> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mevlana Kitaplığı > Mesnevi´den Hikayeler V
Sayfa: 1 [2] 3 4   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mesnevi´den Hikayeler V  (Okunma Sayısı 8271 defa)
29 Ocak 2010, 12:58:12
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #5 : 29 Ocak 2010, 12:58:12 »



ADEM´İN YARATILIŞI
Sanat sahibi Allah, hayra, şerre uğramak, sınamak üzere Adem’i yaratmak istediği
zaman, özü doğru Cebrail’e “Yürü, yeryüzünden bir avuç toprak ödünç al” buyurdu.
Cebrail hizmete bel bağlayıp alemlerin rabbinin emrini yerine getirmek üzere
yeryüzüne geldi. O, buyruk kulu, yere el attı. Toprak, kendini çekti, çekindi.
Dile gelip yalvarmaya, tek yaratıcı hürmetine beni bırak, yürü git, canımı bağışla. O
yürük atının yularını çek benden. Benden yaratılacak insan, tekliflere uğrayacak,
tehlikelere düşecek. Allah hakkı için beni bırak, alma. Allah seni seçti, Levih’teki
bilgiyi sana gösterdi. O lütuf hakkı için vazgeç benden.
Allah ihsanı ile meleklere hoca oldun. Daima Allah ile konuşmadasın.
Peygamberlerinde elçisi olacaksın. Sen vahiy canının hayatısın bedeni değil. İsrafil
bedenlere can verir, sen cana can verirsin. O yüzden İsrafil’den üstünsün. O, sür-ü
üfürür, bedenlere can gelir. Senin nefesin mücerret gönüllere can bağışlar.
Bedendeki canın canı, gönlün diriliğidir. Şu halde senin ihsanın, İsrafil’in ihsanından
üstündür. Sonra Mikâil bedenlere rızk verir. Senin çalışmansa aydın gönlü rızk verir. O
kile vergisiyle eteğini doldurmuştur. Senin rızkınsa kileye sığmaz.
Kahır ve şiddet sahibi Azrail’den de üstünsün. Rahmetin, gazaptan fazla ve üstün
olduğu gibi. Arşı bu dördü taşırlar. Sen bunların padişahısın. Hakikatte uyanıklık
bakımından dördünün en yücesi en üstünüsün. Mahşer günü görürsün ki arşı sekiz
melek taşır. O zaman sekizinin en üstünü yine sen olacaksın demeye başlar.
Bu çeşit sayıp dökmeye, ağlayıp yalvarmaya koyuldu. Çünkü o, bundaki maksadın ne
olduğunu anlamış, bundan bir koku almıştı. Cebrail utanç madeniydi. O antlar, yolunu
bağladı. Yer, pek çok yalvardığı, antlar, yeminler verdiği için geri döndü, dedi ki: Ey
kulların rabbi! Ben senin işinde serseri değildim. Fakat aramızda geçen şeyleri,
söylenen sözleri sen daha iyi bilirsin. Adlarından bir adı andı ki ey her şeyi gören
Allah, o adın korkusundan yedi gökte dönmesini terk eder durur.
Utandım adından sıkıldım. Yoksa bir avuç toprak getirmek kolay bir şey. Sen
meleklere öyle bir kuvvet vermişsin ki bu gökleri bile yırtarlar.
Allah, Mikael’e “Sen yeryüzüne inde ondan aslan gibi bir avuç toprak kapıver” dedi.
Mikael yeryüzüne gelip ondan bir avuç toprak kapacağı zaman, yeryüzü titredi,
ağlamaya, yalvarmaya, gözyaşları dökmeye başladı. Gönlü yanarak yalvardı, kanlı
gözyaşı dökerek ant verdi, dedi ki:
Lütuf sahibi eşsiz Allah hakkı için ki seni, arşı taşıyan ulu melekler arasına kattı.
Aleme rızk veren kilelerin memurusun, lütuf ve ihsan susuzlarına avuç,avuç su
verirsin. Çünkü Mikail sözü kileden üremedir. Mikail rızk veren kilecidir. Bana aman
ver, azat et beni. Bak kanlı gözyaşlarına bulandım da seninle öyle konuşuyorum.
Melek, Allah merhametinin madenidir. Dedi ki: Şimdi ben şu yaranın üstüne nasıl tuz
ekeyim? Nitekim Şeytan da kahır madenidir. Adem oğullarından bu yüzden feryat
eder.
Yiğidim, merhamet, gazaptan fazladır, gazaba üstündür. Allah sıfatlarından lütuf,
kahrın üstündedir. Kullarda onun huyundadır, tulumlar onun suyu ile doludur. O Allah
Resulü, o sülük kılavuzu “İnsanlar padişahların dinindedir” demiştir.
Mikail, din rabbinin tapısına, eli yeni boş olarak gitti. Dedi ki: Ey sırları bilen tek
padişah, toprak ağlayıp inledi, yolumu bağladı benim. Senin yanında gözyaşının bir
değeri vardır. İşitmezlikten gelemedim. Ahın feryadın sence yüce bir değeri var. O
hukuku terk etmek elimden gelmedi. Sence yaşlı gözün pek değeri var. Artık ben,
nasıl inat edebilirdim?
Kul, günde beş kere namaza gel, feryat et diye davet edilir. Müezzinin “Haydi felaha”
demesi yok mu? O felah, bu ağlayış bu sızlanıştır.
Sen kimi dertle hasta etmek istersen onun gönlüne ağlayış yolunu kapatırsın. Bu
suretle de defeden olmaz, bela gelip çatar. Çünkü sızlanma şefaatçisi bulunmaz.
Birisini beladan kurtarmak istersen gönlüne sızlanmayı getirirsin. Kuran’da şiddetli
azaba uğrayan ümmetler hakkında dedin ki: O anda ağlayıp sızlanmadılar ki bela
onlardan dönüp savuşsun. Gönülleri katı olduğundan suçları kendilerine ibadet
görünüyordu. İnatçı kendisini suçlu bilmedikçe nasıl olur da gözleri yaşarır ağlar?
Yunus peygamberin kavmine bela gelip çattı. Gökten ateş dolu bir bulut ayrıldı.
Yıldırımlar saçıyor, taşları yakıyordu. Gök gürlemekte, benizleri sararmaktaydı.
Onların hepsi damlardaydı. Vakit geceydi. Gök yüzünden gelen bu bela, gece vakti
gelip çatmıştı. Hepsi damlardan aşağı indi. Başlarını açıp ovanın yolunu tuttular.
Analar evlatlarını kendilerinden ayırdılar. Hepsi feryat figana, çığrışıp ağlaşmaya
koyuldu.
O kavim, akşam namazından seher vaktine kadar başlarına toprak serptiler. Hepsi
avaz,avaz ağlaşıp yalvardılar. O inatçı kavme Allah acıdı. Ümitsizlikten, sabırsız ah ve
feryattan sonra yavaş,yavaş bulut dağılmaya başladı.
Yunus peygamberin hikayesi uzun ve etraflıdır. Halbuki toprağı anlatma ve feyiz
verme zamanı. Hasılı ağlayıp sızlanmanın Allah yanında değeri vardır. Ağlayıp
sızlanmada ki değer nerede var?
Ey ümit hemen kalk belini sıkıca bağla. Kalk ey ağlayan daima gül. Çünkü ulu Allah
üstünlük bakımından gözyaşını, şehitlerin kanları ile bir tutmaktadır.
Allahmız bunun üzerine İsrafil’e, yürü dedi, avucunu toprakla doldur gel. İsrafil
yeryüzüne geldi ama toprak, ağlayıp inlemeye başladı.
Dedi ki: Ey sür meleği, ey hayat denizi! Ölüler senin nefeslerinle dirilir. Sür-e öyle bir
kuvvetli üflersin ki halk, çürümüşken dirilir, mahşere gelir, o ovayı doldurur. Sür-ü
üfler, haydin ey Kerbela şehitleri, kalkın! Ey ölüm kılıcı ile helak olanlar, dallar,
yapraklar gibi topraktan baş kaldırın dersin. Senin merhametin ve o tesirli nefesin
yüzünden şu alem,, dirilerle dolar. Sen rahmet meleğisin, merhamet edersin. Sen arşı
taşımaktasın, ihsan ve lütufların kıblesisin. Arş, ihsan ve adalet madenidir. Onun
altıdan yargılamalarla dolu dört tane ırmak akmaktadır. Süt, ebedi olan bal, şarap ve
akar su ırmakları. Bunlar arştan cennetlere giderler. Alemde o ırmaklardan çok az bir
şey görünür.
Gerçi o dört ırmağın burada görünen cüzleri bulanıktır ya. Neden? Acı yokluk
zehrinden. O dört ırmaktan şu kara toprağa bir yudumcuk serptiler de bir fitnedir
kopardılar. Bu suretle aşağılık kişiler, onların aslını arasınlar, bunu dilediler. Fakat
adam olmayanlar bunlara kani olup gittiler.
Allah çocukları beslemek, yetiştirmek için sütü verdi, her kadının göğsünü bu süt
ırmağına kaynak yaptı. Şarap ırmağını, gamı defetmek, düşünceyi gidermek ve insana
kuvvet ve cesaret vermek için üzümden akıttı. Bal ırmağına da arının için kaynak etti,
o ırmağı bedendeki hastalıkları gidermek için akıttı. Suyu da temizlenmek ve içip
kanmak için herkese ihsan etti. Bu suretle de bunları görüp asıllarını izlemeni diledi.
Fakat ey herzevekil, sen bunlara kani oluverdin.
Şimdi toprağın başından geçenleri dinle. Bak, o kudret sahibi İsrafil’e ne efsunlar
okuyor. İsrafil’e karşı suratını ekşitti, yüzlerce şekilde yalvarıp yakardı. Ululuk ıssı
pak Allah hakkı için dedi, bana bu kahrı helal görme. Ben bu işten bir koku alıyorum,
kafama bir kötü şüphedir girdi.
Sen rahmet meleğisin, merhamet edersin. Çünkü hüma kuşu, hiçbir kuşu incitmez. Ey
dertlilere şifa ve rahmet olan melek, sen de o iki kişinin yaptıklarını yap.
İsrafil, çabucak padişahın tapısına döndü, özür getirdi olanları anlattı. Dedi ki:
Yarabbi, görünüşte toprağı al diye emrettin ama içine onun aksini ilham ettin.
Kulağıma, toprağı al dedin, aklıma da bunun aksini emrettin. Rahmet gazaptan
fazladır, üstündür, üstün geldi ey işleri eşsiz, örneksiz olan ve iyi işler işleyen Allah.
Allah, Azrail’e “Çabuk git, o hayallere kapılmış toprağın halini gör. O arık zalimi bul,
hemen bir avuç torak al, gel” dedi. Kaza ve kader çavuşu Azrail, buyruğu yerine
getirmek üzere toprak yuvarlağına geldi. Toprak adeti veçhile yine feryada, ant
vermeye başladı. Bir çok yeminler verdi.
“Ey has kul, ey arşı taşıyan, ey arşta da, ferşte de emrine itaat edilen! Tek ve
merhametli Allah’nın rahmeti hakkı için git. Sana lütuflarda bulunan Allah hakkı için
git. Kendisinden başka tapılan bulunmayan, huzurunda kimsenin ağlayıp sızlanması
ret edilmeyen padişah hakkı için” dedi.
Fakat Azrail dedi ki: Bu afsunla gizli, aşikar buyruk sahibi olandan yüz çevirmem ben.
Toprak, O, ilim sahibi olmayı da emretti. İkisi de emir. Bilgi yolu ile lütfet de halim ol,
o emri tut dedi ama, Azrail, O, ya tevildir, ya kıyas. Apaçık emirde öyle tevile, kıyasa
az uy. Kendi düşünceni tevil etsen daha iyi. Başka hiçbir emre benzemeyen bu açık
emri tevil etmekten daha yeğ. Yalvarmana içim yanıp durmada. Acı gözyaşlarından
gönlüm kanla doldu. Merhametsiz değilim, hatta o üç temiz melekten daha
merhametliyim ben, senin derdinle dertleniyorum. Ben bir yetime tokat atsam, halim
bir adam da ona tatlı bir şey verse, bu tokat onun tatlısından daha hoştur. Eyvah eğer
o tatlıya kanarsa.
Feryadından ciğerim yanıyor. Fakat Allah, bana başka bir çeşit lütuf öğretmede. Gizli
lütuf, kahırlar içindedir; değer biçilmez akıkin pislik içinde oluşu gibi. Allah’nın kahrı,
benim hilmimden yüz kat iyidir. Allah’dan canını esirgemek can çekişmektir. Onun en
kötü kahrı, iki alemin de hilminden iyidir. Ne güzeldir alemlerin rabbi ve ne iyidir onun
yardımı.
Onun kahrında lütuflar gizlidir; onun uğrunda can vermek, adamın canına canlar
katar. Kendine gel de kötü zannı ve azgınlığı bırak. Made...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mesnevi´den Hikayeler V
« Posted on: 27 Nisan 2024, 03:57:14 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mesnevi´den Hikayeler V rüya tabiri,Mesnevi´den Hikayeler V mekke canlı, Mesnevi´den Hikayeler V kabe canlı yayın, Mesnevi´den Hikayeler V Üç boyutlu kuran oku Mesnevi´den Hikayeler V kuran ı kerim, Mesnevi´den Hikayeler V peygamber kıssaları,Mesnevi´den Hikayeler V ilitam ders soruları, Mesnevi´den Hikayeler Vönlisans arapça,
Logged
29 Ocak 2010, 12:59:19
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #6 : 29 Ocak 2010, 12:59:19 »

EYAZ´IN DEFİNESİ
Eyaz, pek akıllı, fikirli olduğundan postu ile çarığını bir odaya asmıştı. Her gün o boş
odaya gider, kendi kendisine ululanma derdi, işte çağırın şu. Padişaha onun bir odası
var dediler, oraya biriktirdiği altınları, gümüşleri altın küplerini koymuş. Kimseyi
oraya sokmuyor. Daima kapısını kapalı tutuyor.
Padişah dedi ki: Tuhaf şey. O kölenin bizden gizlediği nedir ki acaba? Bir beye, oraya
git, gece yarısı kapıyı aç. Odaya gir. Ne bulursan yağma et, sırrını da kapı yoldaşlarına
aç. Bizden bu kadar ikramlar gördüğü, sayısız lütuflarımıza nail olduğu halde
hasisliğinden altın gümüş biriktiriyor ha!
Vefa gösterme de seviyorum demede, coşup köpürmede. Hey gidi buğday gösterip
arpa satan hey! Sevgide dirilik bulana kulluktan başka her şey haramdır, dedi.
Gece yarısı o bey, otuz tane güvenilir adamla Eyaz’ın odasını açmaya gitti. Bunca yiğit
meşaleler yakmışlar, sevinerek odaya gidiyorlar. Padişahın emri bu. Odayı açacak,
altın torbalarını alacağız diyorlardı. Onların birisi hey gidi hey diyordu, altın da nedir?
akik, lâl ve inciden haber ver.
Çünkü padişah mahzeninin en has kulu o. Hatta bu güz o padişaha can mesabesinde.
Böyle bir sevgiye karşı yakutun, lâl-in akikin sözü mü olur?
Padişahın ondan şüphesi yoktu. Sınama için bir latifeye girişmişti. Onu her türlü
gıllugıştan temiz biliyordu. Fakat yine de vehmimden gönlü titriyordu. Allah esirgesin
diyordu, ya böyle bir şey çıkarda bundan incinirse. Utanmasını hiç istemem. Bunu
yapmamıştır ya, yapsa bile pekala yapmış. O benim sevgilim, ne dilerse yapsın!
Sevgilimin yaptığını ben yaptım demektir. Ben perdeyim ama hakikatte o benden
ibarettir, ben de oyum.
Sonra ondan diyordu, bu çeşit huylar ne kadar uzak. Bu saçma bir söz beyhude bir
hayal. Eyaz’ın böyle bir şey yapmasına imkan yok. Çünkü o bir deniz ki dibini
görmenin imkanı bulunmaz. Yedi deniz de o denizin bir katrası. Bütün varlık onun
dalgasından bir damla. Bütün temizlikleri o denizden elde ederler. Katraları
teker,teker birer sırça yapan sanatkar. O padişahlar padişahı, hatta padişahlar
meydana getiren o. Yalnız kötü göz deymesin diye adı Eyaz olmuş.
Kötü öz şöyle dursun, iyi gözler bile onu nazarlar. Çünkü güzelliğinin haddi yok,
elbette kıskanacaklar. Gökler kadar geniş bir ağız isterim ki o meleklerin bile
kıskandıkları güzeli öveyim. Hatta bu çeşit bir ağza sahip olsam, yahut bunun yüz
misli geniş bir ağız elde etsem yine de feryat-ü figan o ağza sığamaz.
Fakat ey dayandığım dost, bu kadar da söylemesem gönül sırçası, zayıflığından
çatlayacak. Gönül sırçasını pek nazik gördüm de biraz teskin edebilmek için nice
cüppeler yırttım.
Güzelim; ben her ay başı mutlaka üç gün deli olurum. Kendine gel bu gün o üç günün
ilki. Bu gün zafer günü firüze günü değil. Padişahın derdine düşen her gönle anbean
ay başı var. Deli oldum da Mahmut’un hikayesiyle Eyaz’ın vasıflarını söyleyemedim
kaldı gitti işte.
Çünkü film rüyaya Hindistan’ı gördü. Köy harap oldu, haraçtan ümidini kes. Aklım
fikrim zayi olduktan sonra nasıl nazım düzebilir, kafiyeye riayet edebilirim? Dertlerle
deliliğim bir değil ki. Bende delilik içinde delilik var, delilik içinde delilik. Yoklukta
varlığı göreli bedenim gizli işaretlerden eridi bitti.
Ey Eyaz aşkınla kıla döndüm, hikayeyi söylemeden kaldım, artık sen benim hikayemi
söyle. Ben aşkla senin hikayeni çok söyledim. Artık ben hikayeye döndüm, sen benim
hikayemi oku. Ey uyduğum zat, zaten okursun, ben okuyamam. Ben Tur dağına
benzerim, sen Musa’sın bu da ses. Biçare dağ söz nedir, ne bilsin? Dağ, bomboştur,
sözü Musa bilir. Dağ bilse,bilse kadrince bilir. Beden ruh letafetinden çok az bir şeye
maliktir.
Ten hesaplarsan usturlaba benzer, güneşe benzeyen ruhun bir delilidir. Gözü iyi
görmeyen müneccimin usturlaba müracaatı zaruridir. Güneşi usturlapla hesaplaması
lazımdır ki güneşin nerede bulunduğundan bir koku alsın. Doğruyu usturlapla arayan
can, gökyüzünü ve güneşi ne kadar bilebilir? Sen göz usturlabı ile bakıp gördükçe
alemi pek dar görürüsün. Sen alemi gözünün alabildiği kadar görebilirsin. Halbuki
alem nerede, sen neredesin? Niye bıyığını buruyorsun ya? Ariflerin bir sürmesi vardır,
onu ara da dereye benzeyen şu gözün deniz kesilsin.
Zerrece aklım fikrim varsa bu ne sevdadır, bu ne dağınık söz? Aklım, fikrim başımda
yoksa benim bunda ne günahım var? Benim günahım yok ama aklımı alan sevgilinin
de günahı yok. Bütün akılların aklı onun huzurunda ölüp gitmede.
Ey akıllara fitne salan, onları hayran eden, akılların senden başka sığınacağı yer yok.
Beni çıldırttığın demden beri aklı hiç arzulamadım. Beni süsleyip bezediğin zamandan
beri güzelliğe hiç haset etmedim. Senin sevdana düşüp çıldırmam hoş ve iyi değil mi?
Allah sana hayırlar versin, evet iyi de!
O ister Arapça söylesin ister Farsça. Nerede bir kulak nerede bir akıl ki o sözleri
anlasın. Onun şarabı, her aklın harcı değil. Onun küpesi her kulağın oyuncağı değil.
Bir kere daha delicesine geldim işte. Yürü, yürü ey can, çabuk bir zincir getir. Fakat
sevgilimin zülfünden başka iki yüz tane zincir olsa kırarım ha.
Yine Eyaz’ın aşk hikayesine dön. Çünkü o hikaye sırlarla dopdolu bir hazinedir. Her
gün o güzelim odaya çarığını postunu görmeye giderdi. Çünkü varlık, insanı
adamakıllı sarhoş eder, aklını başından alır, utancını gönlünden. Önce gelenlerden
nice yüz binlerce taifeyi varlık sarhoşluğu, bu geçitte yere yıktı.
İblis de neden Adem benden üstün olsun ki deyip Azazil kesildi. Ben hem hocayım
hem hoca oğlu. Yüz binlerce hünere kabiliyetim var, her şeyi yapabilirim. Hüner ve
marifette kimseden aşağı değilim ki hizmet etmek üzere düşmanın önünde ayak üstü
durayım.
Ben ateşten doğdum, o balçıktan. Ateşe karşı balçığın ne değeri vardır ki? Ben alemin
en ulusu, zamanın övünülecek kişisiyken o vakit o neredeydi? Dedi.
Şeytanın can ateşi alevlenmede. O bir ateştir ki aslı gibi. “Çocuk babasının sırrıdır”
denmiştir. Hayır yanlış söyledim. O ateş Allah kahrıdır. Bu hususta bir sebep
göstermeye ne hacet? Sebepsiz ve sebeplerle hiçbir münasebeti olmayan bir iş,
ezelden beri daima olagelmektedir. Onun sebepsiz ve illetsiz pak sanatına, ne
sonradan yaratılan bir şeyin sebebi sığar, ne de sonradan yaratılan bir şey.
Baba sırrı da ne oluyor? Babamız onun yaratışı. Yaradılış içtir, babaysa deriye benzer
bir suret. Bil ki ey aşk fındığı, dostun aşktır. Canını iç haline getirmek ister de derini
yırtar, döker.
Sevgilisi deri olan kişinin derisini Allah, her an değiştirir durur. Manen için, ateşe
hakimdir. Fakat kabukların, ateşe ancak odun olabilir. Ateşin kudreti, içinde su olan
tahta testinin dışındadır. İnsanın sırrı ateşten üstündür. Hiç cehennemin maliki ateşe
helak olur mu?
Şu halde sen, bedenini çoğaltma, mananın fazla olmasına bak ki Malik ateşten üstün
olasın. Halbuki sen deri üstüne deriye bürünüyor, derilere bürünmüş bir kurda
dönüyorsun. Ateşin yiyeceği ancak deridir. Allah kahrı kibrin derisini yırtar, yüzer. Bu
kibirlenme, derinin bir neticesidir. Kibrin mevkii, malı, o sevgiliden, deriden meydana
gelir.
Bu kibirlenme nedir? içten haberdar olmamak. Donan suyun güneşten gafil oluşu gibi.
Fakat su güneşten haberdar oldu mu buzu kalmaz, yumuşar, ısınır akıverir.
İçi görmek, bütün bedeni hor etmek, aşık olmaktır. Çünkü bu taktirde bütün beden
tamahtan ibaret olur. “Tamah eden alçalır” denmiştir. Fakat içi görmeyen, deriyle
kanaat eder. “Kanaat eden yüceldi” bağı, ona zindan olur. Burada yücelik kafirliktir
alçalmak din. Taş taşlıktan fani olmadıkça yüzüğe takılır mı? Hem hala taşsın, hem de
ben diyor, varlık güdüyorsun. Halbuki senin yoksullanmanın, yok olmanın tam
zamanı.
Kafir, daima mal ve mevki arar. Çünkü külhan, fışkı ile tavlanır. Bu iki dadı, mal ve
mevki, deriyi şişirir, yağla etle, kibirle, benlikle doldurur. Kafirler gözlerini işin içine
atmadılar da o yüzden deriyi iç sandılar.
Bu yola kılavuz İblistir. Çünkü mevki tuzağına ilk avlanan odur. Mal yılana benzer
mevki ise ejderhadır. Allah erlerinin gölgesi bu ikisine de zümrüttür. Yılanın o
zümrütten gözü kamaşır, kör olur; yolcu da kurtulur.
O ulu, yani İblis, önce bu yola diken döşemiştir. Onun için her incinen, lanet şeytana
der. Yani bu dert, bana onun hilesinden geldi. Hilede ilk önce ayak olan odur demek
ister. Ondan sonra nice zamanlar geçmiş, niceleri gelip gitmiş, fakat herkes, onun
yoluna ayak basmıştır.
Yiğidim kim bir kötü adet koysa, ondan sonra halk körlüğünden o adete uysa. Bütün o
adeti işleyenlerin günahı, o adeti ilk koyana da yazılır. Çünkü o, baştır öbürleri
kuyruk. Fakat Adem, ben topraktan yaratıldım diye o çarıkla postu önüne koymuştur.
Eyaz gibi o da çarığını göz önünde tuttu, sonunda akibeti Mahmut oldu. Mutlak varlık
yoklukları meydana getirip durur. Yokluktan başka var yaratan iş yurdu var mı?
Adam, yazılmış kağıda yazı yazar mı, yahut fidan dikilmiş fidanlığa tekrar fidan diker
mi? Yazmak için yazılmamış bir kağıt arar. Tohum ekmek için ekilmemiş bir yeri
aktarır.
Sen de kardeş tohum ekilmemiş bir yol ol, yazılmamış beyaz bir kağıt kesil de, “Nun
vel kalem” yazısı ile şeref kazan, sana da o kerem sahibi tohum eksin. Bu palüzeden
tatmamış ol. Gördüğün mutfağı görmezlikten gel. Çünkü bu palüze insana sarhoşluk
verir de postla çarık hatırından çıkar. Can verme ve ölüm zamanı gelince sonra ah
eder, o zaman hırkanı çarığını anarsın.
Fakat çirkinlik dalgasına dalmadıkça, sana bir sığınacak bulunmadıkça, o doğru düze...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 13:01:48
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #7 : 29 Ocak 2010, 13:01:48 »

ZAHİDİN KARISI
Bir zahidin kıskanç bir karısı, bir de huri gibi güzel bir halayığı vardı. Kadın,
kıskançlığından kocasını gözetir, halayıkla hiç yalnız bırakmazdı. Kadın, bir zaman
onların ikisini de gözetti, yalnız kalmalarına fırsat vermedi.
Nihayet Allahnın kaza ve kaderi gelip çattı. Koruyucu akıl, şaşırdı gitti. Allah hükmü,
Allah takdiri gelince akıl kim oluyor ki? Ay bile tutulur. Kadın, hamama gitmişti.
Birden aklına geldi hamam tasını evde unutmuştu. Kuş gibi hemencecik koş. Evden o
gümüş hamam tasını getir dedi.
Halayık bu sözü duyunca efendisiyle buluşabileceğini düşünüp adeta canlandı. Efendi
şimdi evde yalnızdır deyip sevine, sevine hemen eve koştu. Halayık altı yıldır
efendisini yalnız bulmayı gözlüyordu, bu sevdadaydı. Adeta uçarak eve geldi. Efendiyi
evde yalnız buldu.
Şehvet, iki aşığı da öyle bürümüştü, ikisinin de gözleri öyle karamıştı ki ihtiyatı
akıllarına bile getirmediler. Evin kapısını kapamadılar.
İkisi de neşeyle kucaklaştılar, birleştiler. Adeta o anda iki can bir oldu. Bu sırada
hamamda kadının aklına geldi nasıl oldu da dedi, ben bu kızı eve yolladım? Adeta
kendi elimle ateşi pamuğun içine attım. Koçu koyuna saldım.
Başındaki kili hemen yıkadı, cansız bir halde halayığın ardına düştü. Hem koşuyor,
hem çarşafını giyiyordu. O halayık can sevgisiyle koşmuştu, bu korkusundan
koşuyordu. Aşk nerede, korku nerede? Aralarında ne fark var?
Arif, her an padişahın tahtına kadar ulaşır. Zahitse yürür,yürür bir ayda tam bir
günlük yol alır. Zahidin de şerefli bir günü yok değildir, vardır. Vardır ama onun günü,
nereden elli bin yıllık olacak.
İş erinin ömründe her gün, bu cihan yıllarınca elli bin yıldır. Akıllar, bu sırra
eremezler, kapı dışında kalırlar. Bu sır, vehmin ödünü patlatırsa bırak patlatsın. Aşk
karşısında kıl kadar bile korku yoktur. Aşk mezhebinde herkes kurbandır. Aşk, Allah
sıfatıdır. Fakat korku, şehvete kapılmış kulun sıfatıdır.
Kuran’da “Onlar Allah’ı severler” sözünü okudun ya, bu söz “Allah da onları sever”
sözüne eştir. Şu halde muhabbeti de Allah sıfatı bil, aşkı da. Azizim korku Allah sıfatı
olamaz. Allah sıfatı nerede, bir avuç toprağın sıfatı nerede? Sonradan yaratılanın sıfatı
nerede, o pak ve önü sonu olmayan Allahnın sıfatı nerede?
Aşkın sıfatını söylemeye koyulursam yüz kıyamet kopar da yine noksan kalır. Çünkü
kıyametin kopacağı bir zaman, bu dünyanın bir sonu vardır. Fakat Allah sıfatına son
nerede? Aşkın beş yüz kanadı vardır. Her kanadı, arştan yer altına kadar bütün kainatı
kaplar.
Korkak zahit, ayağı ile yürümeye çabalar. Aşılarsa şimşekten de hızlı uçarlar, yelden
de! O korkaklar, aşkın tozuna nereden ulaşacaklar? Aşk derdi, gökyüzünü döşeme
edinir. Zahit bu makama ulaşamaz. Meğer ki Allah ışığının inayeti gelip erişe de bu
alemden ve bu yürüyüşten kurtula.
Kendi kuşundan, düşünden, dedikodusundan halas olsa da yüce doğan kuşu, padişaha
yol bula. Bu dedikodu, cebir ve ihtiyarıdır. Sevgilinin cezbesi, bu ikisinin ardından
gelir. Hasılı o kadın eve varıp kapıyı açtı. Kapının sesi kulaklarına gelince, halayıkcağız
perişan bir halde sıçradı, adam da namaza durdu.
Kadın halayıkcağızı perişan, şaşkın ve somurtkan, kocasını da namaz da görünce bu
halden şüphelendi. Derhal kocasının eteğini kaldırdı. Bir de ne görsün? Aleti ve
hayaları, meni içinde. Aletinden arta kalan meni damlamada, baldırı dizi pislik içinde.
Başına vurdu da dedi ki: A adi herif, namaz kılan adamın hayaları böyle mi olur? Şu
alet, bu çeşit pislik içinde bulunan but ve kasık, Allah’ı anmaya layık mıdır?
Sen de insaf et, zulümle, kötülükle, küfür ve kinle dolu olan amel defteri sağ yandan
verilmeye değer mi? Kafire de bu gökyüzünü, şu halkı ve alemi kim yarattı? Diye
sorsan., der ki: Allah yarattı. Yaratmak, Allah’a layıktır. Fakat onun küfrü, bir hayli
kötülüğü ve sitemi, bu çeşit ikrarla bir araya gelir mi?
O kötü ve çirkin hareketler, o noksan işler, bu çeşit bir ikrarla bir araya sığar mı? İşi,
ikrarını yalanlar. Bu suretle de o, korku azabına layık olur. Mahşer günü, her gizli şey,
meydana çıkar. Her suç, kendiliğinden insanı rezil eder. Elle ayak, dile gelir. Allah
huzurunda onun kötülüğüne şahadet eder. El ben şöyle çaldım der, dudak ben şöyle
sordum der. Ayak, ben şehvete koştum, ferç ben zina ettim diye tanıklık eder.
Göz der ki: Ben harama baktım. Kulak der ki: Ben kötü söz işittim. Derken sözleri
baştan aşağıya yalan olur, azası yalanını meydana çıkarır. Nitekim doğru düzen
namazın da yalanı, hayaların tanıklığı ile meydana çıktı.
Şu halde öyle hareket etki o hareketin, dilsiz, dudaksız, tanıklığın, şahadet ederim
demenin ta kendisi olsun. Bütün beden, her uzuv, faydada şahadet ederim desin ey
oğul. kulun, efendisinin izini izlemesi, ben buyruğa tabiim, şu da benim efendimdir
demesidir. Ömür defterini kararttınsa önce yaptıklarına tövbe et.
Ömrün geçtiyse kökü bu demdir, tez ömür ağacını tövbe suyuyla sula. Ömrünün
köküne abıhayat dök de ömür ağacın yeşersin. Bütün geçmiştekiler, bu tövbeyle
iyileşir. Geçen yıldaki zehir, bu yüzden şeker kesilir.
Allah, kötülüklerini iyiliğe çevirir. Geçmişteki bütün suçların ibadet olur. Hocam Nasuh
tövbesine sarıl, canla başla buna çalış. Bu Nasuh tövbesini sana anlatayım, dinle.
İnanmışsın ama yeniden inan.
NASUH TÖVBESİ
Bundan önce Nasuh adlı bir adam vardı. Tellaklık eder, bu suretle kadınları avlardı.
Yüzü, kadın yüzüne benzerdi. Tüyü tüsü yoktu. Erkekliğini daima gizlerdi. Kadınların
hamamında tellaklık ederdi. Kötülükte, hilede pek çevikti.
Yıllarca tellaklık etti, kimse onun halinden, sırrından bir koku bile almadı. Çünkü sesi
de kadın sesine benziyordu, yüzü de kadın yüzüne. Fakat şehvette pek yüceydi, pek
uyanıktı. Çarşaf giyer, başını örter, peçe takardı. Fakat şehvetli ve azgın bir gençti. Bu
suretle padişahların kızlarını bile güzelce keseler, ovar, yıkardı. Tövbe etmekte, ayak
diremeye çalışmaktaydı. Fakat kafir nefis, tövbesini bozdurup dururdu.
0 kötü işli herif bir arifin yanına gidip “Beni duada an “ diye yalvardı. O hür er onun
sırrını anladı ama Allah hilmi gibi o da açığa vurmadı. Dudağı kilitliydi ama gönlünde
sırlar vardı. Dudağını yummuştu ama gönlü sırlarla doluydu. Allah şarabını içen
arifler, sırları bilirler ama örterler.
İşin sırlarını kime öğretirlerse ağzını mühürlerler, dikerlerdi. Arif, tuhaf tuhaf güldü
de dedi ki: A içi kötü adam, bildiğin, gönlünde tuttuğun şeyden Allah seni kurtarsın.
O dua, yedi göğü de geçti, kabul edildi. O yoksulun işi, nihayet iyileşti, düzene girdi.
Çünkü şeyhin o duası, her duaya benzemez. Şeyh, Allahda yok olmuştur, onun sözü
Hak sözüdür. Allah, kendisinden bir şey isterse kendi isteğini nasıl ret eder. Ululuk
ıssı Allah, onu bu lanetleme işten, bu vebalden kurtarmak için bir sebep halk etti.
Nasuh hamamda tası doldururken padişahın kızının bir incisi kayboldu ve bütün
kadınlar, o inciyi araştırmaya koyuldular. Önce herkesin eşyasını araştırmak üzere
hamamın kapısını iyice kapattılar. Herkesin eşyası arandı, inci bulunmadığı gibi inciyi
çalan da rezil olmadı. Bunun üzerine bu üstün körü işi bırakıp herkesin ağzını,
kulağını vücudundaki bütün delilleri adamakıllı aramaya koyuldular.
O sedefi güzel inciyi altta, üstte her yanda araştırmaya başladılar. Hepiniz soyunun,
ihtiyar genç herkes anadan doğma soyunsun diye bağırıldı. Sultanın hizmetçileri, o
değerli inciyi bulmak için bir bir herkesi aramaya başladılar. Nasuh korkusundan
tehna bir yere çekildi. Yüzü,korkusundan sapsarı olmuştu, dudakları gövermişti.
Ölümünü gözünün önünde görüyor, gazel yaprağı gibi tirtir titriyordu.
Dedi ki: Yarabbi, nice defalar tövbeler ettim; ahdlar ettim, sonra onları bozdum. Ben,
bana layık olanları yaptım. Sonunda da işte bu kara sel, gelip çattı. Arama nöbeti bana
gelirse eyvah bana! Kim bilir neler çekecek, ne güçlüklere düşeceğim?
Ciğerime yüzlerce kor düştü. Münacatımdaki ciğer kokusuna bak. Böyle bir keder,
böyle bir gam, kafirde bile olmasın. Rahmet eteğine sarıldım medet,medet! Keşke
anam beni doğurmasaydı, yahut da beni bir aslan paralasaydı. Allahm sana düşeni
yap. Beni, her delikten bir yılan sokmada. Ne de taş gibi bir canım, ne de demir gibi
bir yüreğim varmış. Yoksa bu dertle çoktan erir, kan kesilirdim.
Vaktim daraldı, bir an içinde feryadıma yetiş, padişahlık et. Beni bu sefer de korur
suçumu örtersen ne olur? Her türlü yapılmayacak işlerden tövbe ettim. Bu sefer de
tövbemi kabul et de tövbende durmak için yüzlerce kemer bağlanayım. Bu sefer de
kusur da bulunursam artık duamı ve sözümü dinleme.
Hem böyle söylenip titremede, hem katra katra gözyaşları dökmede, hem de
cellatların, hain kişilerin ellerine düştüm diye feryat etmekteydi. Hiçbir Frenk bu hale
düşmesin. Hiçbir mülhit bu feryada uğramasın diyor. Kendine ağlayıp duruyor. Azrail’i
gözünün önünde görüyordu. Yarabbi, yarabbi diye o kadar söylendi ki kapı ve duvar
da onunla beraber yarabbi demeye başladı.
O yarabbi derken birden, inciyi arayanların sesi duyuldu. Herkesi aradık, ey Nasuh,
sen gel. Bu sesi duyar duymaz, Nasuh kendisinden geçti, adeta bedeninden ruhu uçtu.
Harap duvar gibi çöküverdi. Aklı fikri gitti, cansız bir hal aldı. Bedeninden amansız bir
halde aklı gidince sırrı, derhal Allah’a ulaştı. Bomboş bir hale geldi, varlığı kalmadı.
Allah, bir doğan kuşuna benzeyen canını huzuruna çağırdı. Muratsız gemisi kırılınca
rahmet denizinin kıyısına düştü. Akılsız fikirsiz bir hale gelince canı, Ha...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 13:03:56
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #8 : 29 Ocak 2010, 13:03:56 »

BİLGİLER EMEN ZAHİT
Gazne’de bilgiler emen bir zahit vardı. Adı Muhammet’di, Künyesi Serrezi. Her gece
üzüm çotuğunun ucunu yer, onunla iftar ederdi. Yedi yıl bu haldeydi. Varlık
padişahından birçok şaşılacak şeyler gördü. Fakat maksadı padişahın cemalini
görmekti.
O kendine doymuş er, bir dağ başına çıktı. Dedi ki: Ya bana kendini göster, yahut
kendimi bu dağdan atacağım.
Allah dedi ki: O ihsanın zamanı gelmedi. Kendini atarsan da ölmezsin, ben seni
öldürmem. Şeyh, iştiyakından kendisini o yüce dağdan derin bir suya attı. O canına
doymuş er ölmedi. Ölümden kurtulduğuna feryat etmeye başladı. Çünkü bu yaşayış
ona ölüm gibi görünmedeydi. İş, onca tersineydi. O, gayb aleminden ölüm istiyor,
hayatım ölümümdedir deyip duruyordu. Ölümü, hayat gibi kabul etmede, helakine
gönül vermedeydi.
Ali gibi kılıçla hançer, ona reyhan kesilmiş, nerkisle nesrin, canına düşman olmuştu.
Açlıktan da ileri, gizlilikten de ileri duyulmamış bir ses geldi: Yürü ovayı bırak şehre
git! Dedi ki: Ey kıldan kıla bütün gizliliklerimi bilen Allah, şehirde ne yapayım? Söyle.
Allah dedi ki: Nefsini alçaltman için Abbas-ı Debs gibi rüsvay ol, dilen. Bir müddet
zenginlerden para topla, yoksullara dağıt. Bir müddet hizmetin budur. Şeyh, baş
üstüne ey canımın sığındığı Allah dedi.
Mahlukatın Allahsı ile o zahit arasında bir çok sual, cevap birçok macera oldu. Öyle ki
yerle gök bunlarla nurlandı. Bütün bu sözler, dillere destan oldu. Fakat ben, bu sözü
kısa kesiyorum, her aşağılık kişi, sırları duymasın diye.
Şeyh Allah buyruğunu kabul edip Gaznenin şehrini yüzünün nuru ile aydınlattı. Bir
bölük halk, ferahtan ona karşı vardılar. Fakat o acele bilinmez bir yoldan şehre girdi.
Şehrin ileri gelenleri uluları hep birden kalkıp onun için köşkler hazırladılar.
Şeyh ben dedi, kendimi göstermeye gelmedim, ancak horluğa ve dilenciliğe geldim.
Dedikoduda bulunmaya niyetim bile yok. Elimde zembil kapı kapı gezeceğim. Buyruk
kuluyum buyruk da Allahdan. Ben dilencilik edeceğim, dilencilik edeceğim, dilencilik.
Dilenirken de duyulamamış sözler söyleyecek değilim. Dilencilerin aşağılık yolundan
başka bir yol yordam tutmayacağım. Bu suretle tamamı ile alçaklığa dalayım da ileri
gelenlerden de, halktan da kötü sözler duyayım.
Allah buyruğu candır, ben ona tabiim. O, tamah hakkında “Tamah eden alçalır”
buyurdu. Mademki din sultanı benden tamahkarlık istiyor, bundan böyle kanaatin
başına toprak! O, alçalmamı istiyor, ben nasıl yüceliğe savaşırım? O, dilenci olmamı
diliyor, ben nasıl beylik edeyim? Bundan böyle benden yalnız dilencilik ve alçaklık
iste. Dağarcığımda yirmi tane Abbas var benim.
Şeyh, eline zembili almış sokak,sokak kapı, kapı dolaşıyor. Ağam Allah için bir şey ver,
Hak bu hususta sana tevfik verdi mi ki? Diyordu. Sırları arştan yüceydi, kürsüden de.
Öyle olduğu halde işi gücü “Allah için, Allah için” demekti.
Peygamberlerin hepsi, bu çeşit hareket ederler. Halk müflistir, öyle olduğu halde
onlar, halktan bir şey isterler.
“Allah’a ödünç verin, Allah’a ödünç verin” derler. İşi tersine yürütürler de “Allah’a
yardım ederseniz Allah da size yardım eder” derler.
Bu şeyh de kapı kapı dolaşıp yalvarmadaydı. Halbuki şeyh için gökyüzünde yüzlerce
kapı açıktı. O dilenciliği boğazı için değil Allah için yapıyordu. Bu işe iyice sarılmıştı.
Hatta boğazı için bile dilense ne çıkar? O boğaz Allah nuru ile dopdoluydu.
Onun ekmek, bal ve süt yemesi, yüz yoksulun çilesinden, üç günde bir iftar ederek
oruç tutmasından daha hayırlıdır. O, nur yer, ekmek yiyor deme. Görünüşte otlar,
fakat hakikatte lale eker.
Kandilin yağını yiyen alev gibi o da etrafındakileri aydınlatır, onların nurunu arttırır.
Allah ekmek yiyene “İsraf etmeyin” dedi, nur yiyene “Artık kafi” demedi. O boğaz,
iptila boğazıdır, buysa israftan da emin, ileri gidişten de.
Şeyhin bu hale düşmesi hırsından tamahından değildi, buyruğa uymasındandı. Öyle
can hırsa tamaha uymaz ki. Kimya, bakıra gel kendini tamamı ile bana ver derse bu
sözü tamahından söylemez. Allah yedinci göğe kadar toprak hazinelerini Şeyhe
göstermişti.
Şeyh dedi ki: Ey beni yaratan! Ben aşığım. Senden başka bir şey dilersem kötü kişi
olayım. Sekiz cennet gözüme görünür, yahut sana cehennem korkusundan hizmet
edersem, ancak kendi selametini arayan bir inanmış kul olurum. Çünkü cennet de
bedene aittir, cehennem de. Bir aşık, Allah aşkı ile gıdalanırsa yüzlerce beden, onca
bir gazel yaprağına değmez.
O ulu Şeyhin bedeni de başka bir şey oldu, artık ona pek beden deme. Hem Allah aşığı
olmak, hem de ücret istemek olur mu? Emniyet sahibi Cebrail, hiç hırsızlık eder mi?
O yaslı Leyla’nın aşkına bile bu alem saltanatı bir zerre göründü. Önce toprakla altın
birdi. Altın da nedir? Canını bile tehlikeden esirgemiyordu.
Aslan kurt ve başka yırtıcı canavarlar bile bunu duydular, anladılar da onunla akraba
gibi çevresine toplandılar. Çünkü o, hayvan huyundan arındı, temizlendi. Aşkla doldu.
Yağı, eti de zehirli bir hal aldı. Aklın şekerler dökmesi, canavarlara zehir olur. Çünkü
iyinin iyiliği kötünün zıddıdır.
Aşığın etini canavarlar yiyemez. Aşk iyilerce de bilinir, tanınır, kötülerce de. Faraza
aşığı kurt kuş yese bile eti zehir olur, yiyeni öldürür. Aşktan başka ne varsa her şeyi
aşk yer, yutar, iki alem de aşk kuşunun gagası önünde bir taneden ibarettir. Bir tane,
hiç kuşu yiyebilir mi? Samanlık hiç atı otlatabilir mi?
Kulluk ta bulunan da belki sen de aşık olursun. Kulluk bir kazançtır ki, amelle elde
edilir. Kul, kulluktan azat olmayı diler. Aşıksa ebediyen azat olmak istemez. Kul daima
elbise vergi diler. Aşığın elbisesiyse daima sevgilinin cemalidir. Aşk, söze sığmaz. Aşk,
bir denizdir ki dibi görünmez.
Denizin katralarını saymaya imkan yoktur. Yedi deniz de aşk denizinin önünde
küçücük bir göl kalır. A canım bu sözün sonu gelmez. Yine zamane Şeyhinin
hikayesine dön.
Böyle bir Şeyh, sokak sokak dolaşan bir dilenci oldu. Aşk, pervasızca geldi, ne yapsın?
sakının aşktan. Aşk, denizi bir çömlek gibi kaynatır. Aşk, dağı kum gibi ezer, eritir.
Aşk, gökyüzünü çatlatır, yüzlerce yarık açar. Aşk, sebepsiz yeryüzünü titretir.
Pak aşk, Muhammed’le eşti. Allah aşk yüzünden ona “Sen olmasaydın” dedi. Hasılı o,
aşktan tekti. Onun için Allah, onu peygamberler içinden seçti. Sen, pak aşka mensup
olmasaydın, sende aşk olmasaydı dedi, hiç gökleri var eder miydim? Ben aşkın
yüceliğini anlayasın diye kadri yüce göğü yücelttim. Gökten daha başka faydalar da
gelir. O yumurta gibidir. Bu, civciv gibi ona tabidir.
Aşıkların horluğundan bir koku alasın diye toprağı tamamı ile hor ettim, ayaklar altına
serdim. Aşkla bir yoksul nasıl değişir, anlaman için toprağa yeşillik ve tazelik verdim.
Şu terinden kımıldamayan dağlar da sana aşıkların sebatını söyler.
Gerçi oğul, o manadır, bunlar suret. Fakat anlayışa yaklaştırmak için lazım bu. Kederi,
dikene benzetirler. Dikenin kendisi değildir, bu benzetiş, ancak uyandırmak, anlatmak
içindir. Katı gönle taş derler. Gönlün taşla münasebeti yoktur, fakat bir örnektir
verirler işte. Düşüncede onun tıpkısı olmaz. Fakat öyle değildir deme de ayıbı
benzetişe, anlatışa ver.
Şeyh bir günde yoksul gibi dört kere bir beyin köşküne gitti. Zembili elinde, Allah için
canı yaratan, sizden bir lokma ekmek istiyor sözleri dilindeydi. Oğul, bunlar, aklı küllü
bile şaşırtan, sersem eden tersine çakılmış nallardır. Bey, onu görünce kötü kişi
dedi, sana bir şey söyleyeceğim ama bana nekes deme. Bu ne küstahlık, bu ne
utanmaz yüz, bu ne çeşit iş? Bir günde tam dört kere geliyorsun? A şeyh, burada
seninle mukayyet olacak kim var ki? Ben senin gibi küstah bir dilenci görmedim.
Dilencilerin namusunu berbat ettin. Bu yaptığın, ne çirkin Abbaslık? Abbası Debs,
senin hizmetkarın olamaz. Bu şom nefis, mülhitte olmasın.
Şeyh dedi ki: Beyim, sus, ben emir kuluyum. İçimdeki ateşi bilmiyorsun, bu kadar
coşma. Ekmek için kendimde bir hırs görseydim ekmek isteyen karnımı deşerdim.
Yedi yıl bu bedenim, aşk ateşiyle yandı kavruldu. Çöllerde asma yaprağı yedim,
onunla geçindim. Hatta taze, yahut kuru yaprak yemeden bu bedenimin rengi
yemyeşil oldu. İnsanlar atasının suretinde, perdesinde bulundukça aşılara öyle pek
serserice bakma.
Akıllı fikirli kişiler, kılı kırk yardılar. Heyet (kozmografya) bilgisini elde ettiler.
Neyrencat, sihir ve felsefeyi, hakkı ile beslemeyi dilerse de, mümkün olduğu kadar
çalıştılar, elde ettiler, bütün akranlarını geçtiler.
Aşk kıskançlığından kendisini gizledi. Böyle bir güneş, onlardan gizli kaldı. Gündüzün
yıldızları gören keskin gözden güneş yüzünü gizledi. Bundan geç de öğüdümü dinle.
Aşıları aşk gözü ile gör.
Vakit dar, can da kuşkuda. Artık, sana özür getirmesine imkan yok. Sen anla da o
sözü bekleme. Aşıların gönüllerini az incit. Sen bu neşeyi anlayamamışsın. Bari ahır ol
ihtiyatı bırakma.
Mutlaka yapılması lazım şey var, yapılsa da olur, yapılmasa da olur iş var, bir de
yapılmasına imkan olmayan var. Sen bu ikisinin ortasını tut, ihtiyatta caiz olanı gözet
ey bu kavme sonradan gelip katılan kişi!
Şeyh bu sözleri söyleyip hay hayla ağlamaya koyuldu, gözyaşları yeryüzünü ıslatmaya
başladı. Şeyhin doğruluğu, beyin içine aksetti. Aşk, her bir görülmemiş çömlek
kaynatır durur. Aşkın doğruluğu cansız bir şeye bile tesir eder. Bilen bir kişinin
gönlüne dokunsa şaşılır mı? Musa’nın doğruluğu, sopaya ve dağa tesir etti, hatta
azametli denize bile dokundu. Ahmed’in doğruluğu ayın yüzüne tesir etti. Hatta ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 13:05:42
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #9 : 29 Ocak 2010, 13:05:42 »

BU NE YAMAN ÇELİŞKİ
Ahmaklar bilgisizliklerinden Mecnun’a dediler ki: Leyla pek o kadar ahım şahım bir
şey değil. Şehrimizde ondan daha güzel ay gibi yüz binlerce kız var.
Mecnun dedi ki: Suret testidir, güzellik şarap, Allah bana onun suretinden şarap
içirmede. Halbuki onun testisinden size sirke verdi de onun için onun sevgisi, sizin
kulağınızı tutup çekmede.
Allah, bir testiden hem zehir verir, hem bal. Onu bana veren de ulu Allahdır, bunu,
şuna veren de. Testiyi görüyorsun ama o şarap, doğru olmayan göze görünmez. Can
zevki, ehlinden başkasına bakmaz, hısmından başkasına nişane vermez. O şarap,
ehlinden başkasını görmez. Şu zarf hicapları ise onu gizleyen çadırlara benzer.
O deniz bir çadırdır ki onun içinde kaz yaşar. Fakat kuzgunlar ölürler. Zehir, yılana
gıdadır, azıktır. Ondan başkasına ise yılanın zehri, derttir ölümdür. Her minnetin
sureti, bana cennettir, ona cehennem.
Şu halde gördüğünüz bütün cisimlerle bütün eşyada hem gıda vardır, hem zehir, fakat
siz görmezsiniz. Her cisim, bir kaseye, bir testiye benzer. Onda hem gıda vardır, hem
gönül yakıcı bir hassa. Kase meydandadır içindeki gıda gizli. O kaseden ne yediğini
yalnızca yiyen bilir.
Yusuf’un sureti güzel bir kadehti. Babası o kadehten yüzlerce neşe şarabı içerdi. Fakat
kardeşleri, ondan zehirli bir su içtiler de bu öfkeleri, kinleri arttı. Sonra yine Zeliha,
şekerler yedi, aşktan bir başka çeşit afyon yuttu. O güzeli Yusuf’tan Yakup’un aldığı
gıdadan başka türlü bir gıda aldı.
Çeşit, çeşit şerbetler, fakat tesiri bir. Bu suretle de gayb alemine ait hiçbir şüphem
kalmaz ya. Şarap gayb alemindendir, testi bu cihandan. Testi meydandadır, içindeki
şarap gizliden gizli. Namahremlerin gözlerinden pek gizli ama mahremlere meydanda,
apaçık.
Allahm gözlerim sarhoş bir hale geldi. Yüklerimiz sırtımızı ağırlaştırdı, büktü, sen bizi
affet. Ey gizli Allah, o alemde de doldun, bu alemde de. Doğu nurunun da üstüne
yüceldin, batı nurunun da. Sen, bir sırsın ki sırrımızı açığa vurur, bilirsin. Sen, bir
fecirsin, kin nehirlerimizi kaynatır akıtırsın.
Ey zatı gizli ihsanı duyulur Allah, sen su gibisin, bir değirmen taşına benzeriz. Sen yel
gibisin, bir toz gibi. Yeli gizlersin de tozu meydandadır. Sen bir baharsın, biz bağ gibi
yemyeşil, hoş bir haldeyiz. O gizlidir ihsanı aşikar.
Sen can gibisin, biz ele, ayağa benzeriz. Elin tutup koy vermesi, can vasıtası iledir.
Sen akıl gibisin, biz şu dile benzeriz. Bu dil, şu anlatışı akıldan alır, akıldan beller. Sen
sevinç gibisin, biz gülme gibi. Yani sevincin sonucu güler neşeleniriz.
Bizim hareketimiz, her an sana bir tanıklık vermede; ululuk ıssı Allah’a bir tanıktır.
Değirmen taşının ıstıraplarla dönüşü de, suyun varlığına tanıktır. Ey benim
vehmimden, dedikodundan dışarı olan Allah, toprak benim de başıma, getirdiğim
örneğin de başına.
Kul sabretmez, güzel güzel tasvirlerde bulunur. Her an sana, canım, ayaklarının altına
yayılmış bir döşemedir. Hani o çoban gibi. O da Yarabbi, seni arayan çobana gel. Gel
de gömleğindeki bitleri ayıklayayım, kırayım. Çarığını dikeyim eteğini öpeyim diyordu
ya. Kimse aşk ve muhabbette ona eş olamazdı, fakat Allah’ı tesbih etmeyi, ona söz
söylemeyi bilmiyordu. Onun aşkı, gökyüzüne çadır kurmuştu. Köpeğe benzeyen can, o
çobanın çadırı önünde bir köpek kesilmişti. Allah aşkının denizi coşunca onun gönlüne
vurdu, senin kulağına değdi.
Sözü kuvvetli, cerbezesi yerinde bir vaaz eden vardı. Mimbere çıkmış vaaz ediyordu.
Kadın, erkek, herkes mimberin dibine toplanmıştı.
Cuha’da bir çarşaf giyip yüzünü örttü, kadınlar arasına karıştı. Kimse onu
tanımıyordu. Bir kadın, vaaz edene gizlice sordu: Kasıktaki kıllar namazın
bozulmasına sebep olur mu? Vaiz dedi ki: Uzun olursa namaz mekruh olur. Ya hamam
otu ile, ya ustura ile tıraş etmen lazım ki namaz tamam olsun, kabul edilsin.
Kadın: Ne kadar uzun olursa namazım kabul olmaz dedi. Vaiz eden dedi ki: Bir arpa
boyu uzun olursa tıraş etmek farzdır.
Cuha, hemen kız kardeş dedi, bak bakalım benim kasığımın kılı o kadar olmuş mu?
Allah rızası için elini uzat da bir yokla. Bakalım, mekruh olacak kadar uzamış mı?
Yanındaki kadın, Cuha’nın şalvarına el atar atmaz eline aleti geldi. Derhal şiddetli bir
nara attı. Hoca sözüm gönlüne tesir etti dedi.
Cuha dedi ki: Hayır, gönlüne tesir etmedi, eline tesir etti. A akıllı adam, gönlüne tesir
etseydi vay haline.
O büyücülerin gönlüne birazcık tesir etti de onlarca sopa da bir oldu, el de. Padişahım,
bir ihtiyarın sopasını alsan o sopa onun eli ayağı olduğu için pek incinir. Halbuki onlar,
elleri, ayakları kesileceği halde “Bize bir zarar olmaz ki” diye nara attılar, naraları
gökyüzüne vardı. Hadi, gel kes dediler, can, can çekişmeden kurtulur.
Biz bildik ki şu tenden ibaret değiliz. Beden olmaksızın da Allah ile yaşarız. Ne mutlu o
kişiye ki kendi zatını tanıdı, ebedi emniyet sahasında bir köşk kurdu.
Çocuk ceviz ve kuru üzüm için ağlar. Halbuki büyük adama göre bu, hiçbir şey
değildir. Gönle göre de beden, beden cevizle kuru üzümdür. Çocuk nereden
büyüklerin bilgisine sahip olacak?
Kim, perde ardındaysa zaten çocuktur. Er ona derler ki kırılmaz. Bir adam sakalla,
hayayla erkek olsaydı keçinin de sakalı var. O da adam olurdu. Halbuki keçi, kötü bir
kılavuz olur, kendisine uyanları ancak kasaba çeker götürür. Sakalını tarar, ben ileri
gelen biriyim demek ister. Doğru, ileri gelensin ama ölüme ve gama.
Kendine gel de sakaldan vaz geç, kendine bir yol tut, bu benliği bu teşvişi bırak. Bu
suretle de aşıklar için gül suyu kesil, gül bahçesine kılavuz ol, öne düş. Gül kokusu
nedir? akıl nefesi, ebediyet ülkesinin güzel kılavuzu.
Bayezid zamanında bir kafir vardı. Ona kutlu bir Müslüman dedi ki: Ne olur Müslüman
olsan da yüzlerce kurtuluşa erişsen, ululuklar bulsan.
Kafir dedi ki: Eğer Müslümanlık, alemin şeyhi Bayezid’in Müslümanlığı ise, ben ona
takat getiremem. O, benim çalışmalarımdan çok üstün. Dine imana inanmıyorum ama
onun imanına adamakıllı iman etmişim. İmanım var ki o, herkesten yüce, pek latif,
pek nurlu. Ağzım adamakıllı mühürlü, iman edemem ama gizliden gizliye onun
imanına müminim. Yok eğer sizin imanınız, imansa ona ne meylim var ne iştahım.
İmana yüzlerce meyli olan sizi gördü mü soğur, kesilir.
Çünkü sizin imanınızdan adam, yalnız bir ad görür, manası yoktur. Nasıl olur da çöle
kurtuluş yeri denir? Sizin imanınıza bakan kişinin imana olan sevgisi soğur gider.
Bir müezzin vardı, sesi pek çirkindi. Kafir ülkesinde ezan okurdu. Ezan okuma, savaş
çıkar, düşmanlık uzar dedilerse de, inat etti, pervasızca o kafir ülkesinde ezan
okumaya koyuldu.
Halk umumi bir kargaşalıktan korkarken bir de baktılar, elinde bir elbise, kafirin biri
çıkageldi. Dostlar gibi eline mum ve helva almış, öyle bir latif elbiseyi hediye
getiriyordu.
Söyleyin o müezzin nerede? Onun selası ve ezanı bana rahatlık verdi diye sormadaydı.
Yahu dediler. Nasıl olur? Hiç o bet ses, insana rahatlık verir mi? Kafir dedi ki: Sesi
kiliseye gelince, benim pek güzel, pek yüce bir kızım var, çoktandır Müslüman olmak
isterdi. Bu sevda, kafasından bir türlü çıkmıyordu. Bunca kafir ona öğüt verdi. Fakat
gönlünde iman sevgisi, öyle bir yerleşmişti ki. Bu dert, adeta bir buhurdanlıktı, ben de
öd ağacı. Anbean imana yöneldikçe ben, dert, azap ve işkence içindeydim. Bu hususta
elimde hiçbir çare yoktu; nihayet müezzin ezan verince, kızım bu çirkin ses nedir?
kulağıma geldi de beni berbat etti. Bütün ömrümde bu kilisede, şu manastırda bu
derece çirkin bir ses duymadım dedi.
Kız kardeşi, bu ezandır, Müslümanlar okur, Müslümanları ibadete çağırırlar dedi.
İnanmadı başkasına sordu, o da evet deyince, inandı, yüzü sapsarı kesildi,
Müslümanlık hevesi kalmadı. Ben teşvişten azaptan kurtuldum, dün gece korkusuz
rahat bir uyku uyudum.
Onun sesinden dolayı rahatlaştım. Onun için de ona hediye getirdim; nerede o adam?
Müezzini görünce de hediyeyi kabul et dedi, beni dertten kurtardın , elimi tuttun.
Bana öyle bir ihsanda bulundun ki senin azat kabul etmez bir kulun oldum.
Malda, mülkte, zenginlikte tek bir kişi olsaydım ağzını altınla doldururdum. İşte sizin
imanınızda bunun gibi bir riya, geçici bir şey. O ezan gibi yol kesici.
Fakat Beyazıd’ın imanına, onun doğruluğuna karşı gönlümde nice hasret var. Hani şu
kadın gibi. Eşeğin çiftleşmesini gördü de dedi ki: Amanın şu tek erkeğe bakın.
Çiftleşme buysa bizim kocalarımız, bizimle çiftleşmiyorlar, içimize aptes bozuyorlar.
Bayezid, imanın bütün şartlarına haiz... Aferinler olsun bunun gibi tek aslana. Onun
imanının bir katrası denize gitse deniz, o katrada gark olur. Nitekim zerrecik ateş,
ormanlara düşse o zerre bütün ormanları yakar, yok eder.
Padişahın, yahut ordunun gönlündeki hayal gibi. O hayal de hayaldir ama savaşta
düşmanları mahveder. Muhammed’in yüzünde bir yıldızdır parladı, kafirlerin, çıfıtların
gevherleri yok oldu. İmana erişen aman buldu, imana gelmeyenlerin şüphesi iki kat
oldu. Önce gelenlerin halis küfrü kalmadı da yerini ya Müslümanlık tuttu, ya korku...
Bu da hileyle suyu yağa karıştırmaktır. Bu örnekler, nurun zerresine eşit olamaz.
Zerre, bir cisimden ayrılmış, küçücük bir parçadan başka bir şey değildir. zerre,,
taksim kabul etmeyen güneş olamaz ki, zerre demekte bil ki gizli bir muradım var.
Sen, denize mahrem değilsin, ancak köpüksün şimdi.
Şeyhin parlak iman güneşi, şeyhin can doğusundan yüz gösterse. Bütün aşağılık alemi
ta yerin dibine kadar hazine kesilir, bütü...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2] 3 4   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes