> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mevlana Kitaplığı > Mesnevi´den Hikayeler V
Sayfa: 1 2 [3] 4   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mesnevi´den Hikayeler V  (Okunma Sayısı 8270 defa)
29 Ocak 2010, 13:07:10
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #10 : 29 Ocak 2010, 13:07:10 »



KONUK EVİ
Delikanlım, bu denen bir konuk evidir. Her sabah, oraya koşa, koşa bir yeni konuk
gelir. Sakın bu, benim boynumda kaldı deme. Şimdicik yine uçar, yokluk alemine
gider. Gayb aleminden gönlüne ne gelirse konuktur onu hoş tut.
Birisine ansızın konuk geldi. Ev sahibi konuğunu gerdanlık gibi boynuna taktı. Sofra
çıkardı, ağırladı. O gece mahallelerinde sünnet düğünü vardı. Erkek, kadınına gizlice
dedi ki: Bu gece iki yatak ser. Bizim yatağımızı kapı yanına yap, konuğun yatağını da
öbür tarafa. Kadın, olur iki gözümün nuru, baş üstüne. Hizmetler eder, güler yüz
gösteririm, merak etme dedi. Yatakları yapıp sünnet düğününe gitti.
Yüce konuk, kadının kocası ile kaldı. Geceleyin kuru, yaş bir çerez çıkardı. Yediler
içtiler. O iki temiz adam, gece geç vakte kadar oturup konuştular, gece yarısına dek
iyi, kötü başlarından geçenleri anlattılar. Çerezden, konuşup görüşmeden sonra
konuk, uykusuzluktan kalktı, kapı yanındaki yatağa girip yattı.
Adam, utancından ona bir şey diyemedi, canım, senin yatağın bu taraftaki. Sen yatıp
uyuyasın diye yatağı, şuraya serdik diye bir söz söyleyemedi. Karısı ile
kararlaştırdıklarının aksine, konuk için serilen yatağa girdi, öbür yatakta da konuk
yatıp uyudu. O gece şiddetli bir yağmur başladı. Bulutların çokluğu, hayret verecek bir
derecede idi.
Kadın gelince konuk öbür taraftadır kocam öbür taraftadır, kapı yanında yatan
kocamdır diye, anadan doğma soyunup yorganın altına girdi, konuğu birkaç kere de
istekle öptü.
Dedi ki: Hani bir şeyden korkuyordum ya. Başıma geldi mi geldi, geldi mi geldi.
Yağmur, çamur yüzünden konuk kakıldı kaldı. Beylik sabunu gibi elinden çıkmasına
imkan yok. Bu yağmur çamurda o, nereden gidecek? Başına canına and olsun, adam
başımıza kaldı. Konuk bu sözleri duyunca hemen sıçrayıp dedi ki: Kadın bırak beni.
Ayakkabım var benim, çamurdan korkum yok. Ben gidiyorum, Allah size hayırlar
versin. Yolculukta can, bir an bile eğlenmez. Yolcu derhal geldiği yere dönmeli. Bir
yerde kalıp eğlenmek, yol keser.
Kadın, o soğuk sözü söylediğine pişman oldu. Çünkü o eşsiz mihman ürküp yola
düşüyordu. Kadın lütfen, hoş gör, ben şaka olsun diye söyledim deyip, secdeler etti,
bir hayli yalvarıp sızlandı ama fayda etmedi. Konuk, yola düşüp bunları hasret bıraktı.
Bu yüzden adam da yasa battı, kadın da. Çünkü artık o konuğun yüzünü, leğendeki
akisten değil, kendi yüzünden görmüşlerdi. Konuk gitmede ova, konuğun nuru ile
cennet gibi aydınlanmadaydı. Adam bundan sonra bu işin derdinden utancından evini
konuk evi haline soktu.
Fakat kadının gönlünde de, erkeğin gönlünde de o konuğun hayali, her an derdi ki:
Ben, Hızır’ın dostuyum size yüzlerce cömertlik hazinesi saçacaktım, fakat ne
yapayım? Kısmetiniz değilmiş.
Konuk evine her gün nasıl bir yüce konuk gelirse onun gibi her an sana bir fikir gelir.
Canım, fikri bir adam say. Çünkü adam, fikirle değerlidir, fikirle diridir. Gam fikri, neşe
yolunu vurursa gam yeme. O, hakikatte başka neşeler hazırlamaktadır.
O, hayrın aslından yeni bir sevinç, yeni bir neşe gelsin diye evi, başkalarından sıkıca
süpürür. Gönül dalındaki sararmış, kurumuş yaprakları ayırır, daldan yeni ve yeşil
yapraklar bitmesine yardım eder. Bu alemden öte bir aleme yeni bir zevk gelsin diye
eski sevinci, kökünden çeker, çıkarır.
Gam, üstü dallarla yapraklarla örtülü yeni kökü bitirsin diye çürümüş, pörsümüş olan
eski kökü yerinden söküp çıkarır. Gam, gönülden neyi döker, yahut koparırsa karşılık
olarak mutlaka daha iyisini verir. Hele derdin gamın yakın ehline kul olduğunu iyice
bilene daha fazla lütuflarda bulunur.
Bulutla şimşek, asık suratlılık, ekşi yüzlülük göstermese asma yaprağı, doğuya
benzeyen gülümsemelerini gösterir mi hiç? Kutluluk, kutsuzluk, gönlüne gelir,
konuklar. Bunlar, evden eve giden yıldızlara benzerler. Senin burcunda konakladı mı
onun talihi gibi sen de tatlı bir hale, gel, çevikleş.
Böyle hareket et de o yıldız, aya gitti, ulaştı mı o gönül sultanına senden şükür etsin.
Sabırlı ve her şeye razı olan Eyyüb, tam yedi yıl Allah konuğunu belayı hoş tuttu. O
sert ve yüzü pek ala da Allah’a dönünce ondan yüzlerce çeşit şükürlerde bulundu da,
dedi ki: Eyyüb ben sevgililerini öldürdüğüm halde sevgisinden bir kere bile yüzünü
çevirmedi. Allah bilgisine vefakarlıkta bulundu, utancından bela ile adeta sütle bal gibi
kaynaştı, karıştı. Senin de gönlüne yeniden yeniye belalar geldikçe o belaları güle
güle karşıla.
Ey yaradanım, beni o belanın şerrinden sakla bekle. O yüzden gelecek ihsanları bana
haram etme, beni o lütuflara kavuştur. Rabbim, uğradığım belalara karşı lütfet de
şükredeyim, geçip giderse ona hasret çekmeyeyim de. O suratı asık derdi koru. O
acılığı şeker gibi tatlı say.
Bulutunda görünüşte yüzü asıktır ama gül bahçesini bezer, çalı çırpıyı kırar. Gamı
bulut gibi bil de o asık suratıyla pek surat asmaya kalkışma. Belki o inci, elindedir,
olur ya. Onun için çalış çabala da senden razı olsun. Hatta böyle olmasa bile bu huyu
adet edinir, o güzelim huyla huylanır, o huyu arttırırsın da, başka yerlerde de böyle
hareket edersin ve bir gün birdenbire muhtaç olduğun şeye erişiverirsin.
Neşene mani olan düşünce, Allahnın emri ile, Allahnın hikmeti ile gelir. Sen ona
felaket deme delikanlım. Belki bir yıldızdır, belki kutluluk kıranındadır. Sen ona fer-i
deme, asıl tut da onunla daima maksadına eriş, üstün çık. Onu fer-i sayar, muzır
tutarsan gözün, aslı gözler durur.
Halbuki bekleyiş, çeşnide zehirdir adeta. Bu gidişle daima ölüm halinde kalırsın. Onu
asıl bil, kucakla da bekleyiş ölümünden kurtul.
ŞEHİT OLMAK
Zengin bir adam vardı. Bu adamın da zühre yanaklı, ay yüzlü, gümüş bedenli bir kızı
vardı. Kız, kendini bildi, babası onu kocaya verdi. Fakat kocası kızın dengi değildi.
Kavun, karpuz oldu, sulandı mı yarmazsan telef olur gider.
Babası da kızın baştan çıkmasından korktu da onun için onu, dengi olmayan birisine
verdi. Kızına dedi ki: Kendini kocandan koru, sakın gebe kalma. Ne yapayım? Bu
yoksula seni vermek zorunda kaldım. Bu adamı garip say, garipte vefa olmaz. Ansızın
her şeyi bırakır, kaçıp gider. Çocuğu başına dert kalır.
Kızı dedi ki: Babacığım, dediğini tutarım. Öğüdün pek doğru, kabulüm. Babası, her iki
üç günde bir kere kızına aman ha sakın diye öğüt veriyordu. Derken kız, birdenbire
gebe kalıverdi; ikisi de gençti. Kız, bunu babasından gizledi. Çocuk karnında beş,
yahut altı aylık oldu. Artık iyiden iyiye belli oldu. Babası dedi ki: Ben sana ondan
kendini koru demedim mi? Öğütlerim yel miydi ki sana tesir etmedi?
Kız, baba dedi, nasıl tahammül edeyim? Erkekle kadın, şüphe yok ki ateşle pamuk.
Pamuk ateşten nasıl çekinebilir? Yahut da ateş nasıl olur da pamuğu yakmaz, çekinir?
Babası dedi ki: A kızım, ben sana onun yanına gitme demedim. Yalnız menisinden
kendini koru dedim. Tam zevk anında onun beli gelirken kendini çekmeliydin. Kız,
peki... beli ne vakit gelecek, ben ne bileyim? Bu, pek gizli bir şey, anlaşılmaz ki dedi.
Babası gözleri süzüldü mü anla ki beli geliyor deyince, kız dedi: Onun gözü
süzülünceye kadar benim bu iki gözüm de kör oluyor a baba. Her bayağı akıl, hırs ve
öfke zamanı, yerinde durmaz ki.
Bir sofi, askere savaşa gitti. Ansızın savaş başladı. Sofi, ağırlıklarla çadırda kalan
zayıflarla beraber kaldı. Erler, ta savaş yerine kadar at sürdüler. Ağır kişiler, toprak
gibi yerlerinde kala kaldılar. İleri gidenlerin ileri gidenleriyse yürüyüp ilerlediler.
Savaşlar edip üstün gelerek bir çok ganimetlerle geri döndüler.
Sen de al diye sofıye de armağan sundular. O, o armağanı attı, hiçbir şey almadı.
Neden kızgınsın dediler. Savaştan mahrum kaldım dedi. Sofi, savaş safında hançer
çekip savaşmadığı için bu iltifattan memnun olmadı. Bunun üzerine esir getirdik
dediler, birini al öldür. Başını kes de gazi ol. Sofi, buna biraz sevindi yüreklendi.
Suyla alınan aptestin yüzlerce aydınlığı, nuru, feri vardır ama su olmazsa teyemmüm
edilir. Sofi, bağlı esiri alıp gaza etmek üzere çadırın arkasına götürdü. Oraya tutsakla
gitti ama biraz gecikti diye meraka düştüler. İki eli bağlı tutsak. Onu
öldürüvermeliydi. Öldürmede neden bu kadar gecikti, sebebi ne? Dediler.
Birisi işi anlamak üzere ardından gitti. Bir de ne görsün? Kafir, sofinin üstüne
çıkmamış mı? Erkek, dişinin üstüne biner gibi o tutsak da yoksulun üstüne aslan gibi
binmiş. Elleri bağlı olduğu halde hiddetle sofinin boynunu ısırmada. Dişleriyle
boğazını dişlemede. Sofi, kafirin altına düşmüş, aklı başından gitmiş. Eli bağlı kafir,
bir kedi gibi, elinde mızrak olmadığı halde onu berbat etmiş. Dişleriyle onu yarı
öldürmüş. Boynundan akan kanla sakalı kıpkırmızı kesilmiş.
Sen de eli bağlı olan nefsinin elinde tıpkı o sofi gibi alta düşmüş, kendinden
geçmişsin. Yoldaki bir tepecikten aciz kalmışsın. Halbuki önünde yüz binlerce dağ var.
Bu kadarcık bir tepeden korkup ölüye döndün. Önünde aşılacak dağ gibi beller var,
nasıl gideceksin? Gaziler hiddetle gelip derhal acımadan o kafiri kılıçlayıp öldürdüler.
Kendine gelsin diye de sofinin yüzüne sular saçtılar, gül suları serptiler. Sofi, kendine
gelip onları görünce ne oldu yahu diye sordular.
Ey aziz Allah hakkı için bu ne hal? Neden böyle bu derece kendinden geçtin? Yarı
ölmüş elleri bağlı bir tutsaktan neden böyle korktun, aklın başından gitti, bu hale
düştün?
Sofi dedi ki: Başını keseceğim sırada o aç gözlü bana öyle bir hışımla baktı ki...
Gözünü açtı, dolandırdı da öyle ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mesnevi´den Hikayeler V
« Posted on: 26 Nisan 2024, 04:34:19 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mesnevi´den Hikayeler V rüya tabiri,Mesnevi´den Hikayeler V mekke canlı, Mesnevi´den Hikayeler V kabe canlı yayın, Mesnevi´den Hikayeler V Üç boyutlu kuran oku Mesnevi´den Hikayeler V kuran ı kerim, Mesnevi´den Hikayeler V peygamber kıssaları,Mesnevi´den Hikayeler V ilitam ders soruları, Mesnevi´den Hikayeler Vönlisans arapça,
Logged
29 Ocak 2010, 13:08:04
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #11 : 29 Ocak 2010, 13:08:04 »

EMRİN LEZZETİ
Padişah, bir gün divana gitti. Bütün memleket büyüklerini divanda toplanmış buldu. O
nurlu padişah, bir mücevher çıkarıp vezirin eline vererek. Dedi ki: Bu, nasıl bir
mücevher, değeri nedir? vezir, yüz eşek yükü altın değerinde bir mücevher dedi.
Padişah, kır bu mücevheri deyince dedi ki: Nasıl kırabilirim? Senin hazinenin malını
iyiliğini dileyen biriyim ben. Değer biçilmez böyle bir mücevherin zayi olmasını nasıl
reva görebilir? Padişah vezirin sözünü taktir etti, ona bir elbise ihsan etti. O cömert
ve er padişah inciyi ondan aldı. O cömert padişah, vezire giydiği elbiselerden başka
daha nice ağır elbiseler verdi. Onları bir müddet söze tuttu. Yeni şeylere, eski
vakalara ait bahislerde bulundu.
Sonra mücevheri perdecinin eline verdi, bir isteklisi olsa dedi ne değer acaba?
Perdeci, bu mücevher dedi, ülkenin yarısı değerinde. Allah ülkeyi tehlikelerden
korusun.
Padişah kır bu mücevheri dedi. Perdeci, ey kılıcı güneş gibi parlayan padişahım, bunu
kırıp ufalamak pek yazıktır, pek yazık. Değeri şöyle dursun şu parlaklığa bak.
Gündüzün nuru bile ona uymada. Bunu kırmaya nasıl elim varır? Nasıl olur da
padişahın hazinesine düşman olurum dedi.
Padişah ona elbise verdi, gelirini arttırdı. Onun aklını övmeye başladı. Bir müddet
sonra mücevheri bir beyin eline verdi. Onu da bir sınadı. O da öyle söyledi, bütün
beyler de. Her birine ağır elbiseler ihsan etti. Elbiselerini arttırdı o aşağılık kişileri
yoldan çıkardı kuyuya attı. Elli, altmış bey, hepsi de veziri taklit ederek böyle
söylediler.
Gerçi dünyanın değeri taklittir ama her mukallit de sınanmada rüsvay olur.
Ey Eyaz, söylemiyorsun, bu parlaklıkta, bu güzellikte olan bir mücevherin değeri
nedir? eyaz söyleyebileceğimden de fazla deyince Padişah, peki dedi, hadi öyleyse
hemen onu kır, hurdahaş et.
Eyaz’ın yenlerinde taş vardı. Derhal onları çıkarıp mücevheri kırdı, un ufak etti. Belki o
delikanlı bu işi rüyada görmüştü de yenine, koltuğuna iki taş gizlemişti. Yusuf gibi
hani. O da işinin sonunun nereye varacağını kuyu dibinde görmüştü.
Kime fetih ve zafer, haber verirse onca murada ermede birdir, ermeme de. Kimin
payandası, sevgilinin, vuslatı olursa o, kırılmadan savaşmadan ne korkacak?
Karşısındakini mat edeceğini iyice bilen at gitmiş, fil gitmiş aldırır mı? Onca bunlar
zaten saçma şeylerdir. At arayan, atını alıp götürse al götür der, önüne düşecek o at
değil ya.
İnsan atla bir soydan olur mu? Adamın ata olan sevgisi, öne geçmek içindir. Suretler
için bu kadar elem çekme. Suret baş ağrısı olmaksızın manayı elde et. Zahit, işin
sonunu düşünür. Soru hesap günü halim ne olacak diye dertlenir. Ariflerse
başlangıçtan, önden haberdardır, sonu düşünme derdinden de kurtulmuşlardır.
Arifte arif olmadan önce korku da vardı, yalvarış da. Fakat Allah takdirini bildiğinden,
işin önünden haberdar olduğundan bu bilgi, her ikisini de ortadan kaldırmıştır.
Evvelce mercimek ektiğini bildiğinden ne mahsul elde edeceğini de bilir. Ariftir
korkudan da kurtulmuştur, ürkmeden de. Allah kılıcı, o hay huyu kesmiş, ikiye
bölmüştür. Evvelce Allahdan korkar umardı. Korku yok oldu o yalvarış meydana çıktı.
Eyaz da o değerli mücevheri kırınca beylerden yüzlerce feryat ve figan koptu. Bu ne
korkusuzluk Allah hakkı için bu nurlu mücevheri kıran kafirdir dediler. O topluluğun
hepsi de körlüklerinden padişahın inci gibi olan buyruğunu kırmıştı. Mücevherin
değeri ile sevginin sonucu gönüllerinde gizli kalmıştı.
Eyaz dedi ki: Ey ünlü ulular, Padişahın buyruğumu daha ileri mücevher mi? Sizce Allah
hakkı için söyleyin, Padişahın emri mi daha üstün, yoksa bu güzelim mücevher mi? Ey
mücevhere bakan, Padişaha aldırış etmeyen beyler, önünüzde gul var ana cadde
değil.
Ben gözümü padişahtan ayırmam. Müşrik gibi taşa yüz tutmam. Boyalı taşı seçip
Padişahın buyruğunu geri bırakan canda hiçbir cevher, hiçbir değer yoktur. Gül renkli
oyuncağı ardına at. Onlara renk vereni aklına getir ve şaş. Dereye gir testiyi taşa çal.
Kokuya renge ateş ver. Din yolunda yol kesicilerden değilsen kadınlar gibi renge
kokuya tapma.
Bu sözler üzerine o yüce erler, bu hatalarına özür olmak üzere başlarını önlerine
eğdiler. O anda her birinin gönüllerinden belki iki yüz kere ah çıktı, bir duman gibi ta
göğe kadar ulaştı.
Padiaşh ihtiyar cellada emir verdi: Bu çerçöpü benim yüce tapumdan uzaklaştır. Bu
aşağılık adamlar, bu yüce makama layık değiller. Bir taş için benim buyruğumu ret
ettiler. Buyruğum, bu çeşit fesatçılarca bir boyalı taş için hor hakir oldu.
Bunun üzerine merhametli Eyaz sıçradı, o ulu Padişahın tahtına doğru koştu. Secde
edip boğazını tutarak, padişahım dedi, senin gibi yüce bir padişahın sultanlığına gök
yüzü bile hayran olmuştur.
Ey hüma kuşu, hümalar kutluluğu senden bulur, cömertler cömertliğe senden ereler.
Ey kerem sahibi, alemdeki kerem ve ihsanlar, senin bağışlamana karşı mahvolur
gider. Ey lütuf sahibi, kırmızı gül, seni görünce utancından gömleğini yırtar. Yarlıgama
senin yarlıgamanla doymuş, tilkiler, senin affınla aslanlara üstün olmuştur.
Senin buyuğuna karşı korkusuzca harekette bulunan, affından başka nereye
dayansın? Bu suçluların gafletleri, küstahlıları, ey af madeni padişah, senin affının
çokluğundan meydana geldi. Gaflet daima küstahlıktan meydana gelir. Ululama
gözden kuru ağrıyı giderir.
Gaflet ve kötü bir alışkanlık olan unutkanlık, ululama ateşiyle yanıp gider. Onun
heybeti adama uyaklık ve anlayış verir, adamın içindeki unutkanlık ve yanılma çıkar,
kalmaz. Yağma zamanı halkın uykusu gelmez. Kimse hırkamı çalmasınlar diye
uyumaz. Hırka korkusu ile bile uyku kaçarsa artık can ve boğaz korkusu ile kim uyur
ki?
Buna tanık “Rabbimiz, unutup işlediğimiz suçlarla bizi suçlu sayma” ayetidir. Çünkü
unutma da bir bakıma suçtur. Unutan, onu layık olduğu veçhile ululamıştır. Yoksa hiç
savaşta adamı uyku tutar mı?
Unutma, çaresiz gelip çatar ama buna tutulmamak için de sebeplere yapışmak lazım.
Çünkü onu ululamada gevşeklik gösterdi mi insanda ya unutma meydana gelir, ya
yanlış. Sarhoş gibi hani. O da cinayetlerde bulunur, sonra da mazurdum, ne yapayım
der.
Ona derler ki: Doğru ama a kötü işli, o zıkkımı sen içtin, dileğinle isteğinle
zıkkımlandın. Sarhoşluk sana kendi kendine gelmedi, onu sen davet ettin. O dileği de
kendin meydana getirdin. Sarhoşluk, senin kastın, çalışıp çabalaman olmasaydı da
kendi kendine sana gelip çatsaydı can sakisi, senin ahdini korur, gözetirdi. Sana arka
olur, senin adına o, özür dilerdi. Allah sarhoşluğuna kul köle olayım.
Ey her çeşit elde edilen şey, kendisinden olan Allah, bütün alemin af ve ihsanı, senin
ihsanından bir zerredir. Aflar senin affını överler. İnsanlar, sakının, ona benzer ona
eşit yoktur. Onların canlarını sen bağışla, huzurundan da kovma. Ey muradına erişen,
senin damağının tadıdır onlar. Yüzünü görene acı, nasıl olur da seni gören, acı
ayrılığını çekebilir? Ayrılıktan bahsediyorsun, ne yaparsan yap da bunu yapma. Senin
tuzağına tutulup yüz binlerce defa ölmek bile ayrılmaya bedel olamaz.
Ey suçluların feryadına yetişen ayrılık acısını erlerden de uzaklaştır, kadınlardan da.
Senin vuslatını umarak ölmek hoştur. Fakat ayrılığın acısı, ateşin üstündedir. Kafir
bile cehennemden bana bir baksaydın cehennemde olduğuma gam mı çekerdim deyip
durur. Çünkü o bakış, bütün eziyetleri tatlılaştırır; büyücülerin el ve ayaklarının kan
diyetidir o bakış.
Gökyüzü zararı yok sesini dudu. Gökyüzü, sanki o savlicana bir top kesildi. Firavunun
vuruşu bize zarar vermez ki dediler, Allahnın lütfu, başkalarının kahrından üstündür.
Ey insanları azgınlık, sapıklık yoluna süren, sırrımızı bilsen a can gözü kör herif,
anlarsın ki biz kendimizi kurtarıyoruz. Kendine gel de bu yana yanaş, bu erganunun
“Keşke kavmim, rabbim beni yüzden yarlıgadı, bilselerdi” sesini dinle.
Allah ihsanı, bize bir Firavunluk verdi ki senin Firavunluğun kaç para eder, senin
saltanatın geçici. Ey Mısır’a ve Nil ırmağına kapılıp gururlanan. Başını kaldır da ebedi
ve ulu saltanatı gör. Sen şu pis hırkayı terk edersen Nil ırmağını can nilinden gark
edersin.
A Firavun kendine gel de Mısır’dan el çek. Can Mısır’ının içinde yüzlerce Mısır var. Sen,
halka “ben rabbinizim” deyip durursun ama bu iki sözden de gafilsin. Rab olan rablık
ettiği kişiden nasıl titrer? Ben demeyi bilen, nasıl olur da cisim ve can bağına bağlı
kalır?
İşte bak buracıkta bizler ben diyoruz, çünkü benlikten kurtulduk; zahmetlerle,
belalarla dolu benlik ten halas olduk. A köpek, o benlik sana kutlu gelmedi. Fakat
bizce mühürlenmiş bir devlet oldu. Bu benlik sana kin gütmese idi bize böyle güzel bir
ikbal, bir devlet olur muydu? Yokluk yurdundan kurtuluyoruz, buna şükrane olarak şu
darağacının başında sana bir öğüt verelim. Bizim ölü darağacımız, göç burağıdır.
Senin saltanat yurdunsa gururdan, gafletten ibarettir.
Bu yaşayış ölüm suretinde gizlidir. O ölümse yaşayış kabuğunda gizli. Nur, ateş
şeklinde görünmede, ateş de nur şeklinde. Yoksa dünya, hiç gurur yurdu, aldanma
durağı olur muydu? Kendine gel acele etme. Önce yok ol. Battın mı nur doğrusundan
baş göster. Ezel benliğinden gönül hayretlere düştü; bu benlik, soğuk bir hale geldi,
ayıp ve ar kesildi. Can bensiz benlikten hoş bir hal aldı, alem benliğinden sıçrayıp
çıktı.
Benden kurtuldu da şimdi ben oldu. Aferinler olsun zahmetsiz benliğe. O kaçmada,
benlikse peşine düşmüş. Onu, onsuz gördüğünden ardını bırakmamak da. Sen, onu
i...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

21 Mayıs 2014, 15:18:40
8-D fatma zehra

Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 402


« Yanıtla #12 : 21 Mayıs 2014, 15:18:40 »

Mesnevi´den Hikayeler- V

YILDIZLARIN NURU
KESİLESİ KUŞLAR
İNANANIN KAFİRDEN FARKI
İBADETLERİN TANIKLIĞI
ÖLÜYÜ DİRİLTEN YEMEK
YIRTIK CÜBBE
TAVUS KUŞU
GÖZYAŞI BEDAVA
GÜNEŞTE YOK OLMAK
AHIRDAKİ CEYLAN
YEDİ ÖKÜZ
ALLAH’A GÖZYAŞI
ŞEHVETİN SONU
ŞÜPHE
ADEM´İN YARATILIŞI
EYAZ´IN DEFİNESİ
ZAHİDİN KARISI
NASUH TÖVBESİ
EŞEK TİLKİ VE ASLAN
BİLGİLER EMEN ZAHİT
DAVET
BU NE YAMAN ÇELİŞKİ
KİBİR
KONUK EVİ
ŞEHİT OLMAK
AY YÜZLÜ
EMRİN LEZZETİ

YILDIZLARIN NURU   gerçekten çok önemli hikayelerdir
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Bir günah işlediğinde hemen tövbe et, insan suya düştüğü için boğulmaz, çıkamadığı için boğulur.
21 Mayıs 2014, 15:32:26
Rabia nur kaplan 8.D

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 461



« Yanıtla #13 : 21 Mayıs 2014, 15:32:26 »

                 AY YÜZLÜ
Bir kovucu, Mısır halifesine, Musul padişahının huri gibi bir cariyesi olduğunu söyleyip dedi ki: Onun bir cariyesi var ki alemde onun gibi güzel yok. Güzelliğinin haddi yok., söze sığmaz, anlatılmaz ki. İşte resmi, şu kağıtta bir bak.
O ulu halife, kağıttaki resmi görünce hayran oldu, elindeki kadeh düştü. Derhal Musul’a büyük bir ordu ile bir er gönderdi. Eğer o ay parçasını teslim etmezse orasını yak yık. Verirse bir şey yapma, bırak, yalnız o ay parçasını getir de yeryüzündeyken ayı kucaklayayım dedi.

Er, binlerce Rüstem’le, davul ve bayraklarla yola düştü, Musul’a yollandı. Sayısız asker, şehri mahvetmek üzere tarlanın çevresine üşüşen çekirgeler gibi oraya üşüştüler. Savaş için her yana Kafdağı gibi mancınıklar kurdurdu.

Oklar yağmur gibi yağmada, mancınıklarla atılan taşlar gürler gibi gürlemeye, kılıçlar şimşek gibi çakmaya başlamıştı. Savaş, tam bir hafta sürdü, kanlar döküldü. Taştan yapılma kale mum gibi eridi, yerle yeksan oldu. Musul padişahı, bu korkunç savaşı görünce içeriden bir elçi göndererek, Müslümanların kanını dökmeden maksadın ne? Bu şiddetli savaşta ölüp gidiyorlar. Meramın nedir? maksadın, Musul şehrini almaksa böyle kan dökmeden de olur bu iş. Ben şehirden çıkayım gel, sen gir. Tek mazlumların kanı, seni tutmasın. Yok, muradın mal, altın ve mücevherse bunu, bu şehirden almak, zaten kolay bir şey dedi.

Elçi o erin huzuruna gelince er, cariyenin resmini verdi. Bu kağıda bak dedi, bunu istiyorum. Derhal teslim etsin yoksa ben üstünüm. Elçi gelip maksadı söyleyince o erkek padişah dedi ki: Bu suret eksik olsun tez götür. Ben iman ahdinde puta tapanlardan değilim. Putun puta tapanda olması daha doğru. Elçi, kızı getirince o yiğit er, derhal aşık oldu.

Aşk bir denizdir, gökyüzü, bu denizde bir köpük. Aşk, Yusuf’un havasına kapılan Zeliha gibi insanı hayran eder. Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı dünya, donar kalırdı.

Aşk olmasaydı nereden cansız bir şey, nebata girer, onda mahvolurdu; büyüyüp yetişen nebatlar, nereden kendilerini canlılara feda ederlerdi?

Ruh, nasıl olurdu da o nefese feda olurdu da onun esintisinden Meryem gebe kalırdı? Her biri yerlerinde buz gibi dona kalırdı. Nereden çekirge gibi uçar gıda arardı ki? O yüceliğe aşık olanlar, zerre zerre, fidan gibi yüceliğe koşmadalar. Onların bu koşmaları, “Tanrı tesbih”tir. Can için bedeni temizlemededirler.

O yiğit er kuyuyu yol sanmış, çorak yerden hoşlanmış, oraya tohum ekmeye kalkışmıştı. O yatıp uyuyan, rüyada bir hayal görür, onunla buluşur düşü azar. Uyanıp kendine gelince görür ki o oyunbozanlık, uyanıkken olmamış. Vah der beyhude yere erlik suyumu zayi ettim, o işveli hayalin işvesine kapıldım. O yiğit er de beden yiğidi idi, asıl erliği yoktu. O yüzden erlik tohumunu öyle bir kuma saçtı gitti.

Aşk bineği, yüzlerce gemi atmış, ölümden bile korkmam diye nara atmaktaydı. Aşk ve sevda da halifeden pervam bile yok. Varlığımla ölümüm birdir bence diyordu. Fakat böyle ateşli ateşli ekmeye kalkışma. Bir iş eriyle danış. Fakat meşveret nerede, akıl nerede? Hırs seli, adama yıkık yerleri kazdırır, tırnaklarını uzatır.

Bir güzele aşık olanın önünde de set vardır, ardında da. Öyle adam, artık önünü ardını az görür. Kara sel cana kastetmeye geldi mi bir tilki aslanı kuyuya düşürür. Dağ gibi aslanlar, kuyuda olmayan bir hayali görürler de kendilerini kaldırıp atarlar.

Hiç kimseyi kadınlarla mahrem tutma. Çünkü erkekle kadın, ateşle pamuğa benzer. Tanrı suyu ile yunmuş bir ateş gerek ki bülüğa erme sırasında bile Yusuf gibi kötülükten çekinsin. Selvi boylu latif Zeliha’dan aslanlar gibi kendini çeksin.

O yiğit er de Musul’dan döndü, yola düştü. Yolda bir ormana, bir yeşilliğe geldi. Aşk ateşi, öyle bir parlamıştı ki yerle göğü fark etmiyordu. Çadır içinde o ay parçasına kastetti. Akıl nerede, halifeden korkma nerede?

Şehvet, bu ovada davul dövdü mü akıl dediğin ne oluyor ki a turpoğlu turp. Yüzlerce halife, o anda o erin ateşli gözüne bir sinekten aşağı görünür. O kadına tapan er şalvarını çıkarıp cariyenin ayak ucuna oturdu. Aleti, dosdoğru gideceği yere giderken orduda bir gürültü, bir kızılca kıyamet koptu.

Er sıçradı, götü başı açık bir halde ateş gibi Zülfikar elinde dışarı çıktı. Bir de ne görsün, ormandan kara bir erkek aslan, kendisini ordunun içine kapmış koy vermiş. Atlar, ürküp köpürmüşler, her çadır ve ağır yeri yıkılmış, herkes birbirine girmiş. Erkek aslan, ormanın gizli bir yerinden fırlamış, havaya, deniz dalgası gibi tam yirmi arşın sıçramıştı. Er, pek yiğitti, aldırış bile etmeden sarhoş bir erkek aslan gibi aslanın önünü kesti. Kılıçla bir vurdu, başını ikiye böldü. Derhal o ay yüzlü dilberin bulunduğu çadıra koştu. O hurinin yanına gelince aleti hala dimdikti. Öyle bir aslanla savaştı da erliği, yine sönmedi, hala ayaktaydı.

O, tatlı ve ay yüzlü güzel onun erliğine şaşıp kaldı. İstekle ona kendisini teslim etti. O anda iki can birleştiler.

Bu iki canın birbirleriyle birleşmesi yüzünden gayıptan bir başka can gelir erişir. Kadının rahminde meniyi kabule mani bir şey yoksa bu can, doğuş yolu ile gelir, yüz gösterir.

Her nerede iki adam, sevgiyle, yahut kinle birleşseler, bir üçüncü can, mutlaka doğar. Fakat o suretler, gayp aleminde doğarlar. Oraya varınca onları gözünle de görürsün. O sonuçlar, senin birleşmelerinden doğdu. Kendine gel de her eşe hemen sevinme.

Vaktini bekle. O zürriyetlerin sana ulaşacağından emin ol. Onlar, amelden ve sebeplerden doğmuşlardır. Her birinin sözü vardır, mekanı vardır.

O güzelim perdelerden sesleri erişir: Ey bizden gafil olan, hadi, çabuk yücel. Kadının canı da kıyamet gününü bekler, erkeğin canı da. Bu alemde emeklemen nedir ki? Daha çabuk adım at.

O er, o yalancı sabah yüzünden yolunu kaybetti de sinek gibi ayran kabına düştü işte.

Birkaç gün murat alıp verdiler. Fakat sonra o büyük suçtan pişman oldu. Ey güneş yüzlü, bu işe dair halifeye bir şey söyleme diye cariyeye yemin verdi. Halife cariyeyi görünce sarhoş oldu, onun tası da damdan düştü. Onu, övdüklerinin yüz misli güzel buldu. Hiç görme, işitmeye benzer mi? Övme, akıl kulağı için bir tasvirdir. Fakat suret, bil ki gözün harcıdır, kulağın değil.

Birisi, bilir bir adama sordu: A sözü güzel er, hak nedir, batıl ne? O er, adamın kulağına tutup bu batıldır dedi, gözse haktır onun her şeye yakini vardır. O, yani duymak, buna nispetle batıldır. Ey emin kişi, sözlerin çoğu da nispetten ibarettir.

Yarasa güneşten gizlenir, perde ardına girerse güneşin hayalinden gizlenmiş değildir. korku, ona bir hayal verir. İşte o hayal, onu karanlığa çeker. Nur hayali, onu korkutur da karanlık gecelere sarılmasına sebep olur. Sen düşmanın hayali ve tasavvuru yüzünden sevgiliye ve dosta sarılmışsındır.

Ey Musa sana keşfedilen tecelli nurları, dağa vurdu. Fakat o hayaller kuran dağ, senin hakikatinin ziyasına tahammül edemedi. Kendine gel de hayaline kabiliyetim var diye gururlanma, bu yoldan hakikate ulaşacağını umma. Savaş hayalinden kimse korkmaz. Savaştan önce yiğitlik yoktur bunu bil kafi. Puşt da savaş hayaline kapılır, aklından Rüstemler gibi yiğitlikler geçirir. Hamam duvarına yapılan Rüstem resmine her ham kişi saldırabilir. Fakat duymadan meydana gelen bu hayal, göz önüne geldi mi puşt kim oluyor? Rüstem bile aciz kalır. Çalış da o duyduğun şeyi gör. Batıl olan hak olsun.

Ondan sonra kulağın, göz tabiatını kazanır. Bir yün yumağı gibi olan kulakların, göz kesilir. Hatta bütün bedenin aynaya döner. Her tarafın göz ve gönül haline gelir.

Kulak bir hayal meydana getirir, o hayal de o güzelliğin vuslatına miyancıdır. Çalış, bu hayal çoğalsın da miyancı olan bu hayal, Mecnun’a kılavuzluk etsin.

O ahmak Halife de bir zaman o güzel cariyeye kapıldı, onunla gönül eğledi işte. Tut ki bütün doğuyu batıyı zaptettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. Madem ki bu saltanat kalmayacak, sen onu bir şimşek farz et, çaktı, söndü. Ebedi kalmayacak mülkü, gönül, bir rüya bil. Cellat gibi boğazına yapışan debdebeyi, şan ve şöhreti ne yapacaksın ki?

Bil ki bu alemde de bir emniyet bucağı vardır. Yalnız münafıkın sözünü az duy, çünkü o söz zaten söz değildir.

Ahireti inkar edenin delili, her an ancak şudur: Eğer başka bir alem olsaydı onu görürdük. Bir çocuk aklın eserlerini görmüyor diye akıllı adam, akla ait şeyleri nakletmez mi ki? Akıllı bir adam da aşk ahvalini görmezse aşkın kutlu ayı eksilmez ya.

Yusuf’un güzelliğini kardeşlerinin gözleri görmedi. Fakat Yakup’un gözünden gizli kalmadı ki. Musa’nın gözü, asayı bir sopadan ibaret gördü ama gayb gözü de onu bir yılan, bir kıyamet gördü. Baş gözü ile can gözü savaşta idi. Can gözü üstün geldi delil gösterdi. Musa’nın gözü, elini el gördü ama can gözüne karşı o elden bir nurdur parladı.

Bu söz kemal bakımından sonsuzdur. Hakikatten haberi olmayan mahrumlara hayal görünür. Çünkü onca hakikat, ferçten ve boğazdan ibarettir. Onun yanında sevgilinin sırlarını az söyle.

Bizce ferç ve boğaz hayaldir. Bunun için de can, her an cemalini bize gösterir.

Kim ferç ve boğazına düşmüş, bu düşkünlüğünü kendisine adet ve huy edinmişse ona denecek söz, ancak “Sizin dininiz sizin, benim ki benim” sözünden ibarettir. Böyle bir inkara karşı sözü kısa kes. Ey Ahmet eski kafirle az konuş.

Halife buluşmayı diledi, bu maksatla o cariyenin yanına gitti. Onu andı aletini kaldırdı. O cana canlar katan, o sevgisini gittikçe arttıran güzelle buluşmaya niyetlendi. Kadının ayakları arasına oturdu. Oturdu ama takdir zevkinin yolunu bağladı. Farenin çıtırtısı kulağına değdi. Aleti indi uyudu, şehveti tamamı ile kaçtı. Bu ıslık yılan ıslığı olmasın, çünkü hasır kuvvetle oynamakta dedi.

Cariye, Halifenin gevşekliğini görünce kahkahalarla gülmeye başladı. O erin, aslanı ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
24 Şubat 2016, 10:39:14
Pelinay
Bölüm Görevlisi
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 8.696


« Yanıtla #14 : 24 Şubat 2016, 10:39:14 »

Hz.Adem'in yaratılış hikayesini bir de Mevlana Hazretlerinden dinlemiş olduk.Allah razı olsun hocam paylaşımınız için.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 2 [3] 4   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes