> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mevlana Kitaplığı > Mesneviden Hikayeler III
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mesneviden Hikayeler III  (Okunma Sayısı 4153 defa)
29 Ocak 2010, 09:29:21
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 29 Ocak 2010, 09:29:21 »



Mesnevi´den Hikayeler- III
ÜÇ SÜNNETTİR
FİL YAVRULARI
GÜNAHSIZ AĞIZ
KÖYLÜNÜN FENDİ
SEBALILAR VE NİMETTEN AZMALARI
DOĞANIN KAZLARI OVAYA ÇAĞIRMASI
DERVANLILARIN HİKAYESİ
KENDİNİ BİLMEZLİĞİN SONU
HARUTLA MARUTUN HİKAYESİ
FİRAVUNUN RÜYASI
NEFSİNİZİ ÖLDÜ SANMAYIN
KARANLIKTAKİ FİL
KÜFRE RAZI OLMAK KÜFÜRDÜR HAYRET
TEMBELİN DİLEĞİ MESNEVİ´YE DAİR
BİLGİNİN İKİ KANADI VARDIR ŞÜPHENİN İSE TEK
DAĞDA HALVET EDEN DERVİŞİN HİKAYESİ GÖREBİLEN GÖZ
RIZA MAKAMINA ULAŞANLAR AHMAKLARDAN DAĞA KAÇIŞ
PEYGAMBERLERDEN MUCİZE İSTEĞİ SOFİNİN BOŞ SOFRAYA SEVDALANMASI
MUKALLİDİN İMANI KORKU VE ÜMİTTİR ÇÖLDEKİ ARAP KERVANI
BUNALMA BİR ŞEYE HAK KAZANMIŞ OLMAYA ŞAHİTTİR

HAYVANLARIN DİLLERİ HAMZA´NIN SAVAŞA ZIRHSIZ GİRMESİ
ALIŞVERİŞTE ALDANMAMANIN ÇARESİ SU UYUR DÜŞMAN UYUMAZ
AŞIKLAR İÇİN CAN VERMEK KOLAYDIR ŞEYTANIN ŞEYTANLIĞI
KURAN´IN ZAHİRİ VE İÇYÜZÜ MESNEVİ´Yİ KINAYANA CEVAP
ZITLARIN ÇEKİMİ

ÜÇ SÜNNETTİR


Ey hak ziyası Hüsameddin, şu üçüncü defteri de meydana çıkar. Bir şeyin üç kere
yapılması sünnettir. Üçüncü defterde sır hazinelerini aç, özürleri bir yana at. Senin
kuvvetin Allah kuvvetinden sızıp gelmekte. Hararetle atan damarlardan değil. Şu
aydın güneş çırağı, fitille, pamukla ,yağla, aydınlanmıyor ya.
Böylece durup duran gök kubbenin ne ipi var, ne direği1 Cebrail’in kuvveti mutfaktan
değil, varlığı yaratanın cemalinden. Hak Abdal’ inin kuvveti de bil ki Hak’tandır;
yemekten tabaktan değil. Onların cisimlerini nurla da yuğurdular. Onlar bu yüzden
ruhu da geçtiler, meleği de. Sen de ulu Allahnın sıfatlarıyla sıfatlandın.
Halil’e olduğu gibi sana da ateş gül bahçesi haline geldi. ey unsurlar, mizacına köle
olan, beş duyguyla altı cihet ram oldu. Her mizacın mayası anasıdır. Fakat senin şu
mizacın, her mertebeden üstün. Senin mizacın, şu yayılmış, şu geniş alemde birlik
vasfını bir araya derleyip toplayıvermiştir.
Ne yazık halkın anlayış sahası pek dar halkın havsalası yok! Fakat ey Hak ziyası,
reyindeki isabet ve kudret, o kadar büyüktür ki helvan, taşa bile boğaz verir. Tur dağı,
tecelliye uğrayınca boğazlandı, şarap içti, hatta o şaraba tahammül edemedi de
yarıldı, zerre, zerre oldu. Hiç dağın deve gibi oynadığını gördünüz mü?
Herkes, herkese bir lokma bir şey verebilir, ama boğaz bağışlamak ancak Allah işidir.
Allah, cisme de boğaz verir, ruha da. Her uzvuna ayrı, ayrı boğaz bağışlar. Fakat bu
ihsanı, kendini ululuğa verdiğin, kötülükten ve hileden arındığın vakit yapar da sen de
padişahın sırrını kimseye söylemez, şekeri sineğe sunamazsın.
Ululuk şarabını o adamın kulağı içer ki susen gibi yüzlerce dili olduğu halde dilsizdir.
Allahnın lütfu, su içsin de yüzlerce ot bitirsin diye toprağa da boğaz ihsan eder. Sonra
topraktan yaratılan mahluklara boğaz verir, dudak verir. Onlar da arayıp topraktan
biten otları otlarlar. Hayvan, ot yedi de semirdi mi insana gıda olur, ortadan kalkar.
Fakat toprak da, ruh çıktı, insan görüşten ayrıldı mı insanı yiyip sömürür. Zerreler
gördüm: Hepsi ağızlarını açmışlar, gıdalarını söylesem söz uzar gider. Yaprakların
gıdası onun kereminden dallara dadı, onun umumi ve şamil lütfu rızıkların rızkını o
vermekte. Buğday, rızıksız nasıl baş gösterir, biter?
Bu sözün sonu gelmez. Ben, bir miktarını söyledim, öbürlerini sen anlayıver. Bil ki
bütün alem yiyen ve yenenden ibarettir. Hak’la baki olanları da Hakk’a yönelmiş ve
Hakk’ın makbulü olmuş bil. Bu alem de daima neşre uğrayıp durur, bu alemdekiler de.
O alemle o alem alemlere gidenlerse daimi ve ebedidir.
Bu alemin de sonu yoktur, bu aleme aşık olanların da. O alem ehliyse ebedi ve bir
aradadır. Kerem ona derler ki insan kendisini ebedi kılacak abıhayatı kendisine versin.
Kerem sahibi, “Bakıyat-us salihat” ‘ın ta kendisisidir. Yüzlerce afetten, tehlikeden
korkudan kurtulmuştur. Onlar, binlerce kişi olsalar yine bir kişiden fazla değildirler.
Hayallere kapılanlar gibi sayı düşünmezler ki. Yiyenle yenenin boğazı gırtlağı var.
Galiple mağlubun aklı reyi. Allah adalet asasına boğaz verdi de o kadar sopaları o
kadar ipleri yedi. Öyle olduğu halde o yemeden semirmedi, şişmedi. Yiyişi de hayvan
yiyişi değildi, kendisi de hayvan değil.
Allah her doğan hayali yesin diye yakınına da asaya verdiği gibi boğaz verdi. Ayan gibi
maaninin de boğazı vardır. Maaniyi rızıklandıran da Allahdır. Balıktan aya kadar
mahlukattan hiçbiri yoktur ki gıdayı çekecek. Yitecek ağzı olmasın. Nefsin boğazı
vesveseden boşaldı mı ululuk vahyine konuk olur.
Akılla gönlün boğazında fikir kalmadı mı midenin hazmına muhtaç olmayan bakir rızkı
bulur. Fakat bil ki bunun şartı mizacı tebdil etmektir. Çünkü kötülerin ölümü kötü
mizaçtandır. İnsanın mizacı toprak yemeye alışırsa rengi sararır, kötüleşir. İnsan
hastalanır, düşkün bir hale gelir.
Fakat kötü mizacı değişirse kötülüğü gider, yüzü çırağ gibi parlar. Dadı. Süt emer
çocuğunu türlü, türlü nimetlerden gıdalandırır. Ama çoğunu memeden kesti mi ona
yüzlerce bahçelerin, bostanların yolunu açar. Çünkü meme, o zayıf çocuk için binlerce
nimetlerin, binlerce yemeklerin, binlerce ekmeklerin hicabıdır.
Hulasa yaşamamız, sütten kesilmemize bağlıdır. Sen de yavaş, yavaş kendini gıdadan
kesmeye çalış. Vesselam. İnsan, ana karnındayken kan emer, varlığı kanladır.
Bedenin neşçi kanla vücut bulur. Kandan kesilince gıdası süt olur, sütten kesilince
lokma yemeğe başlar.
Lokmadan kesildi mi lokman kesilir, gizli matluba talip olur. Ana karnındaki çocuğa
birisi dese ki: Dışarıda pek düzgün, pek güzel bir alem var. Boyuna, enine geniş bir
yeryüzü orada nice nimetler var, nice sonsuz yiyecek şeyler. Dağlar ,denizler, ovalar,
bostanlar, bağlar, çayırlar.
Pek yüksek, ziyadar bir gökyüzü güneş,ay ışığı yüzlerce Süha yıldızı. Yıldızdan,
poyrazdan, doğudan, batıdan esen yeller, bağlar bahçeler gelin gibi süslenmekte,
bezenmekte. O alemdeki şaşılacak şeyler anlatılamaz ki. Sen neden bu kapkaranlık
yerde mihnetler içindesin?
Bu daracık çarmıhta kan yemektesin, hapis içinde, pislikler içinde, sıkıntılar içindesin.
Çocuk kendi haline bakıp bunları inkar eder bu elçilikten yüz çevirir, kafir olur.
Olmayacak şey, hileden, yalandan başka bir şey değil der. Kör adamın vehmi, bunu
anlamaktan ne kadar uzak.
Buna benzer bir şey görmediği için münkir idraki bunu da kavramaz. İşte cihandaki
halk da buna benzer. Abdal, onlara öbür alemden bahsetti mi, “ Bu dünya kapkaranlık,
dapdaracık bir kuyudur. Bu kuyunun dışında renksiz, kokusuz bir alem var” dedi mi.
Bu söz onların hiçbirinin kulağına girmez.
Çünkü bu dünya tamahı, kuvvetli ve büyük yerdedir. Tamah, kulağa bir şey duyurmaz.
Garez, gözü kapar adama bir şey anlatmaz. Nitekim o ana karnında ki çocuk da kana
tamah ettiğinden o aşağılık yurtlara kan onun gıdası olduğundan. Tamah ona bu
aleme sözü duyulmaz bedendeki kanı, gönlüne sevdirir.
Sende bu alemin güzelliğine tamah etmektesin de bu tamah, o ebedi alemin
güzelliğine perde oluyor. Gururla dopdolu olan bu hayatın zevki seni doğruluk
hayatından uzaklaştırmakta. İyi bil ki tamah seni kör eder. Şüphe yok senden yakını
örter. Tamah yüzünden hak, sana batıl görünür.
Tamah yüzünden sende körlükler artar durur. Doğrular gibi tamahtan çekinde ayağını
o eşiğin üstüne bas. O kapıdan girdin mi kurtulursun gamdan da dışarıya ayak atmış
olursun neşeden de. Can gözün aydınlanır hakkı görür, küfür karanlığından kurtulur
din nuru kesilir. Erlerin öğüdünü. Canla başla dinle de korkudan kurtulup emniyete
eriş.
FİL YAVRULARI

Bilmem işitin mi? Akıllı bir adam, Hindistan da dostlarından iki üç kişinin uzak bir
seferden geldiklerini, aç ve çıplak bir halde bulunduklarını gördü. Bilgiden doğma
merhameti coşup “ Hoş geldiniz” dedi, güller gibi açıldı. Biliyorum karnınız bomboş,
pek açsınız. Açlıktan adeta Kerbela’ya düşmüşsünüz. Bu yüzden bütün mihnetlere
uğramışsınız.
Fakat dostlar, aman Allah için olsun sakın fil yavrusu yemeyin. Şimdi gideceğiniz
yolda filler vardır benim öğüdümü can-ü gönülden dinleyin. Yolunuzdaki fil yavrularını
avlamak istersiniz. Bu gönlünüze pek hoş gelir. Onlar pek kuvvetsiz. Pek latif ve
semizdir. Fakat anaları pusudadır, onları korur.
Yavrusunun ardından feryad-ü figan ederek yüz fersah yol yürür, evladını arar durur.
Hortumundan ateşler saçar, dumanlar savurur. Yavrularına merhameti çoktur. Sakın
ha yavrularını avlamayın” dedi. Yavrum, veliler de Allah çocuklarıdır. Onlar ortada
olsun, olmasın.
Allah, mallarını, canlarını korur, onların ahvalinden haberdardır. Sakın noksanlarını
bulup aleyhlerine gıybet etme. Onlar için kin güden, onların öcünü alan Allahdır. Allah
dedi ki : Bu veliler benim çocuklarımdır. Gariplik alemindedirler, eşleri yoktur. Ne
işleri vardır, ne güçleri.
Halkı imtihan için hor ve yetim görünürler. Fakat hakikatte dostları da benim,
nedimleri de. Hepsi de benim korumama arka vermiştir. Sanki onlar, benim
cüzülerimdir. Sakın, sakın! Bunlar benim hırka giyenlerimdir. Binlerce kişi arasında
yüz binlerce kişidirler. Fakat yine de hepsi bir vücuttur.”
Öyle olmasaydı Nuh, bir beddua ile doğuyu batıyı sulara gark edebilir miydi? İhsan ve
kerem sahibi lut, zalimlerin şehirlerini perişan eyleyebilir, yerlere batırabilir miydi?
Cennete benzeyen şehirleri karasu oldu. Diclesi oldu Git de gör. Bu karasu Şam
tarafındadır. Kudüs’e giderken yolda görürsün.
Hakk’a tapan yüz binlerce peygamber yüzünden her devirde nice azaplar ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mesneviden Hikayeler III
« Posted on: 26 Nisan 2024, 14:46:39 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mesneviden Hikayeler III rüya tabiri,Mesneviden Hikayeler III mekke canlı, Mesneviden Hikayeler III kabe canlı yayın, Mesneviden Hikayeler III Üç boyutlu kuran oku Mesneviden Hikayeler III kuran ı kerim, Mesneviden Hikayeler III peygamber kıssaları,Mesneviden Hikayeler III ilitam ders soruları, Mesneviden Hikayeler IIIönlisans arapça,
Logged
29 Ocak 2010, 09:33:57
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 29 Ocak 2010, 09:33:57 »

DOĞANIN KAZLARI OVAYA ÇAĞIRMASI
Doğan ,Kaza “ Sudan çık da şekerler akan ovaları bir gör” dedi. Akıllı kaz dedi ki: “ Ey
sudan uzakta kalmış doğan, su bizim kalemizdir, huzurumuzdur, neşemizdir” şeytan
da doğan gibidir. Kazlar, koşun, kendinize gelin, su kalesinden dışarıya az çıkın.
Doğana deyin ki: “haydi yürü, yürü dön geri Ey aşağılık adam başımızdan el çek.
Biz senin davetinden uzağız, bu davet senin olsun. Biz senin şu nefesini içmeyiz bile a
kafir! Kale bizim olsun, şekerle şeker yurdu senin. Bize senin hediyenin lüzumu yok,
al senin olsun! Can oldu mu gıda eksik gelmez elbet. Asker var mı, bayrak elbette
bulunur! Tedbirli şehirli, birçok özürler getirdi, o merdut ifrite nice bahaneler serdetti.
“ Şimdi mühim işlerim var. Gelirsem onlar yüz üstü kalır. Düzene girmez. Padişah
bana mühim ve nazik bir iş buyurdu, geceleri bile uyumuyor, benim bu işi başarmamı
bekliyor. Padişahın emrinden dışarı çıkamam, huzurunda yüzü kapkara olamam. Her
sabah, her akşam hususi çavuşu gelip işin neticesini soruyor.
Reva görür müsün, köye geleyim de padişah bana yüzünü assın, kaşlarını çatsın?
Kızarsa kızgınlığına karşı ne çare bulurum, diriyken kendimi topraklara mı gömeyim?”
dedi. Daha da bu çeşit yüzlerce bahaneler etti, fakat hileleri, Allah takdirine eş
olmadı. Alemin zerreleri birbirine girse yine Allahnın kaza ve kaderine karşı hiçtir hiç!
Bu yeryüzü, gökten nasıl kaçabilir, yeryüzü kendini gökten nasıl gizleyebilir? Gökten
yeryüzüne ne yağarsa yağar, yeryüzü, ne kaçabilir, ne bir çareye başvurabilir.,ne bir
pusuda gizlenebilir. Güneşten ateş yağsa yine o, gökten yağan ateşe karşı yüzünü
yerlere döşemiştir.
Yağmur yağsa da tufanlar coşsa, üstündeki şehirler yıkılıp yerle yeksan olsa o yine
Eyyup gibi teslim olmuştur, ben bir esirim ne dilersen yağdır demektir. Sen de bu
yeryüzünün bir cüzünün,baş çekme. Allah hükmünü görünce isyan etme. “ Sizi
topraktan yarattık” sözünü duydun ya, demek ki senden toprak olmanı istiyor, yüz
çevirme!
( Allah diyor ki:) “ Toprağa nice tohum ektim. İnsan da toprağın bir tozundan ibaretti,
onu ben yükselttim. Yine bir hamle et de kendine topraklığı sıfat edin, alçal. Ben de
seni bütün beylere emir yapayım. Su, yukardan aşağıya, akar da sonra aşağıdan ya
akar. Buğday, yukardan aşağıya, yerin dibine gider de ondan sonra yerden baş çıkarıp
yükselir.
Her meyvenin tohumu yerden biter de ondan sonra yerden baş verir. Nimetlerin aslı
felekten ta yere kadar umumiyetle aşağıya geldiler, alçaldılar da temiz cana gıda
oldular. Tevazula felekten toprağa inince de diri ve yiğit adamın cüzi oldular. Bu
suretle o cemad, insan sıfatlarını kazandı, arşın yücesine uçtu, neşelendi. Önce diri
alemden geldik, sonra yine aşağılıktan yücelere çıktık.
Diyerek bütün cüzüler, hareket ve sukün hallerinde “ Biz, şüphe yok, yine gerisin geri
Allah’ ya dönüyoruz “ derler. Gizli cüzlerin zikir ve tespihleri, bir gulguledir salar.
Kaza, hileler düzmeye başladı mı köylü şehirliyi mat etti. Şehirli, binlerce rey ve
tedbiri olduğu halde mat oldu ve bu seferden afetlere uğradı.
Kendi sebatına itimadı vardı, bir dağdı ama yarım bir sel, onu kapıp götürdü. Kaza ve
keder, felekten baş çıkardı mı akılların hepsi kör ve sağır olur Balıklar, kendilerini
denizden dışarı atarlar. Tuzak, uçan kuşu zebun eder. Peri ve şeytan, şişe içine girer.
Hatta Babil Harut’unu bile kaza ve kader kapar, avlar.
Ancak kaza ve kaderden yine kaza ve kadere kaçan kişi kurtulur. Hiçbir tedbir onun
kanını dökemez. Allah’nın kaza ve kaderinden yine Allah’nın kaza ve kaderine kaçan
kişiden başka hiçbir kimseyi, hiçbir hile, kaza ve kaderden kurtaramaz.
DERVANLILARIN HİKAYESİ
Darvanlılar’ın hikayesini okumadın mı? Okuduysan niçin hileye sapmakta ısrar edip
duruyorsun? Birkaç akrep iğneli kişi, birkaç yoksulun rızkını çarpmak için hileye,
düzene giriştiler. Gece vakti, sabaha kadar birkaç, Amır’la Bekir yüz yüze verip hile
düşündüler. Sırlarını , Allah anlamasın diye gizli söylüyorlardı.
Sıvacıya çamur sıvamaya koyuldular, hiç, el gönülden gizli bir iş yapabilir mi? Allah, “
Seni yaratan, düşünceni, gizli konuşuşunda, fısıltısında doğruluk mu var, hile mi bunu
hiç bilmez mi?” buyurdu. Sabahleyin yola çıkanı gözüyle gören, ertesi gün nereye
konacak, bundan sonra nasıl gafil olur?
Yüzünü nereye döndürdüğünü, sayısını, yolunu, yordamını, ineceği, çıkacağı yeri nasıl
bilmez?şimdi sen de kulağını gafletten temizle de o dertlinin ayrılık derdini dinle.
Onun derdine kulak astın, elemlerini dinledin mi bil ki bu, o dertliye verdiğin bir
zekattır. Gönül hastalarının dertlerini dinler, yüce canın su ve toprak ihtiyacını
anlarsan, bu bir zekattır.
Dertli adamın tereddütle dolu, dumanlarla dolu bir gönül evi vardır. Derdini dinlesen o
eve bu pencere açmış olursun. Senin bu dinleyişin ona bir nefes yolu oldu mu gönül
yurdunda o acı duman azalır. Yolcu, eğer yüce Allah’a gidiyorsa bize dert daş ol,
derdimize çare bul.
Bu tereddüt, bir hapistir, bir zindandır. Canın bir tarafa gitmesine müsaade etmez ki.
Bu şu tarafa çeker, o bu tarafa, her biri, doğru yol benim der. Bu tereddüt, Allah
yolunun tuzağı, sarp yeridir. Ne mutlu ayağı çözük kişiye. O, doğru yolda tereddütsüz
gider. Eğer yol bilmiyorsan öyle bir hür adamın adımı nerede? Onu ara!
Ceylanın izini izle, her şeyden kurtulmuş bir halde yola düş de onun izini izleye, izleye
nihayet miske erişesin. Bu çeşit yürüyüşle zahiren ateşe bile girsen yine apaydın
yücelere kadar varırsın “ Mademki “ Korkma” hitabını duydun, ne denizden korkun
var ne dalgadan, ne köpükten! Allah sana hak korkusunu verdi mi bunu “Korkma”
hitabı say. Sana tabak yolladı mı ekmek de yollayacak demektir. Korku, korkusu
olmayan adamındır. Dert burada dönüp dolaşmayan kimsenindir.
KENDİNİ BİLMEZLİĞİN SONU
Bir çakal boyacı küpüne düştü, orada bir müddet kaldı. Sonra postu boyanmış olarak
çıkıp “Ben illiyyin tavusuyum, demeye başladı. Postu boyanmış pek güzel parlamış,
güneş de o renklere vurmuştu. Çakal, kendini yeşil, kızıl, pembe ve sarı renklerde
görüp o çeşitli renklerle öbür çakallara göründü.
Hepsi de “A çakalcık, bu ne hal? Fazlasıyla neşelere dalmışsın, pek memnunsun.
Neşeden adeta bizden nefret ediyorsun! Bu ululuğu nereden elde ettin?” dediler.
Fakat çakallardan biri “ Sen ya hile yapıyorsun, yahut da hakikatten bir neşeye sahip
oldun, neşeliler arasına katıldın.
Mimbere çıkmaya, lafla ulu görünüp bu halkı, kendine meftun etmeye kalkıştın bir
hayli çalıştım, fakat bir aşk, bir hararet görmeyince hileye sapıp utanmazlığı ele
aldım” dedi. Doğruluk ve yanıp yakılma, velilere adettir. Utanmazlık da her aşağılık
kişinin sığındığı bir sanat. Bu suretle neşeliyiz diye halkı kendilerine çekerler ama iç
yüzlerine bakılırsa hiç de hoş değildirler.
Aşağılık bir adam, bir kuyruk parçası buldu. Her sabah bıyıklarını onunla yağlar,
devlet sahiplerinin yanına varıp “Evde yağlı yemek yedim” der. Sözünün doğruluğunu
ispat için de, bıyıklarıma bakın gibilerden eliyle bıyıklarını sıvazlarlar. “ İşte sözümün
doğruluğuna şahit, bıyıklarım, yağlı, yağlı şeyler yediğime delil” demek isterdi.
Karnı ise sessiz, sedasız “ Allah, yalancıların düzenini kurutsun! Senin lafın bizi
ateşlere yaktı. O yağlı bıyığın kökünden kopsun. A yoksul şu kötü davan olmasaydı
belki bir kerem sahibi bize acırdı. Yahut da noksanını, yoksulluğunu söyleseydin, bu
yalanları, bu düzenleri düzüp koşmasaydın, bir doktor çıkarda derdine dava ederdi.”
Dedi.
Allah” Ey eğri adam , kulağını, kuyruğunu sallama, doğrulara, doğrulukları fayda
verir” dedi. A cenabet, mağarada eğri büğrü yatma. Neyin varsa göster, “doğrul,
doğru ol” ayıbını söylemiyorsan bari sus, gösterişte, hileyle kendini öldürme! Bir para
elde ettiyse ağzını açma, yolda sınama taşları var.
Sınama taşlarının önünde de halli, hallerine sınamalar var, onlarda imtihanlara tabi!
Allah, “ Doğumdan bu ana kadar onlara her iki kere sınanırlar” dedi. Babam, imtihan
içinde imtihan var. Derlen toplan da ufacık bir imtihanla kendini satma!
Babur oğlu Bel’am’la melun iblis, en son imtihanda alçaldılar. “ o adam da kendi
iddiasınca devletli görünürdü ya, fakat midesi, bıyığına lanet eder, “ Yarabbi, şu
adamın gizlendiğini sen dışarıya meydana çıkar. Bizi yaktı, yandırdı, sen onu rüsvay
et” derdi. Onun bedeninin bütün cüzleri, ona düşman olmuştu. O bahardan dem vurdu
ama onlar, kışın ta kendisindeydiler.
Adam, ihsandan, keremden dem vururdu ama merhamet dalını, ta kökünden
kesmekteydi. Ya doğru ol, doğruluğunu göster, yahut sus da merhamete eriş, sonra
coş. Adamın karnı da bıyıklarına düşman kesilmiş, gizlice el kaldırıp dua ediyor. “
Yarabbi, sen bu aşağılık herifi rüsvay et de kerem sahipleri bize merhamete gelsinler”
diyordu.
Karnın duası kabul oldu. İhtiyaçtan doğan yanıp yakılma dışarıya kadar bayrak açtı,
görünür bir hale geldi. Allah “ Beni çağırdın mı, suçlu olsam da, putperest de olsam
ben yine icabet ederim. Onun için duadan hiç çekinme; hiç usanma. Dua, nihayet seni
gulyabani nefsin elinden kurtarır.” Demiştir.
Karın, kendini Allah’a ısmarlayınca ansızın bir kedi gelip o kuyruk parçasını kaptı,
götürdü. Ev halkı, kedinin peşine düştüler, fakat kedi koşup kaçtı. Babamın azarına
uğrayacağım diye çocuğunun beti, benzi kaçtı. Babası, bir toplulukta otururken o
çocukcağız gelip işi anlattı. O lafla geçinen adamın şerefini bir paralık etti.
Dedi ki: “ Hani her sab...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 09:45:22
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 29 Ocak 2010, 09:45:22 »

KARANLIKTAKİ FİL
Hintliler karanlık bir ahıra bir fil getirip halka göstermek istediler. Hayvanı görmek
için o kapkaranlık yere bir hayli adam toplandı. Fakat ahır o kadar karanlıktı ki gözle
görmenin imkanı yoktu. O göz gözü görmeyecek kadar karanlık yerde file ellerini
sürmeye başladılar. Birisin eline kulağı geçti, “ Fil bir oluğa benzer” dedi.
Başka birisinin eline ayağı geçmişti, dedi ki: “Fil bir direğe benzer.” Bir başkası da
sırtını ellemişti. “ Fil bir taht gibidir” dedi. Herkes neresini elledi, nasıl sandıysa fili
ona göre anlatmaya koyuldu. Onların sözleri, görüşleri yüzünden birbirine aykırı oldu.
Birisi dal dedi, öbürü elif. Herkesin elinde bir mum olsaydı sözlerindeki aykırılık
kalmazdı.
Duygu gözü ancak avuca, ancak köpüğe benzer, avuç bütün fili birden elleyemez ki!
Denizi gören göz başka, köpüğü gören göz başka. Köpüğü bırak da denizin gözüyle
bak sen. Köpükler, gece gündüz denizden meydana gelir, onları deniz harekete getirir.
Fakat sen ne şaşılacak şey, köpüğü görüyorsun da denizi görmüyorsun.
Biz, gemilere benziyoruz. Aydın denizin içindeyiz de gözlerimiz görmüyor, birbirimize
çarpıp duruyoruz. Ey ten gemisine binmiş, uykuya dalmış adam, denizi gördün ama
asıl denizin denizine bak. Denizin de bir denizi var, onu sürüp duruyor. Ruhun da bir
ruhu var. onu istediği tarafa çeker çevirir? Güneş bütün varlık ekinini suladığı vakit
Musa neredeydi, İsa nerede? Allah bu yaya kiriş taktığı zaman Adem neredeydi.
Havva nerede? Bu söz de noksandır, bu sözün de bir neticesi yoktur. Noksan olmayan
söz o tarafa, hakikat alemine ait olan sözdür.
Fakat sana söylense ayağın sürçer, söylenmese hiçbir şey anlamazsın, vah sana! Bir
misalle söylense hemencecik o misale yapışır, o sureti hakikat sanırsın a yiğidim! Ot
gibi ayağın yere bağlı hakikatte erişemezde bir yelle başını sallar durursun. Ayağın
yok ki bir yerden bir yere gidebilesin.
Yahut çalışıp çabalayıp ayağını bu balçıktan. Hayatını terk etmekse senin için pek
müşkül bir şey! Fakat ey yoksul adam, Hak’tan hayat bulursan topraktan müstağni
olur, bu balçığı o vakit terk edersin. Süt emen çocuk dadıdan vazgeçti mi yemek
yemeğe başlar, artık onu bırakır gider.
Sen, topraktan biten taneler gibi yerin sütüne bağlanmış, ona alışmışsın. Kalplerin
gıdasına alış da bu sütten kesilmeye bak! Ey hicapsız nurları kabul etmeye istidadı
olmayan kişi, hiç olmazsa harflerde gizlenmiş bir nur olan hikmet sözlerini duy, onları
ye! Böyle, böyle o hicapsız nuru da kabul etmeye istidat kazanır, gizili nuru da
hicapsız olarak görürsün.
Bu suretle yıldız gibi felekte seyreder, hatta felekten hariç keyfiyetsiz seferlere
düşersin! Yokluktan varlığa geldin ya kendine gel, geldin ama nasıl geldin? Sarhoşça
hiç kendinden haberin yok. Geldiğin yollar aklında bile kalmadı. Fakat biz yine sana
bir remiz söyleyecek, bir şey hatırlatacağız. Bu aklı terk et de hakiki akla ulaş.
Bu kulağı tıka da hakiki kulak kesil! Hayır, hayır söyleyeceğim çünkü henüz hamsın
sen. Daha ilkbahardasın, Temmuzu görmedin bile! Ey ulular, bu cihan bir ağaca
benzer; biz de bu alemdeki yarı ham, yarı olmuş meyveler gibiyiz. Ham meyveler,
daha iyice yapışmıştır, ardan kolay, kolay kopmazlar.
Çünkü ham meyve köşke, saraya layık değildir ki. Fakat oldu da tatlılaştı, dudağı ısırır
bir hale geldi mi artık dallara iyi yapışmaz hemen düşüverir. O baht ve ikbal yüzünden
adamın ağzı tatlılaştı mı insana bütün cihan mülkü soğuk gelir. Bir şeye sımsıkı
yapışmak, bir şeyde taassup göstermek hamlıktır.
Sen ana karnında çocuk halindeyken işin gücün ancak kan içmeden ibarettir.
Söylenecek bir şey daha kaldı ama onu ben söylemeyeceğim, sana onu Ruhulkudüs
bensiz söylesin. Hayır, hayır ruhulkudüs değil, sen kendin kendi kulağına söylersin.
Orada hakikatte ne ben varım ne benden ne başkası, sen de bensin zaten canım
efendim.
Bu rüyaya benzer. Uykuya daldın mı kendinden geçer, fakat yine kendinden kendine
gelmiş olursun. Kendini duyar, dinler de senden başka gizli bir adam rüyada sana söz
söylüyor sanırsın. A güzelim yoldaşım, sen alelade tek bir adam değilsin ki. Sen bir
alemsin, sen bir derin denizsin.
O senin muazzam varlığın yok mu. O belki dokuz yüz kattır. O, dibi kıyısı bulunmayan
bir denizdir. Yüzlerce alem, o denize dalar gark olup gider. Zaten burası ne uyanıklık
yeri, ne uyku yeri. Buradan bahsetme. Allah, doğrusunu daha iyi bilir. Bahsetme de
asıl bu alemden bahse muktedir olanlardan dile gelmez, söze sığmaz bahisler işit!
Bahsetme de o güneşten kitaba yazılmaz, hitaba girmez sözler duy! Bahsetme de
sana bu alemden ruhun bahsetsin. Nuh’un gemisinde yüzgeçlik bahsini bırak! Bu
bahse girersen Kenan’a benzersin. Bana düşman olan Nuh’un gemisini istemem diye o
da yüzmeye girişmişti.
Nuh ona “ Hey, gel babanın gemisine gir de behey aşağılık oğul, tufana gark olma”
demişti. O “ Hayır, ben yüzme öğrendim. Senin mumundan başka bir mum yaktım”
diye cevap verdi. Nuh “Kendine gel, buna bela tufanının dalgası derler. Bu gün yüzme
bilenin eli, ayağı bir işe yaramaz” dedi.
Fakat Kenan dedi ki: “ yok, yok ben yüce dağa çıkarım. O dağ beni her türlü beladan
kurtarır” Nuh, “ Aklını başına topla, şimdi dağ, bir saman çöpü mesabesindedir. Allah,
kendi dostundan başkasına aman vermez” dediyse de Kenan, ben ne vakit senin
öğüdünü dinledim ki benim de sana uyanlardan olmama tamah ettim.
Senin sözün bana hiç hoş gelmedi ki ben iki alemde de senden uzaktım” dedi. Nuh,
“Yapma yavrum, bugün, naz günü değildir. Allah’nın ne işi var, ne benzeri! Şimdiye
kadar inat etmedin ama bu zaman nazik bir zaman. Bu kapıdan kimin nazı geçer ki? O
ezelde “ Doğmadı da , doğurmadı da” hakikatine mazhardır.
Allah’nın ne babası var, ne oğlu, ne amcası! Oğulların nazını nereden çekecek,
babaların niyazını nereden duyacak?” Ey ihtiyar, ben doğmadım, bana az nazlan, ey
genç, ben baba değilim, öyle pek salınma! Ben koca değilim, şehvetimde yok. Hanım
nazı bırak. Bu hususta kulluktan, ihtiyaçtan, zaruretten başka hiçbir şeyin itibarı yok”
demekte.
Dedi ama Kenan “ baba, yıllardır bu sözleri söylemektesin, yine de söylüyorum. Cahil
misin ne ? bu sözleri herkese ne kadar söyledin de nice soğuk cevaplar aldın, kötü
sözler duydun. Bu soğuk sözlerin kulağıma girmedi, şimdi mi girecek? Artık ben bilgi
sahibiyim, büyüdüm” diye cevap verdi.
Nuh, “ A yavrum, bir kerecik olsun babanın öğüdünü tutsan ne olur?” dedi. O, böyle
güzel, güzel nasihatlar ediyor, Kenan’da bu çeşit ağır sözlerle karşılık veriyordu. Ne
babası, Kenan’a öğüt vermeden usandı, ne o kötü oğlun kulağına babasının bir sözü
girdi! Onlar böyle konuşup dururlarken bir çevik dalgadır geldi.
Kenan’ın başından aştı, onu boğup götürüverdi. Nuh “ Ey sabırlı padişahım, eşeğin
öldü, yükü mü sel götürdü. Bana nice defalar, sana mensup olanlar tufandan
kurtulacaklar diye vaitlerde bulundun. Ben de safım, senin vaitlerine kandım,
ümitlendim iyi ama neden sel kilimini aldı, götürdü?” dedi.
Allah dedi ki: “O senin ehlinden, yakınlarından değil. Kendin de görmedin mi? sen
aksın o mavi dişine kurt girdi mi çıkartmaktan başka hiçbir çaresi yoktur. Çıkarmalı ki
vücudun, onun yüzünden elemlere düşmesin, o senin oğlundu ama sen onu terk et,
benim bir şeyim değil de.”
Nuh dedi ki: “ Yarabbi, senden başka kimsem yok. Sana teslim olan ağyar sayılmaz.
Sana karşı ne haldeyim, ihlasım nasıl? Zaten biliyorsun. Çayırlıklar, çimenlikler, nasıl
yağmura muhtaçsa, nasıl yağmurdan yeşerir, yetişirse ben de sana öyle muhtacım,
onlar gibi senden yetişmekteyim; hatta ihtiyacım onlardan yirmi kat fazla, yoksul
seninle diridir. Seninle neşelenir; vasıtasız hailsiz senden gıdalanır, ben de böyleyim
işte. Ey kemal sahibi Allah ne seninleyim, ne senden ayrı, seninle keyfiyetsiz,
sebepsiz, illetsiz bir haldeyim. Biz, balıklarız, hayat denizi sensin, en iyi sıfatlı Allah,
senin lütfunla diriyiz.
Sen düşünceye de sığmazsın, sebeple de izah edilemezsin, bu tufandan önce de her
macerada söz söylediğim sendin, tufandan sonra da söz söyleyeceğim sensin. Ben
seninle konuşuyorum, ey yepyeni sözler bağışlayan ve eski sözlere sahip olan
Rabbim, onlarla değil. Aşk gece gündüz gah çadır yerlerinde kalan çerçöpe, gah
harabelere hitap eder.
Zahiren çadır yerlerinde kalan süprüntülere, çerçöpe yüz tutar, onlara hitap eder ama
kimi övüyor, kimi? Şükrolsun tufan gönderdin de o süprüntüleri o yapı bakiyelerini
ortadan kaldırdın. Çünkü onlar kötü ve aşağılık binalardı, kötü ve aşağılık yığınlardı.
Bize ne sesleniyorlar, ne sesimize karşılık veriyorlardı!
Ben öyle yapılar isterim ki onlara hitap edince dağ gibi sesime ses versinler. De adını
i,ki kere duyayım. Ben canımı can olan, ruhuma istirahat veren adına aşığım. Her
Peygamber,senin adını iki kere duysun diye dağı sever. O alçak ve taşlık dağ, farenin,
yurdu olmaya layıktır, bizim yurdumuz değil.
Ben söyleyeyim de bana yar olmasın, sözlerim cevapsız kalsın, sesime ses bile
vermesin ha! Öyle dağı yerle yeksan etmek, insana hemden olmadığından onu ayaklar
altına atıp ezmek daha iyi!” Allah “ Ey Nuh eğer istiyorsan bütün boğulanları yeniden
ve tekrar dirilteyim, yeryüzüne getireyim.
Senin hatırını bir Kenan için kırmam ben. Fakat seni ahvalden haberdar ediyorum”
dedi. Nuh, “ Hayır, hayır eğer beni gark etmek istesen yine hükmüne razıyım. Her an
beni gark et. Hoşlanırım bundan, hükmün cana benzer, canla başla razıyım. Hiç
kimseciğe bakmam, baksam bile o bakış bahanedir, gördüğüm sensin.
Şükür za...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 09:48:27
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 29 Ocak 2010, 09:48:27 »

BİLGİNİN İKİ KANADI VARDIR ŞÜPHENİN İSE TEK
Bilginin iki kanadı vardır, şüpheninse tek. Zan noksandır, uçmaz. Tek kanatlı kuş,
çabucak baş aşağı düşer. Sonra uçmaya savaşır ama ya iki adımlık bir yer aşabilir, ya
birazcık daha fazla. Şüphe kuşu düşe kalka ümit yuvasına tek kanatla uçmaya savaşır.
Fakat şüpheden kurtuldu da bilgi sahibi oldu mu o tek kanatlı kuş,iki kanatlı kesilir.
Kanatlarını açar.
Ondan sonra yüzüstü, eğri büğrü değil, doğru yolda güzelce uçur gider. Cebrail gibi iki
kanatlı şüphesiz, hilesiz, kıylı kalsiz uçar. Bütün alem, ona “ Sen Allah yolundasın,
dinin doğru” dese. O onların lafına güvenmez, o sözlerden gururlanmaz, onun tek
canı, onlara çift olmaz.
Yahut herkes “ Sen yol azıtmışsın, kendini dağ sanıyorsun ama bir saman çöpüsün
sen” dese, bir zerre bile hayale düşmez, azıcık olsun kınayanların kınamasından elem
duymaz.
Bir mektebin talebesi, hocalarından bıkmışlar, çalışıp çabalamadan usanmışlardı. Ne
yapıp yaparak bir iş becermek, bu suretle de muallimi derde düşürmek için
birbirleriyle görüşüp danıştılar. “ Hoca hiç hastalanmıyor ki birkaç günceğiz olsun
mektebe gelmesin de rahat kalalım.
Bir hapisten bu darlıktan, bu çalışıp çabalamadan kurtulalım. Mermer kaya gibi
yerinde durup duruyor” dediler. İçlerinden birisi, en zekileriydi. Bir tedbir düşündü. “
Hocam, nasılsın, neden böyle benzin sararmış? Hayır ola, rengin kaçmış senin bu ya
hava çarpmasından, ya sıtmadan derim.
Hoca, elbette bu sözden biraz olsun vehme düşer. Sen de bu çeşit sözlerle bana
yardım edersin kardeşim. Mektebin kapısından içeri girer girmez, “ Hayır ola hocam,
bu halin ne” dedi. Vehmi biraz daha artar, akıllı adam bile vehimle delirir gider.
Üçüncü, dördüncü, beşinci sözler, acıklanırlar.
Otuz çocuk da hep bu sözü söylerse adamı iyice vehim kaplar, iş olur biter” dedi.
Çocukların hepside “ Aferin zeki çocuk, bahtın daima yaver olsun, Allah sana yardım
etsin” dediler. Birleşip hiç birisinin bu kavilden, bu karardan dönmeyeceklerine ait
kuvvetlice ahdettiler. Sonra o zeki çocuk, içlerinden kimsenin bunu söylememesi için
hepsine yemin ettirdi.
O çocuğun bu tedbiri, hepsinin tedbirinden üstün olmuştu, onun aklı, bütün çocukların
aklından ileriydi. Güzellerin bazıları, nasıl bazılarından üstün, bir kısmı da
öbürlerinden aşağıysa insanların akılları da fazla, yahut eksiktir. Ahmed, “ Erlerin
güzelliği, dillerinin altında gizlidir” mealinde bir söz söyledi.
Akıllardaki aykırılık, yaratılıştadır. Bu hususta Sünnilerin sözünü dilemek, onların
hükmünü kabul etmek gerek. Bu hüküm itizal ehlinin sözlerine aykırıdır. Onlar, “
Akıllar yaratılışta aynı derecededir. Tecrübe ve öğreniş, aklı çoğaltır, azaltır, bu
suretle bir adam, öbüründen daha bilgili olur” derler.
Bu söz batıldır. O zeki çocuk, herhangi ir meslekte tecrübe sahibi değildi ya. Fakat o
küçük çocuk, öyle bir tedbirde bulundu ki yüzlerce tecrübe sahibi ihtiyar, o tedbirinin
kokusunu bile alamadı. Zaten yaradılışta olan üstünlük, çalışıp çabalama, düşünüp
taşınma ile elde edilen üstünlükten elbette iyidir. Sen söyle, Allah vergisi mi daha iyi,
yoksa topal eşeğin rahvan atı taklidi mi?
Ertesi gün oldu. Çocuklar, bu düşünceyle mektebe geldiler. Hepsi de dışarıda bu fikri
ortaya atan zeki çocuğu bekliyorlardı. Çünkü bu tedbirin kaynağı oydu. Baş, daima
ayağın reisidir. Ayağı çekip götüren baştır. A mukallit, gök nurunun bir kaynağı olan
kişiden üstün olmayı isteme.
Çocuk geldi, hocaya, selam verip hocam, hayır ola, benzin sararmış” dedi. Hoca
“Hasta filan değilim, saçmalama geç yerine otur” dedi. Dedi ama hatırına da bir vehim
tozudur kondu, az bile olsa gönlüne bir endişedir düştü. Derken öbür çocuk içeri girdi.
O da öyle söyleyince o vehim arttı. Böyle, böyle arttıkça arttı. Haline şaştı kaldı, hasta
olduğuna hükmetti.
Kadın, erkek, çoluk, çocuk halkın secde etmesi de Firavunun gönlüne tesir etti,
hastalandı. Herkes ona Allahsın, padişahsın dedikçe vehimlendi, bu vehimleşti öyle bir
dereceye geldi ki, Allahlık, davasında yiğitleşti, ejderha kesildi, doymak nedir bilmez
oldu! Aklı cüzinin afeti vehimdir, zandır.
Çünkü onun vatanı karanlıklar diyarındadır. Yerde yarım arşın enlikte bir yol olsa
insan, hiç vehimlenmeden rahatça yürür. Fakat yüksek bir duvarın üstünde gitsen
yolun genişliği iki arşın olsa yine eğri büğrü gidersin. Hatta gönlüne düşen vehim
yüzünden belki de düşersin. Vehimden gelen korkuya iyice dikkat et de vehimin
kötülüğünü anla.
Hoca vehimden korkudan hastalandı. Yerinden sıçrayıp kalktı, kilimini başına örttü. “
Zaten sevgisi az, ben u halde, olduğum halde halimi sormadı bile. Renginin
solukluğunu, benzimin uçukluğunu haber bile vermedi. Bana kastediyor., benden
kurtulmaya yol arıyor.
Kendi güzelliğinden kendi cilvesinden kendisi sarhoş olmuş. Benimse haberim bile
yok. Halbuki leğenim, damdan düşmüş, rüsvay olmuş gitmişim” diye karısına kızgın
bir halde, evine gelip kapıyı şiddetle açtı. Çocuklarda hocanın ardından geliyordu.
Karısı : “Hayır ola, erken geldin. Allah esirgesin, başına kötü bir şey gelmesin de”
dedi.
Hoca dedi ki. “ Kör müsün sen? Bir benzime, bir halime baksana Yabancıların bile
derdimle dertleniyor, feryada geliyor. Sen evimin içinde olduğun halde bana
düşmanlığından, bana karşı münafıklıkta bulunduğundan yanıp yakıldığımı,
görmüyorsun bile”
Kadın, “ A hocam, senin bir şeyin yok. Bu endişen manasız ve saçma bir vehimden
ibaret” dediyse de, “ A kahpe inat mı ediyorsun? Halimde ki kırgınlığı, tir, titrediğimi
görmüyor musun? Körsen benim ne cürmüm var? ben kendi derdime düştüm, bu
gussadan perişan bir haldeyim zaten” dedi. Kadın “ Hocam, ayna getireyim de bak.
Benim bir suçum var mı?
Yalan söylüyor muyum, anla” dediyse de hoca, “ Git, aynan da batsın, sen de bat.
Zaten daima buna buğzetmede, daima bana kin gütmede, benimle inat edip
durmadasın sen. Yatağı yay, yorganı getir ben yatayım hele başım ağırlaştı” dedi.
Kadın biraz duraklayınca “ Hadi behey düşman senin layığın bu laf, durmasana” diye
bağırmaya başladı.
Kocakarı, yatak yorgan getirip döşedi. “ İçi vehim ateşiyle dolu, imkan yok. Bir şey
söylesem beni itham edecek. Fakat söylemesem de bu hastalık sahiden hastalık
haline gelecek. Kötüye yorma, vehimlenme, insanı hiçbir hastalığı yokken hasta eder.
Kabul edilmesi farz olan Peygamber hadisidir bu: hasta değilken kendinizi hasta
gösterirseniz sahiden hastalanırsınız.
Hasta değilim desem, bu karı yalnız kalmayı istiyor, yapacağı bir iş var. beni evden
atacak sonra da ne kötülükte bulunacaksa bulunacak diyebilir” dedi. Hoca yorganını
çekip uzandı, ahlayıp puflamaya, inim, inim inlemeye başladılar. “ Bunca işler işledik,
bunca düzenler düzdük; yine de zindandayız. Kurduğumuz yapı, kötü yapıymış, biz de
kötü kurucular!” diyorlardı.
O zeki çocuk, “ Arkadaşlar, dersinizi bağıra, çağıra okuyun” dedi. Hepsi birden bağıra,
, bağıra okumaya başlayınca dedi ki. “ Çocuklar, bizim bağırmamız hocaya fena gelir.
Bu gürültü hocanın baş ağrısını fazlalaştırır. Bu dert, bir kuruşa değer mi? Hoca doğru
söylüyor, başımın ağrısı fazlalaştı. Hadi gidin!” dedi.
Çocuklar, yeri öpüp “ Kerem sahibi, hastalık, senden uzak olsun” dediler. Mektepten
fırlayıp tanelere uçuşan kuşlar gibi evlerine koşuştular. Anneleri kızarak “Bu gün
mektep var. sizse oyuna dalmışsınız” dedi. Özür getirip dediler ki: “ Dur hele anne,
suç bizim değil, bizim kabahatimiz yok. Nasılsa hocamız hastalandı, perişan bir hale
geldi”
Anneleri dedi ki. “Hile , düzen. Siz bir ayran için yüz yalan söylersiniz. Hele sabah
olsun, hocanıza gideyim de bu hilenin aslını öğreneyim” çocuklar, “ Peki, git de doğru
mu söylüyoruz, yalan mı, anla” dediler.
Sabah olunca anneleri, hocayı dolaşmaya gittiler. Bir de baktılar ki hoca, ağır bir
hastalığa tutulmuş, yatmakta. Fazla örtündüğü, başını bağladığı, yüzünü kapattığı için
kan-tere batmış. Hafif, hafif ah etmekte. Hepsi La havle demeye başladılar. “ Hayrola
hocam, bu baş ağrısı ne? Allah sağlık versin, vallahi hiç haberimiz yok” dediler.
Hoca” Benim de haberim yoktu. Bu kahpe oğulları haber verdiler işte, ben çalışıp
çabalıyor, kıylı kaalle meşgul bulunuyordum, haberim bile yoktu. Meğerse içimde
dehşetli bir hastalık varmış” dedi. İnsan bir işe ciddiyetle koyuldu mu hastalığını
göremez, körleşir.
Mısır kadınları da Yusuf’un güzelliğine daldılar, haberleri bile olmadı da, ellerini
paramparça ettiler. Hayrete düşen ruh, ne önü görür, ne ardı! Nice babayiğit erler
vardır ki savaşta elleri, ayakları kesilir de, yine savaştan el çekmez, kendini sağlam
sanırlar. Fakat sonradan görür ki el kesilmiş, bir hayli de kan akmış da haberi bile
yok!
Bil ki bu ten, elbiseye benzer, yürü, bu elbiseyi giyeni ara, elbiseye sürünüp durma.
Ruha Allah’ı tevhit etmek hoş gelir. Görünmeyen bir başka el, ayak var. rüyada el
ayak görür, bir şey alır bir yere gider, birisiyle görüşür, konuşursun ya onu hakikat bil
saçma zannetme. Sen bedensiz bir bedene sahipsin, gayri canının cisminden
çıkacağından korkma.
DAĞDA HALVET EDEN DERVİŞİN HİKAYESİ
Dağlarda oturan bir derviş vardı. Yalnızlık, onun arkadaşı ve nedimiydi. Allah şarabını
içmiş olduğundan erkeklerin sözlerinden de usanmıştı, kadınların sözlerinden de. Bize
bir yerde oturup yerleşmek nasıl kolay geliyorsa bazı kimselere de bir yerden bir yere
gezip durmak öyle kolay gelir.
Sen nasıl ululuğa aşıksan bir sanatkar da mesela demirciliğe aşıktır. H...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 09:55:32
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #4 : 29 Ocak 2010, 09:55:32 »

kurtardığı gün, hatırınıza bile gelmez” diye bağırmaktaydı. Şeytan böyle söylüyordu ama can
kulağı ile duyanlardan başkası bu sözü duymuyordu ki!
Mustafa, o kutup, o padişahlar padişahı, o temizlik denizi bize ne doğru buyurmuştur:
“ Cahilin sonunda göreceği şeyi akıllılar önce görür.” İşlerin sonu ilk zamanlarda
gizlidir ama akıllı akıbeti önce görür; günaha dalıp ısrar edense meydana çıkınca! Her
şeyin sonu, önden belli olmaz, gizlidir. Fakat meydana çıkınca akıllı da görür, cahil de!
Mademki ayıbı görmüyorsun, bari ihtiyatı elden bırakma, sele verme behey inatçı!
İhtiyat nedir? Her ana ansızın gelebilecek bir belayı görmek!
Hani ansızın bir aslan çıkagelir de adamı kapıp ormanlığa götürür ya, o adam, aslan
tarafından götürülürken ne düşünürse sen de ey din üstadı, onu düşün! Kaza ve kader
aslanı, bir işle güçle meşgulken bizim canımızı alır, ormanlara götürüverir. Bu da şuna
benzer: halk yoksulluktan korkar, ama boğazlarına kadar acı suya batarlar.
O yoksulluğu yaratandan korksalardı onlara yeryüzünde defineler aşikar olurdu.
Hepside gam korusuyla gamın içine batmışlar, varlık kaygısıyla yokluğa düşmüşlerdir!
Dekuki o kıyameti görünce merhameti coştu, gözyaşları akmaya başladı. Yarabbi, dedi
onların yaptıklarına bakma, ey lütuf sahibi padişah, ellerini tut, imdatlarına yetiş. Ey
eli denize de yetişen, karaya da. Onları sağlıkla, selametle kıyıya çıkar. Ey ebedi
kerem merhameti sahibi, o kötü kişilerden bu kötülüğü defet!
Bedava olarak insanlara yüzlerce göz, yüzlerce kulak veren, rüşvetsiz akıl, fikir ihsan
eden Allah. Sen, biz hak etmeden lütuflarda, ihsanlarda bulunursun. Nimetlerine karşı
yaptığımız kafirliklerle hatalarımızı hep görürsün. Ey ulu Allah, bizim şanımız ulu, ulu
günahlarda bulunmaktır. Fakat sen, bunların lütfunla affetmeye kaadirsin.
Biz, hırstan, şehvetten kendi kendimizi yaktık. Bu duayı da senden öğrendik Yarabbi.
Bize duada bulunmak için müsaade etmen, dua öğretmen, böyle bir karanlığı
aydınlatman hürmetine sen bunlara acı. İhtiyarsız bir surette şefkatli analar gibi dua
edip duruyor. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Kendisinde olmaksızın ettiği dua,
gökyüzüne yüceltmekteydi.
O ihtiyarsız dua, yok mu. Bambaşka bir şeydir. O da adamın kendisinden değildir,
Allahdandır. Allah ilhamıdır. O esnada insan yok olur, o duada bulunan Allahdır; dua
da Allahdandır, icabette. Arada vasıta olarak mahluk yoktur. O niyazdan cisminde
haberi yoktur, canın da.
Lütuf ve merhamet sahibi olan Allah kulları, işleri düzeltmekte Allah huyuna
sahiptirler. Onlar, şiddet zamanı, sıkıntı vakti, rüşvet almaksızın mahlukata acırlar
yardımda bulunurlar. Ey belalara uğramış adam, kendine gel de bunları ara. Kendine
gel de bela vaktinde onların duasını ganimet bil!
O Allah erinin duasıyla gemi kurtuldu. Gemidekilerse kendi gayretleriyle, kendi
ihtiyatlarıyla hünerler gösterip oku hedefe attılar, gemiyi kurtardılar zannındaydılar.
Av esnasında tilkiyi ayakları kurtarır da mağruru tilki, kendisini kuyruğu kurtardı
sanır. Canımızı pusudan bu kurtardı diye kuyruğu ile oynar kuyruğunu sever!
A tilki, ayağını taştan koru. A aç gözlü sersem, ayak olmasa kuyruk ne yapabilir ki?
Biz de tilkilere benzeriz, bizi yüzlerce çeşit belalardan kurtaran ayaklarımız
ulularımızdır. Derin hilelerimiz, kuyruğumuza benzer de biz onunla sağdan, soldan
oynar, onunla oynaşır dururuz. İstidlale yapışır, hileye koyulur, falan adam, feşman
adam bize şaşsın kalsın diye kuyruğumuzu sallarız! Halkın hayran olmasını isteriz,
hatta tamah elimizi Allahlığa bile uzatırız. Afsunlarla gönüller alalım deriz ama çukura
düştüğümüzü görmeyiz. Behey kaltaban, çukura düşmüşsün, kuyudasın sen.
Başkalarını bırak, kendine bak!
Güzel hoş bir bahçeye var da ondan sonra halkın eteğini tut. Çek! Ey dört unsurlu beş
duyguya, altı cihete hapis olup kalmış adam, ne güzel yerin var, hadi başkalarını da
çek oraya! Ey eşeğe kul olan, ey eşeğin kuyruğunun altına layık ola, öpülecek bir yer
buldunsa hadi bizi de götür! Sevgilinin kulluğu, sana el vermedikçe bu padişahlık
meyli nereden geldi sana?
Sen halkın sana aferin, yaşa demesi halkın takdir etmesi havasındasın! Halbuki
canının boynuna bir kiriştir bağlamışsın! Behey tilki, bu hile kuyruğunu bırak, gönlünü
gönül sahiplerine vakfet. Aslana sığınırsan kebabın azalmaz. Murdar ölü etine pek
koşma! Gönül, sen bir cüze benzersin, küllüne varır, ulaşırsan Allah’a makbul
olursun.
Allah, “ Biz gönüle bakarız, su ve topraktan ibaret olan surete değil” diyor. Sen dersin
ki bizim gönlümüz var. öyle ama gönül arşın yücesindedir, aşağılıklarda değil! Kara
toprakta da su olur ama o suyla aptes alamazsın ki! O da sudur, sudur ama toprakla
karışık, gayri sakın gönlüne gönül deme.
Göklerden yüce olan gönül, ya Abdal’ın gönlüdür, ya da Peygamberin. Su, topraktan
arındı mı saf olur, artar, her işe yarar. Su topraktan arınınca denize kavuşur;
zindandan kurtulur, denize katık olur. Bizim suyumuza, dikkat et de bak, toprakta
hapsedilmiş. Ey rahmet denizi, sen de çek bizi! Fakat deniz, “ Ben seni çekip
duruyorsun ama sen, ben iyi tatlı bir suyum demektesin. Senin lafın, seni mahrum
ediyor. O zannı bırak da bana gel” demektedir. Topraktaki su denize gitmek isterse de
ayağını toprak tutmuştur, onu kendisine çekmektedir.
Ayağını toprağın elinden kurtarırsa toprak, kupkuru bir hale gelir, o da hür kalır,
başına buyruk olur! O toprağın suyu çekip mahvetmesi nedir? Senin halis şarapla
mezeye düşkünlüğün! Böylece cihandaki her şehvet, ister mal olsun, ister mevki, ister
ekmek. Bunların her biri seni sarhoş eder.
Bunları bulmazsan başın ağrımaya başlar, sersemleşirsin. Bu gam sersemliği,
bulamadığın şeyin seni sarhoş ettiğine delalet eder. Bunların ihtiyaçtan fazlasına
meyletme de, sana galebe etmesin, sana bey olmasın! Sen, ben de gönül sahibiyim,
başkasına ihtiyacım yok, Allah’a ulaştım diye baş çekersin ama.
Bu halin toprakla bulanık olan suyun, ben de suyu, neden başkasından yardım
isteyecekmişim ki diye serkeşlik etmesine benzer. Bu bulaşık şeyi gönül sandın da
gönlünü gönül sahiplerinden çektin. Süt bal sevdasına düşen bu gönlün, gönül
olmasını reva görür müsün, sen böyle.
Sütün balın güzelliği, gönlün onlara aksiyle hasıl olur. Her güzele güzellik gönülden
gelir. Şu halde gönül cevherdir, alem araz. Gönlün gölgesi, nasıl olur da gönüle
maksat olur? Mala, mevkiye aşık olan gönül, ya bu toprağa zebundur, ya kara suya!
Yahut da karanlıklarda hayallere kapılmıştır.
Dedikodu için o hayallere tapıp durmaktadır! O nur denizinden başkası gönül olamaz,
gönül, hem Allahnın nazargahı olsun, hem kör. İmkan var mı buna? Yüz binlerce
halktan, yüz binlerce ileri gelenlerde bulunan gönül değildir. Gönül, bir tek kişide olur.
O tek kişide olur. O tek kişi hangisidir, hangisi?
Sen o kırık dökük, parça buçuk gönül kırpıntılarını bırak, asıl gönül ara da o kırık
dökük, gönül de onun sayesinde dağ kesilsin. Gönül, bu vücut ülkesini kaplamıştır,
cömertliğinden altınlar saçıp durmaktadır. Alemdekilere Allah selamından selamlar
saçmaktadır. Kimin eteği sağlamsa, kimin eteği hazırsa o gönül saçısına nail olur.
Senin eteğin de o niyazdır, o huzurdur. Kendin gel de kötülük taşlarını eteğine koyma.
Koyma da o taşlar eteğini yırtmasın. Eteğin yırtılmasın sana asıl parayı uydurma
paradan fark edesin. Sen, eteğini cihandaki taşlarla, çocuklar gibi altın ve gümüş farz
edilen taşlarla doldurdun.
Fakat hayali altın ve gümüş, hakiki altın ve gümüşe benzemez. Onlar senin doğruluk
eteğini yırttı, derdini artırdı. Akıl, el atıp da eteklerini tutmadıkça çocuklar, taşın taş
olduğunu nasıl görürler? insan akılla bir olur; saçı sakalı ağarmakla değil. O talihe, o
devlete ümit kılı sığmaz, o devlet ümit ile, rica ile bulunmaz!
O gemi kurtuldu, murat hasıl oldu, o cemaatin namazı da tamamlandı. Onlar,
birbirleriyle fısıldaşmaya başladılar. “ Baba, bu aramızda ki herzevekil kim acaba”
diyorlardı. Her biri, öbürüne gizlice söz söylüyordu. Dekuki’nin arkasında
olduklarından görünmüyorlardı. Her biri, ben şimdiye kadar böyle bir duayı ne
içimden geçirdim, ne dilime getirdim demekteydi.
Birisi, “ her halde bu işe karışan biz değiliz. Galiba imamımız derde düştü, üzerine
lazım olmayan bir işe karıştı, münacatta bulundu” diyor. Öbürü” canım dostum, bana
da öyle geliyor. O bir boşboğazmış, canı sıkılınca Allahnın dileğine itiraz etti galiba”
diyordu. Dekuki, şöyle anlatır: sonra bakayım, o kerem sahipleri ne diyorlar? Dedim.
Bir de baktım ki hiçbiri yerinde yok, hepsi de gitmiş. Ne solda adam var, ne sağda, ne
yukarda kimse kalmış, ne aşağıda. Keskin gözüm, onların hiçbirini göremedi! Sanki
inciymişler de erimişler, su olmuşlar. Ne ayak izleri kalmış, ne sahrada tozları var!
hepsi de Allah kubbelerine gizlenmişler. O cemaat, acaba hangi bahçeye gitti ki?
Allah, bunları nasıl oldu da benim gözümden gizledi? Şaşırdım kaldım. Onlar, balıklar
nasıl dereye dalar, kaybolursa Dekuki’nin gözünden öyle kayboldular. Öyle
gizlendiler. Yılarca onların hasretiyle yandı, ömürlerce iştiyaklarından gözyaşı döktü.
Ama sen dersin ki Allah’a erişmişken nasıl olur da insanı anar?
A adam, bu suale karşı ancak eşek kakılır kalır. Sen, onların can olduklarını görmedin,
onları insan suretinde gördün. Ey hamhalat, işte iş bu yüzden harap oldu ya. Onları,
alelade adamları uydun da insan gördün! İblis de “ Ben ateşten yaratıldım, Adem
topraktan” dedi. İşte sen de onları, iblisin ademi gördüğü gibi gördün.
O iblis gözünü bir an olsun yum; ne vakte kadar s...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes