> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mevlana Kitaplığı > Mesneviden Hikayeler III
Sayfa: 1 [2]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mesneviden Hikayeler III  (Okunma Sayısı 4149 defa)
29 Ocak 2010, 09:58:06
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #5 : 29 Ocak 2010, 09:58:06 »



SOFİNİN BOŞ SOFRAYA SEVDALANMASI
Bir sofi bir gün çiviye asılmış bir sofra gördü. Vecde geldi, dönmeye, oynamaya
başladı, elbisesini yırtıyor. İşte azıkların azığı. İşte kıtlıkların, dertlerin devası diye
naralar atıyordu. Dumanı başından çıkıp neşesi, zevki arttıkça arttı. Sofilerde ona
uydular, semaa başladılar. Kih, kih gülmeye, hay huy etmeye koyuldular. Defalarca
kendilerinden geçip kendilerine geldiler.
Herzevekilin biri, sofiye “ Çiviye asılı ve içinde ekmek olmayan bomboş sofra nedir ki
seni bu derece zevke, vecde getiriyor?” dedi. Sofi dedi ki: “ Yürü git be sen manasız
bir suretten ibaretsin. Sen varlık peşinde koş, aşık değilsin sen. Aşıkın gıdası,
ekmeksiz ekmeğe aşık olmaktır. Aşkın doğru olan kişi. Varlığa bağlanmaz.
Aşıkların varlıkla işi yoktur. Aşıklar, karı sermayesiz elde ederler. Kanatları yoktur.
Alemin etrafında uçarlar. Elleri yoktur, topu meydandan kaparlar! Mana kokusunu
duyan o yoksul da eli kesik olduğu halde zembil örerdi ya! Aşıklar, yoklukta çadır
kurarlar. Onlar yokluk gibi bir renktedirler. Bir tek ruhları vardır onların!
Süt emen çocuk yemekten nasıl zevk alabilir? Perinin gıdası kokudan ibarettir. Fakat
insan oğlu perinin kokusundan koku alabilir mi? Huyu onun huyunun zıddıdır. Perinin
az bir güzel kokudan aldığı zevki, sen yüz batman güzel yemekten bile alamazsın. Nil
ırmağının suyu Mısırlılara kan kesildiği halde İsrailoğullarına sudur. Deniz, Firavunu
boğduğu halde İsrailoğullarına bir ana cadde haline gelir.
Yakub’un, Yusuf’un yüzünde gördüğü nur, ancak Yakub’a mahsustu. Kardeşleri bunu
nereden görecekler? Bu sevgiliye olan sevdası yüzünden kendini kuyulara atar. Öbürü
kininden sevgiliye kuyu kazar. Sofra onun önünde ekmeksizdir, bomboştur. Fakat
yakub’un önünde nimetlerle dopdoludur, iştahını açar.
Yüzünü yıkamayan hurilerin yüzünü göremez. Peygamber, “ Namaz ancak huzur-u
kalple kılınır” demiştir. Canların gıdası aşktır. Bundan dolayı ruhların gıdası açlıktır.
Yakup, Yusuf’a acıkmıştı. Ekmek kokusu ona ta uzaklardan gelmekteydi. Halbuki
Yusuf’un gömleğini alıp koşa, koşa Yakub’a getiren o gömleğin kokusunu duymadı
bile.
Aradaki mesafe yüzlerce fersahken Yakub, Yakub olduğundan Yusuf’un gömleğinin
kokusunu duyuyordu. Nice alimler vardır ki hakiki ilimden hakiki irfandan nasipleri
yoktur. Bu çeşit alim, ilim hafızıdır, ilim sevgilisi değil. Onun sözlerini duyan kişi
alelade bir adam olsa bile o sözleri anlar, hakikat korkusunu alır.
Çünkü böyle alimin eline düşen gömlek eğretidir, bir zaman içindir. Esir tellalının
elindeki cariye gibi. Tellalın eline düşen cariye, müşteri içindir. Tellala ne fayda var?
rızık vermek Allahnın işidir. Herkes Allahnın takdirine göre hareket eder, başka türlü
hareket etmesine imkan yoktur. Güzel bir hayal, ona bağ, bahçe haline gelmiştir.
Çirkin bir hayal, bunun yolunu kesmiştir.
Allah öyle bir Allahdır ki bir hayalden bağ bahçe düzmüş, bir hayalide cehennem
haline getirmiş, yanıp yakılma yeri yapmıştır! Peki o halde onun gül bahçelerinin
yolunu külhanlarının yerini kim bilebilir ki? Gönül gözcüsü, bu hayal, canın ne
yanından geliyor, fırsat bulup göremez ki.
Bir kolayını bulup da doğduğu yeri, geldiği tarafı görseydi kötü hayallerin yolunu
keser, gelmelerine mani olurdu. Yokluk geçidine, yokluğun gözetleme yeri olan oraya
casus, nasıl ayak atabilir? Kör gibi onun ihsan eteğine yapış! Padişahım, körün
yapışması diye buna derler işte!
Onun eteği, emridir, fermanıdır. Ondan korkmayı, ondan çekinmeyi kendisine can
ittihaz eden adam ne iyi bahtlı bir adamdır! Birisi çayırlıkta, çimenlikte akar u
kıyısında onun yanı başındaki de azap içinde! Azap çeken, öbürüne bakar da “ Bu zevk
neden ki?” diye şaşırır kalır. Bu da meşakkat çekeni görür de “ Acaba bunu kim
hapsetmiş ki?” diye hayretlere düşer.
Zevk içinde olan azap çekene “ Kendine gel neden böyle perişansın? Bak, burada ne
güzel kaynaklar var. neden böyle benzin sararmış? Burada yüzlerce deva var.
arkadaş, gafil olma, bu çimenliğe gel!” der. Fakat öbürü “ Canım efendim
gelemiyorum ki!” diye cevap verir.
Bir bey hamama gitme lüzumunu duydu. Seher çağı, kölesine “ Sungu, uyan başını
kaldır. Hamam tasını, peştamalı, havluyu, kili Altından al da hamama gidelim haydi”
diye seslendi. Sungur hamam tasıyla iyi bir peştamal ve havlu aldı. Beraberce yola
düştüler. Yolda bir mescit vardı. Ezanda okunmaktaydı. Sungur ezan sesini duydu.
Namaza pek düşkündü. Dedi ki. “ Ey kuluna iltifatlarda ihsanlarda bulunan beyim, sen
şu dükkanda birazcık otur da ben namazı kılıvereyim.” Bey dükkanda oturdu. İmamla
cemaat namazı kılıp camiden çıktılar. Sungur kuşluk çağına kadar içerde kaldı. Bey,
bir müddet bekledi.
“ Sungur neye dışarı çıkmıyorsun?” diye seslendi. Sungur içerden “ Efendim,
koyuvermiyorlar. Birazcık daha sabret, şimdi geliyorum. Beni beklemekte olduğunu
biliyorum, unutmadım” dedi. Bey, tam yedi kere seslendi, bekledi, bekledi, seslendi.
Nihayet Sungurun bu cilvesinden usandı, aciz kaldı, sabrı tükendi.
Sungur, beyin her seslenişinde “ Efendim, dışarı çıkacağım ama daha
koyuvermiyorlar” diyordu. Bey “ Yahu, mescitte kimse kalmadı koyuvermeyen kim,
seni orada kim tutuyor?” diye bağırdı. Sungur dedi ki: “ Seni dışardan içeriye
sokmayan yok mu? İşte beni de içerden dışarıya çıkarmayan o.
Sana içeri girmeye izin vermeyen, benim de dışarı çıkmama mani olmakta. Senin bu
tarafa adım atmana müsaade etmeyen benim de dışarıya adım atmama mani oluyor!”
balıkları karaya çıkarmayan deniz, karadakileri de denize sokmamakta. Balığın aslı
sudan, öbür hayvanların aslı topraktan.
Bu işe hile ve düzene başvurmanın, tedbirlere girişmenin faydası yok ki. Kilit pek
kuvvetli, açıcıda Allah. Teslimiyete yapışa gör, rıza göster! Tedbirini unuttun mu
pirinden o taze bahtı bulur, devlete erişirsin. Kendini unuttun mu seni anarlar. Kul
oldun mu azat ederler!
Peygamberler bile, “ Şuna buna nasihat edip duruyoruz. Niceye bir soğuk demiri
dövüp duracak, niceye bir kafese üfleyip yatacağız?” diye hatırlarından geçirdiler.
Halkın yaptığı işler, Allahnın kaza ve kaderiyledir. Dişin keskinliği, midenin hararet ve
kuvvetinden ileri gelir.
Nefs-i Kül, insanın cüz’i nefsine tesir etti de olacaklar oldu. Balık baştan kokar,
kuyruktan değil! Bunu böyle bil ama eşeğini de yine ok gibi süre dur. Çünkü Allah “
Emirlerimi tebliğ et” diye emretmiştir; emrinden dışarı çıkmaya imkan yok. ( bir fırka
cennetliktir, bir fırka cehennemlik) bu iki fırkanın hangisindesin, bilemezsin ki. Ne
olduğunu görünceye kadar çalış, çabala!
Gemiye yükünü yükledin mi Allah’a dayanman gerek. Yolda gark mı olacaksın,
kurtulup sağlıkla selametle gideceğin yere mi varacaksın? Bu ikisinden hangisi başına
gelecek, bilemezsin ki, eğer ne olacağım, başına ne gelecek? Bunu bilmedikçe gemiye
binmem. Bu seferden kurtulacak mıyım, yoksa yolda boğulacak mıyım? Ne olacağımı
bildir bana.
Ben başkaları gibi kuru bir ümide kapılıp şüpheyle yola düşmeme dersen, hiçbir
ticarette bulunamazsın. Çünkü bu ikisi de gayb dadır, sırdır. Pul şişe gibi ruhu incecik
olan, cüz’i bir şeyden kırılıveren korkak tacir, ticaretinden ne fayda görür ne ziyan
eder. Hatta fayda şöyle dursun ziyan eder, mahrum kalır, hor olur.
Kimde yanış varsa nuru o bulur. Çünkü bütün işler, ihtimalle yapılır. Sen de din işini
üstün ve ön planda tut da kurtul. Bu kapıyı ümitten başka bir şeyle açmaya izin yok.
Allah doğrusunu daha iyi bilir.
MUKALLİDİN İMANI KORKU VE ÜMİTTİR
Çalışanların boyunları iğ gibi incelse de yine insanı her sanata sevk eden ümittir,
ihtimaldir. Sabahleyin dükkanına giden rızık elde etmek ümidiyle koşar gider. Rızık
ümidi olmasa nasıl olur da gidersin? Mahrumiyet korkusu olursa nasıl olur da kuvvet
bulursun? Belki ezelde sana bir rızık verilmemiştir.
Bu ezeli mahrumiyet korkusu, nasıl oluyor da yiyeceğini, içeceğini elde etmek için
çalışıp çabalamanda, arayıp taramanda seni aciz, kuvvetsiz bir hale sokmuyor?
Deseler, dersin ki: “ Çalıştığım halde bir şey elde edememek korkusu da var. var ama
bu korku tembellikte daha fazla.
Çalışırsam belki kazanırım; bunda ümidim daha çok. Tembellikte daha fazla zarar var.
peki a kötü zanna düşen, ya neden din işinde bu ziyan korkusunu eteğini tutuyor
öyleyse? Yoksa bu bizim pazarımızın tacirleri olan peygamberlerle velilerin ne karlar
elde ettiklerini görmedin mi ki?
Onlara bu dükkanı terk etmekle neler yüz gösterdi. Bu pazarda nasıl karlar ettiler.
Haberin yok mu ki? Ateş onlara halhal gibi ram oldu, deniz onların emrine uydu, onları
baş üstüne taşıdı. Demir onlara ram oldu, mum kesildi, rüzgar onlara kul oldu,
hükümlerine girdi!
(Peygamberlerden başka) bir taife daha vardır ki bunlar pek gizlidir. Bu zahir halkına
nereden meşhur olacaklar? Bunca kerametleri vardır da yine ululuklarını hiç kimsenin
gözü görmez! hem uludurlar, kerametleri vardır, hem Allah hareminde
gizlenmişlerdir. Onların adlarını Abdal bile işitmemiştir.
Sen yoksa Allahnın keremlerini bilmiyor musun ki seni “ Gel” diye onların bulunduğu
tarafa çağırıp duruyor. Alemin altı ciheti da onun keremleriyle dolu nereye baksan
onun bayrakları orada dikildi! Bir kerem sahibi, sana gel, ateşe gir dese hemencecik
atıl ateşe beni yakar mı deme bile!
Malik oğlu Enes’ten rivayet edilmiştir. Birisi ona konuk olmuştu. O hikaye eder.
Yemekten sonra, peşkirini sararmış, kirlenmiş, yemeğe bulaşmış gören Enes, hizmetçi
kadın, “ Bunu al da tandıra at, bir ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mesneviden Hikayeler III
« Posted on: 19 Nisan 2024, 09:23:54 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mesneviden Hikayeler III rüya tabiri,Mesneviden Hikayeler III mekke canlı, Mesneviden Hikayeler III kabe canlı yayın, Mesneviden Hikayeler III Üç boyutlu kuran oku Mesneviden Hikayeler III kuran ı kerim, Mesneviden Hikayeler III peygamber kıssaları,Mesneviden Hikayeler III ilitam ders soruları, Mesneviden Hikayeler IIIönlisans arapça,
Logged
29 Ocak 2010, 10:03:52
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #6 : 29 Ocak 2010, 10:03:52 »

HAMZA´NIN SAVAŞA ZIRHSIZ GİRMESİ
Peygamberin amcası Hamza, gençlik çağında savaşa daima zırh giyerek girerdi. Son
zamanlarındaysa savaş saflarına zırhsız olarak katılır, sarhoşça savaşa atılırdı. Göğsü
açık, vücudu çıplak olarak kendini kılıçlara atardı. Halk “ Ey peygamberin amcası, ey
saflar yaran aslan, ey erlerin padişahı.
Allah buyruğunda “ Nefislerinizi, kendi ellerinizle tehlikeye atmayın “ emrini
okumadın mı ki? Peki, neden kendini böyle bir savaş esnasında tehlikeye atıyorsun?
Gençken iri yapılı ve kuvvetliyken saflara zırhsız katılmazdın. Şimdi ihtiyarladın,
zayıfladın, belin büküldü öyle olduğu halde hiçbir şeye aldırış etmez oldun.
Her şeye boş veriyor; bir kılıç ve bir mızrakla savaşa atılıyor, adeta kendini
sınıyorsun. Kılıç ihtiyara hürmet etmez. Hiç kılıçla okun aklı temyizi olur mu?” dediler.
O bihaberler, Hamza’nın kaydına düşüyorlar, gayretlerinden ona bu çeşit öğütler
veriyorlardı.
Hamza dedi ki. “ gençken ölümü, bu dünyaya veda etme tarzında görürdüm. Kim
ölüme isteyerek gider? Kim, ejderhanın karşısında soyunur? Fakat şimdi
Muhammed’in nuruyla bu fani şehre zebun değilim ki. Duygudan hariç olan ve halk
nuru askeriyle dolu bulunan padişah ordugahını görmekteyim.
Çadırlar, çadırlara geçmiş çadır direklerinin ipleri, ipleri sarılmış, şükürler olsun ki
Allah beni uykudan uyandırdı. Ölüm kimin nazarında tehlikeyse “ Tehlikeye atılmayın”
emri de onadır. Fakat birisinin nazarında ölüm hakikat kapısının açılışından ibaret
olursa ona Haydin çabuk olun “ hitabı” gelir.
Ey ölümü görenler, uzaklaşın ey haşri, dirilmeyi görenler, çabuk olun! Ey lütuf
görenler, ferahlanın sevinin, ey kahir görenler, bu bir beladır, gamlanın! Ölümü bir
Yusuf gören, canını feda eder, kurt olarak görense yolunu sapıtır! Oğul, herkesin
ölümü, kendi rengindedir. Düşmana düşmandır, dosta dost!
Ayna Türk’e nazaran güzel bir renktedir. Zenciye nazaran o da zencidir. Ey can, aklını
başına devşir. Ölümden korkup kaçarsın ya doğrucası sen kendinden korkmaktasın.
Gördüğün ölümün yüzü değil, kendi çirkin yüzün, canın bir ağaca benzer ölüm
yaprağıdır.
İyiyse de senden yetişmiş, yeşermiştir, kötüyse de hoş, nahoş gönlüne gelen bir şey,
senden senin varlığından gelir. Bir dikenle yaralanmışsan o dikeni sen dikmişsindir.
Atlas olsun, ipek olsun, ne giymişsen kendin eğirmişsindir. Bil ki iş, ona verilen
karşılıkla aynı renkte olmaz. Hiçbir hizmet, o hizmete mukabil verilen şeyle bir renkte
değildir.
Ücret alanların ücreti, yaptıkları işe benzemez. Çünkü o iş, arazdır, buysa cevher ve
ebedi. İş, güçlükten, zordan, alın terinden ibarettir. Buysa gümüştür, altındır,
tabaklarla verilen ihsandır. Sana bir yerden bir töhmet gelse, mutlaka zulmettiğin
birisi mihnete düşmüş, beddua etmiştir.
Ama sen dersen ki ben bir şey yapmadım, kimse hakkında bir töhmette bulunmadım.
Fakat başka çeşit bir günah etmişsindir. Tohum ektin nasıl olurda meyve vermez?
Zina edene yüz sopa vururlarda zinakar, ben kimseyi dövmedim ki der. Fakat bu bela
bu dövüş, o zinanın cezası değil mi? Ama sopa, gizli bir yerde edilen zinaya nasıl
benzer?
Ey Kelim yılan hiç sopaya benzer mi? Ey hakim dert, devaya benzer mi? Sen de o sopa
yerine menini nasıl döktün de o meni güzelim bir şahıs oldu? O menin bir dost oldu,
yahut bir yılan kesildi. Asa’nın yılan olduğun şaşırıyorsun değil mi? Fakat buna daha
ziyade şaşmak icap etmez mi?
Hiç meni, o çocuğa benzer mi? Hiç şeker kamışı, şekere benzer mi? Adam, bir rüku,
yahut sücud etti mi onun rüku ve sücudu, o alemde bağ, bahçe olur. Ağzından Allah’a
bir övüş uçtu mu tan yerinin ağartan Allah, o övüşü bir cennet kuşa yapar. Kuşun
menisi de yeldir, havadır ama senin Allah’ı övüşün, Allah’ı tesbih edişin, hiç de kuşa
benzemez.
Yoksullara ihsanda bulundum, zekat verdin, elinle bir hayırda bulundum mu o alemde
bu hayır, ağaçlık, çayırlık, çimenlik olur. Sabır suyun, cennetteki nehirler, cennetin süt
ırmağı sevgin aşkındır. İbadetten zevk alman, bal nehri, Allah aşkıyla sarhoş olman,
şevk duyman şarap ırmağıdır.
Bu sebepler, o eserlere benzemez. Fakat Allah nasıl oldu da bu sebeplerin yerine o
eserleri getirdi? Kimse bilmez. Bu sebepler,dünyada nasıl senin ihtiyarınla senin
fermanınla meydana geldiyse o dört ırmak da ahrette şüphe yok, senin fermanına tabi
olur. Onları ne tarafa dilersen akıtırsın. Sebepleri nasıl tasarruf ettiysen onları da öyle
tasarruf edersin. Menin nasıl sana tabiîyse meniden gelen soy sop da derhal senin
emrine girer, sana tabi olur.
Bir mazluma karşı elinden bir zulüm çıktı mı o zulüm bir ağaç olur, o ağaçtan zakkum
biter. Kızgınlıkla gönüllere ateş saldın mı cehennem ateşinin aslı oldun gitti. Ateşin
burada nasıl adamları yakarsa ondan meydana gelen eser de orada seni yakar.
Kızgınlığın ateşin adamlara saldırmakta ya ondan meydana gelen ateş de adamlara
saldırır. O yılana, akrebe benzeyen sözlerin yılan ve akrep olur da seni kuyruğundan
yakalar.
Velilere uymadın, onları bekletip durdun, orada da kıyamet gününün beklenmesi sana
yar olur, bekler durursun. Hele yarın hele öbür gün diye vaad eder. Allah’a dönmeyi
sallar durursun ya. işte bu bekleyiş, mahşerdeki beklemendir, vay sana! O uzun günde
hesap için, canlar yakan güneşin altında bekler kalırsın. Çünkü sen dünyada göğü de,
göktekileri de elbette yola girerim, tohumunu eke, eke beklemiştin!
Kızgınlığın, cehennem ateşinin tohumudur, kendine gel de şu cehennemi söndür” der.
Allah’a şükürler olsun! Nura sahip olmadığın halde yavaşlık, mülayimlik gösterirsen
bu kötü bir şeydir. Çünkü ateşin sönmemiştir, küllenmiştir. Bu hal bir tekellüftür, bir
örtüdür. Aklını başını al, ateşi din nurundan başka bir şey söndürmez!
Din nurunu görmedikçe emin olma , çünkü gizli ateş, bir gün olur ortaya çıkar. Nuru
bir su bil suya yapış suyu elde ettin mi ateşten korkma! Ateşi su söndürür. Çünkü
ateş, huyu muktezası suyun soyunu, sopunu, oğullarını ( yani ağaçları, otları) yakar,
yandırır! Birkaç günceğiz o su kuşlarının yanına git de seni Abıhayata ulaştırsınlar.
Kara kuşuyla su kuşu, suret bakımından birdir ama suyla yağ gibi hakikatte birbirine
zıttır. Bunlar birbirlerine benzerler ama her biri kendi aslına kuldur, köledir. Dikkat ve
ihtiyaçla hareket et. Nitekim vesveseyle elest deminin vahyi, her ikisi duyguyla değil,
akılla anlaşılır, fakat aralarında fark var.
Her ikisi de gönül pazarının tellalıdır, her ikisi de matahlarını över durur. Gönül
sarrafıysan fikrini anla, gönlüne geleni bil de esir tellalı gibi bu iki fikri birbirinden ayır
et. Eğer şüpheye düşüyor ve bu iki fikri ayırt edemiyorsan “ Aldatmaca yok” de, acele
etme, koşma.
ALIŞVERİŞTE ALDANMAMANIN ÇARESİ
Bir dost, Peygambere “ Ben alışverişte daima aldanıyorum, bir şey satan, yahut alan
kişinin hilesi sanki sihir, gelip benim yolumu kesiyor” dedi. Peygamber dedi ki.
“Alışverişte aldanmaktan korkuyorsan alacağın şeyi üç gün muhayyer olarak al.
Çünkü şüphe yok yavaş iş Rahmandandır. Acele edişinse melun Şeytandan.”
Önüne bir lokma atsan köpek bile köpekliğiyle önce koklar, biz aklımızla koklarız.
Hele bir bak, demek ki biz de her şeyi inceleyen aklımızla kokluyoruz. Allah bile bu
yerlerle gökleri yavaşlıkla ve tam altı günde yarattı. Yoksa “ Kün” der demez yerler de
olurdu, göklerde; Allah, buna kaadirdi.
Hatta bir emreder etmez yüzlerce yer ve gök yaratabilirdi. Allah bütün kudretiyle
beraber insanı yavaş, yavaş ve tam kırk yılda kemal sahibi eder. Bir anda yokluktan
elli kişiyi uçurup bu aleme getirmeye kaadirdi. ama. İsa, bir dua ile hemencecik ölüyü
diriltir de.
İsa’yı yaratan, insanları bir anda yaratmaya kaadir değil midir? İsa’ya nazaran
kudreti, kat, kat üstün mü değil? Dilediğin şeyi yavaş, yavaş fakat sağlam bir halde
yapman lazım. İşte bu yavaşlık, sana bunu öğretmek içindir. Daima akıp duran küçük
bir dere ne pislenir, ne kokar.
Bu yavaşlıkla insan, ikbale, devlete erişir. Yavaşlık yumurtadadır, devlet de kuşlara
benzer. A inatçı adam, kuş hiç yumurtaya benzer mi? Ama yumurtadan çıkar ya! Sen
de davran da cüzülerin, yumurtalarından kuşlar çıkarsın. Yılan yumurtası da serçe
kuşu yumurtasına benzer, fakat aralarında ne kadar fark var!
Armut da elmaya benzer, benzer ama aralarında ki farkları bil ey yüce kişi! Yapraklar
da bakılınca bir renktedir. Fakat meyveleri çeşit, çeşittir. Yapraklara benzeyen
bedenler de birbirine benzer, benzer ama herkes bir iş için yaratılmıştır. Halk yolda
her bir tarzda yürür durur; fakat birisi zevk içinde, öbürü dertli, kederli! İşte tıpkı
bunun gibi ölürken de aynı çeşit ölürüz ama yarımız ziyan içindedir.
Bilal; zayıflıktan hilale dönmüş, yüzüne ölüm rengi çökmüştü. Karısı görüp “ Ah bu, ne
elem, bu ne keder” dedi. Bilal “ Hayır, hayır bu ne zevk ve neşe! Şimdiye kadar
hayattan, elem duymaktaydım, ölüm nasıl bir zevktir, nedir, nedir? Sen bunu ne
bileceksin?”
Demekte, bu sözleri söylerken de yüzünden nerkisler, güller, laleler açılmaktaydı!
Yüzünün parlaklığıyla nurlu gözleri, sözünün doğruluğuna şahadet ediyordu. Her
gönlü kara adam onun yüzünü simsiyah görürdü ama o insanların gözbebeğiydi,
neden gözbebeği de siyah?
Yüzü kara olanlar, hakikati görmeyenlerdir. İnsanların gözbebeği olan adam ise ayın
aynasıdır. Zaten dünyada can gözüne sahip olanlardan başka, senin gözbebeğini kim
görebilir ki? Onu gözbebeği haline gelenlerden başka kim, onun renginin görüp anlar?
İnsanların gözbebeği olan kişiden başka herkes, merte...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 10:06:35
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #7 : 29 Ocak 2010, 10:06:35 »

AŞIKLAR İÇİN CAN VERMEK KOLAYDIR
Buhara’da Sadr-ı Cihanın kulu bir töhmete uğradı, mevkiinde düştü, gizlenmeye
mecbur oldu. On yıl gah Horasan’da, gah Kuhistan ve gah Deşt’te başıboş bir halde
gezip dolaştı. On yıl sonra iştiyaktan takati kalmadı, ayrılık günleri sabrını tüketti.
Dedi ki artık ayrılığa tahammülüm kalmadı. Sabır, insanı küstahlıktan alıkoyabilir mi
hiç?
Ayrılık yüzünden bu topraklar bile çoraklaşır, sular bile sararır, kokar, bulanır! Adamın
canına can katan rüzgar, ufunetli bir hale gelir, veba kesilir, ateş kül haline gelir,
savrulur! Cennet gibi olan bağlar, bahçeler sararır, solar, yapraklar kurur, dökülür, bir
hastalık yurdu olur! Her şeyi anlayan akıl bile olsa dostların ayrılığıyla yayı kırılmış
okçuya döner.
Cehennem bile ayrılık yüzünden, gençlik çağına hasret çeken ihtiyarın titrediği titrer,
yandığı gibi yanar kavrulur. Kıvılcım gibi insanı yakan, mahveden ayrılığı kıyamete
kadar anlatsam yine yüz binde birini olsun anlatamam. O halde onun yakıcılığını
anlatmaya kalkışma sus, yarabbi, beni sen kurtar, sen kurtar da ancak.
Dünyada neyin visaliyle neşelenirsen o vuslat zamanında ondan ayrıldığını bir düşün
hele! Senin neşelendiğin şeyle çok kişiler neşelendi fakat sonunda sahibine vefa
etmedi, yel gibi geçti gitti! Gönül, sana da vefa etmez sen ondan vazgeçmeye çalış.
Fırsat elden çıkmadan Meryem gibi sen de surete “ senden Rahmana sığınırım” de
Meryem yapayalnızken canlara can katan birisini gördü. Bu adam, öyle güzeldi ki
gönülleri alıyordu. Ruhulemin onun gözünün ay gibi güneş gibi yerden doğuverdi.
Güneş, doğudan nasıl çıkarsa o da örtüsüz, nikapsız Meryem’in önünde yerden doğdu.
Meryem çıplaktı, bir kötülük yapar diye korktu eli ayağı titremeye başladı. Gördüğü
adam öyle dilberdi ki Yusuf bile görse Yusuf’u gören kadınlar gibi şaşırıp kalır, ellerini
doğrardı. Gönülden baş gösterip çıkan bir hayal gibi o gül yüzlü, Meryem’in önünde
topraktan bitivermişti.
Meryem kendisinden geçti ve bu dalgınlık aleminde, bu adamdan Allah’a sığınayım
dedi. O yeni, yakası temiz kızın adetiydi, bir şeyden ürktü mü pılısını pırtısını gayp
alemine çeker, Allah’a sığınırdı. Dünyanın kararsız bir alem olduğunu görmüş ihtiyata
riayet ederek Allah’a sığınmayı adet edinmişti.
Bu suretle de ölüm zamanına dek gideceği yolu düşmanın kesmemesini diler, Allah
tapısının kendisine bir kale olmasını temin etmek isterdi. Allah’a sığınmadan daha iyi
bir kale görmemişti, bu yüzden de kale civarında yurt edinmişti. Meryem o akılları
yakan, ciğerleri oklayan bakışları gördü. Padişahta o bakışlara kulağı küpeli bir köle
olmuştu, askerde.
O bakışlar, akıl padişahlarının akıllarını almış, onları divaneye döndürmüştü. O güzel
gözler, yüz binlerce dolunayı hilal haline getirmişti. Zühre de bile ondan bahsetmeye
kudret yoktu. Aklı kül bile onu görünce noksanlaşırdı. Ben ne söyleyebilirim, ağzı,
ağzımı kapattı; söylemeye takatim kalmadı ki!
Ben yalnız o ateşin bir dumanıyım ateşe delalet etmekteyim. O padişahtan
uzaktayken, onu görmeden hakkında ne söylenmişse hepsi de asılsız, hepside saçma!
Zaten güneşe alemi kaplayan nurundan başka bir delil olamaz ki. Gölgenin on delalet
etmesine imkan mı var? gölge onun yanında hor, hakir olup kalıyor ya işte bu kafi
ona!
Bu ululuk, ona Tam doğru bir delil bütün anlayışlar geridedir, o ilerde. Bütün
anlayışlar topal eşeklere binmiş o, ok gibi uçup giden rüzgara! Padişah kaçarsa
tozunu bile kimse bulamaz onlar kaçarlarsa padişah, yolarını kesiverir! Alemde bütün
anlayışlar, durup dinlemezler meydanda koşup yelme zamanıdır, oturup zevkle içkiye
dalma zamanı değil.
Birinin vehmi, bir doğan gibi uçup geçer, öbürünün vehmini mesafeleri delip geçen ok
gibi uçar! öbürünün ki yelken açmış gemi gibi gider. Bir başkasınınkiyse her an
gerileyip durur! Bütün bu vehimler, bütün bu anlayış kuşları uzaktan bir av gördüler
mi hep birden saldırırlar.
Av ortadan kayboldu mu şaşırırlar, baykuşlar gibi viranelere dalarlar! O av ortadan
kayboldu mu şaşırırlar, baykuşlar gibi viranelere dalarlar! O av tekrar nazlana,
nazlana salınsın, görünsün diye bir gözünü açıp bir tekini yumarak beklerler. Av
gecikince beklemekten usanır, sıkılırlar da acaba gördüğümüz av mıydı, hayal miydi
derler. Bir an istirahat ederek güçlenip kuvvetlenmeleri daha doğrudur. Eğer gece
olmasaydı bütün halk, hırstan, isteklerinin üstüne titremeden kendilerini yakar, helak
ederlerdi.
Herkes bir şey elde etmek, bir kar kazanmak hevesiyle bedenini ateşlere atmış, yanıp
yakılmıştır. Bir müddet hırslarından kurtulsunlar diye gece, Allah rahmeti gibi zuhur
etti. Yolcu sana da bir sıkıntı, bir gönül darlığı geldi mi alevlenme, meyus olma. Senin
için muvafıktır o. Çünkü ferahlık ve genişlik zamanında varını yoğunu harc edip
duruyorsun demektir. Harc etmeye karşılık bir de gelir lazım elbet!
Ya mevsimi sürüp gitseydi güneş, bağları, bahçeleri yakar kavururdu. Nebatları
kökünden yakardı, bir daha o yanıp kavrulan şeyler yenilemezdi, yeşerip
tazelenmezdi. Kışın yüzü ekşidir ama şefkatlidir. Yaz gülümser ama yakar, yandırır!
Darlık geldi mi onda genişlik gör de canlan alnını kırıştırma!
Çocuklar gülüp dururlar, bilenlerinse yüzü ekşidir. Gam kara ciğerden meydana gelir,
neşe akciğerden! Çocuğun gözü, eşek gibi ahırdadır, akıllı adamsa gözünü işin sonuna
diker. Akılsız, ahırdaki otu tatlı görür akıllı ahırdaki hayvanın nihayet kasap elinde
telef olacağını görür, bilir.
Şu kasabın verdiği ot yok mu acıdır, acı kasap o otu bizi semirtmek, tartıda ağır
gelmemizi temin etmek için veriyor. Yürü, Allahnın verdiği hikmet otunu ye! Çünkü
Allah, onu ancak cömertliğinden ihsanından dolayı karşılık istemeksizin vermiştir.
Allah “ Allahnın verdiği rızıktan yiyin” dedi. Sen buradaki rızkı ekmek sandın, hikmet
olduğunu anlamadın ha!
Allahnın verdiği rızık, insan mertebesine göre hikmettir. O rızık sonunda senin
boğazında durmaz seni öldürüp mahvetmez. Bu ağzını kapadın mı başka bir ağız
açılır. O ağız sır lokmalarını yer tutar. Bedenini Şeytan aslanından kurtarabilirsen
Allah sofrasında nice nimetler yersin! Ben bu sözü, Türklerin et yemeği gibi yarı
pişmiş, yarı ham bir halde anlattım.
Sen tamamını Hakim-i Gazneviden duy! O gayb hakimi, o ariflerin övündükleri zat,
bunu ilahinamede anlatır: gam ye de, gam artıranların, seni derde sokanların
ekmeğini yeme. Çünkü akıllı adam gam yer, çocuksa şeker! Neşe şekeri, gam
bahçesinin meyvasıdır. Bu ferah yaradır, o gam merhem. Gamı gördün mü aşkla
kucakla, Şam’a Rübve tepesinden bak! Akıllı adam, şarabı üzümde görür. Aşık varı
yokta bulur.
Geçen gün hamallar, sen alınca, o yükü ben aslan gibi taşırım diye birbirleriyle
savaşıp duruyorlardı. Neden? Çünkü o zahmette rahmet, o eziyette kar görüyorlardı
da yükü her biri, öbüründen kapıyorlardı. Nerede Allahnın verdiği ücret, nerede o
sermayesiz herifin verdiği ücret? Bu sana ücret olarak bir hazine bağışlar, o birkaç
mangır verir!
Allahnın bağışladığı altın, sen ölüp kumlar, topraklar altında yatsan bile seninledir.
Öldükten sonra kalıp başkalarına nasip olan mal değildir o! Allah malı adım, adım
cenazenin önünden gider, kabirde sana gurbet arkadaşı olur. Ebedi aşkla kapı yoldaşı
olmak için ölüm gününe hazırlan da şimdiden öl!
Sabır, gayret perdesi ardındaki sevgilinin nar gibi yüzünü, o isteğin, o dileğin ikiye
ayrılmış saçlarını görmektedir. Gam, çalışıp çabalayan kimsenin önünde bir aynaya
benzer, bu zıt olan şeyde buna zıt olan şeyi görür, sabırda muradına ulaşmayı, gamda
neşeyi görür, sabırda muradına ulaşmayı, gamda neşeyi seyreder.
Zahmetten, eziyetten sonra da onun zıddı, yani genişlik, zevk ve neşe yüz gösterir. Bu
iki hali, eline bak da gör, anla. Yumruğunu sıktıktan sonra mutlaka açarsın. Elin daima
yumulu, yahut daima açık olsa bu bir hastalık eseridir. Elini açıp yummakla iş güç
görür, çalışır, kazanır, işini düzene korsun. Bu bel açıp yumma, kuşun iki kanadı gibi
ele lazım bir şeydir. Meryem bir müddet, karaya vurmuş balıklar gibi çırpındı.
O Allah rahmetini gösteren melek, Meryem’e bağırdı: “ Ben, Allah tapısının eminiyim,
benden ürkme. Allahnın yücelttiği kimselerden baş çekme. Bu çeşit güzel
mahremlerden çekinme!” Hem bu sözleri söylüyordu, hem de dudaklarından pak
nurlar çıkıyor, birbirine ulanıp göğe ağrıyordu.
Melek diyordu ki: “ Sen, benim varlığımdan yokluğa kaçıyorsun ama ben yokluktan bir
padişahım bir bayrak sahibiyim. Zaten yurdu orası, ağırlığım da orada sana görünen
bir suretimden ibaret. Ey Meryem, bir bak hele ben, anlaşılması müşkül bir nakşım,
hem hilalim, hem gönüllerde ki hayal!
Gönlüne bir hayal geldi de yerleşti mi nereye kaçsan o seninledir. Ancak gelip geçici
bir aslı olmayan hayal müstesna o çeşit hayal yalancı sabah gibi gözden kayboluverir.
Bensen Allah nurundan doğmuş düpedüz sabahım, gündüzümün etrafında gece hiç
dönüp dolaşamaz. Kendine gel Lahavle deyip durma ey İmran’ ın kızı ben zaten,
buraya Lahavle makamından gelip üştüm.
Daha Lahavle denmeden önce Lahavlenin nuru benim aslımdı, benim gıdamdı. Sen,
benden Allah’a sığınmadasın ama ben o sığındığın Allahnın ezelde düzüp koştuğu bir
suretim zaten. Seni defalarca kurtaran o sığındığın makam, benim makamım Allah’a
sığınırım diyorsun ya; o sığınmak yok mu? Ben ta kendisiyim zaten.
Tanımazlıktan beter bir afet yoktur. Sen sevgilinin yanındasın da aşk bazlığı
bilmiyorsun. Yari, ağyar sanmada, neşeye gam adını takmaktasın. Sevgilimizin şu
miskler gibi saçla...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 10:08:09
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #8 : 29 Ocak 2010, 10:08:09 »

KURAN´IN ZAHİRİ VE İÇYÜZÜ
Bil ki Kuranın bir zahiri var. zahirin de gizli ve pek Kudretli bir de iç yüzü var. o batının
bir batını onun da bir üçüncü batını var ki onu akıllar anlayamaz hayran kalır. Kuranın
dördüncü batınıysa eşsiz örneksiz Allahdan başka kimse görmemiş kimse bilmemiştir.
Oğul sen kuranın dış yüzüne bakma şeytanda ademi topraktan ibaret gördü
hakikatine eremedi. Kuranın zahiri insana benzer sureti görünür. Meydandadır da canı
gizli insanın amcası dayısı bile insana o kadar yakın olduğu halde yüzyıl beraber
yaşasa halini bir kıl ucu kadar olsun göremez anlayamaz.
Veliler halkın gözünden gizlenmek için dağlara giderler derler ya hakikatte halka
nazaran bunlar yüz tane dağın tepesine çıkmışlar ayaklarını yedinci kat göğün üstüne
atmışlardır. Onlar halka nazaran yüzlerce denizden yüzlerce dağdan ötedeyken neden
dağlara giderler de gizlenirler?
Velinin dağa kaçmaya ihtiyacı yoktur ki gök tayı bile onun ardından koşar. Ayağından
yüzlerce nal sökülür düşer de yine de izine yetişemez. Gök yüzü bile döndü dolaştı da
o canın tozuna erişemedi. Bu yüzden de yaslandı gök elbiselere büründü. Hani zahiren
peri gözden gizlidir ya insan perilerden daha gizlidir.
Akılıya göre insan gizli olan periye nazaran yüz kat daha gizli. Akıllıya nazaran insan
bu kadar gizli olunca gayb alemindeki seçilmiş insan nasıl olur.
İnsan Musa’nın asasına benzer. İsa’nın afsunu gibidir. Müminin kalbi adalet sahibi
olan ve yardım dilenen Allah elindedir. Allahnın iki parmağı arasındadır. Asa
görünüşte bir sopadan ibarettir ama ağzını açtı mı bütün varlık ona bir lokmadır.
İsa’nın afsunundaki harfe sese bakma ondan ölüm bile kaçıyor. Sen ona bak.
Afsunda ki o ehemmiyetsiz, o değersiz sözlere bakma, o afsunla ölünün sıçrayıp
oturuşunu seyret. O sopayı ehemmiyetsiz görme. Yemyeşil denizi nasıl böldü, onu
gör! Uzaktasın da yalnız birer kara çadırdır görüyorsun bir adım ilerle de orduyu gör!
Uzak olduğundan yalnız bir toz dumandır görüyorum ama birazcık yaklaş, ileri var da
topun içindeki adama bak! Onun tozu gözleri aydın eder. Onun erliği dağları yerinden
söker! Musa, çölün bir ucundan kalkıp gelince Tur dağı, onun gelişinden neşelendi,
rakkas kesildi.
Davud’un yüzü Allah nuriyle parladı. Dağlar onunla beraber feryada geldiler, dağ
Davud’a yoldaş oldu. Her iki çalgıcıda bir padişahın aşkıyla sarhoş oldu. “ Dağlar
Davud’un sesine ses verin onunla beraber ırlayın” diye emir geldi. dağla Davud. İkisi
de bir sesle seslendi bir perdeden seslendi.
Allah dedi ki. “ Ey Davud sen yerinden yurdundan ayrıldın benim için hemdemlerinden
cüda düştün. Ey garip olmuş tek ve muinsiz kalmış olan Davud iştiyak ateşi gönlünden
şule vermekte çalgıcılar hanendeler arkadaşlar istersin. O kadim Allah dağları senin
huzuruna getirir.
Dağlar sana çalgı çalarlar şarkı okurlar zurnacılık ederler. Hepsi de huzurunda yel gibi
ses çıkarır. Sesine ses verirler.! Dudağı dişi yokken dağın ses vermesi feryat etmesi
caiz oluyor ya bil ki velinin de ağızsız dudaksız sözleri feryatları var. o her şeyden
arınmış mescidin cüzülerinden her an nağmeler çıkar.
O nağmelerle her an velinin can kulağına ulaşır. Yanında oturanlar duymazlar,
işitmezlerde o duyar işitir. Ne mutlu o cana ki gayba inanmıştır. Veli kendi kendine
yüzlerce söz söyler, dinlerde yanında oturan kokusunu bile alamaz! Lamekan
aleminden gönlüne yüzlerce sual yüzlerce cevap gelir. Menziline kadar erişir. Bunları
sen duyarsında başkaları kulaklarını ağızlarına kadar yaklaştırsalar yine duymazlar.
Tutalım Velilerin sessiz harfsiz sözlerini duymuyor, işitmiyorsun; işte gördün ya. Misli
sende de var neden inanmıyorsun A sağır.
MESNEVİ´Yİ KINAYANA CEVAP
Ey kınayan köpek sen hav ,hav edip duruyor da Kuranı kınamakla hükmünden kendimi
kurtarırım mı sanıyorsun. Bu o aslan değil ki ondan canını halas etmeğe muvaffak
olasın. Yahut kahrının pençesinden imanını kurtarasın. Kuran kıyamete kadar ey
kendilerini bilgisizliğe feda edenler diye nida eder.
Der ki. “ Siz beni masal sandınız da kınama ve kafirlik tohumunu ektiniz. Fakat
kınayıp da aslı yok masaldan ibaret dediniz. Ama gördünüz ya siz yok oldunuz siz
masal oldunuz. Ben Allahnın kelamıyım Allahyla kaimim canım canına gıdayım arı
duru parlak bir yakutum. Ben güneşin nuruyum sizin üstünüze vurdum sizi
aydınlattım.
Fakat güneşten ayrılmış değilim. Bakın ben aşıkları ölümden kurtarmak için buracıkta
akıp duran bir abıhayatım. Hırsınız hasediniz bu kötü kokuyu almasaydı, Allah sizin
mezarlarınıza da bundan bir katrecik saçardı. O hakimin sözünü o hakimin öğüdünü
tutmaz mıyım hiç her kötü ve yanlış kınama yüzünden gönlümü bozmam işimden
sözümden kalmam.
Hakim-i Gaznevi buyurmuştur ki: tayla anası su içerken seyisler atlar gelsinler su
içsinler diye ıslık çalıyorlardı. Tay ıslık sesini duyunca başını kaldırdı ürküp su
içmekten vazgeçti. Anası “ Yavrucuğum neye ürküyorsun su içmiyorsun” diye sordu.
Tay dedi ki. “ Bunlar ıslık çalıyorlar hep birden ıslık çalmalarından korktum. Yüreğim
titredi yerinden oynadı. Hep birden ıslık çalıp bağırmaları beni korkuttu”
Anası “Dünya kurulalı abes işler de bulunanlarda vardı. Bu dünya böyle kurulmuş
böyle gider! Benim akıllı yavrucuğum onların kendi saçlarını sakallarını yolmaları
yakındır” vakit var tertemiz ve gür su da akıp gidiyor. Sudan ayrılırsın ayrılık seni
şahrem, şahrem eder. Bundan önce davran da abıhayatla dolu olan ırmaktan su
içmeye bak.
İç de senden nebatlar bitsin ey gafil susuz biz velilerin sözlerinden Hızır’ın Abıhayatını
içmekteyiz gel. Bu gür suyu görmüyorsan bari körler gibi gel de testini suya daldır. Bu
ırmakta su var bunu duydun ya köre taklitle iş yapmak gerek. Suyu sayıklayıp duran
testini ırmağa daldır, daldırınca ağırlaştığını anlarsın. Anlarsın da su olduğuna
inanırsın. Gönlün o zaman bu kuru taklitten kurtulur. Kör ırmak suyunu açıkça
göremez ama testinin ağırlaştığını anlayınca su olduğunu bilir. Çünkü testi önce hafif
di ırmağa daldırınca ağırlaştı. İçi hayli suyla doldu. Evvelce her yel beni kapıp beni
götürürdü. Fakat şimdi ağırlaştım beni yel kapamaz artık.
Akılsız kişileri her türlü yel kapıp gider. Çünkü onların kuvvetleri sağlam değildir.
Kötü ve hayırsız adam lengersiz gemidir. Ne demir atmıştı ne bir yere bağlıdır. Deli
rüzgarlardan kurtulamaz ki. Akıllıya emniyet ve huzur veren akıl lengeridir.
Akıllılardan bir lenger dilen.
İnsan o cömertlik denizinin inci hazinesinden alık fikir kazanırsa bunların yardımıyla
gönlü marifetler elde eder. Gönüllükten çıkar yücelir gözleri de nurlanır. Çünkü nur
gönülden doğar da bu göze vurur. Gönül olmasa gözün hiç bir şey göremez. Gönül akıl
nurlarıyla nurlanırsa o nurlardan göze de bir pay verir.
Bil ki gökten inen mübarek su gönüllere gelen vahiydir. Dillere gelen doğru sözdür.
Biz de tay gibi ırmaktan su içelim de bizi kınayan vesveseciye bakmayalım aldırış
etmeyelim. Peygamberlerin izini izliyorsan yola düş. Halkın bütün kınamalarını hava
say. Yol aşan menzil alan yol erleri ne vakit köpeklerin havlamasına kulak astılar.
Sen de din yoluna girmeyi o yolda çalışmayı kurarsın ama şeytan içinden seslenir “ A
sapık o yola gitme eziyetlere düşer yoksul olur kalırsın. Dostlarından ayrı düşer hor
hakir bir hale gelir pişman olursun” sen de o melun şeytanın sesinden korkar
yakinden kaçar sapıklığa düşersin.
“ Hele yarın hele öbür gün din yoluna girer koşar yürürüm, daha önümüzde vakit var”
dersin. Sağdan soldan ölümün gelip çattığını görürsün komşuların ölür evlerinden
feryatların yükselir derken yine can korkusuyla din yoluna girmeye niyetlenir bir an
olsun kendini adam edersin.
Ben korkup ayağımı geri çekmem diye ilimden hikmetten silahlar kuşanırsın. Bu
sırada şeytan yine hileye sapar seslenir. Bu kulluk kılcından kork geri dön. Yine
korkar aydın yoldan kaçar o ilim ve hüner silahlarını atarsın. Yıllardır bir ses bir
bağırış yüzünden ona kulsun. Hırkanı böyle bir karanlığa atmışsın.
Şeytanların bağırışlarındaki heybet halkı kıskıvrak bağlamış boğazlarını sıkmıştır.
Onların canları nura kavuşmaktan öyle meus olmuştur ki kafirlerin ruhları da
kabirdekilerin dirilmesinden ancak o kadar meustur. O melunun sesinin heybeti bu
olursa gayrı Allahnın sesindeki heybet ne olur.
Doğandan aslı, nesli belli olan keklik korkar. Sineğe o korkudan pay yoktur çünkü
doğan sinek avlamaz ki. Sinekleri ancak örümcekler avlar. Şeytan örümcek senin gibi
sineğe galiptir. Keklikle karakuşla işi yok. Şeytanların bağırışları kötü kişilere çobanlık
eder. Padişahın sesiyse velilerin bekçisidir. Bu suretle birbirinden uzak olan bu iki ses
birbirine karışmaz tatlı denizden bir katra bile acı denize taşmaz.
Şimdi o şiddetli ses hikayesini dinle. O iyi bahtlı konuk sesi duyunca yerinden bile
kıpırdamadı. Dedi ki. “ Bu ses, bayram davulu sesi., neden korkacakmışım? Tokmağı
yiyen davul; o korksun! Ey kalbi olmayan boş davullar, can bayramınızdan kısmetiniz,
tokmaktan ibaret.
Kıyamet bayramında dinsizler davul. Bizse gül gibi gülmekteyiz, bayrama erişenlere
benziyoruz. Şimdi duy da bak, bu davul nasıl ses vermekte devlet tenceresi nasıl
kaynamakta. O er, davulun sesini duyunca “ Gönlüm, titreme korkma yakine erişmiş
kötü gönüllülerin canları öldü gitti. Haydar gibi ya ülkeyi zapt ederim ya canım
bedenimden gider.”
Yerinden fırladı bağırdı. “ Ey ulu adam, işte buracıkta hazırım hadi ersen gel! Tılsım
hemencecik bozuldu, her taraftan ulam, ulam altın...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes