> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mevlana Kitaplığı > Mesneviden Hikayeler VI
Sayfa: [1] 2 3   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mesneviden Hikayeler VI  (Okunma Sayısı 8451 defa)
29 Ocak 2010, 13:10:45
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 29 Ocak 2010, 13:10:45 »



Mesnevi´den Hikayeler- VI

DAVET
HİNTLİ KÖLENİN AŞKI
EYAZ´IN AKLI
ÇAYIRLIKTAKİ KUŞ
SEVGİLİNİN SÖZÜ
ÖLMEDEN ÖNCE ÖLMEK
AŞURE GÜNÜ
SAHUR DAVULU
HZ.BİLAL AŞKI
HİLAL´İN HASTALIĞI
KOCAKARI HİKAYESİ
AYIPLARI ÖRTEN HEKİM
DEFİNE YIKIK YERDEDİR
ZAMAN YAPRAKLARINDAKİ GİZ
KAZANMADAN RIZK DİLEYEN YOKSUL
HASAN-I HARKANİYE´YE AİT HİKAYE
ÜÇ YOLCU
TİRMİZ PADİŞAHI
FARE İLE KURBAĞA
SULTAN MAHMUT
ÖLÜ;YAŞADIĞI HALDE ÖLEN KİŞİDİR
ADIN ÖMER İSE
BEY´İN GÜZEL ATI
PADİŞAHIN ÜÇ OĞLU


DAVET


Ey gönüllerin hayatı Hüsameddin, nice zamandır altıncı cildin yazılmasını meyledip
durmaktasın. Husami-name, senin gibi bilgisi çok bir erin çekişiyle dünyayı dönüp
dolaşmada. Ey manevi er, Mesnevinin son cildi olan altıncı cildi de sana armağan
sunmaktayım.
Bu altı ciltle cihete nur saç da çevresini dolanmayan dolansın. Aşkın beşle altıyla işi
yoktur. Onun maksadı, ancak sevgilinin kendisini çekmesidir. Belki bundan sonra bir
izin gelir de söylenmesi lazım olan sırlar söylenir.
Bu ince ve gizli kinayelerden daha açık, daha anlayışlı bir tarzda anlatılır. Sır, ancak
sırrı bilenle eşittir. Sır, onu inkar eden kişinin kulağına söylenmez. Fakat Allahdan
davet etme emri gelince artık halkın kabul edip etmemesiyle ne işimiz var?
Nuh, tam dokuz yüz yıl kavmini davet edip durdu. Her an da kavminin inkarı arttı.
Fakat söylemeden vazgeçti mi? Hiç sükut mağarasına çekilmeye kalkıştı mı?
Köpeklerin havlaması ile kervan, hiç yolundan kalır mı? Ay ışığı olan gecede
dolunay, köpeklerin havlaması ile yürüyüşünü ağırlaştırır mı, dedi. Ay, ışığını saçar,
köpek de havlar durur. Herkes, yaradılışına göre bir hizmette bulunur. Takdir herkese
bir hizmet vermiş, herkesi bir işe layık görüp iptilaya salmıştır.
Ay der ki: Köpek, o pis sesini bırakmıyorsa ben ayım, gidişimi nasıl bırakırım ki?
Sirke, sirkeliğini artırdıkça şekerin artması gerek. Kahır, sirkedir, lütuf da bala benzer.
Sirkengübinin temeli bu ikisidir. Bal, sirkeden az oldu mu sirkengübin iyi olmaz.
Nuh’un kavmi de, ona sirke döküp duruyorlardı, fakat Allahnın lütuf ve ihsan denizi
ona daha fazla şeker dökmekteydi. Onun şekerine cömertlik denizinden yardım
edilmekte idi de o yüzden alem halkının sirkesinden fazlaydı onun şekeri.
Tek bir kişi ama bine bedel... Kimdir o? Allah velisi. Hatta o yüce Allah kulu, yüzlerce
zamanın tek eridir. Denize bir yol bulmuş olan küpün önünde ırmaklar bile diz çöker.
Hele şu deniz yok mu? Bütün denizler, bu örmekleri, bu sözleri duyunca ulu bir ad,
küçücük, ehemmiyetsiz bir ada eş oldu diye utançlarından ağızları acılaşır.
Bu dünyanın o dünya ile birleşmesinden bu dünya, utanır, ortadan kalkar. Bu söz
dardır, derecesi pek aşağıdır. Yoksa bayağı bir şeyin hasın hası ile ne münasebeti var?
Kuzgun, bağında kuzgunca bağırır. Fakat bülbül, bunu duyup sesini azaltır mı? Bu
“Allah dilediğini yapar” pazarında her ikisi için de ayrı alıcı var.
Dikenliğin gıdası ateştir; sarhoş dimağının gıdası da gül kokusu. Bir leş, bizce
kötüdür, pistir ama domuzla köpeğe şekerdir helvadır. Pisler, şu pisliklerini yapa
dursunlar, sular da pisleri arıtmaya savaşır. Yılanlar zehir saçar, acılar bizi perişan
eder ama, bal arıları dağlarda, kovanlarda, ağaçlarda baldan şeker ambarları
doldurur. Zehirler tesirlerini yapıp dururlar ama panzehirler de hemen o tesirleri
gideriverir.
Şu aleme baksan görürsün ki baştanbaşa savaştan ibarettir. Zerre, zerreyle adeta
dinin kafirlerle savaşması gibi savaşır durur. Bir zerre sola doğru uçmaktadır, öbürü
sağa doğru gidip arayacağını aramada. Bir zerre yücelere çıkmada, öbürü baş aşağı
düşmede. Şöyle durur gibi görünürler ama onların savaşını bu durgunluk aleminde
gör. Onların fiili savaşları gizli savaşlarından ileri gelmededir. Bu aykırılığı gör de o
aykırılığı anla.
Fakat güneşte mahvolan zerrenin savaşı, vasıftan hesaptan dışarıdır. Zerrenin
kendiside, nefesi de mahvoldu mu artık onun savaşı, ancak güneşin savaşıdır. Onun
kendiliğinden hareketi de kalmamıştır, duruşu da. Neden? “Biz Allah’a dönenleriz”
sırrından. Biz kendimizden geçip senin denizine döndük. Asıldan süt içtik, geliştik. Ey
gulyabaniye aldanıp yolun fer-i lerine dalan, ey usulsüz kişi asıllardan az bahset.
Bizim savaşımızda hakikatte bizden değildir, sulhumuz da. Her halimiz Allahnın iki
parmağı arasındadır. Tabiat, iş ve söz bakımından cüzüler arasındaki savaş, pek
korkunç bir savaştır. Fakat bu alem, şu savaşla durmadadır. Unsurlara bak da anla.
Dört unsur dört kuvvetli direttir. Dünyanın tavanı onlarla düz durmada. Her direk,
öbürünü kırar. Su direği ateş direğini yıkar. Halkın yapısı zıtlar üstüne kurulmuş.
Hasılı biz, zarar bakımından da savaştayız, fayda bakımından da. Ahvalin, birbirine
aykırı. Tesir dolayısıyla her biri öbürüne zıt. Her an kendi yolumu vurup durmadayım,
artık başkasına nasıl bir çare bulabilirim?
Bana gelen hal askerlerinin dalgalarına bak; her biri, öbürüyle savaşmada, her biri,
öbürüne kin gütmede. Kendindeki şu müthiş savaşa bak. Başkalarının savaşı ile ne
meşgul olup durursun? Meğer ki Allah, seni bu savaştan çeke de sulh aleminde bir tek
renge boyanasın. O alem, ancak bakidir, mamurdur, başka türlü olmasına imkan yok.
Çünkü terkibi, zıt olan şeylerden değil.
Bu yok olma, bitme, zıttın zıddını yok etmesinden ileri gelir. Zıt olmadı mı
ebedilikten başka bir şey olamaz. O eşsiz, örneksiz Allah, cennetten zıddı giderdi.
Orada güneş de yoktur, zıddı olan zemheri de. Renklerin asılları, renksizliktir...
Savaşların aslı barışlardır. Bu gamlarla dolu olan bucağın aslı, o alemdir. Her ayrılığın
aslı, buluşmadır.
Hocam, neden biz bu ayrılılar içindeyiz? Neden birlik bu sayıları doğuruyor? Çünkü
biz fer’iz, bu birbirine zıt olan dört asıl, fer’ide kendi huyunu işliyor. Halbuki can
cevheri, ayrılıkların ötesinden. Onun huyu bu değil, onun huyu, ulu Allahnın huyu.
Savaşlara bak. O savaşlar, barışların asılları. Allah uğrunda savaşan Peygamber gibi
hani. O, iki cihanda da üstündür. Bu üstünü dil anlatmaz ki.
Irmak suyunu tamamı ile içmenin imkanı yok. Yok ama susuzluğu giderecek kadar
içmenin de imkanı yok. Mana denizine susamışsan Mesnevi adasından o denize bir ark
aç. O arkı o derece aç ki her an Mesneviyi, ancak ve ancak mana denizi göresin.
Yel derenin üzerindeki saman çöplerini temizledi mi su, tek renkliliğini meydana
çıkarır. Sen Mesnevide ter-ü taze mercan dallarını gör, can suyundan bitmiş meyveleri
seyret. Söz, harften, sesten ve soluktan ayrıldı mı hepsini bırakır, deniz kesilir. Harfi
söyleyen de, duyan da, hatta harfler de, bu üçü de sonunda can olur.
Ekmek veren, ekmek alan ve pak ekmek suretlerden kurtulur, toprak olur. Fakat
manaları, yine birbirinden ayrı olarak ve daimi bir surette üç makamdadır. Suret
toprak olur ama mana olmaz. Kim, olur derse de ki: Hayır buna imkan yok.
Ruh aleminde gah suretten kaçarak, gah surete bürünerek üçü de beklerler.
Suretlere gidin diye emir gelir, giderler. Yine onun emri ile suretlerden ayrılırlar.
Hasılı “Halk da onundur, emir de” sırrını bil. Halk, surettir, emir de o surete binen can.
binek de padişahın buyruğundadır, binen de, cisim kapıdadır, can huzurda. Su testiye
dolmak istedi mi padişah, can askerine binin diye emreder. Sonra yine canları
yücelere çekmek diledi mi padişah nakiplerinden ses gelir: İnin! Bundan öte söz
inceldi. Ateşi azalt, odunu çok atma. Atma da küçücük çömlek kaynamasın. Anlayış
çömlekleri pek küçük ve pek yufka.
Noksandan münezzeh Allah, bir elmalık meydana getirmede, onları ağaçlara,
yapraklara benzeyen harfler içinde gizlemede. Bu ses, harf ve dedikodu ağaçlığı
arasında elmadan ancak bir koku alınabilir. Bari sen de bu kokuyu sende aklına iyice
çek, bu kokuyu iyice al da seni kulağından tutup asla kadar götürsün. Nezle
olmamaya, koku almaya bak. Halkın yelinden, nefesinden bedenini ört. Onların
havaları, kış rüzgarlarından da soğuktur. Örtün, bürün de burnuna girmesin. Onlar
cansız donmuş kişilerdir. Nefesleri, karlı dağlardan gelir. Fakat yeryüzü bu karlı
kefene büründü mü durma, hemen Hüsameddin’in güneş kılıcını vur. Derhal doğudan
Allah kılıcını çek, o doğuyla bu tapıyı ısıt.
Güneş, karı hançerledi mi dağlardan ovalardan seller yürür. Çünkü o, ne doğudadır,
ne batıda. Gece gündüz müneccimle savaşır durur. Neden der, benden başka ve yol
göstermeyen yıldızları bayağılık ve körlük yüzünden kıble edindin? Kuran’da o emim
erin “Ben hataları sevmem” sözü hoşuna gitmedi. Ayın önüne geçtin, beline eleğim
sağmadan kulluk kemerini bağladın da o yüzden ayın ikiye bölünüşünden incindin.
“Güneş dürülür” ayetini inkar edersin. Çünkü sence güneş en yüce bir mertebedir.
Havanın değişmesini yıldızların tesirinden bilirsin de “And olsun yıldıza, indiği zaman”
ayetinden hoşlanmazsın.
Ay, ekmekten de tesirli değil ya. Nice ekmek vardır ki adamın can damarını koparır.
Zühre sudan daha tesirli değildir ya. Nice su vardır ki bedeni harap eder. Fakat onun
sevgisi senin canındadır da onun için dostun öğüdü bir kulağından girer, bir
kulağından çıkar. Fakat bil ki senin öğüdünde bize tesir etmez, bizim öğüdümüz de
sana.
Meğer ki göklerin anahtarları elinde olan sevgiliden sana hususi bir anahtar ihsan
edile. Bu söz, yıldıza benzer, aya benzer. Fakat Allah buyruğu olmaksızın tesir etmez.
Bu cihetsiz yıldız, yalnız vahiy arayan kulaklara tesir eder. Cihetten cihetsizlik
alemine gelin de sizi kurdu paralamasın der...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mesneviden Hikayeler VI
« Posted on: 25 Nisan 2024, 08:40:46 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mesneviden Hikayeler VI rüya tabiri,Mesneviden Hikayeler VI mekke canlı, Mesneviden Hikayeler VI kabe canlı yayın, Mesneviden Hikayeler VI Üç boyutlu kuran oku Mesneviden Hikayeler VI kuran ı kerim, Mesneviden Hikayeler VI peygamber kıssaları,Mesneviden Hikayeler VI ilitam ders soruları, Mesneviden Hikayeler VIönlisans arapça,
Logged
29 Ocak 2010, 13:12:20
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 29 Ocak 2010, 13:12:20 »

HİNTLİ KÖLENİN AŞKI
Zengin bir adamın Hintli bir kölesi vardı. Onu beslemiş, büyütmüş, adeta ölüyken
diriltmişti. Bilgi ve edep belletmiş, gönlünde hüner ışığını yakmıştı.
Çocukluğundan beri nazla yetiştirilmiş, o iyilikçi adam, onu lütuf kucağında
büyütmüştü. Bu zengin adamında güzel, gümüş bedenli, yaradılışı ahlakı hoş bir kızı
vardı.
Kız, evlenme çağına girince kızı isteyenler, ona ağır nikah parası vermeye
başladılar. Her ulu adamdan kız istemeye bir görücü geliyordu. Adam, malın sebatı
yoktur, gece gelir, gündüz dağılıverir. Güzelliğin de değeri yoktur. Bir diken yarası ile
renk solup sararıverir. Büyük bir adamın oğlu olmak da bir şey değil. Bu çeşit gençler
mala mülke gururlanır. Nice büyük adamların oğulları vardır ki kötülükte bulunur,
yaptığı kötü iş yüzünden babasına bir ar olur. Hünerli bilgili kişi iyidir ama İblisten
ibret al ona da az tap.
Onun bilgisi vardı ama din aşkı yoktu, bu yüzden Adem’in yalnız topraktan yaratılan
suretini gördü.
Ey emin kişi, bilgi de ne kadar ileri gidersen git onunla gaybı gören gözün açılmaz
ki! Can gözü açık olmayan, sakaldan, sarıktan başka bir şey görmez, adamın ileri
yahut geri oluşunu onu tarif edenden öğrenir.
Ey arif, sen, birsini anlamak için onu bilen, söyleyip tarif eden kişiye müracaat
etmezsin. Çünkü sen, doğmuş, parıl, parıl parlamakta olan bir nursun. Senin takvan,
dinin var, iyi işler işlersin, öyle ki alem onlarla düzelir, kurtuluşa ere.
Kendine öyle temiz ve iyi bir damak seçti ki bütün halkın övündüğü kişiydi o.
Kadınlar onun malı yok, mülkü yok, ululuğu yok, güzel değil, başına buyruk değil
dediler.
Adam dedi ki: Onlar dine, zahitliğe uymuş adamlar. O da yeryüzünde altını olmayan
bir define. Hasılı armağanlar sunuldu, nişan yapıldı, kumaşlar gönderildi, kızın
verileceği ortalığa yayıldı.
Evde küçük bir köle vardı. Bu sıralarda hastalandı, yanıp yakılmaya, eriyip solmaya
başladı. Hummaya tutulmuş bir hasta gibi eriyordu. Hekim, hastalığını anlayamadı.
Akıl diyordu ki: Onun illeti, gönül illeti. Beden ilacı gönlüne tesir etmez ki. Bu sevda
yüzünden köleciğin gönlü yaralıydı ama derdini kimseciklere söyleyemiyordu.
Bir gece zengin adam karısına dedi ki: Kimseye duyurmadan, gizlice onun halini sor
soruştur bakalım. Sen onun anası sayılırsın. Derdini sana açar elbette. Kadın, bu sözü
kulağına koyunca ertesi gün kölenin yanına gitti. Yüzlerce nazla muhabbetle başını
karıştırmaya, saçlarını taramaya başladı. Şefkatli analar gibi onu yumuşattı, nihayet
söyletmeye muvaffak oldu.
Köle dedi ki: Senden bunu mu umardım ben kızını inatçı bir yabancıya veresin. Bizim
efendimizin kızı olsun, biz de ona aşık olalım da o başkasına varsın? Yazık değil mi?
Kadın bu söze öyle kızdı ki onu dövüp damdan aşağıya atmak istedi. O kim oluyor
diyordu, bir kahpenin Hintli bir oğlu. Nasıl oluyor da bir efendinin kızına tamah
ediyor? Fakat bunları içinden söylemekle beraber sabretmek daha doğru deyip
kendini tuttu. Kocasına, dinle şu şaşılacak şeyi dedi.
Biz onu güvenilir bir adam sanıyorduk, umarmıydık böyle bir çalıkuşunun hain
çıkacağını?
Efendi dedi ki: Sabret. Ona de ki: Kızı ona vermez sana veririz. Bu suretle belki
gönlündeki sevdayı çıkarırız. Sen hele bir hoşça bak, ben nasıl onu bu işten
vazgeçiririm? Sen gönlünü hoş tut iyice bil ki kızımız hakikatten de senin eşindir. A
güzel müşteri, evvelce bunu bilmiyorduk, mademki bildik, elbette kızımıza daha
layıksın sen. Ateşimiz kendi mangalımızda; Leyla, bizim Leyla’mız, Mecnunumuzda
sensin, de. İyice bir hayale bir düşünceye düşsün. İyi düşünce insanı semirtir.
İnsan kulağından gelişir, duya duya canlanır. Hayvansa boğazından yemesinden,
içmesinden gelişir.
Kadın, “Böyle bir arlanılacak sözü ağzın nasıl varır da söyler? Onun için böyle bir
abes sözü nasıl geveleyebilirim? Gebersin o şeytan huylu hain” dedi.
Adam, hayır dedi, korkma. Sen böyle söyle de onun hastalığı geçsin, bu lütuf
yüzünden iyileşsin. Ondan sonra sevgilim onun derdini gidermeyi bana bırak sen.
Yalnız o ince eleyip sık dokuyan bir kere iyileşsin.
Kadın o hasta köleye böyle söyleyince köle ferahladı, öyle kabardı o köle ki adeta
yeryüzüne sığamaz oldu. Semirdi, gelişti, benzine kan geldi, kırmızı güle döndü,
binlerce şükürler etti. Bazen de hanımcığım diyordu sakın bu bir düzen olmasın!
Efendi, Ferec’i evlendiriyorum diye davet yaptı, eşini dostunu çağırdı. Gelenler de
“Ferec, kutlu olsun” diye onu kandırmaktaydılar. Ferec, bu sözleri duyunca artık kızı
alacağına iyice inandı. Büsbütün iyileşti, hastalığı kökünden geçti gitti. Ondan sonra
gerdek gecesi bir oğlanı kadın kılığına soktular. Elini, bileğini gelinler gibi kınaladılar.
Adeta ona tavuk gösterip horoz verdiler.
Başını bağladılar, gelinler gibi elbiseler giydirdiler, gürbüz oğlanı kadın kıyafetine
sokup koyverdiler. Efendi halvet zamanı derhal mumu üfledi. Hintli köle öyle güçlü
kuvvetli bir oğlanla yalnız kaldı. Oğlan, köleye saldırınca Hintlicik, feryada başladı
ama dışarıdaki def gürültüsünden sesini kimse duymuyordu ki.
Def çalması, el çırpması, kadın ve erkeğin naraları, onun sesini boğuyordu. Oğlan,
sabaha kadar o Hintli köleceğizi berbat edip durdu. Köle, adeta köpeğin önündeki un
torbasına döndü. Sabahleyin tas ve büyük bir bohça getirdiler. Ferec damatlar gibi
güvey hamamına gitti. Gitti ama bitkin bir haldeydi. Ardı, külahçıların yırtık
peştamalına dönmüştü.
Zavallı hamamdan dönünce efendinin kızı, gelin gibi odaya geçip oturdu. Anası, köle
kızı gündüzün sınamaya kalkmasın diye oracıkta beklemekteydi.
Köle, bir müddet kinle kıza baktı da sonra ellerini on parmağını da ona doğru
sallayıp dedi ki: Dilerim kimse seninle buluşmasın, senin gibi kötü ve pis bir geline
düşmesin. Gündüzün yüzün, kadınlar gibi ter-ü taze, geceleyin çirkin aletin, eşek
aletinden beter.
İşte bu alemin bütün nimetleri, uzaktan pek hoştur ama yaklaştı mı sınamadan
ibarettir. Uzaktan su görünür yanına vardın mı görürsün ki serapmış. O kokmuş bir
kocakarıdır ama çok cilvelidir, kendisini yeni bir gelin gibi gösterir.
Sakın onun yüzündeki boyaya aldanma; aman, onun zehirle karışık şerbetini
tatmaya kalkışma.
Sabret, sabır sıkıntının anahtarıdır; sabret de Ferec gibi yüzlerce zahmete mihnete
düşme. Tanesi meydandadır da tuzağı gizlidir. Önce onun sana nimet verişi hoş
görünür ama sonu öyle değil.
Ona ulaştın mı eyvahlar olsun sana. Nedamete düşer, ne kadar zarı zarı ağlarsın.
Fakat beylik, vezirlik ve padişahlık adı, hakikatte ölümdür, derttir, can vermedir.
Kul ol da yeryüzünde at gibi yürü. Cenaze gibi kimsenin boynuna binme. Allah
nimetine küfranda bulunan, ister ki herkes, kendisini yüklesin de ölüyü mezara
götürür gibi götürsünler. Rüyada kimi tabuta binmiş, görülüyor görürsen yüce
mertebeli büyük mevkili bir adam olur.
Çünkü o tabut halkın boynuna bir yüktür. Bu büyükler de halkın boynuna yük
koyarlar, yük olurlar. Yükünü herkese yükleme, kendine yükle. Baş olmayı az iste
yoksulluk daha iyidir. Halkın boynuna binme de ayaklarına nikris illeti gelmesin.
Sonunda iki elinle bu biniciliğin alnını karışlarsın, fakat şimdi bir şehre
benzemedesin. Şehre benziyorsun ama hakikatte bir yıkık köysün sen! Şimdi bir şehir
görünürken varlığından bez de pılını pırtını yıkık yerde çözme. Şimdi yüzlerce bağa,
bahçeye sahipken vazgeç varlıktan da aciz ve yıkık yere tapar bir hale gelmeyesin.
Peygamber Allahdan cenneti istiyorsan kimseden bir şey isteme. Kimseden bir şey
istemezsen ben kefilim, cennete de girersin, Allah’a da ulaşırsın dedi.
Bunu duyan sahabe de şu kefillik yüzünden öyle ayarı tam bir hale geldi ki bir gün
ata binmiş, bir yere gidiyordu. Elinden kamçısı düştü. Attan inip kendisi aldı,
kimseden istemedi. Çünkü Allah, bir şey verdi mi iyidir, kimseye kötü bir şey vermez.
O, bilir ve adamın dileğini insan istemeden verir.
Fakat Allah emri ile dilersen caizdir. Çünkü o çeşit istek, peygamberlerin yoludur.
Sevgili emredince kötü kalmaz. Küfür onun için olursa iman kesilir. Onun emri ile olan
kötülük, bütün alem iyiliklerinden üstündür.
Sedefin kabuğu paralanırsa ilenme, onda yüz binlerce inci vardır. Bu sözün sonu
gelmez, dön de padişaha gel. Doğan kuşuna benze. Halis altın gibi dükkana çık da
ilenmeden kınanmadan kurtul. Bir suret, gönle girdi mi insan, sonunda nedamete
düşer, o suretten bezer. Sonunda herkes, kapıldığı suretten tövbe eder, fakat yine
unutuş gelir, onu o yana çeker. Pervane gibi uzaktan o ateşi nur görür, yükünü o
tarafa çeker. Fakat geldi mi kanadı yanıp kaçar. Kaçar ama çocuklar gibi yine gelir,
yaraya tuz eker.
Yine zanna tamaha düşer, derhal kendisini o ateşe atar. Yine yanar, sıçrar. Fakat
yine gönlündeki hırs, kendisine yandığını unutturur, sarhoş eder.
Hintli köle gibi bezdi de o işten vazgeçti mi işte o zaman yanmaktan kurtulur. Ey
geceleri aydınlatan ay gibi yüzü parlak güzel, ey konuşup görüşmesine aldananı
yakan yalancı, der.
Fakat yine tövbe ve sızlanma, hatırından çıkar. Çünkü Allah, yalancıların düzenini
zayıf bir hale getirir, bozar gider. Onlar savaş ateşini yaktılar mı Allah, onların ateşini
tamamı ile söndürür.
İnsan azmeder der ki: Gönül, orada durma. Fakat yine unutur, çünkü azim ehli
değildir ki. Doğruluk tohumunu ekmemiş olduğundan Allah, ona o unutkanlığı verir.
Gönül çakmağını çakmak ister ama Allah, o kıvılcımı söndürüverir.
Bir adam, geceleyin bir ayak pıtırtısı işitti. Mumu yakmak için çakmağı kavradı.
Hırsız gelip adamın önüne oturdu...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 13:13:41
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 29 Ocak 2010, 13:13:41 »

ÇAYIRLIKTAKİ KUŞ
Bir kuş, çayırlığa gitti. Orada da av için bir tuzak vardı. Avcı yere birkaç tane saçmış,
kendisi de orada pusuya sinmişti. Biçare avı yakalamak için kendisine yaprakları otları
sarmıştı.
Bir kuşcağız onu tanımayıp geldi, adamın etrafında dönüp dolaştı. Sen kimsin ki
dedi, böyle yeşiller giyinmişsin bu vahşi hayvanlar içinde ovada oturup duruyorsun.
Adam, bir zahidim dedi, dünyadan elimi ayağımı çektim, burada otlarla kanaat edip
gidiyorum. Zahitliği kendime yol yordam yaptım. Çünkü ecelimi önümde
görmekteyim. Komşumun ölümü bana, vaiz edici yeter. Bu öğüt, benim kazancımı
dükkanımı yıktı mahvetti. Sonunda mademki yapayalnız kalacağım, her kadınla, her
erkekle düşüp kalkmaya alışmamak lazım.
Mademki sonunda mezara yüz tutacağım tek Allah’a alışmam daha iyi. Güzelim,
sonunda değil mi ki çenemiz bağlanacak, çenemi az oynatmam daha doğru.
Ey altın sırmalı esvaplar giymeye, altın kemerler takınmaya alışmış adam, nihayet
sana da bir dikilmemiş elbisedir giydirilecek. Yüzümüzü toprağa tutalım, ondan bittik,
geliştik. Neden gönlümüzü vefasızlara verelim?
Bizim atalarımız akrabalarımız, eskiden beri dört tabiattır. Öyle olduğu halde biz,
eğreti akrabalara tamah ettik. Yıllardır insanın cismi, unsurlarla görüşmede,
konuşmada.
Ruhu da, nefislerle akılardan ama ruh, kendi asılarını unutmuş. O tertemiz nefislerle
akıllardan, cana her an ey vefasız diye mektup gelmede. Beş günlük dostları buldun
da eski dostlardan yüz çevirdin. Çocuklar oyundan hoşlanırlar ama, geceleyin onları
çeke çeke evlerine götürürler.
Küçük çocuk oyuna başlarken soyunur, hırkasını küllahını, ayakkabısını çıkarır atar.
Hırsız da gelip ansızın onları kapıverir. Çocuk, oyuna öyle bir dalar ki külahı, gömleği
aklına bile gelmez. Gece gelir çatar bir türlü oyunu bırakamaz. Eve bir türlü yüz
çeviremez.
Duymadın mı, “Dünya ancak bir oyundan ibarettir” denmiştir. Sense oyuna daldın,
elbiseni yele verdin, şimdi korkuya düştün. Gece gelmeden elbiseni ara, gündüzü
dedikoduyla zayi etme.
Hasılı ben o ovada kendime halvet bir yer seçtim, halkı elbise hırsızı gördüm. Ömrün
yarısı, sevgili isteğiyle geçti, yarısı düşmanların derdiyle. O, cüppeyi aldı götürdü bu,
külahı. Biz de küçücük çocuklar gibi oyuna daldık; derken ecel gecesi yaklaştı. Artık
bırak şu oyunu, yeter dönme oyuna gayrı. Tövbe atına binde hırsıza yetiş, hırsızdan
elbiselerini al, geri dön.
Tövbe atı acayip bir attır. Bir anda şu aşağılık alemden ta göğün üstüne kadar
sıçrayıp çıkar. Fakat atını da hırsızdan gözet ha. Biliyorsun ya o gizlice elbiseni çaldı.
Aman şu atını gözet de hırsız çalmasın.
Birisinin bir koçu vardı. Boynuna bir ip bağlamış, ardından çekip götürüyordu. Bir
hırsız geldi, ipini kesip koçu götürdü. Adam haberdar olunca koçu nereye götürdü diye
sağa sola koşmaya başladı. Hırsızın bir kuyu başında eyvahlar olsun diye
feryadetmekte olduğunu gördü.
Dedi ki: Üstat, neden feryat ediyorsun? Hırsız, kuyuya altın torbam düştü.
Çıkarabilirsen sana gönül hoşluğu ile beşte birini veririm. Yüz altının beşte birine
sahip olursun dedi. Bu tam on koçun değeri.
Bir kapı kapandı ise on kapı açıldı. Bir koç gittiyse Allah, ona karşılık bir deve ihsan
etti deyip ; elbisesini çıkarttı, kuyuya indi. Hırsız da derhal elbiselerini alıp kaçtı.
Yolu köye çıkaracak bir tedbir gerek. Yoksa insana tamah tohumunu getiren tedbire
tedbir demezler. Tamah huyu fitneden ibaret bir hırsızdır ama hayal gibi her an bir
surete bürünür.
Onun hilesini Allahdan da başka kimse bilmez. Allah’a kaç da o alçaktan kurtul!
Kuş dedi ki: Azizim, halvette oturma. Ahmed’in dininde rahiplik iyi değildir.
peygamber, rahipliği neyhetti. Sen, nasıl oldu da böyle bidate kapıldın.
Cuma namazını kılmak, namazı cemaatle eda etmek, halka iyilik yapmalarını, Allah
buyruklarını tutmalarını emretmek, kötülükte bulunmaktan çekinmek lazım. Kötü
huyluların zahmetlerini çekip sabretmek, bulut gibi halka menfaatli olmak gerek.
“İnsanların hayırlısı halka faydalı olanıdır” babacığım. Taş değilsen taşla toprakla
işin ne? Acınmış, Allah rahmetine erişmiş ümmetin arasında ol. Ahmed’in sünnetini
bırakma, ona mahkum et kendini.
Adam dedi ki: Aklı tam olmayan, akıllı kişinin yanında taşa kerpice benzer. Ekmek
isteğine düşen, eşekten farksızdır. Onunla konuşup görüşmek rahipliğin ta kendisidir.
Çünkü Haktan başka ne varsa hepsi mahvolur gider. Her gelecek, bir müddet sonra
gelir, olacak olur. Adam olmayan kişinin hükmü de. Kıblesine benzer. O ölüyü arayıp
durur, var onu da ölü say sen.
Böyle adamlarla düşüp kalkan da rahiptir. Çünkü düşüp kalktığı adamlar, taştan,
kerpiçten başka bir şey değildir. Hatta onlar taştan, kerpiçten de beterdir. Çünkü taş
ve kerpiç, kimsenin yolunu vurmaz. Halbuki bu kerpiçlerden insana yüz binlerce zarar
gelir.
Kuş, iyi ama dedi, asıl savaş, yolda böyle yol vuranlar olunca savaştır. Aslan gibi
olan er, halkı korumak, onlara yardım etmek ve düşmanla savaşmak için emin
olmayan yola gelir. Erlik, yolcu düşmanla çatıştığı zaman meydana çıkar.
Peygamber, kılıçla gönderildi, ümmeti de saflar yaran er bir ümmettir. Bizim dinimiz
de iş savaştır. İsa dininde mağaraya, dağa çekilip ibadette.
Adam dedi ki: Evet ama insanda güç kuvvet varsa, kötülüklere karşı durabilirse.
Kuvvet olmayınca çekinmek daha doğru. Takatin yetmeyeceği şeyden kaçmak daha
yerinde bir iş.
Kuş, işe sarılmak için dedi, yüreğin doğru olması gerek. Yoksa insanın dostu eksik
olmaz. Sen dost ol da sayısız dost gör. Fakat dost olmazsan dostsuz, yardımsız kala
kalırsın. Şeytan kurttur, sen de Yusuf’a benzersin. Ey temiz er, sakın Yakup’un eteğini
bırakma. Kurt, çok defa sürüden bir kuzu, yalnız başına bir yol tutup ayrıldı mı onu
kapar,yer.
Sünneti ve topluluğu bırakan kişi, yırtıcı hayvanlarla dopdolu olan böyle bir yerde
kendi kanını dökmez de ne yapar? Sünnet yoldur, topluluk da yoldaşa benzer. Yolsuz
yoldaşsız oldun mu bu daracık yerde helak oldun gitti.
Akla düşman olan yoldaş, yoldaş değildir. o, bir fırsat arar ki elbiseni alıp götürsün.
Seninle beraber gider, gider ama bir aşılmaz bele, boğaza gelsin de varını yoğunu
yağma etsin diye. Yahut o yoldaş dediğin kimse görünüşte cesurdur fakat hakikatte
korkak. Bu sarp iş başa düştü mü dönmek için sana ders vermeye kalkışır.
Korkaklığından dostunu da korkutur. Böyle yoldaşı düşman bil, dost değil.
Bu yol, insanın canı ile başı ile oynayacağı yoldur. Her meşelikte, her sazlıkta yufka
yüreklileri geriye çevirecek bir afet vardır. Din yolu, her puşt tabiatlının gideceği yol
değildir. bu yüzden de tehlikelerle doludur.
Yoldaki bu korku, unu kepekten ayıran elek gibi insanların da yüreklilerini
yüreksizlerinden ayırt eder. Yol, nasıl yoldur? Gidenlerin ayak izleri ile dopdolu bir
yol. Dost nasıl dosttur? Rey ve tedbir bakımından merdivene benzeyen, seni aklı ile
her an irşat edip yücelten dost.
Tutalım ki ihtiyatlısın da seni kurt kapmadı. İyi ama topluluk olmadıkça o neşeyi
bulamazsın ki. Yalnız olarak bir yolda neşeli neşeli giden kişinin neşesi, dostlarla,
yoldaşlarla giderse birken yüz olur. Eşek ağır canlı olduğu halde eşeğiyle dostu ile
giderse neşelenir kuvvet bulur.
Kervendan ayrılıp yol almaya kalkışan eşeğe o yol, yüz kere daha uzar, o derece
yorulur. O çölü yalnız olarak aşıncaya kadar kaç sopa fazla yer, kaç kere fazla
nodullanır.
O eşek sana der ki: Eşek değilsen yola böyle yalnız düşme. Sen de bu öğüdü iyi
dinle. Yolu gözeterek tenhaca ve güzel güzel giden şüphe yok ki dostlarla daha güzel
gider.
Her peygamber bu düz yolda mucize gösterdi, yoldaşları aradı. Duvarların yardımı
olmasa evler, ambarlar nereden meydana gelirdi? Her duvar birbirinden ayrı olsa
tavan, havada nasıl olur da direksiz dayanaksız durur. Katibin, kalemin yardımı
olmasa kağıt üstüne yazı yazılır, sayı mı dökülür?
Bir kişi kamışları yere döşese, fakat örüp hasır yapmasa nasıl durur? Bir yel geldi mi
alır, uçuruverir. Allah, her cins eş yarattı, sonuçlarda topluluktan meydana geldi.
Hasılı dam söyledi kuş söyledi... bahisleri uzadı gitti.
Mesneviyi kısa gönlün istediği bir şekilde düz. Macerayı özlü ve kısa anlat. Ondan
sonra kuş dedi ki: Bu buğdaylar kimin? Adam, vasisi olmayan bir yetimin emaneti.
Beni emin bildikleri için emanet ettiler, yetim malı dedi.
Kuş dedi ki: Ben pek açım. Şu anda bana leş bile helal. Müsaade ette ey emniyetli,
zahit ve muhterem zat, şu buğdaydan yiyeyim. Adam, zaruret hakkında fetva veren
de sensin. Fakat zaruretin, ihtiyacın yok da yersen suçlu olursun. Hatta zaruretin
varsa bile çekinmek daha iyi. Fakat mademki yiyeceksin, parasını ver bari dedi.
Kuş, o anda tamamı ile kendisinden geçmişti. Atı, yularını elinden almıştı.
Buğdayları yedi ama tuzakta kala kaldı. Nice Yasin okudu,nice En’am okudu. Aciz
kaldıktan sonra ister acıklan ister ah et. Bu kara duman, o hale düşmeden gerekti.
Hırs ve heves, insanı harekete getirdi mi o zaman ey feryadıma yetişen medet de.
Çünkü bu feryat, Basra harap olmadan edilen feryattır. Belki bu sınıklık yüzünden
Basra kurtulur.
Ey ağlayan dövünen, bana Basra ile Musul yıkılmadan ağla dövün! Ölümden evvel
feryat et, başına topraklar saç. Ölümden sonraysa ağlama, dayan. Ben felakete
düşmeden, helak olmadan ağla bana, felaket tufanından sonraysa ağlamayı bırak.
Şeytan yolunu vurmadan Yasin okumak gerek. Kervan vurulup kırılmadan hayvan
döv de yol alsın ey kervancı.
Bir kervan muhafızı uyunmuştu. Hırsız gelip kervanı ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 13:14:47
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 29 Ocak 2010, 13:14:47 »

ÖLMEDEN ÖNCE ÖLMEK
Bir haylidir can çekiştin ama hala perde arkasındasın. Çünkü bir türlü ölemedin;
halbuki ölüm, asıldı. Ölmedikçe can çekişmen, sona ermez. Merdiven
tamamlanmadıkça dama çıkamazsın.
Yüz ayak merdivenin iki ayağı noksan olsa dama çıkmak isteyen çıkamaz, dama
namahrem kesilir. Yüz kulaç ipin bir kulacı eksik olsa kovaya kuyu suyunun dolmasına
imkan yoktur.
Bu gemi, yükünden artık olan son batmanı da yüklemezse batmaz beyim. Son
yüklenen yükü asıl bil, ne iş yaparsa o yapar. Vesvese ve azgınlık gemisini o batırır.
Akıl gemisi battı mı insan, bu gök kubbeye güneş kesilir. Ölmediğin için can çekişmen
uzadı. Ey Tıraz mumu, sabahleyin sön öl. Yıldızlarımız gizlenmedikçe can güneşi, bil ki
gizlidir.
Topuzu kendine vur da benliğini darmadağın et. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış
pamuğa benzer. Ey alçak, bende, benim hareketlerimde gördüğün benlik, senin
benliğinin aksidir. Sen, kendi kendine topuz vurmadasın.
Benim suretimde kendi aksini görmüş kendinle boğazlaşmak için coşmuş,
köpürmüşsün. Hani o aslan da kuyuda kendi aksini görmüştü de düşmanı sanıp
saldırmıştı ya, onun gibi işte.
Yok demek, şüphe yok ki var olanın varlığın zıddıdır. Yok, diyorum, bilmem diyorum,
sen de bu zıtla, zıddı olan varı ve varlığı birazcık anla artık.
Bu zamanda zıddı nefyetmeden başka anlayış çaresi yok ki tuzak olmasın. Ey akıllı
fikirli er, sevgiliyi perdesiz görmek istiyorsan ölümü seç, o perdeyi yırt. Fakat ölür
mezara gidersin hani o ölümü değil. Seni değiştiren nura götüren ölümü seç.
Erkek erkeklik çağına girdi, kendini bildi mi çocukluk, ölür gider; Rum diyarına
mensup olur. Zencilik kalmaz. Toprak altın oldu mu topraklığı kalmaz. Gam ferahlık
haline geldi mi insana keder verme dikeni yok olur gider.
Mustafa bunu için ey sırları arayan, diri olan bir ölü görmek istersen dedi... Diriler
gibi şu toprak üstünde ölü olarak yürüyen, canı göklere yücelmiş, yüceleri yurt
edinmiş birisini görmek dilersen... Ölümden önce bu alemden göçmüş, akılla değil de
ancak sen de ölürsen anlayacağın bir hale gelmiş. Canı, halkın canı gibi göçmemiş, bir
duraktan bir durağa göçe göçe ta son durağa varmış.
Birisini, yeryüzünde bu sıfatlara bürünmüş gezip duran bir ölüyü görmek istersen...
Tertemiz Ebu Bekir’i gör ki o, doğruluğu yüzünden mahşere varmış, haşrolmuş
kişilerin ulusudur.
Bu alemde EbuBekris Sıddıyk’a bak da haşri daha iyi tasdik et.
Muhammed’de elde bulunan, görünüp duran yüzlerce kıyametti. Çünkü o, her
hakikati, çözüp bağlama yokluğunda hal olmuş, hakiki varlığa ulaşmıştı. Ahmet bu
dünyaya ikinci defa doğmuştu. O, apaçık yüzlerce kıyametti. Ondan kıyameti sorup
dururlar ve “Ey kıyamet, kıyamete ne kadar zaman var” derlerdi.
Birisi o hakiki mahşer olan Peygamberden haşri sordu mu çok defa hal diliyle
“Mahşerden haşri soruyor” derdi.
İşte onun için o güzel haberler veren peygamber, ey ulular demiştir, ölmeden önce
ölün! Nitekim ben de ölmeden öldüm de bu sesi, bu şöhreti o taraftan aldım, getirdim.
Kıyamet ol da kıyameti gör. Her şeyi görmenin şartı budur. İster nur olsun, ister
karanlık. O olmadıkça onu tamamı ile bilemezsin.
Akıl oldun mu aklı tamamı ile bilirsin, aşk oldun mu aşkın yanmış, mahvolmuş
fitillerini anlar, duyarsın. Anlayış bunu kavrayabilseydi bu davanın delilini apaçık
söylerdim.
İncir yiyen bir kuş gelip konuk olsa bu tarafta incir çoktur, incirin hiçbir değeri
yoktur. Alemde bulunan kadın, erkek... Herkes her an can vermede, ölmededir.
Sözlerini de, ölüm zamanı babanın oğula vasiyeti say. Da ibret al acın... Bu suretle de
buğuz haset ve kin, kökünden sökülüp çıksın. Yakınlarına onlar ölünce nasıl yüreğin
yanarsa o çeşit bak. Gelecek şey gelmiştir onları ölmüş say, sevdiğini ölüyor, ölmüş
onu kaybetmişsin bil.
Garezler senin bu çeşit bakışına perde oluyorsa onları yırt, at. Bunları yırtıp
atamazsan acizim deyip kalma. Bil ki aciz olanı bir acze salan var. Aciz, bir zincirdir.
Birisi gelmiş, sana o zinciri takmıştır. Gözünü açıp zinciri takanı görmek gerek.
Ey yaşayış yolunu gösteren ben bir doğandım, ayağım bağlandı, bu neden? Diye
yalvarıp sızlanmaya koyul. Yarabbi de, kötülüğe kuvvetle adım attım. Bu yüzden
kahrınla daima zarar ve ziyan içindeyim.
Senin öğütlerine karşı kulağım sağırdır. Put kırıyorum diye davadaydım ama put
yapıyormuşum meğer. Senin yaptığın şeyleri senin sanatlarını anmak mı farzdır,
ölümü anmak mı? Ölüm, güz mevsimine benzer, sense yaprakların aslısın.
Şu ölüm yıllardır davulcağızını döver durur da senin kulağın vakitsiz ve yersiz oynar.
Fakat can verme çağında ah ölüm dersin. Ölüm şimdi mi seni uyandırdı? Ölümün nara
atmadan boğazı yırtıldı sesi tutuldu; dövüle dövüle davulu patladı!
Sense kendini bir şeylere verdin, ince eleyip sık dokudun; ne sesini duydun, ne
davulunu! Fakat ölümün ne demek olduğunu şimdi anladın işte.
AŞURE GÜNÜ
Aşure günü bütün Halep’liler, Antakya kapısına gelirler, ta geceye kadar. Kadın
erkek, büyük bir kalabalık toplanır, Ehlibeyt’in yasını tutarlardı.
Bağırırlar, ağlarlar, feryat ederlerdi. Şia, Kerbela vakası için yas tutarlardı. Ehlibeyt’in
Yezit’ten, Şimir’den çektikleri zulümleri, onlar tarafından uğradıkları sınamaları sayıp
dökerler, sesleri ses verir, feryatları, bütün ovayı, çölü doldururdu. Bir garip şair,
aşure günü çölden geldi, o feryadı duydu. Şehri bırakıp o tarafa yürüdü, feryadın
sebebini araştırmaya koyuldu.
Merak etti, bu gam nedir bu yas kime tutuluyor diye soruşturmaya başladı. Herhalde
bir ulu bey ölmüş olmalı diyordu; böyle bir topluluk, küçük iş değil. Ben garibim siz
buralısınız adını lakaplarını söyleyin. Adı neydi ne iş görürdü, nasıl adamdı? Bana
bildirin de onun iyiliklerine ait bir mersiye söyleyeyim.
Bunu duyanların birisi dedi ki: Yahu sen deli misin? Yoksa Şia değilsin de Ehlibeyt
düşmanı mısın? Aşure gününü, o gün şehit olan cana yas tutmanın yüzlerce yıl
yaşamadan daha üstün olduğunu bilmiyor musun? Bu dert Müminin yanında değersiz
olur mu hiç? Kulağın aşkı küpenin değerincedir. Mümine göre o pak nurun yası,
yüzlerce Nuh tufanından da meşhurdur.
Şair dedi ki: Doğru ama Yezit’in devri nerede? Bu yas buraya ne kadar geç gelmiş?
Körler bile o kötülükleri gördüler, sağırların kulakları bile o hikayeleri duydu. Siz
şimdiye kadar uyuyor muydunuz ki şimdi yas tutuyor, elbisenizi yırtıyorsunuz?
Ey uykuya dalanlar, kendinize ağlayın! Çünkü bu ağır uyku, çok kötü bir ölüm.
Allah’a mensup ruh, zindandan kurtuldu. Neden elbisenizi yırtalım, niçin elimizi ısırıp
duralım? Onlar din sultanlarıydı. Bağı kırdıkları zaman onlara sevinç çağıdır.
Devlet saymanına uçup gittiler; tomruğu zinciri çözüp attılar. O gün devler günüdür,
güzellik ve saltanat günüdür. Bir zerrecik anlasan, bilsen bunun böyle olduğunu
tasdik edersin?
Bilmiyor anlamıyorsan yürü, kendine ağla. Çünkü göçmeyi mahşeri inkar ediyorsun.
Kendi harap dinine, harap gönlüne ağla ki bu eski topraktan başka bir şey görmüyor.
Görüyorsa neden yiğitleşmiyor, Allah’a dayanmıyor; neden gözü tok değil?
Nerede yüzünde din şarabının verdiği nur? Denizi gördüysen hani cömert elin,
avucun? Irmağı gören suyu esirgemez; hele o denizi, o bulutu görmüşse.
Karınca o güzelim harmanları görmez de bir tanecik buğdayın üstüne titrer. O taneyi
hırsla, korkuyla çeker durur da onca yığını görmez. Harman sahibi de ey körlüğünden
hiçbir şey görmeyen der; harmanlarımızdan ancak o bir tek taneyi gördün de ona
canla başla sarıldın. Ey surette zerre olan, Zuhal yıldızını gör. Sen bir topal karıncasın,
yürü Süleyman’a bak. Sen bu cisimden ibaret değilsin, gözden ibaretsin. Canı görsen
cisimden vazgeçersin.
İnsan gözdür, öte yanı deriden, etten başka bir şer değil. Gözü, neyi görürse değeri o
kadardır insanın.
Bir küp boyuna deniz suyu ile doldurulsa koca bir dağı sele verir. Küpün canından
denize bir yol açılırsa küp, ırmaktan üstün olur. Onun için “Söyle” sözü denizin
sözüdür. Ahmed neyi söylerse hakikatte o söz hakikat denizinindir. Onun sözleri
denizin incileridir. Çünkü gönlü denizle birdir onun. Deniz daima küpümüze yardım
edip durursa artık bir balıkta denizin bulunmasına şaşılır mı?
Duygu gözü şu geçip gidici suretlere düşmüş, donup kalmıştır. Sen, o sureti geçip
gidici görürsün ama hakikatte geçip gitmez o. Bu ikilik şaşı gözün görüşüdür. Yoksa
evvel ahirdir, ahir de evvel.
Bu nereden bilinir? Öldükten sonra dirilmeden. Öldükten sonra dirilmeyi ara da
bundan az bahset. Dirilme gününün gelmesine şart önce ölmektir. Çünkü dirilme,
ölümden sonradır. Herkes yokluktan korkar, işte bütün alem, bu yüzden yol
sapıtmıştır. Halbuki yokluk, asıl sığınılacak yerdir.
Bilgiyi nerede arayalım? Bilgiyi terk etmede. Barışı nerede umalım? Barıştan
vazgeçmeden. Varlığı nerede arayalım? Varlığı terk etmede. Elmayı nereden umalım?
Elden vazgeçmeden!
Ey güzel yardımcı, yok gören gözü varlığı görür bir hale getirmeye de kadirsin sen.
Yokluktan meydana gelen göz, varlığı tamamı ile yom gördü. Fakat şu iki göz, değişti
de nurlandı mı bu düzgün cihan mahşer olur. Bu hamlara anlamak haram oldu da
onun için bu hakikatler noksan göründü.
Allah cömerttir ama güzelim cennetin nimetleri cehennemliğe haramdır. O, ebedi
ahde vefa edenlerden değildir, onun için de cennet balı ağzına acı gelir. Müşteri
olmayınca alış veriş etmeye eliniz oynar mı? Birisi gelir, mallara bakar, fakat
bakmakla alıcı olmaz ki. O ahmak bakış ancak alay içindir.
Bu kaça? Şu kaça? ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 13:15:50
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #4 : 29 Ocak 2010, 13:15:50 »

HAZRETİ BİLAL AŞKI
Efendisi, Bilal’i terbiye etmek için diken dalı ile dövmekte o da dikenlere canını feda
etmekteydi. Efendisi neden Ahmed’i anmaktasın diyordu... Sen, kötü bir kulsun,
benim dinimi inkar ediyorsun. Efendisi onu güneş altında dövmekte, o da “Ahad” diye
övünmekteydi.
Derken Sıddıyk, o taraftan geçti, onun “Ahad” demesini duydu. Gözü doldu gönlü
incindi, o “Ahad” sözünden bir aşina kokusu aldı. Sonra onu tenhaca görüp nasihat
verdi, dedi ki: İnanışını kafirlerden gizli tut. Allah gizli şeyleri bilir, maksadını gizle.
Bilal tövbe ettim dedi. Ertesi gün Sıddyk, erkenden bir iş için oradan geçiyordu. Yine
“Ahad” sözüyle dayak sesini duydu. Gönlü ateşlendi.
Yine nasihat etti, o da tövbe etti ama aşk gelince tövbesini bozuverdi. Böyle bir hayli
tövbe etti, nihayet tövbeden bezdi. İnanışını açığa vurdu, bedenini belaya attı, ey
Muhammed dedi, ey tövbelere düşman. Bedenim de seninle dolu, damarım da. Artık
bu bedene nasıl olur da tövbe sığar? Bundan böyle tövbeyi gönülden çıkaracağım.
Ebedi hayata nasıl olur da tövbe edebilirim?
Aşk, kahredicidir, ben de onun eline düşmüş, kahrolmuş birisiyim. Aşkın coşup
köpürmesiyle, aşkın acılığı ile şeker gibi tatlılaştım. Ey kasırga, senin önünde bir
yaprağım ben, nereye düşeceğimi ne bilirim?
Hilal’sem de koşuşup duruyorum Bilal’sem de. Senin güneşine uymuşum bir kere.
Ayın Bedir oluş yahut zayıflayıp eriyerek hilal haline gelişle ne işi var? O güneşin
ardına düşmüş gölge gibi koşar durur. kaza ve kadere karşı bir kararda durmaya
kalkışan kendi sakalına güler.
Hem bir saman çöpü rüzgarın önüne düşmek, hem de bir yerde durmaya kalkışmak.
Hem kıyamet, hem de sonra işe güce kalkmak! Ben aşkın elinde dağarcıktaki kedi
gibiyim. Bir an yukarı çıkmadayım, bir an aşağı düşmede. O, beni başının üstünde
döndürüp durmada. Ne aşağıda kararım var, ne yukarıda. Aşılar kuvvetli bir selin
önüne düşmüşlerdir. Onlar, aşkın takdirine razı olmuşlardır.
Değirmen taşı gibi durup dinlenmeden gece gündüz inleyip sızlanarak döner
dururlar. Değirmen taşının dönüp durması, kimse bu ırmak duruyor demesin diye
ırmak arayanlara bir şahit olmuştur. Arktaki suyu görmüyorsan gel de değirmen
taşının dönüşünü gör. Feleğin o dönüp durmadan usandığı, bir karara bağlandığı yok.
Sen de ey gönül, yıldız gibi ol, durup dinlenmeyi dileme.
Hangi dala el atsan, nereye ulaşıp yapışsan aşk, o dalı kırar, o şeyi koparır. Kaderin
dönüp duruşunu görmüyorsan unsurların coşuşunu, dönüşünü seyret.
Denizin üstündeki çöplerle köpüklerin dönüp akışı, şerefli denizin köpürüp
coşmasındandır. Başı dönmüş rüzgarın dönüşünü seyret de onun emrine uymuş olan
deniz dalgalarının coşup köpürüşünü gör. Güneşle ay, iki değirmen öküzüdür. Dönüp
dururlar ve etrafı korurlar. Yıldızlar da konak konak koşarlar. Her kutlu ve kutsuz
şeyin bineği olurlar.
Felekteki yıldızlar, uzak olduklarından, duyguların da tembel ve gevşek olup iz
izleyemediklerinden onların hakikatini bilmezsin. Bizim göz, kulak ve akıl
yıldızlarımız, gece nerededir, uyanıkken nerede?
Gah kutlulukla, vuslatta, gönülleri hoş. Gah kutsuzlukla, ayrılıkta kendilerinden
geçmişlerdir. Felekteki ay, böyle dönüp durdukça bazen kapkaranlıktır bir zamanda
apaydınlık. Gah balla süt gibi bahar ve yaz olur, gah, bir ölüm yerine benzeyen kış,
zemheri gelir çatar, karlar yağar.
Külli olan şeyler bile onun önünde top gibi yuvarlanıp durur, çevganına tabi olur,
secde eder. Sen ey gönül, bu yüz binlerce varlık içinden bir cüzüsün, nasıl olur da
onun hükmüne karşı kararsız bir hale gelmezsin?
Beyin emrindeki ata dön, at gah ahırda mahpustur, gah gezer dolaşır. Seni de bir
mıha bağladı mı sabret, çözdü mü yürü sıçra. Güneş gökyüzünde eğri büğrü gitti mi
yüzü kararır, Allah onu bir tutulmaya uğratır.
Sen de aklını başına devşir de tutulma yerine düşmemeye savaş, bu suretle de
tencere gibi yüzü kara bir hale gelme. Buluta da öyle yürüme, böyle yürü diye ateşten
kırbaç vururlar. Filan ovaya yağmur yağdır, buraya değil, kulağını aç diye kulağını
bururlar.
Senin aklın, güneşten artık değildir ya. Nehyedilen fikirde kakılıp kalma. Ey akıl, sen
de dizginini eğriltme de tutulup nursuz bir hale gelmeyesin. Güneşin suçu az oldu mu
az tutulur, yarısını tutulmuş görürsün, yarısını nurlu.
Allah, bu suretle seni suçun ne kadarsa o kadar tutarım. Suça verilen ceza suç
miktarıncadır. İster iyi olsun ister kötü... İster aşikar olsun, ister gizli... Biz her şeyi
duyarız, her şeyi görürüz der.
Babacığım, bundan geç, nevruz oldu, halk, Allah lütfuna ulaştı, herkesin ağzına tat
geldi. Yine ırmağımıza can suyu geldi. Yine padişahımız köyümüze kondu.
Baht salınıp gezmede, eteğini sürmede, tövbeyi bozma zamanı geldi diye naralar
atmadadır. Yine sel geldi, tövbeyi silip süpürdü. Bekçi uykuya daldı, fırsat vakti gelip
çattı. Her mahmur, şarap içti, sarhoş oldu. Bu gece varımızı, yoğumuzu rehine
koyacağız.
O canlara canlar katan lal şarapla lal içinde lal olduk, lal içinde lal kesildik. Yine
meclis şenlendi, gönülleri parlattı. Kalk, kem göz değmesin diye mangala çöre otu at.
Güzel sarhoşların naralarını duyuyorum. Camın, ta sonuna kadar böyle olmayalım
işte.
İşte bir Hilal bir Bilal’e dost oldu. Diken yarası, ona gül ve gülnar kesildi. Beden
diken yarası ile kalbura döndü ama canım, bedenim, devlet gülistanı oldu. Beden, o
kafirin dikeninin zahmı önünde ama canım, Allahnın sarhoşu.
Canıma bir can kokusudur gelmede, merhametli sevgilimin kokusu erişmede.
Mustafa, Miraçtan geldi, Bilal’ine nu mutlu ne mutlu. Sıddıyk, doğru özlü, doğru sözlü
Bilal’den bu sözleri duyunca tövbesinden el yudu.
Sıddıyk bunun üzerine Mustafa’nın yanına gelip vefalı Bilal’in halini anlattı. Dedi ki:
O felekleri ölçen çevik ve kutlu kanatlı Bilal, şimdi senin aşkına düşmüş, senin
tuzağına tutulmuştur.
Padişahın doğanı iken o kuzgunlardan zahmetlere uğramada. O ağır define, pislik
içine gömülmüş. Baykuşlar, doğana sitem etmedeler. Suçsuz olduğu halde kanatlarını
yolmadalar.
Suçu ancak doğan oluşu. Yusuf’un güzellikten başka ne suçu var ki? Baykuşun yeri
yurdu yıkık yerlerdir. Onun için doğana kafirce kızmadalar. Neden o diyarı
hatırlıyorsun? Neden padişahın köşkünü bileğini anıyorsun? Baykuşların köyünde
gevezelik ediyor, buraya bir kargaşalıktır salıyorsun. Feleğin üstündeki esir bile,
yuvamıza haset ederken sen oraya yıkık yer diyor, orayı hor görüyorsun.
Deli oldun galiba ki baykuşların seni padişah ve başbuğ yapmaları hevesine kapıldın.
Vehme, sevdaya kapılıp dönmede, dolaşmada, bu cennete virane adını takmadasın.
Kötü huylu herif, bu delilik, bu saçma fikirler, kafadan çıkıncaya kadar kafana
vuracağız senin. Bu sözlerle onu doğruya karşı çarmıha geriyorlar, elbiselerini soyup
çıplak vücudunu diken dallarıyla dövüyorlar. Bedenden yüzlerce kan ırmağı
fışkırmada. Öyle olduğu halde “Ahad” diyerek baş koymada.
Dinini gizle melun kafirlerden sırrını sakla diye öğütler verdim. Fakat o aşık,
kıyamete ulaşmış... Ona tövbe kapısı kapanmış. Hem aşıklık, hem tövbe, hem de
sabretme imkanı. Bu, pek imkansız bir şeydir canım efendim. Tövbe bir kurtçağızdır,
aşksa bir ejderhaya benzer. Tövbe, halkın sıfatıdır, aşksa Allah sıfatı.
Aşk, kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Allahnın vasıflarındandır. Ondan başkasına
aşık olma geçici bir hevestir. Çünkü mecazi aşk, altınlarla bezenmiş bir güzelliktir.
Görünüşü nurdur, fakat içi dumandır. Nur gitti de duman meydana çıktı mı mecazi
aşk, derhal soğur donar. O güzellik aslına gider, beden kokmuş rüsvay, kötü bir halde
kalır.
Ayın nuru da aya döndü mü duvardaki aksi gider, o duvar simsiyah kesilir. O nakış,
o boya gitti mi su ve toprak kalır. Ay olmayınca o duvar şeytan gibi bir hale düşer.
Kalp altının yüzünden altını gidince, o altın, kendi madenine dönünce, kepaze bakır,
duman gibi kala kalır. Bu yüzden de ona aşık olanın yüzü kararır.
Gözlülerse altın madenine aşık olurlar. Aşkları her gün biraz daha artar. Çünkü altın
madenine altınlıkta ortak yoktur. Merhaba ey şüphesiz hilesiz altın madeni. Kim kalp
bir akçayı altın madenine ortak ederse asıl altın, mekansızlık madenine gitti mi, aşık
da ıstırabından ölür, maşuk da. İkisi de adeta suyu çekilmiş girdaptaki balığa döner.
Allah’a ait olan aşk, yücelik güneşidir. Halk da gölge gibi onun nurunun emrindedir.
Mustafa, bu vakayı duyunca hoş bir surette ferahladı, neşelendi Ebubekir’de bu hali
görünce söz söylemeye iştahlandı. Mustafa gibi bir dinleyici duyunca her kılı, ayrı bir
dil oldu.
Mustafa dedi ki: Peki, ne çaresi var şimdi? Ebubekir ben ona müşteriyim dedi.
Efendisi ne isterse zarara ziyana bakmadan alacağım. Çünkü o yeryüzünde Allah esiri
olmuş, Allah düşmanlarının hışmına uğramış.
Mustafa dedi ki: Ey devlet arayan, bu hususta ben de sana ortağım. Vekilim ol,
müşteri olup onu al, yarı parasını ben de sana ortağım. Ebubekir baş üstüne deyip
derhal amansız kafirin evine gitti. Kendi kendine çocukların elindeki inciyi almak
kolaydır diyordu. Yol yanıltan Şeytan, dünya malına karşılık bu ahmak çocukların
aklını, imanını satın alır ya.
Leşe o kadar ziynet verir ki karşılık olarak onlardan iki yüz tane gül bahçesi satın
alır. Büyü yapar da o kadar ay ışığı gösterir ki aşağılık adamlardan yüzlerce keseyi
kapar.
Peygamberler onlara alışveriş etmeyi öğrettiler, onların önünde din mumunu
yaktılar. Fakat şeytan ve yol yanıltan büyücü, hileyle, büyüye peygamberleri onlara
çirkin gösterdi. Düşman büyü yaparak karı ile k...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2 3   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes