> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mevlana Kitaplığı > Mesneviden Hikayeler IV
Sayfa: 1 [2] 3   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mesneviden Hikayeler IV  (Okunma Sayısı 5252 defa)
29 Ocak 2010, 12:38:08
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #5 : 29 Ocak 2010, 12:38:08 »



PEYGAMBER TAKDİRİ
Peygamber, kafirlerle savaşmak, abes şeyleri gidermek için bir ordu gönderiyordu.
Huzeyl kabilesinden bir genci seçti, orduya emir etti. Askerin aslı kumandandır...
kumandansız kavim, başsız bedene benzer! Şu ölüşün, solup gidişin, hep başbuğu
terk etmendendir. Usançtan, nekeslikten, benlikten baş çekmede, kendini başbuğ
saymadasın!
Tıpkı yükten kaçan katır gibi... o da başını alır, dağları boylar! Sahibi, a sersem... her
tarafta eşek avlamak üzere sinmiş bir kurt var... şimdi gözümden kayboldun mu her
yandan kuvvetli bir kurt çıkagelir. Kemiklerini şeker gibi ezer, ufalar... artık bir daha
diriliği göremezsin bile!
Hadi kurdu bir tarafa bırak... odsuz kalırsın ya! Ateş, odun olmadı mı söner gider.
Kendine gel de sahipliğimden kaçma, yükün ağırlığından çekinme... senin canın benim
diye ardına düşer, koşar durur! Sen de bir katırsın... çünkü nefsin üstün. A kendisine
tapan, hüküm üstünündür.
Fakat ululuk ıssı ALLAH, sana eşek demedi at dedi... Arap, arap atına “Taal” der.
Cefakar nefis katırlarını bakmak, yola getirmek için Mustafa, Hakk’ın imrahorudur.
Kerem ve ihsan çekişiyle “Kul tealev” dedi... “Gelin de sizi riyazatla terbiye edeyim
dedi, azgın ve serkeş atları alıştırır, yola getiririm ben.
Nefisleri azgınlıktan geçinceye dek bu katırlardan ne tekmeler yedim. Nerede
azgınları yumuşatan bir er varsa onların tekmelerinden kurtulmasına bir çare yoktur!
Hasılı belaların çoğu peygamberlere gelir. Çünkü ham kişileri yola getirmek, zaten bir
beladır. Siz, kaidesiz, nizamsız gitmektesiniz; sözüme uyun da rahvan gidin... bu
suretle de uysal bir hale gelin,padişahın bineceği bir at olun!
ALLAH dedi ki: “onlara gelin de, ey terbiyeye alışkın olmayan katırlar, gelin de! Fakat
gelmezlerse gamlanma... o iki temkinsiz için kinlenme! Bazılarının kulakları bu, gelin
sözüne karşı sağırdır... her hayvanın ayrı ahırı vardır. Bazıları bu sesten ürker,
kaçarlar...her atın ahırı ayrıdır.
Bazılarının de bu hikayelerden canı sıkılır...çünkü her kuşun kafesi başkadır. Melekler
bile bir cinsten değildirler; bu yüzden göklerde saf saf dururlar. Çocuklar, gerçi bir
mektebe giderler, giderler ama ders bakımından her biri, öbüründen üstündür.
Doğuya mensup olanın da duyguları var, batıya mensup olanın da... fakat görmek
göze kısmet olmuştur, mesnet ona verilmiştir. Yüz binlerce kulak saf saf düzülse yine
de hepsi aydın bir göze muhtaçtır. Sonra kulakların da can sesini, ALLAH haberlerini,
Peygamber buyruklarını duymada bir mesnedi var
Yüz binlerce göze ses duyma kabiliyeti verilmemiştir; hiçbir gözün ses duymadan
haberi yoktur. Böylece her duyguyu birer birer say... her biri, öbürünün işini göremez!
Beş tane dış, beş tane de iç duygusu... hepsi on tane duygu, ayakta saf kurmuştur.
Din safından baş çeken giden, gider, en son safa katılır!
Sen, gülün sözünü terk etme... söyleye dur! Bu söz pek büyük bir kimyadır. Bir bakır
senin sözünden nefret eder, kaçmaya kalkışırsa yine sen kimyayı ondan esirgeme!
Büyücü nefesi şimdi, bu söze uymadıysa sözün, belki sonunda ona tesir eder, bir
fayda verir.
Oğul, gelin de gelin... sizi ALLAH esenlik yurduna çağırmada! Hocam, benliği bırak,
başbuğ olma sevdasından vazgeç! Bir başbuğ ara, ona uy... başbuğ olmaya pek
özenme!
Peygamber, ALLAH yardımına nail olan askerine Huzeyl kabilesinden olan o genci
başbuğ yapınca, bir herzevekil, hasedinden dayanamadı... itiraza bunu kabul
edemeyiz bayrağını kaldırmaya kalkıştı. Halka bak hele... bunlar karanlık
alemindendir...geçici bir matah için nasıl geçici bir hale düşer, nasıl itiraza kalkışırlar!
Ululuk yüzünden hepsi dağınıklığa düşmüşler, canlarını vermişler, ölü bir hale
gelmişlerdir. Fakat savaşta, diridir onlar!
Şaşılacak şey şu: Zindanın anahtarı, bu çeşit adamın elindedir de yine kendisi
zindanda mahpustur! O genç tepeden tırnağa kadar pisliğe batmıştır... fakat akarsu,
eteğine dokunup akmaktadır!Dilediği ile daima yan yanadır da yine de bir dayanacak,
huzur bulacak kişinin yanına varabilsem diye ne sabrı vardır, ne kararı!
Nur gizlidir... arayıp sormak, gizliliğine şahit. Fakat gönül, saçma sözlerden kurtuluş
dilemez ki! Fakat dünya zindanında bir kurtuluş yeri olmasaydı gönül ne sıkılırdı, ne
de halas olmayı araştırır, isterdi! Sıkılıp üzülmen, seni bir memur gibi “ Hadi ey sapık,
ey yolsuz... bir doğru yol ara” diye çekip çekiştirmededir...
Doğru yol vardır... fakat pusuda gizlidir. Bulmak için durmadan, dinlenmeden
delicesine aramak gerek; böyle arayan bulur! Dağınıklık, pusuda topluluğu arar... sen
hemen bu isteyende istenenin yüzünü gör! Bağdaki cansız mahsulat, köklerinden
sürmüş, yetişmiştir... onlara diriliği vereni anla!
Hiç müjde verecek biri olmasaydı bu zindandakilerin gözleri, hep kapıya dikilir, kalır
mıydı?
Irmak olmasaydı yüz binlerce ırmağa batıp ıslanan olur muydu? Yanını yere koyup
yatamıyor, rahatsız oluyorsun... bil ki evde bir yatağın, yorganın var! Karar edilecek
bir yer olmadıkça karasız kişi olmaz...sersemliği gideren bir şey bulunmasa sersemlik
bulunmaz!
O adam dedi ki: “Hayır hayır ey ALLAH elçisi. Askere ihtiyar birisini başbuğ yap!
Ey ALLAH elçisi, genç, aslan oğlu aslan bile olsa askere , ihtiyardan başkası kumandan
olmasın! Zaten sen söyledin...şahidim senin sözün: Kendisine uyulacak kişi pir
olmalıdır, pir! Ey ALLAH elçisi, şu askere bak! Ondan daha yaşlı daha ileri bunca kişi
var! Bu ağaçtaki şu sarı yaprağa bakma da onun olgun elmalarını devşir!
Onun sarı yaprakları nasıl olur da bomboş olur... zaten yaprağının sararması, olgunluk
ve kemal alametidir. Yüzün sararması, saçın sakalın ağarması, olgun aklı müjdeler!
Yeni sürmüş, yeni yeşermiş yapraklarsa meyvenin hamlığına delalet eder. Azıksızlık
azığı her şeyden vazgeçiş, ariflik nişanesidir.
Altının sarılığı, sarrafın yüzünü kızartır,benzine kan getirir. Gül yüzlü, sakallı, bıyığı
yeni terlemiş genç, henüz mektepte okuma, yazma öğrenmededir. Yazısı, yazısının
harfleri eğri büğrüdür... gürbüz olsa bile delikanlıdır, aklı azdır onun! İhtiyarın ayağı,
hızlı adım atmasa da aklının iki kanadı vardır, yücelerde uçar!
Örnek istiyorsan Cafer’e bak! ALLAH, ona elinin, ayağının yerine iki kanat verdi! Altını
bırak... bu söz örtülüdür, gönlüm civa gibi ıstıraplara düştü! İçimizden güzel sözlü,
güzel sesli yüzlerce sükut, elini ağzına komada, yeter artık demede!
Sükut denizdir, söylemek ırmağa benzer... deniz seni aramada, sen ırmağı arama!
Denizin işaretlerinden baş çevirme... sözü bitir doğrusunu ALLAH daha iyi bilir! O
edepsiz, Peygamberin huzurunda o soğuk dudaklarından sözler çıkarmada, böylece
söylenip durmadaydı.
O bihaber, söz fırsatını bulmuştu, boyuna söylenip duruyordu...zaten haber de görüşe
göre saçma sapan bir şeydir! Bu haberler, hep görüş yerine geçer, görüş olmayınca
habere ehemmiyet verilir...göz önünde olandan haber verilmez; göz önünde
olmayandan haber verilir!
Birisi görüş makamına vardı mı artık bu haberlerin onca hiçbir değeri yoktur.
Sevgiliye ulaştın, onunla düşüp kalkmaya başladın mı kılavuzları affet artık!
Çocukluktan geçip adam olan kişiye mektup da soğuk gelir, kılavuzluk eden kadın da!
Mektubu okusa bile bilmeyenlere öğretmek için okur...söz söylerse bile anlatmak için
söyler!
Gözlüler önünde haberden bahsetmek hatadır...çünkü bu bahis bizim gafil
olduğumuza noksanlığımıza delalet eder. Gözlünün önünde susmak, sana fayda verir.
“Kuran okunurken susun, dinleyin” emri, bu yüzden gelmiştir. Can gözü açık olan
kamil, sana söyle derse güzelce, edeplice söyle, sözü uzatma! Uzat diye emrederse
yine emre uy, utanarak söyle!
Nitekim şimdi ben de bu güzelim Mesnevi’yi yazarken öyle yapıyorum ey Hak Ziyası
Hüsamettin! Akıllı davranıp kısa kesmeye kalkıştım mı,o, beni yüz çeşit vesileyle
söyletmeye kalkışır. A ululuk ıssı ALLAH’nın ışığı Hüsamettin, görüyorsun mademki;
sözden ne istersin ki? Bu herhalde fazla iştahtan olacak... hani şair de “Bana hep
şarap sun, hem de işte bu, şaraptır”da demiştir ya!
Şu anda onun kadehi, senin ağzında... fakat kulak da kulağın nasibini ver, diyor! Ey
kulak, senin nasibin hararetlenip kızarmaktır... işte hararet, işte sarhoşluk! Fakat
kulak, ben bundan daha fazlasını istiyorum, harisim ben demekte!
Şeker huylu Mustafa’nın huzurunda o Arap, sözü haddinden aşırınca, O “Vecnecmi”
padişahı, “Abese” sultanı, o soğuk nefesiyle “ Sözün kafi artık” diye dudağını ısırdı.
Söylemesin diye elini ağzına koydu... gizlileri bilen kişinin yanında nice bir söyleyip
duracaksın?
Kuru fışkıyı gözü açık erin önüne götürmüş, bunu misk yerine satın al diyorsun! Deve
pisliğini burnunun altına koyuyor, bir de oh oh diyorsun a beyni kokmuş kişi! A akılsız
şaşı! Kötü kumaşın revaç bulsun diye bir de oh ohtur tutturmuşsun!Bu suretle bu
tertemiz burnu aldatmak, o göklerin gül bahçelerinde yayılan eri kandırmak
istiyorsun!
Onun yumuşaklığı, kendisini ahmak göstermede ama senin de kendini bir parçacık
bilmen lazım! Bu gece de tencerenin ağzı açık kaldıysa kedinin de utanması icap eder!
O ışığı güzel arif kendisini uyuyor göstermede ama adamakıllı uyanıktır... sakın
sarığını aşırmaya kalkışma!
A pis inatçı, bu Şeytan masalını Mustafa’nın huzurunda nice bir söyleyeceksin?
Bunların yüz binlerce hilmi vardır...bir tek hilmleri bile yüzlerce dağa bedeldir!
Hilmleri, uyanık adamı bile aptal eder... yüz binlerce gözü olan zeka sahibini şaşırtır,
yolunu kaybettirir, sapığa döndürür! Hilmleri, güzel ve latif bir şara...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 29 Ocak 2010, 12:39:50 Gönderen: armağan »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mesneviden Hikayeler IV
« Posted on: 26 Nisan 2024, 07:08:17 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mesneviden Hikayeler IV rüya tabiri,Mesneviden Hikayeler IV mekke canlı, Mesneviden Hikayeler IV kabe canlı yayın, Mesneviden Hikayeler IV Üç boyutlu kuran oku Mesneviden Hikayeler IV kuran ı kerim, Mesneviden Hikayeler IV peygamber kıssaları,Mesneviden Hikayeler IV ilitam ders soruları, Mesneviden Hikayeler IVönlisans arapça,
Logged
29 Ocak 2010, 12:41:00
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #6 : 29 Ocak 2010, 12:41:00 »

Fakat halk kime secde ederse onun canını zehirliyor demektir.
Bir kere devlet, yüz çevirdi, bir kere bahtı döndü mü kendisine secde edenin kendisini
zehirlediğini de analar, bilgi sahibi olan adam da. Ne mutlu ona ki nefsini
aşağılatmıştır... vay o kişiye ki serkeşlikle dağ gibi baş kaldırmıştır.
Bu ululuk bil ki zehirli bir şaraptır... o şarapla aptal kişi sarhoş olur. Bir devletsiz,
zehirli şarabı içti mi bir zamancağız neşeden başını sallar ama, bir an sonra zehir,
canına tesir eder; can verip can almaya başlar. Onun zehirli olduğuna inanmıyorsan
bak da gör; Ad kavmine o zehir neler etti?
Bir padişah, başka bir padişahı tuttu mu ya öldürür, ya bir zindana hapseder! Fakat bir
düşkün dertliyi görse derdine merhem bulur; ona ihsanlarda bulunur! O ululanma
zehir değilse neden padişah, onu suçsuz, hatasız öldürüyor?
Öbürüne de kendisine bir kullukta bulunmadığı halde neden iltifat ediyor? Bu iki
harekete bakıp zehri anlamak mümkündür! Yol kesen, asla bir yoksulu dövüp
vurmaz... Kurt ölü kurdu katiyen ısırmaz.
Hızır gemiyi kötü kişilerin ellerinden kurtarabilmek için deldi, kırdı. Mademki kırık
gemi kurtuluyor, sen de kırıl! Emniyet yoksulluktadır, yürü yoksul ol. Madeni olan ve
madenden birkaç parası bulunan dağ, külünk, kazma yaraları ile paramparça oldu.
Kılıç boynu olanın boynunu keser... gölge yerlere döşenmiştir o hiç yaralanmaz.
Ululuk fazla ateştir a kızgın... kardeş, kendini ateşe nasıl atıyorsun ki? Yerle bir olan,
bak hele oklara hedef olur mu hiç? Fakat yerden baş kaldırdı mı o zaman hedefler gibi
çaresiz yaralanır. Bu bizlik, benlik, halkın merdivenidir... halk nihayet bu merdivenden
düşer!
Kim merdivenin daha üstüne çıkarsa daha aptaldır... çünkü düşünce onun kemikleri
daha beter kırılır. Bunlar fer-ileridir... asılları ise şudur: Yücelik Allah’a şirk koşmadır.
Ölmedin de onunla dirilmedin mi ona ortak olmaya, ülke ve devlet kazanmaya
savaşan bir düşmansın! Fakat onunla dirildin mi, zaten dirilen odur... bu, tam birliktir;
nerede şerik oluş? Fakat bunu işlerinin aynasında gör, çünkü bunu sözle, dedikoduyla
anlayamazsın! İçimdekini söylersem çok ciğerleri kan kesiliverir!
Artık bu kadarını kafi göreyim... zaten anlayanlara bu yeter... köyde kimse varsa iki
kere seslendim işte. Hasılı Haman, o kötü sözlerle böyle bir yolu Firavuna kesti.
Devlet lokması da ağzına kadar gelmişti... Haman Firavunun boğazını kesiverdi.
Firavunun harmanını o yele verdi... hiçbir padişahın böyle bir veziri olmasın.
Musa dedi ki: Ben sana lütuflar gösterdim, cömertliklerde bulundum... fakat ne
yapayım? Allah sana kısmet etmemiş! Hakiki olmayan padişahlığı ne el bil, ne yen!
Çalma, çırpma padişahlık, cansız, gönülsüz ve gözsüzdür. Sana padişahlığı halk
verdiyse borç alır gibi yine senden alır!
İğreti padişahlığı Allah’a ver de Allah sana herkesin kabul edeceği hakiki padişahlık
versin!
BAHİS
Arap beyleri toplanıp Peygamberin yanına gelerek çekişmeye başladılar. Dediler ki:
Sen bir beysin... bizim de her birimiz birer beyiz! Şu beyliği bölüşelim, ülkenin sana
düşen kısmını al! Her birimiz, kendisine düşen bölüğe razı olsun; sen de artık bizim
hissemizden el yıka.
Peygamber dedi ki: Bana beyliği Allah verdi... o, bana başbuğluk ve mutlak bie beylik
ihsan etti.
Buyurdu ki: Bu devir, Ahmed’in devridir, bu zaman, Ahmed’in zamanı... kendinize
gelin de onun emrine uyun!
Kavim, biz de Allahnın takdiri ile hükmediyoruz... bize de beyliği veren Allahdır dedi.
Peygamber fakat dedi... Allah, bana beyliği bir mülk olarak verdi, sizeyse bir vesileyle
iğreti. Benim beyliğim kıyamete dek bakidir... iğreti beylikse çabucak geçip gider!
Kavim ey emir... çok söyleme; üstün olduğunu iddia ediyorsun, delilin nedir? dediler.
Derhal Allahnın kahır emri ile gökyüzünde bir bulut peydahlandı. Sel bastı, bütün o
civarı kapladı. O pek korkunç sel şehre yüz tuttu... şehirliler feryat ederek korkudan
kaçışmaya başladılar. Sınama zamanı gelmişti... şüphenin kalkacağı hakikatin apaçık
ortaya çıkacağı zamandı. Peygamber dedi ki: Her bey mızrağını atsın da şu sel dursun!
Hastalıkta da iyi gıdadan olur, kuvvet de! Beyliğinizi bir sınayalım! Hepsi mızraklarını
attılar. Mustafa’da elindeki sopayı, o buyruklar yürüten inanmayanları aciz bırakan
sopayı attı.
O coşkun inatçı ve şiddetli sel, bütün o mızrakları saman çöpü gibi önüne katıp
sürükledi. Bütün mızraklar kayboldu... sopaysa bir gözcü gibi suyun üstünde
duruyordu! O sopanın himmetiyle o şiddetli sel, şehirden yüz çevirdi, başka bir tarafa
akıp gitti.
Bu büyük işi gören Arap beyleri, korkularından hep Mustafa’nın beyliğini tasdik
ettiler. Yalnız hasetleri pek üstün olan üç kişi inanmadı... inatlarından büyücü ve
kahin dediler.
İğreti beylik böyle zayıf olur... Allah vergisi olan beylikse böyle yücedir işte.
Ey soyu sopu belli kişi, o mızraklarla sopayı görmediysen o beylerin adları ile
peygamberin adına bak. Onların adlarını kuvvetli, şiddetli ölüm seli sildi süpürdü...
fakat Ahmed’in adı ve devleti baki.
Onun nöbetini günde beş defa vuruyorlar... bu, kıyamete kadar her gün böyle sürüp
gidecek! Aklın varsa sana lütuflarda bulundum... eşeksen eşeğe de asayı getirdim.
Seni bu ahırdan öyle bir çıkarırım ki sopayla başını, kulağını kanlara boyarım!
Bu ahırdaki eşekler de senin cefandan aman bulamıyorlar insanlarda! İşte sevilmeyen
her eşeği yola getirmek, terbiye etmek için sopa getirdim ben! Seni kahretmek için o
sopa, bir ejderha kesilir... çünkü sen de işte ve huyda bir ejderha kesilmişsin. Sen
amansız bir dağ ejderhasısın ama gökyüzü ejderhasına da bak!
Bu sopada cehennemden bir hisse var... kendine gel de aydınlığa kaç. Yoksa benim
dişlerimin arasında kalırsın... benim kahrımdan seni kimse kurtaramaz demektedir.
Allahnın cehennemi nerede demeyesin diye bu, bir sopayken şimdi ejderha olmuştur.
Allah, nereyi isterse orasını cehennem yapar... gökyüzünün yücelerini kuşa ökse ve
tuzak haline getirir. Dişlerine bir ağrı verir ki bu diş ağrısı cehennem, ejderha dersin.
Yahut da tükürdüğünü bal haline kor... bu, cennet ve cennet elbiseleri dersin!
Dişlerinin dibinden şeker bitirir... bu suretle kaderin hükmünü anlar bilirsin!
Şu halde dişlerinle suçsuzları ısırma... çekinemeyeceğin, kurtulamayacağın silleyi
düşün. Allah Nil’i Kıpti’lere kan haline getirdi... İsrail oğullarını da beladan korudu.
Buna bak da Allahnın yoldaki aklı başında kişiyle sarhoşu ayırt ettiğini anla. Nil bu
ayırt edişi Allahdan öğrendi de buna ihsanlarda bulundu, öbürünü sıkıca bağladı. Allah
lütfu, Nil’e akıl verdi... kahrı ise Kabil’i sersemleştirdi. Keremi ile cansız şeylerde akıl
yarattı... kahrı ile aklının aklını aldı. Lütfuyla cansız şeyde akıl peydahlandı... kahrı ile
bilgi akıllardan kaçtı. Emri ile oraya yağmur gibi akıl yağdı... bunun aklıysa Allah
hışmını görüp kaçtı gitti!
Bulut, güneş, ay ve yücelerdeki yıldızlar... hepsi de bir nizamla gelirler, giderler. Her
biri, ancak vaktinde gelir... vaktini ne geciktirir, ne de erken gelip çatar. Bunu nasıl
oldu da peygamberlerden anlamadın sen? Onlar, taşa sopaya bilgi ihsan ettiler.
Bunları gör de diğer cansız şeyleri de şüphesiz bir halde sopaya, taşa kıyas et! Taşla
sopanın itaati meydana çıkar, görünürde öbür cansız şeylerin halinde de haber verir...
onlar da “Biz, Allah’ı biliriz, ona itaat ederiz... hepimiz de tesadüfen halk edilmiş abes
şeyler değiliz” derler.
Nil suyuna bak da anla... boğarken iki ümmetin arasını ayırt etti ya! Yer, nasıl Karun’u
kahredip sömürdü; onu nasıl bildiyse Nil’i de öyle bilgi sahibi bil. Ay da öyle... emri
duyunca derhal gökyüzünde yarıldı, ikiye bölündü ya.
Nerede bir ağaç ve taş varsa Mustafa’yı görünce apaçık selam verdi ya! İşte
cansızların hepsini de böyle bil, böyle tanı!
Dün birisi, alem, sonradan yaratıldı... bu gökyüzü fanidir, varisi Hak’dır diyordu. Bir
filozof dedi ki: Sonradan yaratıldığını nasıl biliyorsun? Yağmur bulutun sonradan
yaratıldığını nasıl bilir? Bu değişip duran alemden sen, bir zerre bile değilsin... öyle
olduğu halde güneşin sonradan yaratıldığını ne bilirsin ki?
Pislik içinde gömülü olan bir kurtcağız, yeryüzünün evvelini, sonunu nereden bilecek?
Sen bu sözü babandan duydun... taklitle aptallığından ona sarıldın? Sonradan
yaratıldığına delil nedir? söyle; yoksa sus, fazla söylenmeye kalkma!
Adam dedi ki: Bu derin denizde bir gün iki bölük halkın bahse giriştiklerinin gördüm.
Onlar çekişir bahsederken halk onların başına üşüştü. Ben de kalabalığın arasına
karıştım, onların sözlerini, hallerini anlamak için durdum, bekledim.
Bir bölüğü alem fanidir... şüphe yok ki bu yapının bir yapıcısı var diyordu. Öbür
bölüğün bu alem kadimdir, evveli yoktur, yaratıcısı yapıcısı da yoktur... varsa bile
kendisidir diyordu.
Allah’a inanan, yaratıcıyı inkar ettin... geceyle gündüzü getirip götüren ve rızk veren
Allah’a münkir oldun, dedi.
Filozof ben dedi... delilsiz sözü dinlemem, taklide ancak ahmak olan kapılır! Hadi
delilini göster... yoksa bu alemde delilsiz söz dinlemem ben!
Mümin dedi ki: Delil, canımdadır... canımın içinde gizli delilim var! Senin gözün
zayıftır, hilali göremezsin; fakat ben görüyorum, bana kızma.
Dedikodu uzadıkça uzadı... dinleyenlerde bu bezenmiş alemin başına, sonuna hayran
olup kaldılar. Mümin dostum dedi... gönlümde bir delil var... bence, bu, alemin
sonradan yaratıldığına bir alamet! İyice inanmışım... inancımın nişanesi de şu: İyice
inanan ateşe bile girse, aşılardaki aşk sırrı gibi on...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 12:43:27
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #7 : 29 Ocak 2010, 12:43:27 »

SÖZ MANAYI AÇAR MI ÖRTER Mİ?
Bir padişah, nedimlerinden birine kızdı, onun tozunu dumanına katmak, onu
mahvetmek istedi. Kılıcını kınından çekti, yaptığı hareketin cezasını verecek, nedimin
başını kesecekti. Kimsede bir şey söyleme, yahut birisinin şefaat edip bağışlanmasını
dilemeye kudret yoktu. Yalnız padişah yakınlarından İmadüllah adlı birisi,
Mustafa’casına şefaate kalkıştı; yerinden sıçrayıp hemen secdeye kapandı... padişah
da derhal kılıcını elinden bıraktı.
Dedi ki: “İfrit bile olsa bağışladım... Şeytan bile olsa sucunu örttüm. Ayağını ortaya
attın mı atmadın mı? Yüzlerce ziyanda bulunmuş olsa razıyım. Yüz binlerce
kızgınlıktan geçebilirim... senin benim yanımda o derece bir değerin vardır. Senin
yalvarmana aldırış etmezlikten gelemem... senin yalvarman benim yalvarmam
demektir. Yerle gök birbirine karışsaydı bu adamı yine affetmezdim. Vücudumun her
zerresi, ayrı, ayrı yalvarsaydı yine başını kılıçtan kurtaramazdı.
Fakat bağışladım diye seni minnetli bir hale getirmiyorum ha... yalnız benim
yanımdaki değerinin anlatıyorum ey benim yanımdaki değerini anlatıyorum ey benim
nedimim! Bunu sen yapmadın, ben yaptım... ey sıfatları, bizim sıfatlarımızda
görülmüş, ey varlığını biz e vermiş olan nedim.
Bu işi sen dileyerek yapmadın, içinden öyle geldi... seni bu işe sevk eden biziz...
Çünkü ben, sana kendimi vermiş değilim, sen varlığını bana vermişsin. “Sen atmadın
o taşları... hakikatte Allah attı” ayetine mazhar olmuşsun... kendini köpük gibi
dalgaya salıvermiş, bırakmışsın! Mademki la oldun, illanın yanında ev kur... şaşılacak
şey şu: Hem esirsin hem bey!
Ne verdiysen padişah verdi, sen vermedin... doğruyu Allah daha iyi bilir ya, ortada var
olan ancak odur. O nedim zahmetten beladan kurtuldu, fakat bu şefaatçiye öyle bir
incindi ki selam bile vermez oldu. O ihlas sahibi kişiden dostluğu kesti... yolda
rastlasa yüzünü duvara döner, selam vermezdi! Kendisini kurtaran arkadaşına adeta
yabancı olmuştu... halk şaşırdı, bu iş, ağızlara yayıldı, hikaye gibi söylenmeye
başlandı. Herkes, deli değilse neden canını satın alan arkadaşı ile dostluktan vazgeçti.
O, onun başını kurtardı, canını satın aldı... ayağının bastığı yer toprak kesilmeliydi.
Halbuki bu tersine hareket etti, ondan vazgeçti, böyle bir dosta kin gütmeye başladı
diyordu. Aralarını bulmak isteyen birisi onu kınadı da dedi ki: Böyle bir öğütçü dosta
neden bu cefada bulunuyorsun? Padişahın o has dostu, senin canını satın aldı, boynun
vurulmadı, kurtuldun, fakat seni o kurtardı! Kötülük bile yapsaydı kaçmaman
gerekti... halbuki o temiz ve iyi dost, sana iyilikte bulundu.
Nedim dedi ki: Ben, canımı padişaha feda edecektim... o, neden araya girdi de
şefaatte bulundu? O anda ben Allah’la öyle bir haldeydim ki aramıza seçilmiş bir
peygamber bile giremezdi! Padişahın kahrından başka bir rahmet istemem, ondan
başka kimseye sığınamam. Ben, padişaha yüz tutmuş, onu sevmiş, ondan başkasını
yok bilmişim! Kahrı ile başımı kesse bile bana altmış tane can bağışlar! Benim işim
başımla oynamak, arlıktan geçmektir... padişahımın işi de baş bağışlamaktır.
Padişahın eliyle kesilen başa ne mutlu... yazıklar olsun ondan başkasına eğilen başa!
Padişah kahreder de geceyi zift gibi karanlık bir hale sokarsa gece, öyle bir yüce
dereceye erer ki binlerce bayram günü olmadan bile arlanır! Padişahı gören kimsenin
padişahın etrafında dönmesi kahrın da üstündedir, lütfun da; küfürden de üstündür,
dinden de!
Buna ait alemde bir söz yoktur... gizlidir, gizlidir gizli! Çünkü bu güzel ve temiz adlarla
sözler, Adem kirmanından zuhur etti.
“Allemel’esma” Adem’e imamdı, fakat ayın lâm elbisesi ile değil! Adem başına sudan,
topraktan bir külah koyunca o cana ait adların yüzü karardı. Suyla topraktan mana
zuhur etsin diye cana ait adlar, harf ve nefes nikabiyle yüzlerini örttüler. Söz, gerçi bir
bakımdan manayı açar ama on bakımdan da örter, gizler!
Ben, zamanın Halil’iyim, o da Cebrail’dir. Bela çağında onun kılavuzluğunu istemem
ben! O, Halil’e şefaat eden Cebrail’den edep öğrenmedi mi ki? Cebrail Allah Halil’ine
“Muradın var mı? Söyle de yardım edeyim... yoksa derhal çekip gideyim”... deyince
İbrahim, “hayır... sen aradan çık. Hakikat meydana çıktıktan sonra vasıta zahmettir”
dedi.
Peygamber bu dünya için kulları Allah’a ulaştıran bir bağdır. Çünkü o müminlerle
Allah arasında bir vasıtadır. Fakat her gönül, gizli vahyi duyup işitseydi alemde harf
ve sese ne lüzum kalırdı?
Gerçi o Allahdan mahvolmuştur, başsızdır... fakat benim işim ondan da ince! Onun
yaptığı iş Allah işidir, ben ona göre zayıfım... doğru, fakat bu iş, yine bana pek kötü
görünmede! Halka lütfun ta kendisi olan şey, yüce ve nazenin erlere kahırdır. Şu
halde halk, zahmet ve belalar çekmeli de aradaki farkı görüp anlamalı!
Ey hakiki dost, manayı anlamaya vasıta olan bu harfler, manaya erişmiş adama göre
dikendir, hordur hakirdir! Öyleyse saf ruhun harflerden kurtulması için pek çok
belalar çekmesi, pek anlayışlı olması lazımdır.
Fakat bazıları bu sesten büsbütün sağır kesilirler, bazıları ise daha yücedir, daha
üstün olurlar! Bu bela Nil ırmağına benzer, iyilere sudur, kötülere kan. Kim, sonu daha
fazla görürse daha kutludur... daha ciddiyetle işe sarılır, ekin eker de daha fazla
meyve toplar. Çünkü bilir ki bu ekim dünyası, mahşere hazırlanmak, ahirette burada
ektiğini toplamak, devşirmek için yaratılmıştır. Hiçbir bağlantı yoktur ki yalnız o bağ
için bağlansın... o bağlantı, bir ticaret elde etmek, bir kâr kazanmak içindir. Dikkat
edersen görürsün ki hiçbir münkirin inkarı, sırf inkar için değildir...
Hasedinden düşmanı kahretmek, yahut üstün olmayı dilemek, kendini göstermek
içindir. O üstünlük isteği de başka bir tamahladır... hasılı manalar olmadıkça
suretlerin bir lezzeti olamaz! İşte onun için “Neden bunu yapıyorsun?” diye sorarsın...
çünkü suretler zeytin yağıdır mana ışık. Değilse bu “Neden” sözü neden? Çünkü suret,
ancak o suret ,ç,n olsaydı “Neden bunu yapıyorsun?” diye sormazdın ki!
Bu “Neden” diye sormak, bir şey öğrenmek içindir... bundan başka bir suretle neden
diye sormak kötüdür. Ey emin adam, bunun faydası, sırrı bundan ibaretse neden
hikmetini arıyorsun ya! Göğün ve yer ehlinin suretleri, ancak bu suretler için
yaratılmışsa bunda bir hikmet yoktur ki! Bir hikmet sahibi yoksa bu tertip nedir... bir
hikmet sahibi varsa işi nasıl boş ve abes olabilir? Doğru, yanlış, bir şey düşünmeksizin
ne kimse hamama bir resim yapar, ne bir yeri boyar!
HZ.MUSA´NIN ALLAH’A SORUSU
Musa dedi ki: Ey soru hesap gününün sahibi Allah, yapıp düzdün, neden yine bozar
yıkarsın? Cana, canlar katan erler, dişiler yaratırsın... sonra bunları yıkar,
mahvedersin; neden?
Allah dedi ki: Bu suali inkar yüzünden, yahut gafletle ve nefsine uyarak sormuyorsun,
biliyorum. Yoksa hoş görmez, gazap eder, bu soru yüzünden seni incitirdim. Fakat
bizim işlerimizdeki hikmetleri, varlık sırlarını araştırıyorsun... bunu bilip sonra da
halka bildirmek ve her ham kişiyi bu suretle olgunlaştırmak istiyorsun. Sen bunu
biliyorsun ama halka da bildirmek için sormaktasın.
Çünkü bu sual yarı bilgidir. Hiç bilmeyen, bu bilgiden dışarıda kalan bu soruyu
soramaz. Sual de bilgiden doğar, cevap da... nitekim diken de toprakla sudan biter,
gül de!
Hem sapıklık bilgiden olur, hem doğru yolu buluş... nitekim acı da rutubetten hasıl
olur, tatlı da! Bu nefret ve sevgi, aşinalıktan gelir... hastalık da iyi gıdadan olur,
kuvvet de!
Allah Kelim’i de, acemilere bu sırrı bildirmek, onları faydalandırmak için kendini acemi
yaptı. Bizde kendimizi ondan daha acemi yapalım da bilmez gibi cevabını dinleyelim.
Eşek satanlar, o satışın anahtarını elde etmek için birbirlerine adeta düşman olurlar,
çekişir dururlar.
Allah buyurdu ki: Ey akıl sahibi Musa, madem ki sordun gel de cevabını duy.
Ey Musa, yere bir tohum ek de bunun sırrını anla, insafa gel! Musa tohum ekti, ekin
bitti, kemale gelip başaklandı, güzelce, düzgünce yetişti... Orağı alıp biçmeye başladı.
Gaybtan kulağına bir ses geldi:
Neden ekiyor, besliyorsun da kemale gelince kesiyor, biçiyorsun? Musa dedi ki:
Yarabbi, burada tane de var saman da... onun için kesiyorum. Çünkü tanenin saman
ambarına konması layık değil... saman da buğday ambarına konursa yazık olur! Bu
ikisini karıştırmak hikmete uygun olamaz. Mutlaka eklerken ayıt etmek lazım.
Allah dedi ki: Bu bilgiyi sen kimden aldın da bir harman meydana getiriyorsun? Musa
Allahn bana bu temyizi sen verdin dedi... Allah dedi ki: Öyleyse bende nasıl olur da
temyiz olmaz? Halk arasında temiz ruhlar da var, topraklara bulanmış kara ruhlar da.
Bu sedeflerin hepsi bir değil... birisinde inci var, öbüründe boncuk! Buğdayları
samandan ayırmak nasıl lazımsa bu iyiyi de kötüyü de ayırmak vacip. Bu alem halkı,
hikmet hazineleri gizli kalmasın, meydana çıksın diye yaratılmıştır.
Ben bir hazineydim dedi Allah, hem de gizli... bunu duyda cevherini kaybetme,
meydana çıkar!
Ayran içinde yağ nasıl gizliyse, doğruluk cevherinde yalan da gizlidir. O yalanın, şu
fani tendir... doğrun da Allah’a mensup olan can! yıllardır şu ten ayranı meydandadır
da can yağı onda fani ve değersiz bir hale gelmiştir.
Nihayet Allah, bir elçi kulunu, ayranı yayığa koyup döven birisini gönderir de, bende
bir ben gizli olduğunu bileyim diye sıfatla hünerle o yayığı döver. Yahut da zatından
adeta bir cüz olan bir kulunun sözünü izhar eder de o söz, vahiy arayan...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 12:45:22
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #8 : 29 Ocak 2010, 12:45:22 »

KATIR VE DEVE
Katırın biri bir gün bir deveyle buluştu... ikisi de bir ahıra düştüler. Katır dedi ki: “Ben
tepede, düzde, pazarda, köyde çok düşüyorum. Hele dağ terekesinden aşağı inerken
her zaman korkumdan tepe taklak kapanırım. Sense yüz üstü pek az düşersin... be
neden? Yoksa senin arı canın devletlik mi ki?
Ben her an tepesi üstü düşer, dizimi vurur, yüzümü, dizimi kanlara bularım! Palanım,
yüküm baş aşağı olur; kiracıdan da daima dayak yerim. Hani az akıllı adam gibi... o da
aklının kıtlığından günahından tövbe eder... her an da tövbesini bozar. O tövbe bozan
reyindeki, azmindeki gevşekliğinin yüzünden zamanede İblise maskara olur.
Her an yükü ağır olan ve taşlık yolda gitmeye savaşan topal beygir gibi tepesi üstüne
düşer. O ters huylu, tövbesini bozduğu için kafasına gaybtan tokatlar yer durur. Sonra
tekrar gevşek azmiyle tövbe eder... fakat Şeytan “Ne yaptın?” der demez tövbesini
bozar. Pek zayıftır... fakat kendisini öyle ulu görür, öyle kibirlenir ki Allah’a
ulaşanlara bile hor bakar!
Ey deve, sense mümine benzersin; yüz üstü az düşer, burnunu az vurursun! Sende ne
var ki afete uğramıyorsun... sürçmüyor, yüz üstü az düşüyorsun?
Deve dedi ki: “Her kutluluk Allahdandır ama benimle senin aranda çok fark var! Benim
başım yüce, iki gözüm yücelerini görüyor... yüce görüş sahibini zarardan korur. Ben
dağın başındayken dağın eteğini görürüm... her çukuru, her düzü kat, kat görürüm.
Nitekim o ulu er de eceline kadar başına ne gelecekse gördü. Yirmi yıl sonra neler
olacak o iyi huylu bütün bunları bilir. Hatta o takva sahibi yalnız kendi halini görmez...
batıdakilerin halini de görür, doğudakilerin halini de! Nur, onun gözünde, gönlünde
yurt tutar... neden mi dedin? Vatan sevgisi yüzünden!
Hani Yusuf gibi... o da ayın, güneşin kendisine secde ettiğini önce rüyasında gördü.
On yıl önce hatta daha önce gördükleri Yusuf’un başına geldi. “Mümin Allah nuru ile
görür” sözü saçma değil... Allah nuru, gökleri bile delip geçer.
Senin gözünde o nur yok... yürü, sen hayvani duygulara kapılıp kalmışsın! Sen,
gözünün zayıflığından ayağının önünü görürüsün... zayıfsın kılavuzun da zayıf! Elle
ayağa kılavuzluk eden gözdür... basılacak tutulacak yeri de o görür, basılmayacak
tutulmayacak yeri de o! Sonra bir de benim gözün pek aydındır... bir de şu var:
Yaradılışım tertemizdir benim. Çünkü ben, helâlzadeyim... zinadan olma ve
sapıklardan değilim. Sense şüphe yok ki zinadan olmasın... yay kötü oldu mu ok eğri
gider!”
Katır doğru dedin ey deve dedi... bu sözü söyler söylemez de gözleri yaşlarla doldu.
Bir müddet ağladı, devenin ayağına kapandı; dedi ki: Ey kulların Allahsınca seçilmiş
er, lütfetsen de beni kulluğa kabul etsen ne ziyana girersin?
Deve, mademki huzurumda ikrar ettin dedi... yürü, zamanenin afetlerinden kurtuldun.
İnsafa geldin, beladan halas oldun; düşmandın muhabbet ehline katıldın! Kötü huy
zaten senin aslında yoktu... aslı kötü olandan inattan, kötülükten başka bir şey
gelmez. Fakat aslında kötülük olmayan ve iğreti olarak kötü huylara sahip olan,
kötülüğünü ikrar eder, tövbe etmeyi diler. Adem peygamber gibi. Onun işlediği o pek
ehemmiyetsiz suç da iğretiydi de derhal tövbe etti. Fakat İblisin suçu, asil olduğundan
canım tövbeye yol yoktu ona.
Yürü, kendinden de kurtuldun, kötü huydan da, cehennem alevinden de halas oldun,
yırtıcı hayvanların dişlerinden de! Yürü, şimdicik devleti elde ettin, kendini ebedi bir
kutluluğa attın.
“Kullarımın arasına katıl” devletine eriştin, “Cennetime gir” kumaşını dokudun! Kulları
arasına girmeye yol buldun, gizli bir yolda ebedi cennete sokuldun. “Bize doğru yolu
göster” dedin; doğru yolda elini tuttu seni ta cennete kadar götürdü.
Ey aziz kişi, ateştin, nur oldun... koruktun yaş ve kuru üzüm oldun. Allah doğrusunu
daha iyi bilir ya, yıldızdın güneş kesildin...neşelen artık!
Ey Hak ziyası Hüsamettin, balını tut, süt havuzuna at da, o süt, bozulmadan
kurtulsun... lezzet denizinde lezzeti büsbütün fazlalaşsın. Elest denizine ulaşsın.
Deniz oldu mu her türlü bozulmadan kurtuldu demektir. Süt, bal denizine akacak bir
yol bulursa da artık hiçbir afete uğramaz, ekşiyip kesilmez.
Ey Allah aslanı, aslancasına bir kükre de o kükreyiş ta yedinci göğe çıksın! Fakat
usanmış bıkmış canın ne haberi olur ki? Fare, aslan kükreyişini ne bilsin? Gönlü deniz
gibi engin ve yaradılışı iyi olanların istifadesi için ahvalini altın suyu ile yaz! Bu cana
canlar katan söz, Nil suyudur... Yarabbi sen onu Kipti’nin gözüne kan göster.
NİL´İN SUYU
Duydum ki bir kıpti, susuzluktan bunalıp İsrail oğullarının birisinin evine geldi; dedi
ki: Seninle dostum, arakadaşım... bugün de bir hacetim var, senden istemeye geldim.
Çünkü Musa büyücülük, afsunculuk etti... nihayet nilin suyu bize kan kesildi.
İsrail oğulları alınca duru su oluyor, içiyorlar... halbuki Kıpti’nin gözü bağlanmış, ona
kan oluyor. Kıpti kavmi işte buracıkta susuzluktan ölüp gidiyor. Bu, ya
bahtsızlığından, ya kendi kötülüğünden! Kendin için bir tas su doldur da bu eski dost
suyundan içsin senin! Çünkü o, kendin için doldursan kan olmaz temiz ve duru su
olur! Ben de sana tabi olarak su içmiş olayım... tabi olan kişi, tabi olduğu kişinin
lütfiyle dertten kurtulur.
İsrail oğlu peki canım efendim dedi... sana bir hizmet edeyim, istediğini yapayım a
gözümün nuru! Senin muradına gideyim, seni sevindireyim... kulun, kölen olayım da
hürlük edeyim! Tası Nil’den doldurdu, ağzına dayadı, yarısını içti. Sonra tası su
isteyene doğru eğdi, sen de iç dedi... su derhal kara kan kesildi. Tekrar kendi tarafına
eğdi, kan su oldu... Kıpti kızdı alevlendi. Bir müddet oturdu... hiddeti geçince dedi ki:
Ey ulu kılıç, ey kardeş, şu düğümün açılmasına çare nedir?
İsrail oğlu dedi ki: Bunu takva sahibi içer. Takva sahibi da Firavunun gittiği yoldan
usanan, Musa’laşan kişidir. Musa’ya uy, Musa kavmi ol da bu suyu iç... ayla uzlaş da
ay ışığını gör. Allah kullarına kızgınlığından gözünde yüz binlerce karanlık var!
Kızgınlığını yatıştır da gözlerini aç, neşelen... dostlarından ibret al da üstat ol!
Sende kaf dağı gibi küfür varken nasıl olur da Nil’den avucuna su almada bana tabi
olabilirsin sen? Dağ iğne deliğinden geçer mi hiç? Geçer... ancak tek bir iplik haline
gelirse! Dağı tövbenle saman çöpü haline getir de suçları bağışlananların kadehini
güzelce al, hoş bir hal de çek gitsin. Fakat bu hileyle onu nasıl içebilirsin ki Allah, onu
kafirlere haram etmiştir.
A iftiralara uğramış iftiracı, hileyi düzeni yaratan Allah, nasıl olur da senin hilene,
düzenine kapılır? Musa kavminden ol... hilenin faydası yok... senin hilen yel ölçmekten
ibaret! Suyun haddimi var, Allah emrini terk etsin de kafirlere su olsun! Sen sanıyor
musun ki ekmek yemektesin? Yılan zehri, ömür törpüsü yiyorsun sen! Fakat sevgilinin
buyruğunu terk eden kişiye nasıl yarar?
Sanır mısın ki Mesnevi sözlerini okuyasın da ucuzca, bedavaca duyasın, anlayasın!
Yahut hikmet sözleri ve gizli sırlar, kolayca kulağına girsin ağzına gelsin! Duyarsın,
duyarsın ama sana masal gibi gelir... dışyüzünü duyarsın, iç yüzünü değil! Bir güzel,
başına, yüzüne çarşafını örtmüş, senden yüzünü gizlemiş! İnadından Kuran, sana
nasıl gelirse Şehname yahut Kilile ve Demine de öyle gelir! İnayet sürmesi gözünü
aydınlatır, açarsa doğrucuyla mecazı o vakit ayırt eder, anlarsın! Yoksa koku almayan
adama mis de bir, fışkı da... değil mi ki koku almıyor!
Ululuk ıssı Allahnın sözünü okumaktan maksat kendini usançtan, elemden
kurtarmaktır. Çünkü vesvese ve gussa ateşi, bu sözle yatışır... bu söz, insanın derdine
deva olur. Bu kadar bir ateşi söndürmede akılca duru ve temiz su da birdir, sidik de!
Vesvese ateşini, su da sidik de... her ikisi de uykunun, dert ve gussa ateşini
söndürmesi gibi söndürür. Fakat Allahnın ruhlu sözü olan bu temiz suyun, candan
bütün vesveseleri tamamı ile giderdiğini bilsen gönül, gül bahçesinin yolunu bulur, o
bahçeye varır.
Çünkü Allah kitaplarının sırrından bir koku alan, bağlarda, dere kıyılarında uçar durur.
Sen yoksa velilerin yüzünü de bizim gördüğümüz gibi midir sanırsın? Peygamber bile
müminler nasıl oluyor da benim yüzümü göremiyorlar diye hayrette kaldı.
Halk nasıl oluyor da yüzümün nurunu görmüyorlar? Halbuki o nur, doğu güneşinin
nurunu bile aştı... yok, görüp duruyorlarsa bu şaşırma nedir? diyordu. Nihayet o yüz,
gizlilikler alemindedir diye vahiy geldi. Yüzünü kafirler görmesin diye sence ay ama
halka göre bulut. Bu şaraptan halk ve ileri gelenler içmesin diye sence tane ama halka
göre tuzak!
Allah, “Onlar sana bakarlar” fakat hamam duvarındaki resimlere benzerler...
“Bakarlar da görmezler” dedi. Ey resme tapan, resim de o iki sönük gözle sana
bakar,öyle görünür. Onun huzurunda terbiyeni takınırsın... fakat onun hiç aldırış
etmediğini görünce neden bana riayet etmiyor ki diye hayretlere düşersin. Neden bu
güzel resim, sorularına cevap vermiyor... neden verdiğim selamı almıyor? Ben, ona
yüzlerce secde ettiğim halde neden o, bir lütfedip başını, sakalını oynatmıyor dersin?
Allah dış alemde görünmez, baş oynatmaz ama buna karşılık içine öyle bir zevk verir
ki, o zevk, iki yüz baş sallamaya değer... işte akıl ve can böyle baş sallar!
Çalışıp çabalar akla hizmet edersen aklın sana yapacağı şey şudur: Seni doğru yola
ulaştırır; bu yola ulaşma vesilelerini arttırır . Allah sana açıkça baş sallamaz ama seni
başlara başbuğ yapar! Allah, sana gizlice öyle bir şey verir ki...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 14:10:07
akmina

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 477


« Yanıtla #9 : 29 Ocak 2010, 14:10:07 »

SELAMLAR paylaşımlarını ilgiyle takip edip okumaya çalışıyorum .
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
Sayfa: 1 [2] 3   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes