737, 2738, 3854, VI/0839, I/205, 3686, 109, 110, 229, 2235, 2880, III/3021, 3024, 3847, 4394, 4661, 5/2730, VI/3648, 971-973)



8. AZ YEMEK VE RİYÂZET


Cebrâil’in kuvveti mutfaktan değil, varlığı yaratanın cemâlinden gelmektedir.

Erenlerin kuvveti de bil ki Hak’tandır; yemekten, tabaktan değil.

Bu ağzı kapadın mı başka bir ağız açılır; o ağız sır lokmalarını yer yutar.

İnsan (acıkıp da) yediği, içtiği şeylerin lezzetini kaybetmedikçe onlardan lezzet alamaz. Maddî lezzetlerden kesilmedikçe de, mânevî lezzeti bulamaz.

Beden, aç olmadıkça harekete gelmez. Tok bedeni ıslah etmeye kalkışmak da bil ki, soğuk demiri dövmektir âdetâ.

Beden azığı, canın azıksız kalmasına sebep olur. İlkini azaltmak, diğerini çoğaltmak gerek.

Nurla gıdalan, göze benze. Ey insanların hayırlısı, meleklere uy!

Melek gibi Allah’ı tespih etmeyi kendine gıda yap da onlar gibi ezâdan cefâdan kurtul.

Mideni o reyhanlara, güllere alıştır da peygamberlerin hikmet ve gıdasını bul.

Mideyi bırak, gönül tarafına yönel ki Allah’tan sana perdesiz bir selâm gelsin.

Köşk bir şey değildir. Bedenini yık; define, yıkık yerdedir a benim beyim!

Kimde açlık derdi varsa bedeninin her kısmı, diğer kısmıyla bağdaşır, yenileşir.

“Evimi temizleyin” âyeti beden temizliğini bildirir. Bedenin tılsımı toprağa mensupsa da, hakîkatte o, nur definesidir.

Tatlı yaşayan, sonunda acı ölür. Ten kaydında olan canını kurtaramaz.

Beden asıl gıdasını unutmuş, hastalık yüzünden alıştığı gıdaya yüz tutmuştur.

İnsanın aslî gıdası Hakk’ın nurudur; ona hayvan gıdası lâyık değil!

Dervişlerin bu riyâzetleri neden? Çünkü bedene verilen o eziyetler, canların bekâsına sebep olur.

Vücut kendini pislikten arıtırsa, ululuk miski ve incileriyle dolar.

Suyun pislikten arınması için beden ırmağını temizlemek, arıtmak şarttır.

Halbuki sen, her an yemekle, içmekle o dereye daha fazla toprak dökmekte, o suyu daha fazla bulandırmaktasın.

Açlık zahmeti, illetlerden daha iyidir; hele açlıkta yüzlerce hüner ve fayda varken!

Kendine gel; açlık ilaçların padişahıdır. Açlığı canla başla kabul et, onu böyle hor görme!

Zira bütün hastalıklar açlıkla iyileşir; bütün ilaçlar aç olmadıkça sana tesir etmez.

(III/6, 7, 3747, IV/404, 3623, V/145, 297, 298, 2475, 2514, VI/3422, 4295, I/434, 2302, II/1081, 1083, III/3349, V/148, 2808, 2811, 2831-2833)



9. BAKMAK VE GÖRMEK

Bütün güzel, hoş ve yaraşan şeyler, gören göz için yapılır.

Kulak sadece vasıtadır, vuslata erense göz. Göz hâl sahibidir, kulaksa dedikodu.

Gözün bir an içinde gördüğünü, dil yıllarca söylese anlatamaz;

Kulak, anlayışın bir anda gördüğünü, anladığını yıllarca dinlese bitiremez.

Acı tatlı, bu gözle görünmez. Basiret ehli onları, âkıbet penceresinden görmeyi bilir.

Âhiri gören göz, doğruyu görebilir; ahırı gören gözse gururdan, körlükten ibârettir.

Can yolu, mutlaka cismi viran eder, onu yıktıktan sonra da tekrar yapar.

Bu beş duyudan başka beş duygu daha vardır ki, o duygular kırmızı altın gibidir, bunlar ise bakır gibi.

Allah, duygu gözüne kör dedi, putperest dedi, bizim zıddımız dedi.

Çünkü o, köpüğü gördü de denizi görmedi. Bu ânı gördü de yarını göremedi.

İnsan, duyulardan çıkmadı mı gayb âlemine tamamıyla yabancıdır.

Hele gönül gözü yok mu? O, bu göze nispetle yetmiş kat azizdir, yetmiş derece kuvvetlidir... Bu iki duyu gözü, onun nimetiyle geçinmededir.

O bakış nura mensuptur; bu bakış, nâra... Ateş, nura karşı adamakıllı kara görünür!

Baş gözü, daima bedeni görür; can gözüyse, hünerli canı.

Göz sağlam oldu mu aslı görür. Fakat insan şaşı olursa aslı değil de fer’i görür ancak.

Bir bakış vardır, iki fersahlık yolu görür; bir bakış vardır iki âlemi de görür, padişahın yüzünü de.

Bir hayret lâzım ki düşünceleri silip süpürsün. Hayret, fikirleri de yok eder, zikirleri de.

Aklı, zekâyı sat da hayranlığı satın al. Akıl ve zekâ, zandır; hayranlıksa bakış, görüş!

Şu halde sen, hemen öylece hayran ol yalnız! Hayran ol ki önden arkadan Hakk’ın yardımı gelsin...

(I/2383, 858, III/1994, 1995, I/2582, 2583, 306, II/49, 1608, 1609, III/1028, IV/0338, 597, VI/0654, V/1709, VI/1465, III/1116, IV/1407, 3751)

10. BELÂ VE HASTALIK

Dert ve sıkıntıya düşmek, Allah’ı gizlice çağırmana sebep olduğundan bütün dünya malından üstündür.

Dertsiz dua soğuktur; bir işe yaramaz. Dertli dua ve yalvarma, gönülden, aşktan gelir.

Ne güzel, ne mübarektir bu ağrı, sızı. Ne mutlu, ne kutludur bu hastalık, ateş, dert ve gece uykusuzluğu!

(Yüce Allah) sırt ağrısını ihsan etti de her gece yarısı beni uykudan uyandırdı.

Bütün gece manda gibi uyumayayım (da Allah’ı anayım, O’na dualarda bulunayım) diye Hak lütfetti, bana dertler, ağrılar bağışladı.

Kardeş! Karanlık yere, soğuğa, derde, kırıklığa ve hastalığa sabretmek,

Âb-ı hayat kaynağı ve sarhoşluk kadehidir. Çünkü yücelikler, hep aşağılıklarda gizlidir.

Gamdan neşelen, ondan başka bir şeyden neşelenme, sevinme. Dert ve gam bahardır, başka şeyler kış!

Kul, dertten, kederden Allah’a sızlanır, yalvarır; uğradığı zahmetlerden dolayı Allah’a yüzlerce şikayetlerde bulunur;

Allah da buyurur ki; “Gördün ya nihayet dert ve zahmet seni bana yalvarır bir hale getirdi, sana doğru yolu gösterdi.”

Hakikatte her düşman, senin ilâcındır, sana kimyadır; seni faydalandırır, gönlünü alır senin!

Mü’minin canı da zahmet ve meşakkatlerle gelişir, kuvvetleşir.

Peygamber “bil ki karanlıkta yıldızlar nasıl yol gösterirse, dostlara da elemler, sıkıntılar denizinde öyle yol gösterirler” buyurmuştur.

(III/203, 204, II/2256, 2258, 2259, 2262, 2263, III/0507, IV/91, 92, 94, 99, VI/1595)


11. BENLİKTEN GEÇMEK VE TESLİMİYET


(Allah’ın) varlığına karşı yok olmak gerektir; O’nun huzurunda varlık nedir? Kör ve yaslı bir hiç.

Yok olmanın yolu bambaşkadır; zira kendinde olmak da başka bir günahtır.

Gündüz gibi şûlelenip parlamayı diliyorsan geceye benzeyen varlığını yak!

Varlık, yoklukta görülebilir...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

30 Ocak 2010, 15:19:34
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 30 Ocak 2010, 15:19:34 »

13. BİRLİK VE BERABERLİK

Topluluktan bir an bile ayrılmak iyi bil ki şeytanın hilesinden ibarettir.

Sen dost ol da sayısız dost gör; fakat dost olmazsan dostsuz, yardımsız kala kalırsın.

Şeytan kurttur, sen de Yusuf’a benzersin. Ey temiz er, sakın Yakub’un eteğini bırakma!

Sürüden bir kuzu, yalnız başına bir yol tutup ayrıldı mı çoğu zaman bir kurt onu kapar, yer.

Sünneti ve topluluğu bırakan kişi, yırtıcı hayvanlarla dopdolu olan böyle bir yerde kendi kanını dökmez de ne yapar?

Sünnet yoldur, topluluk da yoldaşa benzer. Yolsuz, yoldaşsız oldun mu bu daracık yerde helâk oldun gitti!

Din yolu, her âdi tabiatlının gideceği yol değildir. Bu yüzden de tehlikelerle doludur.

Kervandan ayrılıp yalnız yol almaya kalkışan eşeğe o yol, yüz kere daha uzar, o derece yorulur.

Duvarların yardımı olmasa evler, ambarlar nereden meydana gelirdi?

Her duvar, birbirinden ayrı olsa tavan, havada nasıl olur da direksiz, dayaksız durur?

Allah, her cinsi eş yaratmıştır. Sonuçlar da topluluktan meydana gelmiştir.

Sözün özü şudur: Topluluğa dost ol; (eğer bulamıyorsan) put yapan gibi taştan bile olsa, kendine bir arkadaş bul!

Çünkü kervan halkının çokluğu, yol kesenlerin belini kırar, mızraklarını köreltir.

Şeytan, birisini kerem sahiplerinden ayırırsa onu kimsiz, kimsesiz bir hale kor; o halde de bulunca başını yer, mahvedip gider.

(II/2166, VI/498-502, 508, 514, 519, 520, 523, II/2150, 2151, 2165)


14. CİNSLERİN BİRBİRİNİ ÇEKMESİ


Cinsiyetin acayip bir çekiciliği vardır... Nerede bir şeyi arayan varsa onu aratan ve çeken, aynı cinsten biridir.

İsa ve İdris (a.s.), meleklerle aynı cinstendiler; onun için gökyüzüne çıktılar.

Kâfirler ise, şeytanlarla aynı cinsten oldukları için ruhları, onların talebesi olmuştur.

Peygamberlerin cinsinden olan ruhlar, gölgeler gibi çekile çekile onların yanlarına giderler.

Haman’a meylin varsa Haman’dansın; Musa’ya meylin varsa Sübhan’dan!

Şunu bil ki güzel, güzeli cezbeder. “Temizler, temizler içindir” âyetini oku!

Âlemde her şey, bir şeyi cezbeder. Sıcak sıcağı çeker, soğuk soğuğu.

Aslı olmayan, aslı olmayanları çekmektedir; bâkiler de bâkilerden sarhoş olmakta.

Cehennem ehli olanlar, cehennem ehli olanları cezbeder. Nûra mensup olanlar, ancak nûra mensup olanları ister.

Koku satanların tablalarına bak. Her cinsi, kendi cinsinin yanına koyarlar.

Cinsleri kendi cinsleriyle karıştırır; bu uygunluktan bir güzellik, bir süs meydana getirirler.

İki kişi birbiriyle bağdaşıp uzlaştı mı, hiç şüphe yok, aralarında birleştikleri bir şey vardır.

Kuş (bile) ancak kendi cinsinden olan kuşlarla uçar. (Hâsılı) kendi cinsinden olmayanla sohbet etmek âdeta mezara girmektir.

(IV/2671, 2672, 2674, 2702, 2717, II/81-84, 280, 281, 2101, 2102)


15. CÖMERTLİK VE BAĞIŞ

Peygamber (a.s.) buyurmuştur ki: “Öğüt vermek üzere iki melek hoş bir sûrette şöyle nidâ ederler:

“Yarabbi, muhtaçlara ihtiyaçları olan şeyi verenleri doyur; verdikleri her dirheme karşılık yüz bin mükâfat ver!

Yarabbi, malını esirgeyenlere de ziyan içinde ziyandan başka bir şey verme!”

Allah uğruna ekmek verirsen sana ekmek verirler; Allah uğruna can verirsen sana da can bağışlarlar.

Dağıtmaktan dolayı elinde mal kalmazsa Hakk’ın inayeti, seni hiç ayaklar altında çiğnetir mi?

Her ekin ekenin ambarı boşalır, ama tarlasında daha iyisi olur.

Fakat tohumu ambara kor, biriktirirse zaman geçtikçe bitler, fareler o tohumu yiyip bitirir.

Eğer inciler saçarsan incilerin yüz kat fazlalaşır...

Malını dağıtıp bağışlayan kişinin gönlüne o mal yerine yüzlerce dirilik gelir.

Allah tarlasına temiz tohumlar ekilsin de sonunda mahsul vermesin! Bunun imkânı yok.

(Yeri geldiğinde) düşmana bile bağış yapman iyidir. Çünkü ihsanla düşman bile dost olur.

Dost olmasa bile (hiç değilse) kini azalır. Zira ihsanda bulunmak, kine merhem olur.

Belâyı def etmenin çaresi, sitem etmek değildir. Bunun çaresi bağıştır, aftır, cömertliktir.

Peygamber “Sadaka belâyı def eder.” buyurdu. Ey yiğit kişi! Hastalığını sadakayla tedavi et!

(I/2223-2225, 2236, 2238-2240, IV/561, 1758, 1759, II/2147, 2148, VI/2590, 2591)


16. ÇALIŞMA VE TEVEKKÜL

Tevekkül (insana) rehberdir, ama sebebe (sarılmak) da Peygamber’in sünnetidir.

Peygamber yüksek sesle “Tevekkülle beraber devenin ayağını bağla” buyurdu.

“Kazanan Allah’ın sevgilisidir” işaretini dinle; tevekkülden dolayı “Teşebbüs hususunda tembel olma!” dedi.

Tevekkül ediyorsan çalışmak hususunda tevekkül et; kazan da sonra Allah’a dayan!

Çalışıp çabalamak kaderle cedelleşmek değildir; çünkü bunu da bize kader yükledi.

Padişah dedi ki: “İnsanın elde ettiği şey, zararsa çalışmamasından ileri gelmiştir, kârsa çalışıp çabalamasından.”

Halbuki takdir haktır; ama, kulun çalışması da hak. Kendine gel de koca şeytan gibi kör olma!

Peygamber de, rızık için “Kapısı bağlıdır, kapısında da kilit var” buyurmuştur.

O kilidin anahtarı bizim hareketimiz, gelip gitmemiz ve kazancımızdır.

(Şunu da bil ki) nur ve kemâli artıran lokma helâl kazançtan elde edilen lokmadır.

Birisi bir define buluverir, (başkası) ben de define istiyorum, dükkanla, alış-verişle ne işim var? der.

Baht işi bu. Bedende kudret oldukça çalışıp kazanmak gerek.

Çalışıp kazanmak define bulmağa mani değil ya! Sen işten kalma da nasibinde varsa definede arkandan gelsin.

(I/0912-914, 947, 976, VI/403, 407, V/2385, 2386, I/1642, II/733-735)

17. ÇOCUK VE EĞİTİMİ

Çocuk, oyunla akıllanır; oynaya oynaya aklı başına gelir onun...

Çocuk, babası lütfedecek, kendisine kuş alacak ümidiyle, fakat hakikatte hüner sahibi olmak için mektebe gider.

Çocukları okula zorla gönderirsin. Çünkü onların gözleri henüz görmez, okulun faydalarını anlayamazlar;

Ama okulun, okumanın yararlarını anladılar mı koşa koşa giderler, içleri açılır, neşe duyarlar.

Çocukların okula istemeye istemeye gitmelerinin sebebi, çalışmalarına karşılık henüz hiçbir şey görmemiş, almamış olmalarıdır.

Fakat (öğrendiklerinin karşılığı olarak) ceplerine birkaç kuruş para konuldu mu, sevinçlerinden geceyi hırsızlar gibi uykusuz geçirirler.

Ne kötü öğrencidir o ki, hocasıyla cedelleşir, onunla kendisini bir görür.

Birisinin sözü güzelse dinleyicidendir. Öğretmenin heyecanı ve işe iyi sarılması, öğrencinin tesiriyledir.

Baba, oğlunu dövse ve oğlu ölse kan diyetini vermesi lâzımdır.

Çünkü onu kendi işi için dövmüştür; oğlunun babaya hizmeti vaciptir

Fakat çocuğu öğretmeni dövse de çocuk bu dayaktan ölse korkma, öğretmene bir şey olmaz.

Çünkü öğretmen, Allah’ın vekilidir, emin bir kişidir; her emin kişi hakkında da emir böyledir.

Öğrencinin öğretmene hizmeti farz değildir; bu yüzden de üstad ona kendi nefsi için bir ceza vermez.

Baba dövdüğü zaman kendi hizmeti için döver, bundan dolayı kan parasından kurtulamaz.

(VI/2255, I/2792, III/4585-4588, II/1578, VI/1656, 1516-1521)

18. DİNLEMEK VE KONUŞMAK


Dinle bu ney’i, nasıl anlatıyor. Ayrılıklardan nasıl şikâyet ediyor:

Söz söylemek için önce dinlemek gerekir...

Bu söz, can memesindeki süttür. Emen olmadıkça güzel akmaz.

Dinleyen susuz ve arayıcı olursa vaaz eden ölü bile olsa söyler.

Kulakta, gözde Hakk’ın mührü var, işitemiyor; yoksa örtülerin arkasında nice suretler, nice sesler var!

Kulak, gerçeği anlayabilirse, göz kesilir. Yoksa söz kulakta kalır, gönle kadar inemez.

Şu baş kulağını alaya, yalana, dolana kapat da apaydın can şehrini bir gör!

Bir müddet dudaksız, kulaksız ol da sonra dudak gibi tatlı şeylere eş ol!

Şeker gibi söz söylemek istersen sabret, haris olma!..

Basiretli kişinin önünde susmak, sana fayda verir “Kur’ân okunurken susun, dinleyin” emri, bu yüzden gelmiştir.

Söz söylemede yücelik aramayın! Dinlemek, söylemekten yeğdir.

İnsan, kulağıyla gelişir; duya duya canlanır. Hayvansa boğazıyla, yemekle-içmekle gelişir.

Kulağın varsa kendi kulağınla dinle, duy! Niçin sersemlerin kulağına kapılıyorsun?

Ey dil, sen de hem bitmez tükenmez bir hazinesin; hem dermanı olmayan bir dertsin!

Bu dil çakmak taşıyla, çakmak demiri gibidir. Dilden çıkansa ateşe benzer.

Bir söz bir âlemi yıkar, ölmüş tilkileri aslan eder.

Bil ki ağızdan bir kere çıkan söz, yaydan fırlayan ok gibidir.

Oğul, o ok, gittiği yerden dönmez; seli baştan bağlamak gerek.

Sûkut denizdir, söylemek ırmağa benzer. Deniz seni aramakta iken, sen ırmağı arama!

Gönüldeki söz, gönlü özleştirir, geliştirir. Susmakla can, yüzlerce gelişmeye nâil olur.

Söz dile geldi mi öz harcanır gider. Az harca da güzelim öz, elde kalsın.

Az söyleyen adamda derin bir düşünce vardır. Kabuğa benzeyen söz arttı mı, iç yok olur.

Güzelim, sonunda değil mi ki çenemiz bağlanacak, çenemi az oynatmamız daha doğru.

(I/1, 1627, 2378, 2379, II/679, 862, III/101, V/2148, I/1600, IV/2072, 3316, VI/291, 3343, I/1702, 1593, 1597, 1658, 1659, IV/2062, V/1175-1177, VI/0445)

Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

30 Ocak 2010, 15:21:20
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 30 Ocak 2010, 15:21:20 »

20. DUA VE YAKARIŞ

Yüce Allah, üstünlük bakımından gözyaşını, şehitlerin kanlarıyla bir tutmadadır.

Kimin gönlü illetlerden arınmışsa onun duası, ululuk sahibi Allah’a kadar varır, makbul olur.

Eğer duada güzel bir nefese sahip değilsen yürü, özü sözü doğru kardeşlerden dua iste!

Dertsiz dua soğuktur, bir işe yaramaz. Dertli dua ve niyaz, gönülden, aşktan gelir.

Dua ederken O’na kırık bir gönülle el kaldır. Çünkü Allah’ın merhamet ve ihsanı, gönlü kırık kişiye doğru uçar.

Rahmetler saçan dua kapısını kim vurdu da ona yüzlerce baharla icabet edilmedi?

Allah, yalvarıp yakaranlara ihsanda bulundu mu onlara ihsan ettiği şeylerle beraber, uzun da bir ömür bağışlar.

Allah, ne alırsa onun karşılığını verir. Veliler bu sebeple O’na itiraz etmezler.

Bağını mı yaktı? Sana bir bağ dolusu üzüm ihsan eder; yas içinde neşe verir.

O, elsiz çolağa el verir. Gamlara maden olan kişiye neşeli, sarhoş bir gönül bağışlar.

Allah bize yardım etmek dilerse, bize yalvarmak ve münacatta bulunmak meylini verir.

O’nun için ağlayan göz ne mübarektir! Onun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir!

Her ağlamanın sonu gülmektir. Sonunu gören adam mübarek bir kuldur.

Akarsu nerdeyse orası yeşerir; nerde gözyaşı dökülürse oraya rahmet nazil olur.

Yusuf değilsen bari Yakub ol; onun gibi matlûbuna erişmek için ağla!

O elbiseyi elde etmek istersen cesedindeki göz çocuğunu ağlat!

Nerede bir dert varsa deva, oraya gider; neresi alçaksa, su oraya akar.

Bulut ağlamadıkça yeşillik nasıl güler? Çocuk ağlamadıkça süt nasıl coşar?

Gülmeler, ağlamalarda gizlidir. Ey sâf ve temiz kişi! Defineyi yıkık yerlerde ara!

Kardeş, duadan ayrılma! Kabul edilmiş, edilmemiş, bununla bir işin yok senin?



Hikâye: Yılan Çalan Hırsız

Hırsızın biri, bir yılan oynatıcının yılanını çaldı. Aptallığından onu ganimet saymaktaydı.

Yılan da, hırsızı soktu, inleterek öldürdü. Yılancı ise, yılanın zehirlemesinden kurtulmuş oldu.

Yılancı, o ölü adamı görüp tanıdı; “Onu benim yılanım öldürdü, canından etti.

Hırsızı bulayım da yılanımı ondan alayım, diye dua edip duruyordum. Gönlüm, yılanımı bulmayı istiyordu.

Allah’a şükürler olsun ki, o dua kabul edilmedi. Ben, duamın kabul edilmeyişini ziyan sandım ama, bana faydaymış” dedi.

Nice dualar da vardır ki, helâk olmanın ve ziyanın tâ kendisidir. (Kusurlardan) münezzeh olan Allah, kereminden dolayı onları kabul etmez.

(V/1619, III/2305, 179, 204, V/493, VI/4239, 3164, III/1872-1874, I/817-820, 1904, II/444, 1939, V/134, VI/1586, 2344, Hikâye: II/135-140)

21. EDEP

Allah’tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Hakk’ın lütfundan mahrumdur.

Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.

Kederden, karanlıklardan (başına) her ne gelirse (bil ki) küstahlık ve pervâsızlıktandır.

Bu felek, edebinden dolayı nûra gark olmuştur; melekler de edepleri sebebiyle pâk ve masum olmuşlardır.

Güneşin tutulması, küstahlığı yüzündendir. Bir melek olan Şeytan da yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.

Şeytan, (Allah’a) “beni sen azdırdın” dedi; o alçak ifrit, kendi yaptığını gizledi.

Adem (a.s.) ise “nefsimize zulmettik” dedi; o bizim gibi Hakk’ın fiilinden gafil değildi;

Günah işlediği halde edebe riayet ederek (suçu) Allah’a isnat etmedi, Allah’ın halkettiğini gizledi. O suçu kendine atfettiğinden ihsana nâil oldu.

Hz. Adem, tövbe ettikten sonra Allah, “Ey Âdem! O suçu o mihnetleri, sende ben yaratmadım mı?

O benim takdirim, benim kazam değil miydi; özür getirirken niye onu gizledin?” dedi.

Adem (a.s.) “Korktum, edebi terk edemedim” deyince Allah, “İşte ben de onun için seni kayırdım” dedi.

Edebden, terbiyeden kaçanlar, erliğin yüz suyunu da dökerler, erlerin yüz suyunu da.

Ey Müslüman, edep nedir diye arar sorarsan bil ki; edep, ancak her edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül etmektir.

(I/78, 79, 89, 91, 92, 1488, 1489, 1490-1493, III/4018, IV/771)


22. ERKEK VE KADIN

Ey yiğit kişi! Erkeklerin kadınlara üstünlüğü kuvvet, kazanç ve mal-mülk bakımından değildir.

Öyle olsaydı, aslan ve fil daha kuvvetli olduklarından dolayı insandan daha üstün, daha yüce olurdu.

Erkeklerin kadınlardan üstün olması erkeğin, kadına nazaran daha çok işin sonunu görebilmesindendir.

Erkek de, işin sonunu tahmin edip göremezse, bu becerisi olanlara karşı kadın gibi noksan sayılır.

İnsan, yiğitlikte Zaloğlu Rüstem bile olsa, Hamza’dan bile cesur olsa yine de hükmetme hususunda karısının esiridir.

Görünüşte su, ateşten üstündür ...

Fakat ikisinin arasına bir tencere (sevgi) girdi mi ateş o suyu kaynatır, buharlaştırır, yok eder.

Görünüşte su nasıl ateşten üstünse sen de kadından üstünsün; fakat hakikatte ona mağlupsun, onu istemektesin.

Kadınlar, akıllı erkeklere karşı galip gelirler, fakat cahil kişiler kadınları mağlup ederler.

Bu tür cahiller, sert ve kaba olan insanlardır.

Bunlarda acıma, lütfetme, sevme duygusu azdır; çünkü yaratılışlarında hayvanlık duygusu üstündür.

Sevgi ve acıma insanlık özelliğidir, hiddet ve şehvet ise hayvanlık.

Kadın, Hak nurudur, sevgili değil; sanki yaratıcıdır (doğurgan), yaratılmış değil!

(IV/1618-1621, I/2427, 2429-2431, Başlık, s. 195, 2434-2437)

23. ESNAF VE MÜŞTERİ

Bir sahâbi, Peygamber’e “Ben alışverişte daima aldanıyorum.

Bir şey satan, yahut alan kişinin hilesi sanki sihir gelip benim yolumu kesiyor” dedi.

Peygamber (a.s.) buyurdu ki: “Alışverişte aldanmaktan korkuyorsan, alacağın şeyi üç gün muhayyer olarak al!”

Birisi dükkâna gelir, mallara bakar; fakat bakmakla alıcı olmaz ki!..

Bu kaça, şu kaça, diye sorar, dolaşır. Fakat vakit geçirmek, içinden de gülüp eğlenmek için.

Usancından gelir, senden kumaş ister. Fakat ne müşteridir, ne de kumaş arar.

Kumaşı yüz kere görür, yüz kere geri verir.

Nerde müşterinin gelişi, alışverişi, nerde bir serserinin alayı, gönül eğleyişi?

Cebinde bir habbe bile yoktur. Ancak gevezelik eder, yoksa nerden cüppe alacak?

Müşteri, gevşek ve soğuk bile olsa yine de sen onu çağır. Çünkü böyle emredilmiştir.

(Fakat) dolandırıcıdan da müşteri olmaz. Müşteri gibi görünse bile bu, hileden, düzenden ibarettir.

Ey gönül! Parasını almak için müşteri mi istiyorsun? Allah’tan daha iyi müşteri mi var?

Malından pis dağarcığı alır, sana kendinden ışıklanan bir gönül nuru verir.

Hakikatle yok olan şu buz kesmiş bedeni alır, vehmimize sığmaz bir saltanat ihsan eder.

Sevdalarla, dertlerle dolu âh’ı alır, her âh’ına karşılık yüzlerce kârlı mevki lütfeder.

Gel de hemen şu eşi olmayan, alışverişi durmayan pazarda eskileri sat, hazır ve elde olan beyliği al!

(III/3494-3496, VI/832-837, 843, II/2703, VI/879-881, 883, 885)

24. EVLİLİK

Nikâh, “Lâhavle” okumaya benzer; oku, yani bir kadın nikâhla da şehvet, seni belâya düşürmesin.

Madem ki yemeye-içmeye hırsın var, çabucak evlen; yoksa bil ki kedi gelir, yağlı kuyruğu kapar (şehvete kul olur gidersin).

Sıçrayan eşeğin (nefsin, şehvetin) sırtına taş yükünü vur; o kaçmadan, sıçramadan önce sırtına yükü yükle!

Eşlerin birbirine benzemesi lâzım. Ayakkabı ve mestin çiftlerine bir bak!

Ayakkabının bir teki ayağa biraz dar gelirse ikisi de işe yaramaz.

Kapı kanadının biri küçük, diğeri büyük olur mu? Ormandaki aslana kurdun eş olduğunu hiç gördün mü?

Bir kadının kocasını, yahut bir kocanın karısını alıp bir yere götürsen eşi de koşa koşa mutlaka onun yanına gelir.

Bu yapılan işleri de eserleriyle çift yarattık. Bir amelde bulundun mu mutlaka eşi de zuhur eder.

Birisi gelip bir kadının kocasını esir ederek götürse karısı, kocasını araya araya çıkagelir.

Nikâhta iki kişinin de birbirine denk olması lâzım. Yoksa iş bozulur, geçim kalmaz.

Niceleri kadın alarak Kârun gibi zengin oldu; niceleri de kadın yüzünden borçlandı gitti.



Hikâye

Kadının biri kocasına dedi ki: “Ey adamlığı bir adımda aşan!

Bana hiç bakmıyorsun, neden? Ne vakte dek bu horlukta kalacağım?”

Kocası dedi ki: “Boğazına bakıyorum; çıplağım ama elim ayağım var, çalışıp çabalıyorum.

Güzelim, ere kadının boğazına ve elbisesine bakmak farzdır. Ben ikisine de bakıyorum. Bu hususlarda eksiğin, gediğin yok.”

Kadın, gömleğinin yerini gösterdi. Pek kaba ve kirliydi.

Dedi ki: “Kabalığından bedenimi yiyor. Kimse kimseye bu çeşit elbise verir mi?”

Kocası: “Ey kadın” dedi, “sana bir sorum var. Ben yoksul bir adamım, elimden ancak bu geliyor.

Doğru, bu çok kaba, çok çirkin, fakat ey düşünceli kadın, bir düşün!

Bu mu daha kötü, yoksa boşanmak mı? Bu mu sana daha kötü geliyor, yoksa ayrılık mı?”

Ey kınayıp duran kişi! Belâ, yoksulluk, eziyet ve minnet de böyledir işte.

Şüphe yok ki hevâ ve hevesi terk etmek acıdır, ama Allah’tan uzak olma acılığından elbette daha iyidir.

(V/1375-1377, I/2309-2311, III/2873-2875, IV/197, VI/3689, Hikâye: VI/1758-1768)

...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

30 Ocak 2010, 15:22:55
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #4 : 30 Ocak 2010, 15:22:55 »

28. HAKK’I VE HAKİKATİ ARAMA

Susuzlar âlemde su ararlar, fakat su da cihanda susuzları arar durur.

Bu yolda uğraş, çabala; son nefese kadar bir an bile boş durma!

Olabilir ki son nefeste bir dem inâyete erişirsin. O inâyet de seni sırdaş eder.

Topal olsan, sakat olsan bile, uyuklar gibi, hattâ edepsizcesine de olsa ona doğru kımıldan, onu ara!

Hor musun, zayıf mı? Buna bakma da ey kadri yüce kişi, himmetine, gayretine bak!

Dudak kuruluğu, suyu haber verir. Bu eziyet, bu susuzluk, muhakkak suya ulaşacağına delâlet eder.

İbret almayı, uyanmayı, Allah’tan dile; kitaptan, sözden, harften, dudaktan değil!

Hac zamanı gelince Kâbe’yi ziyaret etmeye niyetlen. Oraya vardın mı Mekke’yi de görürsün.

Miraç’tan maksat dostu görmekti. Bu arada Arş da görüldü, melekler de.

Âşıklar muratsız kaldılar da Allah’tan haber aldılar.

Bu aramak yok mu, kutlu bir iştir. Hak yolundaki bu istek, engelleri kaldırır.

Bu istek, dileklerinin anahtarıdır. Bu istek, senin ordundur, bayraklarının yardımcısıdır.

Oğul, kimi (Hakk’ı) arayıcı görürsen ona dost ol, önünde baş eğ!

(I/1740, 1822, 1823, III/980, 1438, 1441, 3271, II/2225, 2226, III/4466, 1442, 1443, 1446)

29. HALİFELER VE SAHABE

Hz. Muhammed’in gözü Ebubekir’e değince o bir tasdik yüzünden “Sıddîk” olmuştur.

Ebubekir de, tevfike mazhar oldu da öyle bir padişahın musâhibi oldu, öyle bir padişahı candan tasdik etti.

Mustafa (a.s.), bunun için şöyle dedi: “Ey sırları arayan! Diri olan bir ölü görmek istersen (…),

Tertemiz Ebubekir’i gör ki o, doğruluğu yüzünden mahşere varmış, haşrolmuş kişilerin ulusudur.

Bu âlemde Ebubekir Sıddık’a bak da haşri daha iyi tasdik et!”

Bu âlemde Ömer’in adı puta tapandı halbuki, ta “Elest” te onun ismi “Mümin”di

Ömer’in peygambere kastediş suçu, onu tâ kabul kapısına kadar çekip götürmedi mi?

Ömer o maşuka âşık oldu da gönül gibi, hakla batılı ayırt etti.

Hz. Osman, o apaçık görüşün tâ kendisi olunca feyizli bir nura kavuştu; Zinnûreyn oldu.

Ey Aliyyü’l-Mürtezâ, ey kötü kazâ ve kaderden sonra güzel kazâ ve kader, sırrı aç;

Madem ki sen ilim şehrine kapısın, madem ki sen bilim güneşine şûlesin;

Ey rahmet kapısı, ey eşi, benzeri olmayan Hak dergâhı, ebede kadar açık kal!

Peygamber “Sahabem, yıldızlar gibi yola gidenlere ışık, şeytanlara ise taştır;

(…) onlar benimle ve benim huyumla doludur” buyurdu.

(I/2688, II/0922, VI/742, 748, 749, I/1241, 3832, II/923, 924, I/3757, 3763, 3765, 3656, V/67)

30. HASET

Hak erlerinin ayakları altında toprak ol. Bizim gibi sen de hasedin başına toprak saç!

Hasetten burun koparan kişi, kendisini kulaksız ve burunsuz bırakır.

Şeytan da aşağı olmadan arlandı, bunu ayıp telâkki etti de, kendisini yüzlerce kötülüğe düşürdü.

Hasedinden yücelmek istedi. Fakat yücelik nerde? Kanlara bulanıp kaldı.

Ebu Cehil, Muhammed (a.s.)’a uymaya utandı; hasedinden kendisini yüceltmeye, ondan yüksek olmaya çalıştı.

Adı Ebu’l-Hakem’di, Ebû Cehil oldu. Nice ehliyetli kişiler vardır ki, haset yüzünden ehliyetsiz olup kalmışlardır!

Hasetten Mısır’daki Yûsuf’un başına neler geldi? Bu haset, pusuya yatmış büyük bir kurttur.

Kendine gel, kendine! Padişahlara hasede kalkışma. Terk et hasedi; yoksa âlemde sen de bir İblis olursun.

Kâfirler, şeytanlarla aynı cinstendirler. Canları, şeytanların çırağı olmuştur.

Onların kötü huylarından en ehemmiyetsizi hasettir. Hani İblisin boynunu vuran haset!

Tavus kuşu gibi kanadına bakma; ayağını gör ki, kötü göz sana bir pusu kurmasın.

Dağ bile kötülerin nazarıyla yerinden oynar. Kur’ân’da “Gözleriyle seni yerinden oynatacaklardı” âyetini oku.

Mizaç ve tabiatı bozuk ve hasta olan kişi, kimsenin iyi olmamasını ister.

(I/436, 439, II/806-809, 1407, 3429, IV/2674, 2676, V/498, 499, 1172)


31. HIRS VE TAMAH

Ey oğul; bağı çöz, özgür ol! Ne zamana kadar altın ve gümüşün esiri olacaksın?

Denizi bir testiye döksen ne alır? Ancak bir günlük kısmetini.

Harislerin göz testisi dolmadı. Sedef, kanaatkar olduğundan inci ile doldu.

Hırs kulağa bir şey duyurmaz, kin gözü kapatır, adama bir şey anlatmaz.

İste ama, ölçülü iste; bir otun, bir dağı çekmeğe kudreti yoktur.

Hakk’ın rahmetinden uzak olan, sultan bile olsa gözü açtır.

Hırs yüzünden âkıbeti görmemek, kendi gönlüne, kendi aklına gülmektir.

Tamah, kulağa bir şey duyurmaz. Garez, gözü kapar; insana bir şey anlatmaz.

Ey oğul! Hırslı olanlar mahrum kalırlar. Hırslı insanlar gibi hızlı hızlı koşma; yavaş yürü!

Hırs kördür; halkın ayıbını inceden inceye görür, bucak bucak dolaşır söyler.

Senin hırsın, bu dünyada ateşe benzer. Her alevi, yüzlerce ağız açmıştır.

Hırs ve hasetten ibaret olan şu bağı çöz. Ebu Leheb’in karısının boynundaki hurma ipini düşün.

Şeytan, nasıl kendisini taşlanmış bir hale getirmişse hırs da onun gibi seni kör etmiş, her şeyden mahrum bırakmıştır.

Kanaâtten hiç kimse ölmedi; hırsla da hiç kimse padişah olmadı.

Hırs, insanı kör eder, ahmak yapar, bilgisiz bir hale sokar; ölümü de kolaylaştırır.

Tamahkâr, tamahı yüzünden zenginin ayıbını görmez. Tamahlar bütün gönülleri kaplar.

Gözün, aklın ve kulağın saf olmasını istiyorsan tamah perdelerini yırt!

Çünkü sûfiyi yoldan çıkaran tamahtır. Yoldan çıkarır da sûfinin hali mahvolur ve o, ziyan içinde kalakalır.

Yemeğe, zevk ve semâa tamah ediş, hakikate akıl erdirmesine mani olur.

Ayna bir şeye tamah etseydi, bizim gibi münafık olur, her şeyi olduğu gibi göstermezdi.

Terazinin mala tamahı olsaydı, tarttığını nasıl doğru tartardı?

Kimde tamah varsa, dili tutuk bir hale gelir. Nasıl olur da tamahla göz ve gönül aydınlanır, buna imkân var mı hiç?

Tamahkâr adamın gözünün önünde makam ve altın hayâli, gözdeki kıl gibidir.

Tamah, huyu fitne olan bir hırsızdır; hayâl gibi her an bir sûrete bürünür.

Onun hilesini Allah’tan başkası bilemez. Allah’a sığın da o alçaktan kurtul!

Fakat tamahı bağladın mı Hakk’ın nurlarına dalarsın. Mustafa (a.s.), bunun için “Tamaha düşenin nefsi alçalır” demiştir.

(I/19-21, III/66, I/140, II/0588, 1547, III/66, 595, 2629, IV/0249, V/0764, 1468, 2398, 2823, I/2350, II/569-573, 579, 580, VI/476, 477, V/3631)

32. HOŞGÖRÜ, MERHAMET VE ŞEFKAT

Sevgi ve acıma insanlık vasfıdır; hiddet ve şehvetse hayvanlık vasfı.

Ağlamak istersen gözyaşı dökenlere acı. Merhamete nâil olmak istersen zayıflara merhamet et.

(Zira) er kişinin avı, merhamettir.(...)

Biz, Hakk’a küfrân-ı nimette bulunmuş olsalar dahi kâfirlere de acırız.

Hattâ halk, onları taşlıyor diye köpeklere bile acırız.

Ben, beni ısıran köpeğe de dua eder; “Yarabbi sen onu bu huyundan vazgeçir,

Adamları ısırmasın da halkın taşını, topacını yemesin” derim.

Lütuf ve merhamet sahibi olan Allah’ın kulları, işleri düzeltmekte O’nun huyuna sahiptirler.

Onlar şiddet zamanı, sıkıntı vakti, rüşvet almaksızın mahlûkata acırlar, yardımda bulunurlar.

Allah’ın merhameti, insanın merhametine benzemez. Çünkü insanın acımasında bir dert, bir elem vardır.

Mahlûkun acıması elemle karışıktır. Allah’ın rahmetiyse dertten de paktır elemden de.

Böbürlenerek başlar kıran kişiye ne Allah’ın merhameti nasip olur, ne halkın!

Kendine yapılmasını istediğin şeyi âleme yap, ister eziyet olsun, ister zarar.

(I/2436, 822, II/1938, III/1800-1803, 2222, 2223, 3632, 3633, IV/1858, VI/4528)

33. İBADETLER

“Ben, insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” âyeti, âlemin yaratılmasındaki maksadın, ibadetten başka bir şey olmadığını (göstermektedir).

Bil ki tanıklar için tezkiye lâzımdır! Senin dâvanı kabul etmek, tanığı tezkiyeye bağlıdır.

Bu namaz, oruç ve cihad inanışa şahitlik etmektedir.

Kul, günde beş kere “namaza gel, feryat et!” diye davet edilir.

Müezzinin “Haydi felâha” demesi yok mu? O felâh, bu ağlayış, bu sızlayıştır.

Hakk’ın huzurunda, gözyaşı dökerek ayakta durmak, kıyamet gününde kabirden kalkıp mahşer yerinde dikilmeye benzer.

Allah “Secde et de yaklaş” buyurdu. Bedenlerimizin secde etmesi, canlarımızın O’na yaklaşmasına sebeptir.

Namaz yumurtasından civcivi çıkar; yerden tane toplayan yordamsız kuş gibi yere baş koyup durma!

Allah mülk ve saltanat sahibidir. Kendisine baş eğene, bu topraktan yaratılan dünya şöyle dursun, yüzlerce mülk, yüzlerce saltanat ihsan eder.

Melek gibi Allah’ı tespih etmeyi kendine gıda yap da onlar gibi ezadan kurtul!

Oruca sarıl, sabret; orucu terk etme, her an Hak’tan rızkını bekle!

Açlık sıkıntısı, hem lâtiflik, hem hafif bir hale gelme, hem de Allah’a yalvarıp ibadette bulunma bakımından diğer illetlerden elbette daha iyidir.

Cihad ve oruç güçtür, çetindir. Fakat bu güçlük ve çetinlik, Allah’ın, kulu kendinden uzaklaştırmasından daha iyidir.

Mal, sadakayla kat’iyen azalmaz. Hayırlarda bulunmak malı yok etmez, kaybolmaktan kurtarır.

Altın, zekât vermekle coşar, fazlalaşır. İnsanı kötülükten, fenalıktan kurtaran da namazdır.
<...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2 3 4   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes