> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mevlana Kitaplığı > Mesnevi´den Hikayeler V
Sayfa: [1] 2 3 4   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mesnevi´den Hikayeler V  (Okunma Sayısı 8261 defa)
29 Ocak 2010, 12:47:41
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 29 Ocak 2010, 12:47:41 »



Mesnevi´den Hikayeler- V

YILDIZLARIN NURU
KESİLESİ KUŞLAR
İNANANIN KAFİRDEN FARKI
İBADETLERİN TANIKLIĞI
ÖLÜYÜ DİRİLTEN YEMEK
YIRTIK CÜBBE
TAVUS KUŞU
GÖZYAŞI BEDAVA
GÜNEŞTE YOK OLMAK
AHIRDAKİ CEYLAN
YEDİ ÖKÜZ
ALLAH’A GÖZYAŞI
ŞEHVETİN SONU
ŞÜPHE
ADEM´İN YARATILIŞI
EYAZ´IN DEFİNESİ
ZAHİDİN KARISI
NASUH TÖVBESİ
EŞEK TİLKİ VE ASLAN
BİLGİLER EMEN ZAHİT
DAVET
BU NE YAMAN ÇELİŞKİ
KİBİR
KONUK EVİ
ŞEHİT OLMAK
AY YÜZLÜ
EMRİN LEZZETİ

YILDIZLARIN NURU


Yıldızların nuru olan Şah Hüsameddin, beşinci cildin başlamasını istiyor. Ey Allah ışığı
cömert Hüsameddin, beşeri bulantılardan durulanların üstatlarına üstatsın sen.
Halk perde ardında olamasaydı, halkın gözleri açık olsaydı ve havsalalar dar ve zayıf
bulunmasaydı. Seni övmeye manevi bir tarzda girişir, bu sözlerden başka sözler
söyleyecek bir dudak çardım.
Fakat doğan kuşunun lokmasını yont kuşu yutamaz. Çaresi, suyla yağı birbirine
katmaktan ibaret. Seni bu zindan altminde yaşayanlara övmek lüzumsuzdur. Senin
vasfını ancak ruhanilerin topluluğunda söyleyebilirim.
Alem ehline seni anlatmak zararlıdır. Seni aşk sırrı gibi gizlemekteyim. Övmek tarif
etmek perdeyi yırtmaktır. Halbuki güneşin anlatılmaya da ihtiyacı yok, tarife de.
Güneşi öven kendini över, iki gözüm de aydındır, çapaklı değil, ağrımıyor demek ister.
Alemdeki güneşi yermek, iki gözüm de kör, karanlık ve çipil diye kendini yermektir.
Alemde muradına ermiş güneşe haset eden kişiyi bağışla sen.
Bir adam güneşi örtebilir, gözlerden gizleyebilir mi? Onun tazeliğini pörsütür onu
soldurabilir mi? Yahut haddi sonu olmayan nurunu eksiltebilir mi? Yahut da onu
mertebesinden indirebilir mi?
Ululara haset edene o haset ebedi bir ölümdür.
Senin kadrin rütbense akılların anlayacağı dereceyi çoktan geçti. Akıl, seni anlatmada
şaşırdı, aciz kaldı. Gerçi bu akıl, anlatmada aciz oldu ama yine de acizcesine anlatması
gerek. Çünkü hepsi anlaşılmayan bir şey bilin ki atılıvermez.
Bulutunun tufanını içemezsen su içmeyi nasıl terk edersin? Sırrı atıp ortaya
koyamazsan kabuklarını anlat, onunla anlayışları tazele! Sözler sana göre
kabuklardan ibarettir ama başka anlayışlara göre tamamı ile içtir.
Gök arşa göre aşağıdadır ama bu bir yığın toprağa göre pek yücedir. Seni
kaybettiklerinden, fırsatı kaçırdıklarından dolayı hasrete düşmeden ben onlara seni
öveyim de yol bulsunlar.
Sen Allah nurusun. Canı, Allah’ya kuvvetle çeker durursun. Halksa vehim ve şüphe
karanlıklarındadır.
Bu güzelim nurun, şu gözsüzlere sürme çekmesi için şart, o nuru ululamaktır. Delik
kulaklı istidat sahibi, nuru bulur. Çünkü o fare gibi karanlığa aşık değildir.
Geceleri dönüp dolaşan çipiller, nasıl olur da iman meşalesini tavaf edebilirler?
Müşkül ve ince nükteler din nuruna ulaşmamış, karanlıkta kalmış kişilere, tabii bağdır.
Böyle adam kendi hünerini örmek, bezemek için güneşe göz açamaz.
Hurma gibi göklere dal budak salamaz da köstebek gibi yeri delik deşik eder. İnsan
için, iç sıkıcı dört şey vardır; bu dört şey aklın çarmıhı kesilmiştir.
KESİLESİ KUŞLAR
Ey idraki güneşe benzeyen, sen vaktin Halil’isin. Bu yol kesen dört kuşu öldür! Çünkü
bunların her biri de karga gibi akıllıların akıl gözlerini oyar, çıkarır.
Tene ait dört huy, Halil’in kuşlarına benzer. Onları kesmek cana yol açar. Ey Halil
iyiden kötüden kurtulmak için kes onların başlarını da ayaklar setten kurtulsun. Kül,
sensin, hepsi de senin cüzilerindir. Çöz ayaklarını, onların ayakları senin ayakların
demektir. Alem, senin yüzünden ruhların uçtuğu, toplandığı bir yer haline gelir; bir
atlı, yüzlerce orduya dayanç olur.
Çünkü bu ten dört huyun durağıdır, o huyların adları dört fitneci kuştur. Halkın ebedi
olarak diriliğini istersen bu dört şom ve kötü kuşun başlarını kes. Sonra da onları bir
başka çeşit dirilt de artık onlardan bir zarar gelmesin.
Dört yol kesen manevi kuş, halkın gönlünü yurt edinmiştir. Bütün gönüllere emir
olursan, ey kişi, bu zamanda Allah halifesi sensin. Bu dört diri kuşun kes başlarını da
ebedi olmayan halkı ebedileştir!
Bu kuşlar, kaz, tavus, kuzgun ve horozdur. Bunların içlerdeki benzerleri de dört
huydur.
Kaz hırstır, horoz şehvet. Makam tavusa benzer, kuzgun dileğe.
Kuzgunun dileği, ebedi olmak, yahut uzun bir ömre kavuşmaktır, bunu umar durur.
Hırs kazı, kuru yaş ne bulursa yere gömer. Bir an bile kursağı durmaz Allah
buyruğundan yalnız “Yiyin” hükmünü duymuştur. Yağmacıya benzer, evini kazar,
çabuk çabuk dağarcığını doldurmaya bakar. İyi kötü ne olursa dağarcığına tıkar. İnci
tanelerini de oraya tıkıştırır, nohut tanelerini de. Başka bir düşman gelip de çuvalına
kuru yaş, ne bulursa doldurmasın der. Vakit dardır, fırsat geçmekte. O da bundan
korkarak durmaksızın eline ne geçerse çabucak koltuklar. Başka bir düşman getirmez
diye efendisine güveni yoktur.
Fakat iman sahibi o yaşayışa güvenir, bu yüzden de yavaş yavaş, durup dinlenerek
yağma eder. Padişahın düşmanı nasıl kahrettiğini bilir. Bu yüzden fırsatı
kaçırmayacağına da emindir, düşmanın gelmeyeceğine de inanmıştır. Başka kapı
yoldaşlarının ona çullanmayacağını, onun derip devşirdiğini kapışmayacaklarını bilir,
emindir.
Padişahın adaletini bilir, kulların nasıl zaptettiğini , kimsenin kimseye nasıl sitemde
bulunmadığını görmüştür.
Hasılı acele etmez, sakindir, nasibini kaçırmayacağına emindir. Bu yüzden sabreder
gözü toktur, eline geçeni başkalına ihsan eder, yeni yakası temizdir.
Çünkü yavaşlık Allah ışığıdır. O çabukluksa şeytanın dürtmesinden meydana gelir.
Zira Şeytan onu yoksulluklarla korkutur, sabır beygirini sinirlenip öldürür.
Kur’an dan duy, Şeytan, seni şiddetli yoksullukla tehdit eder ürkütür. Bu suretle
sende ona uyar, aceleyle pis şeyleri yer, pis yerleri elde edersin. Ne adamlığın kalır,
ne sabrın, ne sevap düşüncen! Hasılı kafir yedi karınla yemek yer, dini ve gönlü arıktır
ama karnı büyük!
İNANANIN KAFİRDEN FARKI
Kafirler, Peygambere konuk oldular. Akşam vakti mescide geldiler. Ey bütün
dünyadakileri yurdunda konaklayan, ey padişah, biz sana konuk geldik. Azığımız yok
uzaktan gelmişiz. Hemencecik başımıza rahmet ve nur saç dediler.
Peygamber, sahabeye, dostlarım, dedi. Bunları paylaşın. Çünkü siz benimle benim
huyumla dolusunuz. Her askerin bedeni padişahla doludur. Padişahın mevki ve
rütbesine düşman olanlara bu yüzden kılıç vururlar. Sen padişah kızgınlığı ile kılıç
sallarsın, yoksa kardeşlere niye kızasın ki?
Bir kardeşe, padişahın kızgınlığının aksiyle suçsuz olarak on batmanlık gürzü
vuruyorsun. Padişah bir candır ama ordu onunla doludur. Ruh su gibidir, bu bedenler
ırmağa benzerler. Padişahın can suyu tatlıysa bütün ırmaklar tatlı suyla dolar. Çünkü
halk, padişahlarının dinindedir, o “abese” suresinin padişahı böyle buyurmuştur.
Her dost bir konuk seçti, konukların arasında pek iri ve misli görülmemiş biri vardı.
Öyle iriydi ki kimse onu götürmeye cesaret edemedi. Kadehteki posa ve tortu gibi o
da mescit de kala kaldı.
O herkesten arda kalınca Mustafa, alıp götürdü. Sürüde yedi tane süt verir keçi vardı.
Keçiler yemek zamanı, sağılmak üzere eve gelmişlerdi. O kıtlık babası Oğuz oğlu Uc,
ekmeği de yedi, yemeği de. O yedi keçinin sütünü de sildi süpürdü. Ev halkı, hep o
keçilerin sütünü umuyordu. Bu yüzden hepsi de kızdılar.
O bedavacı herif, midesini davula çevirdi, yalnız başına on sekiz adamın yiyeceğini
yedi bitirdi. Yatacağı zaman odaya girdi. Halayıkta kızgınlıkla kapıyı kapadı. Dışarıdan
zincirini sürdü, bağladı. Ona pek kızmış ondan pek dertlenmişti. Kafirin gece yarısı,
yahut sabah vakti aptesi geldi, karnı guruldamaya başladı. Yatağından kalkıp kapıya
koştu, elini atınca kapıyı kapalı buldu. O hileci herif kapıyı açmak için türlü türlü
hilelere başvurduysa da kapıyı açamadı. İyice sıkıştı oda dardı. Şaşırıp kaldı, ne bir
derman bulabildi ne bir hile. Nihayet bir hileye başvurdu, uyumaya bu buruntuyu
geçiştirmeye savaştı. Uyudu da. Rüyada kendisini bir viranede gördü.
Hatırında virane vardı ondan dolayı da virane gördü. Kendisini tenha bir viranede
görünce aptes bozmaya zaten ihtiyacı vardı, hemen işini beceriverdi. Uyanınca bir de
baktı ki yataj pislik içinde. Derdinden deliye döndü.
Bu çeşit rezillik toprakla bile örtülemez diye içinden yüzlerce defa coştu, köpürdü.
Uykum uyanıklığımdan beter. Burada yiyor orada pisliyorum dedi. Kafir, mezarın
dibinde nasıl bağırırsa o da öylece keşke geberseydim demeye koyuldu. Bu gece bir
geçse de kapının açılmasını duysam diye beklemeye başladı. Ok yayadan fırlar gibi
kimsecikler görmeden kaçmayı kurmaktaydı. Hikaye uzundur kısa kesiyorum. Nihayet
kapı açıldı, o da dertten gamdan kurtuldu.
Mustafa sabahleyin gelip kapıyı açtı. Sabah o yolunu sapıtmış kişiye yol gösterdi.
Mustafa , o belalara uğrayan utanmasın diye gizlendi. Kapıyı açanı görmesinde
serbestçe dışarı çıksın diyordu. Ya bir şeyin ardında gizlendi, yahut da Allah eteği
Mustafa’yı ondan gizledi.
Allah boyası, bazen örter, neliksiz niteliksiz Allah perdesini, bakanın önüne örüverir.
Bu suretle düşmanını kendi yanındayken bile göstermez. Allah kudreti, bundan da
artık, bundan da üstün.
Mustafa onun geceki halini görüyordu. Fakat Allah fermanı, ona hatasını bildirmeden
bir yol açmasına, o kötülükle bir kuyuya düşmesine mani olmaktaydı.
Allah hikmeti ve gökten ine...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mesnevi´den Hikayeler V
« Posted on: 19 Nisan 2024, 20:19:39 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mesnevi´den Hikayeler V rüya tabiri,Mesnevi´den Hikayeler V mekke canlı, Mesnevi´den Hikayeler V kabe canlı yayın, Mesnevi´den Hikayeler V Üç boyutlu kuran oku Mesnevi´den Hikayeler V kuran ı kerim, Mesnevi´den Hikayeler V peygamber kıssaları,Mesnevi´den Hikayeler V ilitam ders soruları, Mesnevi´den Hikayeler Vönlisans arapça,
Logged
29 Ocak 2010, 12:52:08
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 29 Ocak 2010, 12:52:08 »

İBADETLERİN TANIKLIĞI
Bu namaz, oruç ve savaş da inanışa tanıktır. Bu zekat, hediye, bu hasedi bırakma da
kendi sırrından haber vermedir.
İhsanda bulunmak doyurmak, konuk davet etmek, ey ulular, biz sizinleyiz, size doğru
bir özle inandık demektir. Hediyeler armağanlar, sunulan şeyler, ben seninleyim; seni
seviyorum diye tanıklıktan ibarettir.
Kimi bir mal veya afsun için çalışır, uğraşırsa bu ne demektir? İçimde bir cevherim var
demektir; Allah’dan çekinmemden, yahut cömertliğimden bir cevherim var ki bu
zekatla oruç ikisine de şahittir.
Oruç der ki: Bu helalden çekindi, bil ki harama ulaşmasına artık imkan yok. Zekat der
ki: Kendi malını bile veriyor, artık, kendisiyle aynı dinde aynı yolda olandan nasıl
çalar?
Fakat bu işleri riya ve tezvirle yaparsa o iki tanık, Allah’nın adalet mahkemesine kabul
edilmez. Avcı tane saçar ama acımasından değil, avlanmak için. Kendi de oruç ayında
oruç tutar ama kendisini av avlamak için uyur gösterir. Bu eğrilikten yüzlerce kavim,
kötü sanılmıştır. Bu kötü kişi, cömert kişilerle oruç tutanların adını da kötüye
çıkarmıştır.
Fakat Allah’nın lütuf ve ihsanı, o eğri işlerle bulunmakla beraber nihayet onu,
hepsinden de arıtır. Rahmeti o kötülüğü aşmış, ayın on dördüne bile vermediği ışığı
vermiştir.
Allah onun çalışmasını bu kötülükle karışmadan yıkar; rahmeti, onu bu hatadan arıtır.
Bu suretle de Allah’nın yargılayıcılığı meydana çıkar; bu miğfer, kulun kelliğini örter.
Yağmur pis şeyleri arıtmak için gökten yağar.
Su durdu mu pislenir. Pislenince de duygu ondan iğrenir, onu istemez. Allah yine onu
doğruluk denizine götürür. O suların suyu kereminden onu yıkar, arıtır. Ertesi yıl
eteğini sürüyerek gelir.
Hey, neredesin? Dense “Hoşlar denizindeyim. Ben burada pislendim, gittim. Temiz
geldim. Elbiseler giyindim, toprağa ulaştım. Ey kirliler, pisler, bana gelin. Çünkü, ben
Allah huyu ile huylandım. Bütün kirliliğinizi kabul ederim, melek gibi, şeytana bile
temizlik bağışlarım. Pislenince yine oraya giderim, temizliklerin aslının aslına varırım.
Kirli hırkamı orada başımdan çıkarırım, o, yine bana temiz bir elbise verir. Onun işi
budur, benim işim de bu. Alemlerin Rabbi, alemi bezer süsler” der.
Bizim bu pisliklerimiz olmasaydı suya bu icazetname nereden verilirdi? Su, birisinden
altın keseleri çalmış, nerede bir müflis diye her tarafa koşan birine benzer. Yahut
bitmiş otlara dökülür; yahut bir yüzü yunmamışın yüzünü yıkar.
Yahut da denizlerde elsiz ayaksız gemiyi hamal gibi başında taşır. Onda yüz binlerce
ilaç gizli. Çünkü her ilaç olduğu gibi ondan yetişir gelişir. Her incinin canı, her tanenin
gönlü, bir eczane gibi olan suda yürür durur. Yeryüzü yetimlerini o besler, kuruyup
kalmış kişileri o yürütür. Fakat mayası bitti mi bunalır, yeryüzünde bizim gibi şaşırır
kalır.
İçten feryada başlar; Yarabbi, bana ne verdiysen verdim, yoksul kaldım. Sermayemi
temize pise döktüm sarf ettim. Ey sermaye veren, daha yok mu?
Allah buluta onu iyi bir yere götür der. Güneşe de ey güneş der onu yukarıya çek! Onu
türlü türlü yollara sürer, nihayet ucu bucağı olmayan denize ulaştırır.
Bu sudan maksat velilerin canıdır. O can, sizin kirliliklerinizi iyiden iyiye yıkar, arıtır.
Yeryüzündekilerin hıyanetliklerinden bunaldı mı yine arşa, temizlik bağışlayana gider.
Yine o taraftan eteğini çeke çeke gelir, o okyanusun temizliklerinden
yeryüzündekilere ders vermeye koşar.
Halkla karışmadan yoruldu mu o sefer “ey Bilal, seninle bize bir huzur ver, bir
istirahat ver.” Ey güzel sesli Bilal ezan okunan yere çık, göç davulunu çal der. Can
sefere gitti beden kıyamda. Bu yüzden namaz bitince selam verilir işte. Herkesi
teyemmüm kurtarır, kıble arayanları aramaktan vaz geçirir, kıbleyi gösterir. Bu misal
getirme söz arasında bir vasıtadır. Herkesin anlaması için vasıta şarttır.
Bir delile bağlanmadan kurtulmuş olan semenderden başka kim, vasıtasız ateşe
girebilir? Tabiatını ateşle hoş bir hale getirmen için vasıtan hamamdır.
Halil gibi ateşe giremeyeceğinden hamam sana elçi oldu, su da delil. Doymak
Allahdandır ama tabiat ehli, ekmeksiz nasıl olur da doyar?
Lütuf Allahdandır ama ten ehli, çayırlık çimenlik perdesi olmaksızın o lütfu bulamaz.
Fakat perdesiz bir halde ten vasıtası kalmayınca insan, Musa gibi ayın nurunu
yeninden yakasından görür, bulur.Bu hünerler de, suyun gönlünün Allah lütfu ile
dopdolu olduğuna tanıktır.
İş ve söz, için tanıklarıdır. Bu ikisine bak da için nasıl anla. Sırrın, onun içine
giremiyorsa hastanın sidiğine bak. İşle söz, hastaların sidiğine benzer, beden
doktoruna bu bir delildir. Halbuki ruh doktoru, canına girer de can yolundan imanına
kadar varır.
Onların güzel söze, güzel işe ihtiyaçları yoktur. Sakının onlardan, onlar kalplerin
casusudurlar. Bu söz ve iş tanıklarını, dere gibi henüz ulaşmamışlarda ara!
Nurlu adamın nuru, o bir iş yapmadan bir söz söylemeden de içinden o nura tanıklık
verir. Arifin sırrı, sözüyle ve işiyle meydana çıkmaktan ziyade hiçbir söz söylemeden
ve hiçbir iş yapmadan halka görünür, meydana çıkar. Nitekim güneş doğup yükselince
horoz sesine müezzinin haber vermesine ve diğer alametlere hacet yoktur, bir iş ve
bir söz olmasa da güneşin nuru, güneşe tanıklık verir.
Fakat haddi aşan yolcunun nuru ile çöller, ovalar dolmuştur. Güzelliğe görülmeye
ehemmiyet bile vermez, tekellüflere, canla, başla oynamaya, cömertliklerde
bulunmaya aldırış bile etmez.
O incinin nuru dışa vurdu mu artık, o, bu zahitliklerden kurtulmuştur. Artık ondan iş
ve söz tanığı arama, iki cihan da gül gibi onun yüzünden açılmıştır. İster söz olsun,
ister iş ister başka şey... Bu tanıklık nedir? Gizliyi meydana çıkartmak değil mi?
Maksat cevherin sırrını meydana çıkartmaktır. Vasıf bakidir, bu arazsa geçici.
Altının mihenkte bıraktığı iz kalmaz, fakat şüphe yok ki altın, adı iyi olarak kalır. Bu
namaz, bu savaş ve bu oruç da kalmaz. Fakat can, iyi adla iyi sanla kalır. Can böyle
işler, böyle sözler gösterdi de cevherini, buyruk mihengine sürdü; inanışım doğrudur.
İşte tanığım da buracıkta dedi. Fakat tanıklar şüphelidir.
Bil ki tanıkları tezkiye lazımdır: Senin davanı kabul etmek, tezkiyeye bağlıdır. Sözü
doğru söylemek, söze ait tanıktadır, ahdi korumak da işe ait tanıkta. Söz tanığı eğri
söylerse ret edilir, iş tanığı da eğri yürür, koşarsa yine ret edilir.
Sözde ve işte bir ayrılık olmamalı ki bu tanıklar kabul edilsin. “Çalışmanız ayrı ayrı;
aykırılıklar içindesiniz” Gündüz dikiyorsunuz gece söküyorsunuz!
Peki sözleri birbirine uymayan şahidi kim dinler? Meğer ki Allah kendi lütfu ile bir
hilim göstere. Söz ve iş, içtekini, sırrı meydana vurmaktadır. Her ikisi, gizli sırrı
meydana çıkarır.
Tanığın tezkiye edildi mi kabul olunur, yoksa yerinde sayar emekler durur.
A inatçı, sen inat ettikçe onlar da ederler. “Sen onları bekleyedur onlar da
bekliyorlar!..
ÖLÜYÜ DİRİLTEN YEMEK
Gerçi ruh gıdası canın ve gözün yediği bir gıdadır; fakat oğul, cismin de ondan nasibi
vardır. Şeytana benzeyen beden, onu yemeseydi Resül benim Şeytanım Müslüman
olmuştur buyurmazdı.
Ölüyü dirilten o yemekten Şeytan yiyip içmese nasıl olur da Müslüman olur? Şeytan
dünyaya aşıktır. Kördür, sağırdır. Bir aşkı başka bir aşk giderebilir. Yakıynin gizli
evinde yer, içerse yavaş yavaş aşk pılı pırtısını oraya çeker götürür.
Ey karnına haris olan böylece yücel. Bunun yolu, ancak yiyeceğini değiştirmedir. Ey
kalp hastası, ilaca sarıl. Bütün tedbir, mizacı değiştirmeden ibarettir. Ey yemeğe rehin
düşüp hapiste kalan, sütten kesilmeye tahammül edersen yakında kurtulursun.
Açlıkta bir çok yemekler var. Onları ara, onları dile ey onlardan nefret eden. Nurla
gıdalan, göze benze. Ey insanların hayırlısı meleklere uy. Melek gibi Allah’ı tesbih
etmeyi kendine gıda yap da melekler gibi ezadan kurtul.
Cebrail murdar şeylere hiç bakmamakta, onların etrafında dönüp dolaşmamakta.
Böyle olduğu halde kuvvet bakımından herkes den aşağı mıdır ki?
Allah aleme ne de hoş, ne de güzel bir sofra yaymıştır. Fakat o sofra, aşağılık kişilerin
gözlerinden pek gizlidir. Alem nimetlerle dolu bir bağ olsa fare ve yılan yine toprak
yer.
İster kış olsun ister bahar, onların gıdası topraktır. Fakat sen varlığın beyisin, nasıl
olur da yılan gibi toprak yersin?
Tahtanın içindeki kurt, kimin böyle güzel helvası var der. Bok böceği, bok içinde yaşar
ve alemde pislikten başka bir meze bilmez.
Ey eşi, benzeri olamayan Allah, mademki bu sözü kulağımıza küpe yaptın, ihsanda
bulun, bu sözleri bol bol saç! Kulağımızı tut, bizi o sarhoşların halis şarabını içtikleri
meclise çek, oraya götür.
Madenm ki bize bundan bir koku duyurdun, Ey din Allahsı o tulumun ağzını kapama.
Ey kendisine sığınılan Allah, ey kendisinden imdat istenen Rab, esirgeme, ihsan et de
erkek, kadın herkes, senin şarabından içsin!
Ey duaları duadan önce duyan, muratları istenmeden veren Allah, gönüle her an
yüzlerce kapı açarsın. Birkaç harftir yazdın. Taşlar bile o harflerin sevgisiyle eridi
muma döndü.
Yüzlerce akla, fikre fitne olarak kaş nurunu, göz sadını, kulak cimini yazdın. Akıl o
harfler yüzünden ince eleyip sık dokumaya koyuldu. Ey yazısı güzel edip, bunları boz!
Yokluğa, her düşünceye göre an be an güzel bir hayal nakşetme; hayal levhine göz,
yanak, yüz ve ben gibi görülmemiş harfler yazmaktasın. Halbuki ben, yokluğa aşığım,
vara bakıp sarhoş olmam. Çünkü yoluk sevgilisi, bence daha vefalıdır.
Allah akıla...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 12:53:30
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 29 Ocak 2010, 12:53:30 »

GÖZYAŞI BEDAVA
Arab’ın birinin köpeği ölmek üzereydi. Arap yağmur gibi gözyaşı dökmede, başıma ne
dertler geldi demedeydi. Bir dilenci geçiyordu. Dedi ki: Niye ağlıyorsun? Kimin çin
feryat ve figan ediyorsun?
Arap bir köpeğim vardı dedi, pek iyi huyluydu. İşte şuracıkta yol üstünde ölüyor.
Gündüz avcımdı, gece bekçim. Gözü pekti, avı hemen yakalardı. Hırsızı derhal kovardı.
Adam derdi ne yaralandı mı? Diye sordu. Arap, hayır dedi, açlık onu bu hale getirdi.
Adam, bu derde, bu mihnete sabret dedi, Allah, sabredenlere karşılık ihsanda bulunur.
Ondan sonra dedi ki: Ey hür kişi, elindeki şu dolu dağarcıkta ne var?
Arap, dün akşamdan artan ekmeğim, azığım. Bedeni kuvvetlendirmek için
taşımaktayım dedi. Adam dedi ki: Neden o köpeğe ekmek yemek vermedin? Arap o
kadar merhametim yok. Yolda parasız ekmek ele geçmez. Fakat gözyaşı bedava dedi.
Adam, a havayla dolu kırba, toprak başına! Demek ki sence ekmek, gözyaşından daha
iyi ha? Gözyaşı kandır, dertle su haline gelir. Topraktan meydana gelen ekmek,
beyhude kan dökmeye değmez dedi.
Arap, iblis gibi bütün vücudunu hor hakir bir hale getirmişti. Bu bütünün parçası,
anacak aşağılık ve bayağı bir şeydir. Ben varlığını o ihsan ve cömertlik sahibinden
başkasına satmayana kul, köle olayım. O ağlarsa gökyüzü de ağlar. O feryat ederse
gökyüzü de Yarabbi demeye başlar.
Ben o himmet sahibi bakıra kul, köle olayım ki kimyadan başka bir şeye eğilmez. Dua
ederken Allah’ya sınık bir halde el kaldır. Allah’nın merhamet ve ihsanı, sınık kişiye
doğru uçar.
Bu daracık kuyudan kurtulmak istiyorsan durmadan ateşe yüz çevir kardeş. Allah’nın
hilesini gör, kendi hileni bırak. Ey hilesine karşı hilebazların bile utanıp şaşırdıkları
Allahm!
Tavus kuşu gibi kanadına bakma, ayağını gör ki kötü göz, sana bir pusu kurmasın.
Dağ bile kötülerin nazarıyla yerinden oynar. Kuran’da “Yüzlikunneke”yi oku da anla.
Dağ gibi Ahmet bile yolda çamur ve yağmur yokken nazara uğradı da ayağı titremeye
başladı. Bu duraklama, sürçme, bu ayak titremesi de ne? Bu işin boş olmasına imkan
yok diye hayrette kaldı. Nihayet ayet geldi de, o hal sana kötü gözden erişti diye
hikmetini bildirdi.
Allah eğer senden başka biri olsaydı derhal yok olur, o nazara avlanır erir giderdi.
Fakat benim korumam, eteğini çemreyip geldi de kurtuldun, yalnız bu titreyişin, bu
sürçmen, bu sırrı sana bildirmek içindi dedi.
İberet al da o dağ gibi olan Peygambere bak... Ondan sonra a saman çöpünden aşağı
olan adam, hünerini malını arz etme!
Ey Allah peygamberi, o mecliste öyle adamlar vardır ki herkesin kuşlarına bile nazar
değdirir, onları bile öldürürler. Nazarlarından kükreyen aslanın bile kellesi yarılır,
inlemeye başlar. Güçlü deveye nazarı ile ölüm değdirir, sonra arkasından köleyi, yürü
bu devenin yağından satın al diye yollar. Köle deveyi sakatlanmış görür. Atla beraber
koşan o deve sakatlanmış başı kesilmiştir.
Şüphe yok ki hasetle, kötü gözle feleğin dönüşünü, yürüyüşünü bile başka bir tarzda
döndürürler. Su gizlidir, fakat dolap meydanda. Fakat su esasen dönüp yürümektedir.
Kötü gözün ilacı iyi gözdür. İyi göz, kötü gözü ayağının altına alır, yok eder.
İlerisi gidiş, rahmettir sıfatıdır, iyi göz de rahmettir. Halbuki kötü göz, kahır ve
lanetten meydana gelmededir. Allah’nın rahmeti gazabından üstündür. Bunun içindir
ki her peygamber, kendi zıddına üst olmuş onu mat etmiştir.
Çünkü, peygamber rahmetin neticesidir. Zıddı ise kötü yüzlüdür, kahır neticesidir.
Kazın hırsı birdir. Şehvet hırsı yılandır, mevki hırsı ejderha. Kaz hırsı, boğaz ve cima
şehvetinden meydana gelir. Fakat baş olma hırsında bu şehvetlerin tam yirmi tanesi
toplanmıştır. Mevki sahibi, mevkii yüzünden Allahlıktan dem vurur. Allah ile ortak
olmayı tamah eder, nasıl af edilebilir?
Adem’in işlediği kusur karın ve cima yüzünden oldu. Fakat iblisin suçu ululuktan ve
mevki yüzündendi. Hasılı Adem çabucak tövbe etti, halbuki o melun, tövbe etmeye
tenezzül etmedi. Boğaz ve cima hırsı da kötüdür. Fakat mevki hırsı olmadıkça yine de
sınıklıdır.
Bu mevki hırsının kökünü dalını söylemeye kalkışırsam bir başka cilt lazımdır. Arap
serkeş ata Şeytan dedi, yazıda yayılan ata değil. Şeytanlık lügat ta baş çekmedir. Bu
sıfat lanete layıktır. Bir sofranın çevresine yüz tane adam oturur, yer. Fakat baş olmak
isteyen iki adam dünyaya sığamaz.
O, dünya yüzünden bunun bulunmasını istemez. Hatta padişah padişahlığıma ortak
olur diye babasını bile öldürür. Duymuşsundur ya saltanat kısırdır derler. Padişahlık
davasında olan, korkusundan akrabalığı filan hep keser, hepsinden vazgeçer.
Çünkü, saltanat kısırdır, onun oğlu yoktur. Ateş gibi kimseyle dostluğu olamaz. Kimi
bulursa yakar, yırtar. Kimseyi bulamazsa kendi kendisini yer. Hiç ol da onun dişinden
kurtul. O katı yürekliden merhameti az um!
Hiç oldun mu o katı yürekliden korkma. Her sabah mutlak yokluktan ders al. Ululuk,
ululuk ısısı Allah’nın elbisesidir. Kim onu giymeye kalkışırsa vebale girer. Taç onundur
kemer bizim vay haddini aşana! Bu tavusluk kanadı, sana bir sınamadır. Buna kapıldın
mı Allah’ya ortak olmaya, onun gibi noksan sıfatlardan arı olduğunu davaya
kalkışırsın.
Bir tavus kuşu, ovada kanatlarını yolmaktaydı. Hakimin biri gezmeye çıkmıştı. Onu
görüp dedi ki: Ey tavus böyle güzelim kanatları nasıl yoluyor da kökünden yolup
atıyorsun? Hiç acımıyor musun?
Bu süsü koparıp balçığa atmana gönlün nasıl razı oluyor? Hafızlar o tüyleri
beğendiklerinden alıp mushafların arasına koyuyorlar. Halk havalanmak için
tüylerinden yelpazeler yapıyorlar. Bu ne nankörlük bu ne cüret! Bilmiyor musun ki
nakkaşın kim? Yahut da biliyor da nazlanıyor; mahsustan o süsleri yoluyorsun.
Birçok naz vardır ki suç olur; kulu, padişahın gözünden düşürür. Nazlanmak, şekerden
tatlıdır ama az çiğne, yüzlerce tehlikesi vardır. Niyaz yolu emin bir yoldur. Nazı bırak
da o yola düş. Nice nazlananlar vardır ki kol kanat çırpar ama nihayet o hal adama
vebal olur. Nazın güzelliği seni bir an yüceltse bile onun gizli korkusu, seni eritir
mahveder.
Bu yalvarışa gelince: Seni zayıflatır. Zayıflatır ama parlak ayın on dördü gibi baş
köşeye geçirir. Ölüden diriyi çekip çıkarınca ölen, doğru yolu bulur. Diriden ölüye
çıkarınca da diri nefis, ölüm tarafına yönelir, ölüm tarafına dönüp dolaşır.
Öl ki hiçbir şeye ihtiyacı olmayan diri Allah, ölüden diri meydana getirsin. Allah, bu ölü
bedenden meydana bir diri getirsin. Kış olursan baharın gelişini, gece kesilirsen
gündüzün oluşunu görürsün.
O kanatları yolma ki bir daha yerine yapışmaz. Ey güzel yüzlü, yasa düşüp yüzünü
yırtma. Kuşluk güneşine benzeyen o güzelim yüzü yırtmak, yanlış bir iştir. Böyle bir
yüzü tırnakla yaralamak kafirliktir. Ay bile onun ayrılığı ile ağlamakta. Yoksa yüzünü
görmüyor musun? Bırak bu inatçılığı, bırak bu düşünceyi!
Bedende Nefsi Mutmainne’nin yüzünü düşünce tırnakları yaralar. Kötü düşünceyi
zehirli tırnak bil. Bu tırnak, derinleştikçe can yüzünü tırmalar. Müşkül düğümleri
açmak ister; fakat bu, adeta altın bir kaba aptes bozmaya benzer.
Ey işin sonuna varan düğümü çözülmüş say. Bu düğüm, boş keseye vurulmuş kuvvetli
ve çözülmez bir düğümdür. Düğümleri açmakla uğraşa,uğraşa kocaldım, başka birkaç,
düğümü de çözülmüş sayıver.
Asıl boğazımızdaki çözülmez düğüm şudur: Sen kendini bil, bakalım, aşağılık bir adam
mısın, yoksa bahtı yaver bir adam mı? Adamsan bu müşkülü çöz. İnsan nefsine
sahipsen nefsini bu yolda sarf et. Ayan ve arazı bildin tut, ne çıkar? Asıl, kendi haddini
bil ki bundan kaçıp kurtulmaya imkan yok.
Kendi haddini bilince de artık bu hadden kaç da ey toprak eleyen, hadsiz aleme ulaş.
Ömrün mahmul ve mevzu derdiyle geçti. Gözün açılmadı, hayatın duyduğun şeylerle
geçip gitti. Neticesiz ve tesirsiz olan her delil boş çıktı. Sen kendi neticene bak.
Yapanı ancak yapılan şeylerle görebildin; iktirani kıyasla kanaat ettin. Filozof
davasında delilleri çoğaltıp durur. Halbuki kalbi temiz Allah kulu, onun aksine delillere
bakmaz bile. Delil ve hicaptan kaçar, delalet edilenin peşine düşer, başını yakasının
içine çeker. Filozofa göre duman, ateşe delildir ama bizce dumansız olarak o ateşe
atılmak daha hoştur.
Hele yakılıktan, sevgiden meydana gelen şu ateş yok mu? O, bize dumandan daha
yakındır. Hasılı cana ariz olan hayallere kapılıp dumana koşmak ve bu yüzden candan
olmak, pek kötü bir iştir, pek bahtsızlıktır.
Kanadını yolma, onun sevgisini gönlünden sök, çıkar. Çünkü, savaşmak için düşmanın
bulunması şarttır. Düşman olamadıkça savaş imkanı yoktur. Şehvetin olmazsa ondan
kaçınma emrine uyman mümkün değildir. meylin olmazsa sabrın manası yok. Düşman
yoksa ordu sahibi olmana ne hacet?
Kendine gel de kendini hadım etme, papaz olma. Çünkü, çekinmek ve temiz durmak,
şehvetin zıddıdır. Heva ve heves olmadıkça have ve hevesten çekinin denmesi
mümkün değildir. ölülere gazilik taslanmaz ya.
“Yoksullara verin onları doyurun “ denmiştir, şu halde kazan. Çünkü elinde eskiden
kazandığın bir şey olmadıkça harcayamazsın ki. Gerçi o mutlak olarak “Yoksulları
doyurun” demiştir ama sen “Kazanın da sonra yoksulları doyurun” diye oku.
Yine böyle o padişah “Sabredin” buyurdu. Bir istek olmalı ki yüz çeviresin. “Yiyin”
emri şehvet için bir tuzaktır, ondan sonra gelen “İsraf etmeyin” emriyse temizliktir.
Şehvet olmasa ondan kaçınmaya imkan olabilir mi?
Sabretme ezasına uğramadıkça karşılığında bir hayır ve mükafat elde edemezsin. Ne
hoştur o şart ve ne sevinçli şeydir ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 12:55:21
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 29 Ocak 2010, 12:55:21 »

AHIRDAKİ CEYLAN
Avcının biri, bir ceylan tuttu. O merhametsiz herif, ceylanı ahıra kapattı. Ahır,
öküzlerle, eşeklerle doluydu. O herif de ceylanı, zalimler gibi bu ahıra hapsetti.
Ceylan, ürkekliğinden her yana kaçmakta idi. Avcı, geceleyin eşeklere saman
veriyordu.
Her öküz, her eşek, açlığından samanı şeker gibi yiyor, şekerden de hoş buluyordu.
Ceylan, gah bir yandan bir yana kaçıyor, gah tozdan, dumandan yüzünü çeviriyordu.
Kimi, zıttı ile bir araya koyarlarsa onu, ölüm azabına uğratmış olurlar. Süleyman da
Hüthüt, gitmeye mecbur olduğuna dair kabul edilebilecek bir özür getirmezse, ya onu
öldürürüm yahut da sayıya gelmez bir azaba uğratırım demişti.
Ey güvenilir kişi, düşün, o azap hangi azap? Kendi cinsinden olmayanlarla bir kafese
kapatılmak! Ey insan, bu kafeste azap içindesin. Can kuşun, seninle cins olmayanlara
tutulmuş. Ruh, doğan kuşudur, tabiatlarsa kuzgundur. Doğan kuşu, kuzgunlarla
baykuşlardan yaralanır.
İşte can kuşu da, Sebzvar şehrindeki Ebubekir gibi onların arasında zari, zari ağlayıp
inleyerek kalakalmıştır.
Muhammet Alp Ulug Harzemşah, tamamı ile mahvolmuş Sebzvar’lılarla savaşa
girmişti. Askerlerini sıkıştırdı. Ordusu, düşmanları öldürmeye koyuldu. Şehirliler aman
diye huzuruna gelip secde ettiler. Kulağımıza küpe tak, bizi kul et, tek canımızı
bağışla. Sana lazım olan her vergiyi her hediyeyi verelim, onu her yıl çoğaltalım. Ey
aslan huylu canımız senin,bir zamancağız onu bize emanet bırak dediler.
Padişah bana Ebubekir adlı birisini getirmezseniz canınızı kurtaramazsınız.
Şehrinizden Ebubekir adlı birini bana armağan olarak sunmazsanız, size kötülük eder,
sizi ekin gibi keser biçerim. Ne vergi alırım, ne afsun dinlerim dedi. Yoluna altın dolu
bir çuval getirip, bu şehirden Ebubekir adlı birini isteme.
Sebzvar’da nasıl olurda Ebubekir bulunur? Hiç dere içinde ıslanmamış toprak parçası
bulunur mu? Dediler.
Padişah altından yüz çevirip “A mecusiler” dedi, Ebubekir adlı birisini armağan olarak
getirmedikçe fayda yok. ben çocuk değilim ki altına, gümüşe hayran olayım.”
Ey zebun kişi sende secde etmedikçe kıçınla mescidi silip süpürsen kurtulamazsın.
Şehirliler, sağdan, soldan haberciler uçurdular. Bu yıkık yerde bir Ebubekir var mı
nerede? Diye aramaya koyuldular.
Üç gün üç gece koşup tozduktan sonra bir arık Ebubekir bulabildiler. Yolcuymuş,
hastalıktan yıkık bir yerin bir bucağında kuruyup kalmış. Bir yıkık bucakta uyuyormuş.
Onu görünce, çabuk dediler, kalk seni padişah istiyor. Senin yüzünden şehrimiz
ölümden kurtulacak.
Adam dedi ki: Ayağım olsaydı, yürümeye kudret bulsaydım gideceğim yere giderdim.
Bu düşman yurdun da kalır mıydım hiç? Sevgililerin şehrine koşar giderdim. Ölü
taşıyan bir salacayı getirip Ebubekir’i üstüne yatırdılar. Hamallara verip görsün diye
Harzemşah’ın huzuruna götürdüler. Bu cihan, Sebzvar’dır. Allah eri, burada zayi olur
gider. Harzemşah ulu Allahdır. Bu rezil kavimden gönül istemektedir.
Peygamber, “Allah, suretlerinize bakmaz, kalbe bakar. Kalp işlerinizi düzene koyun”
demiştir. Allah, ben sana, bir gönül sahibinden bakarım. Secdene, altın vermene
bakmam bile demektedir. Sen, gönlünü gönül sandın da gönül sahiplerini aramayı
bıraktın. Gönül öyle bir varlıktır ki bu yedi gök gibi yedi yüz tanesini oraya koysan
kaybolur gider. Bu çeşit gönül kırıklarına gönül deme. Sebzvar’da Ebubekir arama.
Gönül sahibi, altı yüzlü aynadır. Allah, altı cihette de o aynadan nazar eder durur. Altı
cihette bulunan, bu cihetlerden kurtulamayan kişiye Allah, o gönül sahibi vasıta
olamadıkça nazar etmez.
Birisini ret ederse onun için eder. Kabul ederse yine şefaatçi odur. O olmadıkça Allah
kimseye rızk vermezi. İşte ben, vuslata ulaşan kişinin ahvalinden bir miktarcığını
söyledim. Allah, ihsanını onun eline kor da acınanlara onun elinden ihsanda bulunur.
Onun avucu ile bütünlük denizi birleşmiştir. O, neliksiz ve niteliksizdir ve tam kemal
sahibidir.
Söze sığmayan bu birleşmeyi söylemenin imkanı yoktur vesselam. Ey zengin, yüzlerce
çuval altın getirsen Allah der ki: A iki büklüm adam gönül getir. Gönül senden razı ise
ben de razıyım. Gönül senden yüz çevirmişse ben de yüz çeviririm. Sana bakmam, o
gönle bakarım. Ey canı kapımda olan, bana armağan olarak gönül getir. Gönül sahibi,
seninle nasılsa ben de öyleyim. Cennetler anaların ayakları altındadır. Halkın anası da
odur, babası da odur, aslı da o. Ne mutlu gönlü deriden bedenden ayırt edebilen
kişiye.
Sen dersin ki işte, sana gönül getirdim ya. Fakat o der ki: Kutu (şehir), bu gönüllerle
dopdolu. Sen, bana alemin kutbu olan gönlü getir. İnsanın canının canının canının
canı, o gönüldür. İşte onun için o gönüller sultanı, nur ve ihsanlarla dolu olan gönlü
beklemektedir.
Sen günlerce Sebzvar şehrinde gezip dolaşsan o çeşit bir gönül bulamazsın. Nihayet
solmuş, pörsümüş bir gönül bulur, onu salacaya kor, o tarafa götürürsün.
Ey padişahlar padişahı, sana gönül getirdim. Bu Sebzvar’da bundan daha iyi gönül
yoktur dersin. O da der ki: A küstah, burası mezarlık mı ki buraya ölü gönül
getiriyorsun? Yürü, padişah huylu gönlü getir ki varlık Sebzvar’ı onun yüzünden aman
bulur. Sanki o gönül, bu cihandan gizlenmiştir. Çünkü karanlık, ışıkla bir yerde
bulunmaz. Birbirlerine zıttır bunlar. Tabiat Sebzvar’ının, o gönülle düşmanlığı, Elest
gününden miras kalmıştır.
Çünkü o, doğan kuşudur, dünya şehriyse kuzgun. Kendi cinsinden olmayanı görmek
insanı yaralar. İnsan, kendi cinsinden olmayana yumuşaklık gösterirse
münafıklığından gösterir, onunla uyuşursa bir şey elde etmek için uyuşur. Çünkü bu
leş arayan aşağılık kuzgunun kat,kat yüz binlerce hilesi vardır.
Münafıklığı kabul ederlerse kurtulur; münafıklığı, kendisine fayda verecek bir
doğruluk olur. Çünkü gönül sahibi, debdebesiyle beraber bizim pazarımızda ayıplıdır.
Cansız değilsen gönül sahibini ara. Padişaha zıt değilsen gönülle aynı cinsten olmaya
bak. Halbuki riyası, sana hoş gelen, tabiatına uygun olan kişi, dostundur. Dostundur
ama Allah’nın dostu değil ki!
Kim senin huyuna suyuna giderse sence ya velidir, ya peygamber. Yürü, hava ve
hevesi bırak da bir koku al, o güzelim amber kokusunu duy. Hava ve hevesine uyarsan
dimağın bozulur. Misk ve amber sence hiçbir şeye yaramaz bir hale gelir. Bu sözün
sonu gelmez, halbuki ceylanımız, ahırda bir yerden bir yere kaçıp durmada.
O göbeği miskli ceylan, günlerce eşek ahırında işkence çekmekteydi. Karaya vurmuş
balık gibi can çekişmede, çırpınıp durmadaydı. Pislikle misk, adeta bir hokkaya
girmişti.
Bir eşek diyordu ki: Ha, bu hayvanlar babası, padişahlarla beylerin huyundan susun.
Başka bir eşek, onun gidip gelmesine bakıp alay ederek bir inci bulmuş, nasıl olur da
ucuza satar? Diyordu.
Bir başka eşek, söyleyin diyordu, bu naziklikle padişahın tahtına çıkıp yaslansın. Bir
başka eşek de çok yemiş, imtilaya uğramış, yemeden kalmıştı. Ceylanı çağırdı. Ceylan
başını kaldırıp, Hayır iştahım yok, kuvvetsizim dedi. Eşek dedi ki: Biliyorum ki
nazlanıyorsun. Yahut da utanıyorsun da onun için çekinmektesin.
Ceylan kendi kendisine o yemek senin yemeğin. Senin bedeninin cüzileri, ondan
dirilmekte, tazeleşmekte. Ben çayırlığın arkadaşıyım. Duru sularla, bağlar, bahçelerle
avunur, eğlenirdim. Kaza ve kader, bizi azaba düşürse o huy, o güzel tabiat nasıl olur
da değişiverir?
Yoksul olduysam bile nasıl olurda yoksulca hareket ederim? Elbisem eskidiyse ben
yeniyim. Ben, sümbülü, laleyi, reyhanı bile binlerce nazla ve istemeyerek yerdim dedi.
Eşek, evet dedi, söylen, mırıldan. Gariplikle çok saçma şeyler söylenebilir.
Ceylan dedi ki: Göbeğim, sözlerime tanıklık etmede. Öd ağacı ile ambere bile
ehemmiyet vermemede. Fakat koku almayan, bunları nereden duyacak? Pisliğe tapan
eşeğe o koku haramdır. Eşek, yolda eşek pisliğini koklar. Bu çeşit mahluklara miski
nasıl sunabilirim? O şefaatçi peygamber, bu yüzden “İslam dünyada gariptir” remzini
söylemiştir.
Çünkü zati, meleklerle hem dem olmakla beraber akrabaları bile ondan kaçarlar. Halk
onun suretine bakar, onu kendilerine cins sanır ama ondaki kokuyu duymaz. Öküz
suretindeki aslan gibi. Onu uzaktan görürsün ama içini deşmeye kalkışma. Deşersen
ten öküzünü terk et. Çünkü o aslan huylu, öküzü paralar.
Öküz tabiatı, seni başından eder, hayvanlık huyu, seni hayvanlıktan ayırır. Öküz bile
olsan onun yanında aslan kesilirsin. Fakat sen öküzlükten hoşlanıyorsan aslanlığı
arama.
YEDİ ÖKÜZ
Mısır azizi gayb gözüne kapı açıldığında rüyada, yedi semiz ve besili öküzü yedi tane
arık öküzün yediğini gördü. O arık öküzler hakikatte aslanlardı. Böyle olmasa o
öküzleri yiyemezlerdi.
Şu halde iş eri de surette insan görünür ama hakikatte onda insanı yiyen bir aslan
gizlidir. Adamı güzelce yer, onu tek mücerret bir hale getirir. Derdi varsa tortusunu
süzer, saf bir hale sokar. O bir dert yüzünden bütün tortulardan kurtulur, ayağını süha
yıldızının başına kor.
Niceye yolsuzluklarla dopdolu olan kuzgun gibi söylenip duracaksın? Ey Halil horozu
neden kestin diyeceksin?
Halil der ki: Buyruğa uydum. İyi ama o buyruktaki hikmet neydi? Söyle de Allah’yı her
bir kılımla tespih edeyim.
Horoz şehvete mensuptur, şehvetine pek tapar. O zehirli ve kötü şaraptan sarhoştur.
Şehvet soy üretmek için olmasaydı Adem utancından kendisini hadım ederdi. Melun
İblis, Allah’ya avlanabilmek için bana kuvvetli bir tuzak lazım dedi. Allah, ona altın,
gümüş ve at gösterdi, halkı bunl...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 12:57:01
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #4 : 29 Ocak 2010, 12:57:01 »

ALLAH’A GÖZYAŞI
Birisi, müftüden gizlice sordu: Bir adam namazda feryat ederek ağlarsa, acaba namazı
bozulur mu, bozulmaz mı, namaz da ağlamak caiz midir?
Müftü dedi ki: Gözyaşı denilen o yaş niçin aktı? O, ne gördü, neden ağladı? Önce buna
dikkat etmek gerek. Acaba gizlice ne gördü de o gözyaşı çeşmesi aktı? Eğer yalvarıp
yakaran kişi, o alemi gördüyse ağlayışı ile namazı daha makbul bir hale gelir. Yok, o
ağlayış, o yaş, beden zahmetindense ip de kırıldı iğne de.
Bir mürit pirinin huzuruna vardı. Pir, hay hayla ağlıyordu. Mürit şeyhi ağlıyor görünce
o da ağlamaya koyuldu, gözünden yaşlar akmaya başladı.
Kulağı duyan bir dost bir dosta latife etti mi bir kere güler, sağır iki kere. Birinci
gülüşü halkı güler görerek taklitle gülmektir. Onlar gibi o da güler, güler ama öbür
gülenlerin halinden haberi yoktur. Neden güldünüz diye sorar, anlayınca ikinci defa
gülmeye başlar. Mukallit de kendisindeki neşeyle aynen sağıra benzer.
Şeyhin ışığı vurur, meşrebi akseder, müritlere bir neşe feyzidir gelir. Fakat bu feyiz
müritlerden değildir, şeyhtendir. Bu hal, suda duran sepete, cama vuran ışığa benzer.
Bu hali, kendilerinden bilirlerse noksanlıktır.
Irmaktan çıkarıldı mı o inatçı, ondaki suyun, dereden olduğunu anlar bilir. Cam da, ay
batınca o ışığın, aydın aydan olduğunu anlar.
“Kalk” emri, gözünü açtı mı seher gibi ikinci defa güler. Bu sefer o taklit alemindeki
gülüşüne güleceği gelir, tatlı tatlı güler.
Der ki: Bunca uzun ve uzak yollardan geldim. Hakikat, hep bu hakikatmış, sırlar; hep
bu sırlar. Ben o vadide kendimden uzak olarak neşeleniyor, körlüğümden,
hamlığımdan, ne hayaller kuruyordum, halbuki ne umuyordum ne çıktı? Ters
anlayışım, meğer bana ters ve yanlış suretler gösteriyormuş.
Yolda emekleyen çocukta erlerin düşüncesi nerede? Nerede onun hayali? Nerede
dosdoğru hakikat? Çocukların düşünceleri ya dadıdır, ya süt. Ya kuru üzümdür,
cevizdir yahut da bağırıp ağlama. O mukallit de illetli bir çocuğa benzer. İnce
bahislere girişir, deliller getirir ama aldırma. Delil bulmada ki, müşkül işleri
halletmedeki o derinleşme, onu basiretten alır. Sırrının sürmesi olan hakikati
bırakmıştır da müşkül şeyleri söylemeye girişmiştir.
Ey mukallit, Buhara’dan dön de horluğa doğru yürü, ancak bu suretle aslan bir er
olabilirsin. Nihayette kendi içinde başka bir Buhara görürsün ki saflar yaran erler bile
onun meclisinde kendilerinden geçmiş, bir şey anlamaz bir hale girmişlerdir.
Çavuş, gerçi yeryüzünde pek çevik pek çabuk gider. Gider ama denize varınca damarı
kopar. O, ancak karada “Onları yüklendik” sırrına mazhardır. Asıl adam, yükleri
denizde yüklenendir. Koş ey vehme, surete kapılmış adam, padişahında bir çok ihsan
ve lütufları vardır.
O saf ve bön mürit de, o azize uydu da taklitle ağlamaya koyuldu. O mukallit de sağır
adam gibi ağlayanı gördü, sebebinden haberi olmaksızın ağlamaya başladı. Bir hayli
ağlayıp, tapı kılarak dışarı çıkınca başka bir hararetli ve has mürit, ardına düşüp ona
yetişti.
Dedi ki: Ey bulut gibi habersiz ağlayan, bakışı ile adamı adam eden şeyhin ağlamasına
uyup hiçbir şeyden haberi olmaksızın ağlamaya koyulan! Ey vefalı mürit, Allah hakkı
için, Allah hakkı için kendine gel. Gerçi taklitten de faydalanırsın ama, o padişahı
ağlıyor gördüm de ben de onun gibi ağladım demek şartı ile. Çünkü bu söz
münkirliktir. Bilgisizlik taklit ve zan ile dolu olan ağlayış, o inanılan kişinin ağlayışına
benzemez. Sen bu ağlayışı o ağlayışa kıyas etme. Bu ağlayıştan o ağlayışa uzun bir
yol var.
O ağlayış, tam otuz yıl savaştan sonra elde edilir. Akıl, o makama yaramaz. Akılla o
makam arasında yüz konak var. Akıl, o durağı bilemez bilir sanma. Onun ağlayışı, ne
gamdandır, ne ferahtan. Güzelliğin ta kendisi olan ağlayışı ruh bilir. Onun ağlayışı da
o yandandır, gülüşü de. Aklın vehmettiği şeylerden dışarıdır o. Onun gözyaşı, gözüne
benzer. Görmeyen göz nasıl olur da gören göze benzer. Onun gördüğünü ellemeye
imkan yoktur, ne akıl kıyası ile bilinir, ne duygu yolu ile!
Gece, ta uzaktan nuru gördü mü kaçar. Şu halde gece karanlığı, nurun halini nasıl
bilir? Sinek, rüzgardan kaçar. Artık nasıl olur da rüzgarların zevkini tadabilir? Önü
olmayan geldi mi sonradan olan, abes olur. Şu halde önü olmayan, sonradan olanı
nereden bilecek?
Önü olmayan sonradan olan şeye aksetti mi onu hayran eder. Onu yok etti mi de
kendi rengine boyar. Dilersen yüzlerce benzerini bulabilirsin. Fakat benim için lüzum
yok o yoksul: Bu “Elif lâm mim ve Hâ mim” bu harfler tıpkı Musa’nın asasına benzer.
Harfler de görünüşte bu harflere benzerler. Fakat bunların vasıflarından değillerdir.
Sınama sözünden eline bir sopa alan kişinin sopası, bir iş başarma da hiç Musa’nın
sopasına döner mi? Bu nefes, İsa’nın nefesidir, öyle her yelden, her üfürükten
meydana gelme nefes değil ki ferahtan, yahut gamdan meydana gelsin.
Babacığım, bu “Elif lâm mim ve Hâ mim” insanların sahibi Allah’dan gelmiştir. Her elif
lâm buna nereden benzeyecek? Canın varsa bunlara o gözle bakma. Gerçi harflerden
meydana gelmiştir, hatta halkın harflerden meydana gelen sözlerine de benzer.
Muhammet de etten deriden meydana gelmiştir, bu hususta her beden, onun
cinsindendir. Eti vardır, derisi vardır, kemiği vardır. Fakat hiç bu bedenlere benzer mi?
O terkip de öyle mucizeler meydana geldi ki bütün terkipler mat oldular.
Kuran’daki “Hâ mim” terkibi de böyledir. Pek yücedir o,öbür terkiplerse pek aşağıda.
Çünkü bu terkipten hayat meydana gelir, aciz halinde sür üfürülmüş gibi her şey
dirilir.
“Hâ mim” Allah lütfu ile Musa’nın asası gibi ejderha olur, denizler yarar. Görünüşü
başka sözlerin, terkiplerin görünüşüne benzer ama değirmi ekmek, ay değirmisinden
çok uzaktır. Onun ağlayışı da kendinden değildir, gülüşü de, sözü de. Bütün bunlar,
ancak Allah’nın huyudur. Fakat ahmaklar, görünüşe sarıldıklarından o ince şeyler,
onlardan adam akıllı gizli kalmıştır.
Hasılı maksada erişememişler, perde altında kalmışlar, itirazları yüzünden de o ince
şey fevt olup gitmiştir.
ŞEHVETİN SONU
Bir halayık şehvetin çokluğundan, hırsının fazlalığından bir eşeği kendisine
alıştırmıştı. O eşek, kendisine yakınlaşmayı adet edinmiş, insana yakın olmayı
öğrenmişti. O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye
kabağı, eşeğin aletine takardı. Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi
yapmaktaydı. Çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı, damarları
da.
Eşek boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibi olan kadın da neden bu eşek böyle
zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu. Fakat işin ne olduğunu
anlamakta acizdi. Nalbantlara illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de,
onda hiçbir illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber veremedi. Kadın bu işin
aslını adamakıllı araştırmaya başladı. Her an eşeğin haline dikkat etmekte, neden
böyle zayıfladığını bulmaya çalışmaktaydı.
İnsanın adamakıllı çalışmaya kul olması gerekir. Çünkü her şeyi iyice arayan nihayet
bulur. Eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? O halayık eşeğin altına
yatmıyor mu? Bunu kapının yarığından gördü bu hale pek şaştı. Eşek erkekler
kadınlara nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış, işini
becermekteydi.
Kadın hasede düştü. Dedi ki, bu eşek, benim eşeğim, nasıl olur bu iş? Bu işin bana
olması lazım ben işe daha ehlim. Eşek işi öğrenmiş, alışmış. Adeta sofra yayılmış,
mum da yanmış. Görmezlikten gelip ahırın kapısını vurdu. A kız ne vakte dek ahırı
süpürüp duracaksın? dedi. Bu sözü işi gizlemek için söylüyor, ben geldim kapıyı aç
diyordu.
Sustu halayığa hiçbir şey söylemedi. Bu işe tamah ettiği için işi gizledi. Halayık bütün
fesat aletlerini gizleyip kapıyı açtı. Yüzünü ekşitip gözlerini yaşartarak dudaklarını
oynatmaya başladı, güya oruçluyum demek istiyordu. Eline sapı yıpranmış bir süpürge
aldı, develerin yatması için ahırı süpürüyor göründü. Elinde süpürge kapıyı açınca
kadın, dudak altından seni usta seni, dedi.
Yüzünü ekşittin, eline süpürgeyi aldın, iyi. Fakat yemeden içmeden kesilmiş eşeğin
hali ne? İşi yarıda kalmış, öfkeli, aleti oynayıp durmada. Gözleri kapıda seni
beklemede. Bunu dudağı altından söyledi, halayıktan gizledi. Onu suçsuz gibi ululadı,
Dedi ki: Tez çarşafını başına al. Filan eve git benden selam söyle. Şunu söyle, böyle
yap, şöyle et. Neyse ben kadınların masallarını kısa kesiyorum. Maksat neyse sen
onun özünü al. O işi görmezlikten gelen kadın onu yola vurunca, zaten şehvetten
sarhoş olmuştu, hemen kapıyı kapadı, oh dedi.
Yalnız kaldım, bağıra, bağıra şükredeyim. Artık erkeklerin gah tam, gah yarım
yamalak yakınlaşmalarından kurtuldum. Kadının keçileri, sanki bini bulmuştu, öyle
neşelendi. Eşeğin şehvet ateşiyle kararsız bir hale düştü. Hatta ne keçisi? O
yakınlaşma kadını keçi haline getirdi. Ahmağı keçi haline getirmeye, hor hakir bir hale
sokmaya şaşılmaz ki!
Şehvet isteği, gönlü sağır ve kör yaptı mı eşeği bile Yusuf gibi nurdan meydana gelmiş
bir ateş parçası gösterir. Nice ateşten sarhoş olmuşlar vardır ki ateş ararlar,
kendilerini de mutlak nur sanırlar.
Yalnız Allah kulu böyle değildir. yahut da Allah birisini çeker çevirir de yola getirir,
yaprağı döndürür bu da başka! Böyle olan o ateş hayali bilir, o hayalin yolda eğreti
olduğunu anlar. Hırs çirkinleri güzel gösterir. Yol afetleri içinde şehvetten beteri
yoktur. Şehvet yüz bin...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2 3 4   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes