> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mevlana Kitaplığı > Mesneviden Hikayeler VI
Sayfa: 1 2 [3]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mesneviden Hikayeler VI  (Okunma Sayısı 8446 defa)
29 Ocak 2010, 13:26:09
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #10 : 29 Ocak 2010, 13:26:09 »



SULTAN MAHMUT
Sultan Mahmut, bir gece yalnız başına şehri dolaşırken bir bölük hırsıza rastladı.
Hırsızlar ey vefalı adam dediler, sen kimsin? Sultan Mahmut, ben de sizlerden biriyim
diye cevap verdi. Hırsızların biri, ey daima hileye düzene baş vuranlar, hadi
bakalım,her birimiz hünerini söylesin.
Yaratılışta ne hüner ne marifet var? Şu gece vakti arkadaşlarına anlatsın dedi. Birisi
dedi ki: Ey hünerini göstermeye kalkışan kavim, benim kulaklarımda bir hassa vardır.
Köpek havladı mı, ne diyor, anlarım. Öbürleri, bu iki metelik eder ancak dediler. Bir
başkası ey altına tapanlar, benim bütün hassam gözümdedir. Geceleyin karanlıkta
kimi görsem, hiç şüphe yok, onu gündüz tanırım dedi. Başka biri, benim hünerim
kolumdadır. Kolumun kuvvetiyle duvarları delerim dedi. Başka biri dedi ki: Benim
marifetim burnumda. İşim, toprakları koklamaktır.
“İnsanlar madenlere benzerler” sırrına ermişim. Peygamber, onu ne için söylemişti.
Ben, toprağın bedeninde ne kadar para var, ne madeni gizli anlarım. Bir yerde altın
gizli, öbür tarafın masrafı, gelirinden fazla mesela, derhal bilirim. Mecnun gibi toprağı
koklarım, yanılmaksızın Leyla’nın bulunduğu toprağı bulurum. Her gömleği koklar,
içinde Yusuf mu var, şeytan mı anlarım.
Ahmet gibi hani. O da Yemen’den koku alırdı ya. Benim de şu burnum, o nasibe
erişmiştir işte. Hangi toprak altına komşu, hangisi sıfırdan ibaret. Beş para etmez?
Bu, bana malum olur.
Bir başkası da benim hünerin dedi elimdedir. Dağ tepesine kadar kement atarım.
Ahmet gibi... Onun canı da bir kement attı, kenemdi ta göğe ulaştı.
Allah dedi ki: Ey gökyüzündeki Beyt-i Mamur’a kement atan, atışı benden bil.
“Attığın vakit sen atmadın ben attım”
Nihayet dediler ki: Ey yüce ve vefalı dost, sen de söyle. Senin ne hünerin ne
marifetin var?
Sultan Mahmut dedi ki: Benim hünerim sakalımdadır. Onunla suçluları cezadan
eziyetten kurtarırım. Suçluları cellatlara verdiler mi, sakalım oynayınca onlar
kurtuluverirler. Acıyıp sakalımı oynattım mı öldürülmeden de kurtulurlar, dertten de,
elemden de. Hırsızlar, bu sözü duyunca kutbumuz sensin dediler; minnet gününde
kurtuluşumuz senden olacak. Sonra hep beraber yola düzüldüler, o kutlu padişahın
köşküne doğru hareket ettiler.
Bu sırada sağ taraftan bir köpek havladı. Köpek sesinden anlayan, köpek diyor ki
dedi, padişah sizinle beraber. Kokudan anlayan bir yandaki toprağı kokladı, bu dedi,
bir dul kadının odasının toprağı. Kement atan, kemendini attı, yüksek bir duvara
ulaştılar. Koku alan bir başka yeri kokladı, dedi ki: O eşsiz padişahın hazinesi burada.
Delik delen, duvarı deldi, hazineye girdiler. Her biri bir şeyler aldı. Bir hayli altın
sırmalarla bezenmiş kumaş, ağır mücevherler alıp hemen gizlediler.
Padişah konakladıkları yeri, şekillerini, adlarını, yollarını iyice öğrendi. Onlardan
gizlenip geri döndü. Sabahleyin divanda bu macerayı anlattı. Hemen yiğit çavuşlar
yolladılar. Hırsızları tutup bağladılar. Hepsini eli bağlı olarak divana getirdiler. Can
korkusu ile tir tir titriyorlardı. Padişahın huzurunda durdular. O ay gibi parlayan
padişah, geceleyin kendileri ile arkadaşlık eden adamdı. Geceleyin kimi görse gündüz
şüphesiz bir surette tanıyan, padişahı tahtında görünce bu adam dedi, geceleyin
bizimle arkadaşlık eden adamdır. Sakalında o kadar hüner, marifet vardı ya hani; bu
tutulmamızda yine ondan oldu.
Gözü, padişahı tanımış olduğundan bu tanışıklıkla ağzını açtı, tesirli bir suretle söz e
başladı. Dedi ki: “Nerede olursanız olun, o sizinledir” dedikleri bu padişah işte. Bizim
yaptığımızı görüyor sırrımızı duyuyordu. Gözüm, geceleyin padişahı tanıdı; Bütün
gece onun ay gibi yüzü ile aşk oyununa girişti. Ben, ondan ümmetimi dileyecek,
şefaatte bulunacağım. O, hiçbir ariften yüz çevirmez. Bil ki arifin gözü, iki alemde de
insana aman verir. Herkes, onunla yardıma nail olur. “Gözü Allahdan başka bir şeye
kaymadı” da onun için Muhammed, her derdin şefaatçisi oldu.
Dünya gecesiyle güneş, perde ardındayken o Allah’ı görüyordu, ümidi ondandı. İki
gözü de “Biz senin göğsünü açmadık mı, ferahlatmadık mı seni?” sürmesiyle
sürmelemişti. Cebrail’in bile görmeye tahammül edemediğini o, gördü.
Allah bir yetime sürme çekti mi onu, doğru yola girmiş eşsiz, iri bir inci haline
getirir. Nuru incilerden üstün olur. Öyle bir istenen, arzulanan, Allah’ı ister, arzular.
Kulların duraklarını gördü; hasılı o yüzden Allah, onun adını “Gören tanık taktı.
Şahidin aleti keskin gözle keskin kulaktır. Geceleri bile uyanıktır; sırlar ondan
gizlenemez. Binlerce davacı, davaya kalkışsa kadı, kulağını şahide verir.
Hüküm verirken kadıların hüneri budur. Onların aydın gözleri, tanıktır. Onun için
şahidin sözü, göz yerine geçer. Çünkü o, garezsiz olarak sırrı görmüştür. Davacı da
görmüştür ama garezle görmüştür. Garez, gönül gözünün perdesidir. Allah diler ki sen
zahit olasın; garezi bırakasın da tanık kesilesin.
Bu garezler göze perdedir. Göz perde indi mi insan, yukarı aşağı, bunca şeyi,
göremez, “Sevdiğin şeyler seni kör ve sağır eder.” Fakat bir adamın gönlüne güneşin
nuru vurdu mu onca yıldızın bir kadri, kıymeti kalmaz artık. Sırları perdesiz olarak
görür. Müminle kafirlerin ruhlarının ne makamlarda bulunduğunu seyreder.
Allahnın, yeryüzünde de, yüce gökte de insan ruhundan daha gizli bir şeyi yoktur.
Hak, kuru, yaş; her şeyi bildirdi de ruhu “O benim işimdendir” diye mühürledi, gizledi.
Yüce kişinin gözü, ruhu gördü mü artık ona hiçbir gizli şey kalmaz. O, her kavgada,
şahadeti makbul bir şahit olur. Sözü, her baş ağrısını keser, sersemliğini giderir.
Allahnın adı “adalet sahibi” dir, şahit de onun adamıdır. Onun için sevgilinin gözü
adalet sahibi bir şahittir. İki alemde de Allahnın baktığı yer, gönüldür. Padişah daima
gönle bakar.
Allahnın aşkı, onu şahidi “güzeli” sevmesi, bütün bu perdeleri düzüp koşmasına
sebep oldu. Onun için bizim şahit (güzel) seven Allahmız, Miraç gecesi, Peygamberle
buluşunca “Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım” dedi.
Bu kadı, iyiye de hüküm etmede, kötüye de. Fakat şahit, kadıya bile hüküm etmiyor
mu? Hüküm sahibi, şahide esir oldu. Sevin ey Allah rızasını kazanan kişinin keskin
gözü.
Allah’ı bilen, bilinen Allahdan pek ziyade niyazda bulundu; ey sıcakta soğukta bizi
gözleyen Allah dedi...sen hayırda da danıştığımız zatsın, şerde de. Fakat gönlümüz,
senin remizlerinden, buyruklarından bihaberdir. Biz seni görmeyiz, fakat sen gece
gündüz bizi görürsün. Sebebi görmemiz bizim gözümüzü bağlar. Benim gözüm, gözler
arasından seçildi de geceleyin güneşi gördü.
Ey yüce, ey ulu Allah, o, senin lütfundu. Lütfun yüceliği, tamamlanmasındandır.
Yarabbi, nurumuzu kıyamette de fazlalaştır, tamamla. Bizi kahredici kötülüklerden
kurtar. Gece dostuna gündüz ayrılığı verme. Yakınlığı görmüş canı uzaklaştırma.
Senden uzaklaşmak, dertli, veballi bir ölümdür. Hele bu ayrılık, bu uzaklaşma,
buluştuktan sonra olursa. Seni göreni gözsüz bırakma, ondan gizlenme. Bitmiş, boy
atmış yeşilliğine su serp.
Ben yürüyüşte küstahlık etmedim, sen de ceza ve cefada aldırmazlıktan gelme.
Yüzünü göreni, lütfet, cemalinden uzaklaştırma. Senden başkasının yüzünü görmek,
boğaza takılan bir zincirdir. “Allahdan başka bir şey batıldır, asılsızdır.” Batıldırlar
ama bana hak görünmedeler. Çünkü batıl batılları çeker. Yeryüzünde, gökyüzünde ne
varsa hepsi de zerre zerre kehlibar gibi kendi cinsini çekmededir. Mide, ta dibine
kadar ekmeği çekmededir, ciğerdeki hararet suyu. Güzellerin çekici gözleri de
buralarda döner, dolaşır, gül bahçelerindeki kokuları arar durur. Çünkü gözün
duygusu, rengi çeker; beyin ve burun, güzel kokuları.
Bu çekilişleri de sırları bilen Allahdan bil. Sen, kendi çekişinle bizi buralardan kurtar
Yarabbi. Ey müşterimiz olan Allah, sen bu çekicilerden üstünsün. Acizleri satın alırsan
değer, yaraşır. Kadir gecesi, o dolunayı tanıyan, susuz kişinin buluta yüz çevirmesi
gibi yüzünü padişaha döndürdü. Dili de onundu zaten, canı da. Onun olan, ona
küstahça söz söylese ne çıkar?
Dedi ki: Biz can gibi balçığa kakılıp kaldık. Kıyamet gününde can güneşi sensin. Ey
gizlice yürüyen padişah, vakti geldi... Kerem et, hayırlısı ile bir sakalını oynat.
Her birimiz hünerimizi gösterdik, fakat o hünerler, ancak bahtsızlığımızı arttırdı. O
marifetler, boynumuzu bağladı, o mevkiler yüzünden baş aşağı düştük, alçaldık. O
hünerler, boynumuza bağlanmış bir hurma lifi oldu. Ölüm günü, onların hiç birinden
fayda yok. Ancak geceleyin gözü padişahı tanıyanın o güzel duygusu işe yarar.
O marifetlerin hepsi yolda görünen adamın yolunu şaşırtan gulyabanidir. Yalnız
geceleyin padişahın yüzünü gören göz başka. Padişah, hüküm gününde yalnız
geceleyin yüzünü gören, kendisini tanıyan adamdan haya eder. Muhabbet padişahını
tanıyan köpeğe de Ashabı Kehf’in köpeği adını takmalıdır. Köpeğin sesini anlayıp
aslandan haber alan bir kulağa sahip bulunan kişinin hüneri de, iyi bir hüner.
Köpek, geceleri bekçiler gibi uyanık olduğundan padişahın geceleri uyanık olan
kullarından da bihaber değildir. adı kötüye çıkanlardan utanmaya lüzum yok. Onların
sırlarını anlamak gerek. Adı tamamı ile kötüye çıkana gelince artık onun hamlıkta
bulunup iyi bir ad san aramaya kalkışmasına hiç lüzum yok. Nice altın vardır ki yağma
edilmekten, zarara uğramaktan kurtarmak için üstünü karartırlar.
Susığırı, denizden bir mücevher çıkarır, onu kıyıya koyar, ışığı ile etrafını görür,
otlamaya koyulur. Mücevherin nuru ile aydınlanan sahadaki ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mesneviden Hikayeler VI
« Posted on: 19 Nisan 2024, 13:04:22 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mesneviden Hikayeler VI rüya tabiri,Mesneviden Hikayeler VI mekke canlı, Mesneviden Hikayeler VI kabe canlı yayın, Mesneviden Hikayeler VI Üç boyutlu kuran oku Mesneviden Hikayeler VI kuran ı kerim, Mesneviden Hikayeler VI peygamber kıssaları,Mesneviden Hikayeler VI ilitam ders soruları, Mesneviden Hikayeler VIönlisans arapça,
Logged
29 Ocak 2010, 13:28:15
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #11 : 29 Ocak 2010, 13:28:15 »

ADIN ÖMER İSE
Kaş şehrinde adın Ömer olursa yüz kuruş versen kimse sana lavaş satmaz. Bir
dükkana gidip ben Ömer’im kerem edin de bu Ömer’e ekmek satın dedin mi. Dükkancı
der ki: yürü öbür dükkana git oradaki bir ekmek buradaki elli ekmekten iyidir. Adam
şaşı olmasa başka dükkan yok ki derdi. Onun şaşılığı gitse de nuru, kaşlının gönlüne
vursaydı o vakit de Ömer Ali olurdu.
Fakat bu dükkancı buradan oradaki ekmekçiye ekmekçi diye bağırır bu Ömer’e ekmek
sat. O da Ömer adını duydu mu ekmeği gizler onu başka ve uzak bir dükkana yollar.
Arkadaş diye bağırır bu Ömer’e ekmek ver. Yani sesimi duyda sırrımı anla demek
ister. O da seni ekmek almak için Ömer geliyor diye oradan başka bir dükkana yollar.
Bir dükkanda Ömer’im dedin mi yürü bütün Kaşanı gez, ekmekten mahrumsun.
Fakat bir dükkanda Aliyin dedin mi oracıkta ekmeği parasız zahmetsiz alıver. Biri iki
gören şaşı bile zevkten mahrum olur. Halbuki sen biri on görüyorsun ey anasını satan
Kaşan olan bir yeryüzünde şaşkınlığından Ali olmadınsa Ömer gibi gez dolan gayrı.
Hadi hayra karşı bu yıkık manastırda şaşıya yeniden yeniye göçler vardır. Fakat
hakkı tanıyan gören iki göze sahip olursan iki alemde dostla dolu görürsün. Bu korku
ve ümitle dolu Kaşan la oradan oraya yollanmadan kurtulursun. Bu ırmakta konca
yahut ağaç gördün mesela her ırmakta olduğu gibi onu hayal sanma buna kışların aksi
doğrudur ve Allah bunlardan sana meyve satar.
Göz bu su yüzünden şaşkınlıktan azat olur. Oradaki akisleri görür sepeti meyvelerle
dolar. Şu halde hakikatte bu su değildir bağdır. Artık sende Belkıs gibi happeleri
görüp soyunmaya kalkışma. Eşeklerin sırtında çeşit, çeşit yükler var kendine gel, bu
eşekleri bir sopayla sürme. Eşeğin birindeki yük Laal ve mücevherdir öbüründeki yük
taş ve mermer. Her ırmağı da bir sanma.
Bu ırmakta ay gör ayın aksi deme. Bu hayvanların içtiği su değil Hızırın içtiği
Abıhayat. Onda ne görünürse doğrudur. Bu ırmağın dibinde görünen ay ben ayım,
ayın aksi değilim. Seninle konuşan seninle yol arkadaşlığı benim der. Bu suyun
üstünde ne varsa diler onlara el at diler suyun içine vuran akislerine.
Bu suyu başka sulara kıyas etme bu ay yüzlünün ışığına ay de. Bu sözün sonu
gelmez o garip muhtesibin derdi ile dertlendi bir hayli ağladı.
O adamın borç alışı halka yayıldı. Kethüda onun derdi ile dertlendi. Borcunu para
toplayıp vermek üzere şehirde dolaşmaya her yerde hararetli ,hararetli o adamın
halini anlatmaya başladı fakat bu dilencilikle o para dileyen adamcağızın eline ancak
yüz altın girdi. Gelip adama hali anlattı. Adam Kethüdanın iki eline yapışıp kalktı,
onun delaletiyle o şaşılacak derecede ihsan sahibi olan Muhtesibin mezarına gitti.
Dedi ki: bir kula Allah muvaffakiyet verir de kutlu bir adama konuk olursa ev sahibi
onun yoluna bütün malını mülkünü kor mevkiini bile onun mevkiine feda eder. Artık
ona şükretmek Allah’a şükretmekten ibarettir. Çünkü Allah o ihsan sahibine ihsana eş
etmiştir.
Buna şükretmemek Allah’a şükretmemektir. Onun hakkı şüphe yok ki Allah hakkı
demektir. Nimet ve ihsanlarına karşılık Allah’a şükret fakat ihsan edene de şükret
onu da an. Ananın merhameti Allahdandır ama ona kulluk etmek, hizmette bulunmak
da hem farzdır, hem de yerinde bir iş.
Allah işte bu yüzden “ Muhammed’e salavat getirin” dedi. Çünkü Muhammed,
inananların dönüp başvurdukları zattır. Allah kıyamette kula “ Ne getirdin, sana
verdiğim nimetlere karşılık ne yaptın?” der. Kul der ki: yarabbi sana can ve gönülden
şükrettim. Çünkü o rızık ve ekmek, asıl bakımından sendendi.
Allah der ki: hayır, sana ihsan edene şükretmediğin için bana da şükretmedin. Bir
kerem sahibine zulmettin, sitemde bulundun. Halbuki onun yüzünden benim
nimetlerime nail olmadın mı? Hasılı o garip de velinimetinin mezarına gelince ağlayıp
inlemeye koyuldu. Dedi ki: ey her yoksulun dayandığı güvendiği zat. Ey himmeti
umulan ey yolda kalanların imdadına erişen!
Ey rızıklarımız için gam yiyen bizi hatırlayan ey ihsanı, lütfu, Allah rızkı gibi umumi
olan! Ey yoksullara aşiret ve ana baba olan ey onlara geçinmek harcanmak ve
borçlarını vermek için ana baba gibi yardım eden! Ey deniz gibi yakınlarına inci
uzaklarına yağmur hediye eden!
Ey güneş sırtımız senin hararetinle ısınmıştı. Her köşkün parlaklığı sendendi, her
yıkık yerin definesi sendin. Kaşının çatıldığını kimsecikler görmemişti ey mikail gibi
rızık ve azık veren ey gönlü gayb deniziyle birleşmiş, ey ihsanı Kaf dağında gayp
Anka’sı kesilmiş zat! İhsan ederken malımdan ne gitti acaba diye aklına bir şeycikler
gelmezdi. Himmetinin yüce tavanı bir kere olsun yarılmadı senin.
Her ay her yıl ben de benim gibi yüzlerce kişi de senin soyun sopun olmuştu adeta.
Paramız, soyumuz, varımız yoğumuz adımız sanımız bahtımız devletimiz bizim
geçimimiz, bizim verile gelen rızkımız öldü. Sen mecliste de ihsan ve keremde de bir
kişiydin ama bine bedeldin. İhsan esnasında yüzlerce Hatem’din adeta.
Hatem cansız şeyi ölü gönüllü adama verir sayılı birkaç ceviz ihsan ederdi. Sense
her solukta öyle bir hayat bağışlamadasın ki onun güzelliğini anlatmaya ömür yetmez.
Sen ebedi bir hayat tükenmez ve sayılmaz altınlar bağışlarsın. Ey gökyüzünün
civarına secde ettiği zat bir huyuna bile mirasçı yok senin. Lütfun halka çobanlık
etmede gam kurtundan korumada Allah Kelim’i gibi, merhametli bir çoban hem de.
Allah Kelim’i çobanlık ederken sürüden bir koyun kaçmıştı. Musa peşine düştü
koşmaya başladı çarıklarını çıkardı ayaklarının altı şişti kabardı. Akşama kadar onu
aradı. Koyun da gözünden kayboldu. Fakat nihayet koyun yorulup kaldı, Allah Kelim’i
de onu yakaladı. Merhametle arkasını, başını okşamaya anası gibi onu sevmeye
koyuldu.
Bir parçacık bile öfkelenmedi, kızmadı. Yalnız sevdi acıdı gözünden yaşlar döküldü.
Dedi ki. Tutalım bana acımadın kendi kendine neden zulmettin? Allah o anda
meleklere dedi ki. Peygamberliğe Musa yaraşır. Mustafa buyurmuştur ki. Her
peygamber, gençliğinde yahut çocukluğunda mutlaka çobanlık etmiştir.
Çobanlık etmeden o sınavı geçirmeden Allah ona alem başbuğluğunu vermez. Birisi
sen de ettin mi? Diye sordu. Dedi ki. Ben de bir müddet çobanlık ettim. Vekarları
sabırları meydana çıksın diye Allah onları peygamber yapmadan çoban yapmıştır. Her
buyruk sahibinin de insanlara çobanlık ederken Allah buyruğunu gözetmesi gerektir.
Kendisi sürüsünü güderken Musa gibi halim olması, akıl ve tedbirle bu işi görmesi
lazımdır. Böyle harekette bulunursa Allah ona ayın üstünde, yücelikler aleminde bir
ruhani çobanlık verir. Nitekim peygamberleri de bu çobanlıktan kurtarmış, onlara
temiz kulların çobanlığını vermiştir. Sen bu çobanlıkta öyle doğru hareket ettin ki
sana bir ayıp bulan kör olur.
Biliyorum Allah mükafat olarak sana o alemde de ebedi bir başbuğluk verir. Ben de
deniz gibi cömert eline senin lütfuna ihsanına güvenerek hiç yoktan tam dokuz bin
altın borç ettim. Neredesin sen ki lütfunla bu tortu saf bir hale gelsin. Neredesin ki
yeşillik gibi gülesin de onu da al. Onun on mislini de al diyesin.
Neredesin ki beni güldüresin, efendiler gibi lütufta bulunasın, ihsan edesin.
Neredesin ki beni hazine götüresin da borçtan da emin edesin, yoksulluktan da. Ben
yeter dedikçe, sen ihsanını fazlalaştırasın da bunu da hatırım için al diyesin. Bir alem
nasıl olurda toprak altına sığar? Bir gökyüzü nasıl olur da yere girer?
Haşa Allah hakkı için sen, diriyken de bu alemden dışarıda değilsin, şimdi de. Gayb
havasında bir kuş uçar ama gölgesi yere vurur. Beden, gönlün gölgesinin,gölgesinin
gölgesidir. Nereden beden gönül mertebesine erişecek? Adam uyur, ruhu, güneş gibi
gökyüzünde parlar. Bedense yorgan altındadır. Can, boşluklarda astar gibi gizlidir,
bedense yorganın altında döner durur.
Ruh, “Rabbimin emrindedir” gizlidir. Onun için nasıl bir örnek versem anlatmaya
imkan yoktur. Acaba o şekerler saçan dudak nerede? O güzel cevapların, o sırların
hani? O şeker çiğneyen akik dudaklar, o müşküllerimizdeki kilitlerin anahtarı ne oldu?
Nerede o zülfikar gibi sözler, nerede o akılları kararsız bir hale getiren laflar?
Yuvasını arayan kumru gibi niceye bir “ Kü- Kü nerede, nerede” deyip duracaksın?
Nerede? Rahmet sıfatlarının bulunduğu yerde Kudretten arılıktan akıldan ve
anlayıştan ibaret olan alemde? Nerede olacak? Aslanın daima ormanda oluşu gibi o da
gönlüyle düşüncesinin daima bulunduğu alemde. Nerede olacak Kadının erkeğin dert
ve mihnet zamanı ümit bağladığı cihanda.
Nerede olacak? İnsan hastalanınca sıhhat ümidiyle göz diktiği yerde. Bir kötülüğü
gidermek için yalvardığın bir harmanı savurmak bir gemiyi sürmek için rüzgar
beklediğin alemde. Gönlün işaret ettiği dilin “ Ey o” diye dile getirdiği yerde. Nereden,
nerede diye aramaya lüzum yok, Allah’la iste, keşke ben de çulhalar gibi hep mekik
deyip dursam bu sırrı bilen aklı dileseydim.
Aklımız doğuyu da görür batıyı da. Akıldan ruhlara yüzlerce çeşit şimşekler çakar. O,
köpüklü bir denizle beraber kabardı, kıyıyı kapladı. Sonra denizle beraber çekildi.
Kıyıyı kaplayışı geçti, çekilişi kaldı! Dokuz bin altın borcum var. elimden tutanım yok.
Elimde yalnız bütün şehirden toplanmış yüz altın var, işte bu kadar! Allah, seni çekti
aldı.
Ben bu kargaşalıklar içinde kaldım. Ey toprağı bile güzel zat, ümitsiz bir halde
gidiyorum. Seni hasretinle iştiyakınla dolu olan kuluna bir himmet et ey yüzü de eli de
himmeti de kutlu zat! Kaynağın, ırmakların başına geldim, fakat orada su yerine kan
buldum. Gök,...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 13:29:49
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #12 : 29 Ocak 2010, 13:29:49 »

PADİŞAHIN ÜÇ OĞLU
Bir padişahın üç oğlu vardı. Üçü de anlayışlı, görgülüydü. Her biri öbürlerinden daha
değerli, cömertlikte yiğitlikte, savaş eri olmada öbürlerinden üstündü. Şehzadeler,
padişahın tapısında toplandılar. Adeta padişahın iki gözünün nuru üç tane mumdular.
Babanın ağaca benzeyen vücudu, gizli bir yol vasıtasıyla oğul’ un iki gözünden su alır,
gıdalanır. Oğuldan coşan bu kaynak ananın, babanın bahçelerine kadar akar gider.
Anayla babanın gönül ve hayat bahçeleri bu suretle yeşerir, tazeleşir. Onun gözleri,
bu iki ırmak yüzünden yaşarır, gözyaşı döker. Kaynak hastalanıp kötüleşirse o ağacın
dalları yaprakları da kurur. O ağaç kurumaya başlar, çünkü oğulun vücudundan
sulanıyor, gıdalanıyordu. Nice böyle gizli su yolları vardır ki ey gafiller, sizin canınıza
ulanmıştır.
Gökten, yerden nice sular çektin de vücudun böyle semirdi. Fakat bu iğretidir. Az, az
sıkıştırmak gerek. Çünkü elde edilenin bırakılması lazım. Yalnız Allah’nın “Adem’e
ruhumdan ruh üfürdüm” dediği varlık yok mu? O kalır işte. Sen de ruha bak, başkaları
beyhudedir. Fakat bu beyhude sözünü, cana ruha nispetle söylüyorum, her şeyi
sağlam bir surette yapan sanatkara Allah’ya nispetle değil ha!
Her şeyin aslı olan kaynak coşar da seni bu su yollarına muhtaç etmezse ne mutlu!
Sen yüzlerce kaynaktan su içmedesin. O yüz kaynaktan ne kadarı azalırsa sendeki
hoşluk da o kadar azalır. Fakat içerden bir güzelim kaynak coştu mu seni başka
kaynakları gözlemekten kurtarır. Gözünün nuru balçıktan oldu mu onun sana vereceği
şey de ancak gönül derdinden ibarettir.
Kaleye dışardan su gelirse emniyet ve barış zamanında iyidir ama düşman geldi de
kaleyi çevirdi, kaledekiler kanlarına battılar mı düşman askeri dışardan gelen suyu
keser, kaledekilerin o suya güvenmemelerini temin eder. İşte o zaman kale içindeki
bir acı kuyu dışarıdaki yüz tatlı ırmaktan daha iyidir.
Sebepleri kesen ecel ve ölüm askeri de kış gibi dalları yaprakları kesmeye gelir. O
zaman ağaçlara bahar, yardım edemez. Ancak iç alemindeki sevgilinin bahara
benzeyen yüzü yardım eder. Onun için şu toprak yeryüzüne” Gurur, aldanış yurdu”
denmiştir. Çünkü göçme çağına ulaştın mı senden ayağını çekiverir. Ondan önce senin
sağında, solunda koşar, senin derdini ben alırım, senin yerine ben dertlenirim derdi.
Bir şey almadı ya!
Gam zamanlarında sana senden gam ırak olsun, gamla aranda on dağ bulunsun
derdi. Fakat elem ordusu geldi de ağzını kapattı mı, seni görmüşlüğüm var bile
demez. Allah şeytan içinde bu çeşit bir örnek gösterdi. Hilelerle seni savaşa sokar.
Ben seninleyim, sana yardım eder, tehlikelerde senin önüne ben düşer, tehlikeye ben
koşar, göğüs gererim. Oklara siper olur, dara düştün mü seni kurtarırım.
Senin sürçtüğün yerde ben canımı feda ederim. Sen bir Rüstem’sin, bir Aslansın.
Yürü ercesine karşı dur. Diyerek bu işvelerle seni küfür yoluna getirir, o hile, düzen
çuvalına sokar. Fakat ayağını attın da hendeğe düştün mü ağzını açar, kahkahayla
gülmeye başlar. Sen aman yahu dersin, gel ümidin sende. O hadi der, git, ben senden
bıkmıştım zaten.
Allah’nın adaletinden korkmadın, bense korkarım. Ellerini çek benden! Allah da onda
zaten iyilikten eser yoktur. Şimdi bu hileyle nasıl, nerede kurtulacaksın? Dedi ya.
Hesap gününde yapanın da yüzü karadır, yapılanında. İkisi de taşlanırlar. Adalet
bakımından yol kesen de uzaklık kuyusundadır, yol yitiren de ve o azap yurdu, ne
kötü bir yatılacak yerdir. Yolunu azıtan aptal da kurtuluştan ümidini kesmeli yol
azdıran da!
Burada eşek balçığa saplanmıştır, eşekçi de, burada da gaflettedirler, orada da
çamura saplanır kalırlar. Ancak geri dönenler, ondan vazgeçenler ayrı. Onlar güz
mevsiminden çıkar, Allah’nın lütuf ve ihsan baharına ererler. Tövbe ederler Allah da
tövbeyi kabul eder. Onun buyruğunu tutarlar ve o, ne güzel bir buyruk sahibidir.
Pişman oldular da inlemeye başladılar mı suçluların iniltisinden arş bile titrer. Hem
de ananın çocuğunun üstüne titreyişi gibi. Onların ellerini tutar, onları yücelere çeker.
Allah der, sizi aldanmadan, ululanmadan kurtardı, işte ihsan bahçeleri, işte suçları
örten, yargılayan Allah! Bundan böyle size ebedi ve tükenmez rızıkla azık Allah
havasından gelir, damdan, oluktan değil. Deniz bütün vasıtaları, gayretinden kaldırdı,
bizzat kendisi lütfe ihsana başladı mı artık susuz da balık gibi elindeki maşrapayı terk
eder.
O üç oğlan da babalarının ülkesinde seyahate çıkmayı kurdular. Divan ve geçim
işlerini düzene koymak üzere babalarının şehirlerini kalelerini gezip dolaşacaklardı.
Padişahın elini öpüp vedalaştılar. O emrine itaat edilir padişah onlara dedi ki“
gönlünüz nereye isterse varın. Allah’a emanet. Elinizi, kolunuzu sallaya, sallaya gidin.
Yalnız “ Hüş-rüba- Akıl kapan” derler bir kale vardır. Orada nice erlerin kaftanı,
bedenine dar gelir. Sakın oraya gitmeyin.
Allah aşkına olsun sakın “ Zatüssuver- Resimli “ denen kaleye varmayın. Oradan
uzak olun, tehlikeden korkun. O kalenin yüzü, arka tarafı, burçları tavanı döşemesi
hep insan resimleriyle bezenmiştir. Yusuf dalıp baksın diye Zeliha da odasını
resimlerle bezemişti ya hani. Yusuf, ona bakmadığından o da hileye başvurmuş, odayı
kendi resimleriyle doldurmuştu.
Güzel yüzlü Yusuf, nereye bakarsa elinde olmaksızın onun yüzünü görsün diye böyle
yapmıştı. Allah da gözü aydınlar için altı tarafı da delillerine mazhar etti. Her hayvan
her bitki nereye baksa nereye varsa Allah güzelliğini görsün; ondan gıdalansın dedi.
Onun için o oraya “ Nereye dönersiniz Allah yüzü var” buyurdu. Susar da bir
bardaktan su bile içersiniz suyun içinde Allah’a bakmaktasınız.
Fakat aşık olmayan suya bakar da suyun içinde kendi yüzünü görür ey gözü açık er!
Ama aşıkın sureti, Allah’da fani olursa söyle bakalım, suda kimin suretini görür?
Güneşte Allah güzelliğini görür aşıklar. Gayret sahibi Allahnın sanatıyla nasıl ay, suya
vurur da suda görünürse güneşte de hak görünür. Fakat Allah’nın bu gayreti aşık ve
sadık kişileredir, şeytanla hayvana tecelli etmez o.
Şeytan bile aşık olsa “ Şeytanım benim elimde Müslüman oldu” sırrı belirir. Yezid’lik
Allah ihsanıyla kalmaz, Yezit, Bayazıt olur ey kavim bu sözün sonu gelmez. Siz o
kaleye insan resimlerinden sakının! Olmaya ki heves yolunuzu kessin, ebedi bir
kötülüğe düşesiniz. Tehlikeden sakınmak farzdır. Benden bu garezsiz sözü duyun.
Kurtuluş arıyorsan aklın sağlam ve keskin olması bele pususundan çekinmek yeğdir.
Babaları bu sözleri söylemeseydi, o kaleden çekinin demeseydi. O kaleye gitmek
akıllarına bile gelmeyecekti. Gönülleri o tarafa akmayacaktı bile. Çünkü tanınmış bir
kale değildi. O, pek ıssız bir yerdeydi. Kalelerden yolardan uzaktaydı. Fakat babaları
gitmeyin deyince bu sözden hevese hayale düştüler. Bu men edilme yüzünden
gönüllerinde bir rağbettir uyandı, onun sırrını mutlaka öğrenmek gerek dediler.
Men edilen şeye gitmeyin yapmayın denen şeyi yapmayan kimdir? İnsan men
edildiği şeye haristir. Bir şeyi yapma demek, iyi ve Allah’dan çekinir kişileri o şeye
yanaştırmaz ama hava ve hamasîne uyanları o tarafa sürer, götürür. Şu halde bu
yapmayın sözü birçok kişileri azdırır. Birçok kalbi uyanık kişilerde bununla doğru yola
gitmiş olurlar. Alışkın güvercin kamışlardan kaçar mı hiç? O kamışlardan alışmamış,
yabani güvercinler kaçar.
Şehzadelerde hizmette bulunuruz, dediğin gibi hareket ederiz baş üstüne.
Buyruğundan dışarı çıkmayız. Senin lütuf ve ihsanından gaflet etmek, küfürdür
dediler. Fakat kendilerine güvendiklerinden Allah izin verirse demediler. Allah’yı
anmadılar bile. Bu Allah izin verirse demek, bu kat, kat tedbir ve ihtiyat, Mesnevinin
başlangıcında anlatıldı. Yüz tane kitap da olsa hepsi de bir baptan ibarettir. Yüz
tarafta da bir tek mihraba dönülür. Bu yolların hepsi de tek bir eve çıkar. Bu binlerce
başak, bir tek tohumdan meydana gelmiştir. Çeşit, çeşit yüz binlerce yemekler vardır.
Fakat yemek olmak bakımından hepside bir şeydir.
Bir tanesini yedin de tamamıyla doydun mu elli tane yemek olsa hepsinden
soğursun. Fakat açken şaşılığın tutar, bir yemeği yüz bin yemek görürsün. O halayığın
hastalığını doktorların ahvalini kusurlarını anlayışsızlıklarını söylemiştik ya. Hekimler
yularsız atlara benziyorlardı. Üstlerindekinden haberleri bile yoktu. Damakları,
gemden yaralanmıştı, tırnakları yol yürümeden incinmişti.
Öyle olduğu halde üstümüzdeki hünerini gösteren bir binici demiyorlardı, haberleri
yoktu bundan. Demiyorlardı ki bu perişanlığımız gemden değil. Üstümüzdeki sevgili
süvaridir. Gül devşirmek için bahçeye gitti. Gül göründü bize ama meğerse dikenmiş
diyen yoktu. Hiçbiri aklını başına alıp da bizim boğazımızı kim tekmeliyor demedi gitti.
Hekimler sebebe kul kesilmişler, Allah hilesini görememişlerdi. Bir ahıra öküz
bağlasan sonra öküzün yerinde bir eşeği bağlı bulsan, bu işi gizlice kim yaptı diye
araştırmaz, uykudaymış gibi gaflet edersen bu, eşekliktir. Kendi kendine “ Bunu
değiştiren kim? Görünmüyor ama acaba göktekilerden biri mi yaptı bu işi”
demiyorsun ha? Oku dosdoğru sağ tarafa attın, gördün ki sola gitti! Bir ceylan
avlamak için at sürdün, domuza av oldun!
Kazanç için kar elde etmeye koştun, kar şöyle dursun hapse girdin. Başkaları için
kuyu kazdın, bir de gördün ki o kuyuya sen düşmüşsün. Görüyorsun ki Allah sebeplere
el attın ama seni muradına eriştirmedi. Peki neden sebepler hakkında bir kötü zanna
düşmedin? Niceler kazançla padişah kesildiler, niceler de kazanç peşinde çırçıplak
kald...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 13:30:58
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #13 : 29 Ocak 2010, 13:30:58 »

Aşk İmriülkays’ı dudakları kurumuş susuz bir halde Arap ülkesinden çekti. Nihayet
Tebük’e geldi, orada kerpiç ameleliği yaptı. Padişaha, Arap padişahlarından
imriülkays, bu diyara kazanç elde etmeye geldi. Aşka av oldu, kerpiç ameleliği yapıyor
dediler. Padişah kalktı, gece vakti onun huzuruna gitti. Dedi ki: Ey güzel yüzlü
padişah! Sen zamanın Yusuf’usun. İki ülkede şehiler ve güzellik bakımından bütün
yüceliğiyle sana ram oldu.
Erler kılıcının yüzünden sana kul oldular; kadınlar bulutsuz bir aya benzeyen yüzüne
köle kesildiler. Bizim yanımızda konakla da devlet ve ikbale erişelim. Canımız senin
visalinle yüzlerce defa tazelensin. Ben de senin kulunum ülkem ve saltanatım da. Ey
bunca saltanata tenezzül etmeyen! Böyle bir hayli hikmetler söyledi. İmriülkays
öylece susup duruyordu. Birdenbire sırrının yüzündeki örtüyü kaldırdı.
Kulağına eğilip aşk ve derde it ne söylediyse söyledi. Kendi gibi onu da baştan
çıkardı. Tebük padişahı da onun elinin tuttu, onunla dost oldu. O da onun gibi tahttan,
kemerden bezdi. Bu iki padişah, uzak, uzak ülkelerin yolunu tuttular. Aşk zaten bu
suçu bir kere yapmamıştır ki. Aşk büyüklere baldır, çocuklara süt. O her gemiye
yüklenen ve geminin ağırlığından fazla olduğu için batmasına sebep olan son yüktür.
Bu ikisinden başka daha nice sayısız padişahları aşk saltanatlarından, ülkelerinden
etmiştir. Bu üç şehzadenin canı da Çin ülkesinin etrafında kuşlar gibi tane devşirmeye
başladı. Ağızlarını açıp sırlarını söylemeye kudretleri yoktu. Çünkü içlerindeki sır, pek
mühim ve pek tehlikeli bir sırdı. O anda yüz binlerce baş bir pulaydı. Kızgın aşk okunu
yayına koymuş, yayını kurmuştu. Aşkın okunu yayına koymuş, yayını kurmuştu.
Aşkın hoşnutluk zamanında kızgın değilken bile her an öyle zalim bir huyu vardı ki.
Bu hoşnutluk zamanında kızgınlık değilken bile her an, öyle zalim bir huyu vardır ki.
Bu hoşnut olduğu zamanda böyle. Artık kızgın olunca neler yapmaz? Ben ne
söyleyeyim? Fakat can yaylası, bu aşkın öldürdüğü, bu aşk kılıcının kestiği aslana feda
olsun. Bu çeşit öldürülme binlerce hayattan iyidir.
Saltanatlar bile böyle kulluğa kurban olsun! Şehzadeler yüzlerce korkuyla yüzlerce
çekinmeyle sırlarını kinaye yollu hafif, hafif birbirlerine söylüyorlardı. Sırlara
Allah’dan başka mahrem yoktur. Ah’a ancak gökyüzü hemdemdir. Birbirlerine bir şey
bildirirken aralarında kendilerine ait ıstılahlar vardı. Alelade halk da bu kuşdilinin bir
kısmını bellemiştir de şatafatlar satmışlar, ululuklar etmeye kalkışmışlardır.
Fakat onların sözü kuşların seslerinin suretinden ibarettir. Ham kişi kuşların
ahvalinden gafildir. Nerede bir Süleyman ki kuşdilini anlasın. Şeytan da saltanat sürer
ama Süleyman değildir ki. Şeytan Süleyman’a benzer tahta oturur, hile bilgisi vardır,
fakat “ Biz ona kuşdilini öğrettik” sırrına mazhar değildir ki. Süleyman, Allah’dan
muştuluklara nail olmuştu da bu yüzden “ Biz ona kuşdili öğrettik” sırrına erişmişti.
Sen “ Min Ledün” kuşlarını görmemişsin. Artık o hava kuşlarına bak da onlardan
anla. Simurgların yeri, Kaf dağıdır. Her haya1 oraya el atamaz. Ancak o birleşmeyi
gören hayal o makamı görür. Gördükten sonra da yine araya ayrılık düşer. Fakat işi
tamamıyla kesen ayrılık değildir bu. Bu iş, bu makam her türlü ayrılıktan emindir.
Ruha mensup olan o kalıbın baki kalması için güneş bir an kendisini kardan çeker.
Sen onlardan kendi canın için bir düzenlik ara. Onların sözlerinden ıstılah çalmaya
kalkışma. Zeliha’ da çörekotundan öd ağacına kadar her şeyin adını Yusuf takmıştı.
Onun adını gizli bir surette yazmış, mahremlerine o sırrı bildirmişti. Mum ateşten
yumuşadı dese bu söz, o sevili bize alıştı, sevdalandı demekti. Ay doğdu, bakın dese
yahut söğüt ağacı yeşerdi diye bir söz söylese.
Yapraklar ne güzel oynamakta çörekotu ne hoş yapıyor. Gül bülbülle sırrını söyledi
padişah sevgilisine sır söyledi. Bahtımız ne kutlu yaygıları döşeyin, saka su getirdi
güneş doğdu. Dün gece bir tencere kaynattılar içindekiler güzelce pişti, helmelendi.
Ekmekler tuzsuz felek aksine dönmede. Başım ağrıyor başımın ağrısı geçti gibi bir şey
söylese hep başka şey kastederdi.
Birini övse onu över birinden şikayetlense onun ayrılığını anlatmış olurdu. Yüz
binlerce ad söylese maksadı, dileği hep Yusuf’tu. Acıkırsa onun adını söylerdi. Tok
olursa onunla duyar, onun kadehinden sarhoş olurdu. Susuzluğu onun adıyla geçerdi.
Batıni şerbeti onun adıydı. Derdi oldu mu onun yüce adıyla derhal derdi yatışırdı.
Hatta kış vakti sevgilisinin adı ona kürk kesilirdi.
Sevda aleminde sevgilisinin adı bu işi işler işte. Aşağılık kişiler de her an o temiz adı
anar ama bu tesir görülmez çünkü onlarda aşk yoktur. İsa onun adıyla mucizeler
yaptı. Ne mucize gördüyse onun adıyla gösterdi. Bir can Hakk’a ulaştı mı onun zikri,
bunun zikridir. Bunun zikri onun zikri. Böyle can kendinden boşalır, sevgilisinin
aşkıyla dolar. Testide ne varsa dışına o sızar.
Gülme vuslat safranının kokusunu verir, ağlama uzaklık soğanının kokusunu.
Halbuki bunların her birinin gönlünde yüzlerce murat var. bu aşk ve sevgi mezhebi
değildir. Gündüze nasıl güneş lazımsa aşka da sevgili lazım. Güneş o yüze nikap
gibidir. Nikapla sevgilinin yüzünü fark edemeyen, güneşe tapar. Ondan el çek. Aşıkın
günü de odur, rızkı da.
Aşıkın günü de odur, rızkı da. Aşıkın gönlü de odur, gönlünün yanışı da. Balıklara
ekmek de sudur su da. Elbise de sudur, ilaç da, uyku da. Aşık çocuğa benzer.
Mememden süt emer durur. O iki alemde de sütten başka bir şey bilmez. Fakat şu da
var ki çocuk sütü hem bilir, hem bilmez. Bu tarafta tedbirin yeri yoktur. Bu define
bildiren kitap, açanı da açılanı da bulsun, define sahibi de defineye de nail olsun diye
ruhu hayretlere düşürmüştür.
Ruh bu yürüyüşte hayran olmaz. Hayret şöyle dursun defineyi bi bildiren kitabı elde
eden ruh deniz kesilir sel ve ırmak değil. Bulduğunu buldu mu kendisi kaybolur. Bir
sel gibi denize gark olur gider. Tohum yok oldu da ondan sonra bitti, incir haline geldi.
"“Ben de sen ölmeyince altın vermedim ya” sözü budur işte.
Büyük kardeşleri dedi ki: Kardeşlerim beklemeden canım ağzıma geldi. artık bir
şeye aldırış etmiyorum sabrım kalmadı. Bu sabır beni adeta ateşe attı. Sabretmeden
takatim tak oldu. Başıma gelen şey aşıklara ibret kesildi. Ayrılık yüzünden canıma
doydum. Ayrılıkta yaşamak münafıklıktır. Ayrılığın derdi, niceye bir beni öldürecek
kes başımı da aşk, bana bir baş bağışlasın.
Dinim aşkla yaşamaktır. Bu canla bu başla diri kalmak bunlarla yaşamak benim için
ayıptır, ardır. Kılıç aşıkın canından tozu toprağı iler süpürür. Çünkü kılıç, suçları
kökünden mahveder. Ey güzel ömürlerdir” Hayatım ölümümdendir”diye aşıkının
davulunu dövüp durmaktayım. Beden tozu kalktı mı ayım parlar. Can ayım saf bir
hava bulur. Can su kuşu olduğunu dava etmede. Artık bela tufanından feryat eder mi
hiç?
Gemi parçalanmış kaza ne gam? Onun gemisi suya ayak basıvermektir. Canım ve
bedenim bu dava ile dirildi. Artık ben bu davadan nasıl vazgeçer, nasıl sukut
edebilirim? Rüya görürüm ama uykuda değil. Dava edip duruyorum ama yalancı
değilim. Yüz kere kellemi kessen mum gibiyim ben. Daha ziyade aydınlanır, etrafı
daha aydınlık bir hale getiririm. Ateş önden arttan bütün harmanı sarsa gece
yolcularına ayın harmanı kafidir.
Yusuf’u kardeşlerinin hilesi Yakub peygamberden gizledi. Onu hileyle gizlediler.
Fakat gömlek nihayet gammazlıkta bulundu. İki küçük kardeşi büyük kardeşlerine
öğütlerde bulundular. Dediler ki. Düşeceğin tehlikelerden bihaber olma. Kendine gel,
yaralarımıza tuz ekme. Babayiğitlik taslayıp yahut şüpheye düşüp bu zehri içmeye
kalkışma. Her şeyden haberdar olan bir şeyin tedbirine uymadıkça kalb gözün açık
olmadığı halde nasıl yol gidebilirsin? Vay o kuşa ki kanadı bitmeden yücelere uçmaya
kalkışır da tehlikeye düşer. İnsana kol kanat akıldır. Adamın aklı olmazsa kendisine
başka bir aklı kılavuz etmesi gerektir. Ya üstün ol ya üstünlüğü ara.
Ya görüş sahibi ol yahut bir görüş sahibi ara. Akıl anahtarı olmaksızın bu kapıyı
açmaya kalkışmak beyhudedir doğru değildir açılmaz. Heva ve heves yüzünden bütün
bir alemi tuzağa tutulmuş gör. İlaç rengindeki yaralara karmış bil. Yılan ölüm gibi
göğsünün üstüne dayanıp ayağa kalkmış ağzına da kuş avlamak için büyük bir yaprak
almıştır.
Otlar arasında o da bir ot gibi boy vermiştir. Kuş onu bir dal sanır yemek için
yaprağın üstüne oturdu mu yılanın ve ölümün ağzına düşer. Bir timsah ağzını açar
dişlerinin çevresinde uzun, uzun kurtlar vardır. Yediğinin artığından dişlerinin
arasında kalanlar kurtlanır. Dişlerinin çevresinde kurtlar peydahlanır. Kuşcağızlar
kurtları o rızkı görüp o tabutu otlak sanırlar.
Ağzı ansızın kuşlarla doldu mu derhal nefesini çeker ağzını kapar. Bu ekmeklerle
azıklarla dolu olan alemi o timsahın açılmış ağzı bil ey rızık kazanan kurt ve yeme
derdine düşüp zaman timsahının hilesinden emin olma. Tilki toprağın altına yayılır
toprağın üstünde de hileli tohumlar vardır. Nihayet bir karga gaflette bulunur oraya
gelir konar. O hilebaz da derhal onun ayağını yakalıyı verir.
Hayvanlar da yüz binlerce hile varken artık hayvanlardan daha üstün olanda ne
hileler bulunur? Zeynel-abidin gibi elinde bir Kuran, fakat yeninde kahredici bir
hançer! Sana gelerek efendim der. Fakat gönlümde büyülerle hilelerle dolu bir Babil
var. öldürücü zehrin görünüşü baldır süttür. Kendine gel de haberdar bir pirin sohbeti
olmadıkça yürüme. Heva ve heves lezzetlerinin hepsi hiledir, riyadır.
Her lezzet...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 2 [3]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes