> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mevlana Kitaplığı > Mesneviden Hikayeler I
Sayfa: 1 [2] 3   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mesneviden Hikayeler I  (Okunma Sayısı 5482 defa)
28 Ocak 2010, 14:17:34
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #5 : 28 Ocak 2010, 14:17:34 »



SALİH PEYGAMBERİN DEVESİ
Salih’in devesi görünüşte deveydi, o zalim kavim, bilgisizlik yüzünden deveyi kestiler.
Su için deveye düşman olduklarından kendileri, mezara su ve ekmek oldular. ( helak
olup mezarı doyurdular).
Allah devesi, ırmaktan buluttan su içmekteydi. Onlar, Hakk’ın suyunu Hak’tan
esirgediler Salih’in devesi, salih kişilerin cisimleri gibidir; onlar kötülerin helaki için
tuzaktır. Neticede” Allah devesinden ve içeceğinden çekinin” hükmü, o ümmeti ne
dertlere uğrattı, onları nasıl helak etti! Allah kahrının şahnesi, bir devenin kanına
diyet olarak onlardan bütün bir şehri diledi.
Ruh, Salih gibidir,ten de deveye benzer. Ruh vuslattadır ten ihtiyaç içindedir. Temiz
ruha zarar vermenin imkanı yoktur. Allah yaralanmaz. Böyle ruha sahip olanlara
kimse galip gelemez. Zarar gelse bile sedefe gelir, inciye değil. Temiz ruha zarar
vermenin imkanı yoktur. Allah’nın nuru, kafirlere mağlup olmaz. Can, toprağa mensup
cisme, kötü kişiler, incitsinler de Allah imtihanını görsünler diye ulaştı, bu yüzden
cisimle bağdaştı, birleşti.
Canı inciten kişinin, bu incitmenin Allah’yı incitme olduğundan haberi yoktur. Bilmiyor
ki bu küpün suyu ırmak suyu ile birleşmiştir. Allah bütün aleme penah olsun diye bir
cisme alaka bağlamıştır.
Onların gönüllerine kimse muzaffer olamaz. Sedefe zarar gelir, inciye gelmez. Allah
velisinin cisim devesine kul ol ki Salih Peygamberle kapı yoldaşı olasın.
Salih peygamber, “ Madem ki haset ettiniz, bu işi yaptınız, üç gün sonra Allahdan
azap erişecek. Ondan üç gün sonra da can alıcı Allahdan başka bir afet gelecek ki
onun üç alameti vardır: Hepinizin yüzünüzün rengi değişir. Birbirinize bakınca
yüzlerinizi türlü türlü renklerde görürsünüz. İlk günlerde yüzleriniz safran gibi
sararır; ikinci günü erguvan gibi kızarır. Üçüncü günü yüzleriniz tamamı ile kararır,
ondan sonra da Allahnın kahrı gelir, çatar. Eğer bu tehdide benden delil isterseniz
devenin yavrusunu daha doğru kovalayın!
Eğer tutabilirseniz derdinize çare bulunur. Tutamazsanız ümit kuşu uzaktan kaçtı,
gitti!” dedi.
Bu sözü duyunca hepsi birden köpek gibi onun ardından seğirtmeğe başladılar. Kimse
yavruya erişmedi; dağlar arasına dalıp kayboldu.
Temiz ruh gibi ten ayıbından, nimet ve ihsan sahibi Allah’ya kaçıp gitmekteydi.
Salih dedi ki: “Gördünüz mü Allahnın bu kazası nasıl geldi? Artık ümidin boynunu
vurdu.” Devenin yavrusu nedir? Salih? Peygamberin gönlü. Onun hatırını ele alın,
onun isteğini yerine getirin. Onun gönlünü alırsanız azaptan kurtuldunuz yoksa,
pişman olduğunuzun, ümitsizliğe düştüğünüzün günüdür.
Salih’ten bu bulanık vadi duydukları gibi azaba göz dikip beklemeye başladılar. Birinci
gün yüzlerinin sarardığını gördüler.Ümitsizlikle soğuk ,soğuk ah etmeye başladılar.
İkinci günü hepsinin yüzü kızardı. Artık ümit ve tövbe nöbeti kayboldu. Üçüncü gün
hepsinin yüzü kapkara kesildi. Salih Peygamberin hükmü: cenksiz, cidalsiz doğru
çıktı. Hepsi de ümitsiz bir hale gelince kuşlar gibi ayaklarını altlarına alıp iki dizlerinin
üstlerine çöktüler.
Cibril-i Emin, bu diz çökmeyi Peygambere “Casimin” ayetini getirerek Kuran’da
anlattı. Sana diz çökmeyi öğrettikleri ve seni bu çeşit diz çökmeden korkuttukları
vakit, yani bela gelmeden diz çök!
Salih’in kavmi, Allah kahrının zahmını beklediler: o kahır ve azap da gelip o şehri yok
etti. Salih, halvetten çıkıp şehre doğru gitti; gördü ki şehir duman ve ateş içinde.
Onların hak ile yeksan olmuş cüzülerinden bile feryat ve figanlarını duyuyordu; feryat
duyulmaktaydı ama ortada feryat eden yok! Kemiklerinden iniltiler, sızıntılar duydu;
canları çiğ taneleri gibi yaş döküyor, ağlıyordu. Salih bunu duyup ağlamaya başladı:
feryat edenlere feryat etmeye koyuldu:”Ey batıl yolda yaşayan kavim! Ben sizin
çevrinizden Allah’a şikayet etmiş ağlamıştım.
Allah, bana “Onların eziyetlerine sabret; onlara nasihat ver. Zaten devirlerinden çok
bir zaman kalmadı” demişti. Ben cefaları eziyetleri yüzünden onlara nasihat
edemiyorum. Nasihat sütü sevgiden, saflıktan coşup akar” demiştim. Bana o kadar
eziyetler ettiniz ki nasihat sütü damarlarımda dondu. Allah, bana “Ben sana lütuf ve
inayet eder, o yaralara merhem koyarım” buyurdu. Hak, gönlümü gök gibi saf bir hale
getirdi. Gönlümden, sizin cefalarınızı sildi, süpürdü.
Yine size nasihatler vermeye, şeker gibi temsiller getirmeye , sözler söylemeye
başladım. Şekerden taze süt çıkarıp balla şekeri sözlerime katmaya, size tatlı, tatlı
öğütler vermeye koyuldum. O sözler, size zehir gibi tesir etti. Çünkü siz baştan aşağı
zehir membaı, zehir madeniydiniz, zehirden ibarettiniz. Nasıl gamlanayım ki gam baş
aşağı yuvarlanıp gitti.
Ey inatçı kavim! Gam sizdiniz. Gamın ölümüne ağlayıp feryat eden olur mu? Baştaki
yara iyileşince bu yüzden saçını sakalını yolan bulunur mu?” Salih, yüzünü kendine
çevirip dedi ki: “Ey feryat eden, onlar feryat etmeye değmez!”
Ey Kuran’ı doğru okuyan! Eğri okuma. Zalim kavmin ardından nasıl yas tutayım? Fakat
yine gözünden, gönlünden yaşlar akmaya başladı. Onda sebepsiz bir merhamet hasıl
oldu. Gözyaşı damarları (yağmur gibi) yağmaktaydı, kendisi de şaşırmıştı. Bu
katralar, cömertlik ve kerem denizinin sebepsiz akan katralarıydı.
O ağlarken aklı diyordu ki: “Bu ağlama neden? Seninle eğlenen o çeşit bir kavme
ağlamak reva mı? Neye ağlıyorsun söyle. Yaptıkları işlere mi? O gidişleri kötü kin
askerine mi? Onların paslı karanlık gönüllerine mi, yılan gibi zehirli dillerine mi?
Onların Segsar’larınkine benzeyen nefes ve dişlerine mi? Akrep yatağı olan ağız ve
gözlerine mi? İnatlarına mı, alaylarına mı, kınamalarına mı? Şükret; bak, Allah onları
nasıl hapsetti, helak eyledi! Elleri eğri, ayakları eğri, gözleri eğri, bakışları eğri,
savaşları eğri, öfkeleri eğri...
Onlar, geçmişleri taklit edip nakil ettikleri reylere uyduklarından bu akıl pirinin
başına ayak bastılar. Birbirlerine görünmek ve duyulmak kaygısı ile hür ihtiyar
olmadılar, kart eşek oldular. Allah cehennemlikleri göstermek üzere dünyaya
cennetten kullar getirdi...”
Cehennemlikler, cennetlikler bir dükkanda otururlar. Aralarında bir perde vardır,
birbirlerine karışmazlar. Nar ehliyle nur ehli, görünüşte karışıktır ama aralarında kaf
dağı çekilmiştir.
Bunlar, madende toprakla altının birbirine karışmasına benzerler. Toprakla altın
karışıktır ama aralarında yüzlerce ova, yüzlerce konak var! Bu, bir dizide hakiki inci ile
yalancı incinin bir gecelik konuk gibi misafir olmasına benzer. Denizin yarısı şeker gibi
tatlı, lezzetli, rengi ay gibi parlak; Diğer yarısı, yılan zehri gibi acı,lezzetsiz, rengi de
katran gibi kara.
Cennetlikle cehennemlik olanlar da deniz gibi alttan üstten, dalgalanıp dururlar. Dar
ve küçük bir cisimden dalgaların birbiri ardınca zuhuru da canların barışta, savaşta
birbirlerine karışmalarına benzer. Barış dalgaları kopar, gönüllerden kinleri giderir.
Bunun aksine savaş dalgaları kopar, sevgileri altüst eder. Sevgi acıları tatlıya çeker,
tatlılaştırır. Çünkü sevgilerin aslı, doğru yola götürmedir. Kahır ise, tatlıyı acılığa
çekmektedir. Acı, tatlı ile bir arada bulunur, bağdaşır mı? Acı tatlı;bu gözle görünmez.
Basiret ehli, onları, akıbet penceresinden görmeyi bilir. Akıbeti gören göz, doğuyu
görebilir. Ahiri gören göz ise gururdan, körlükten ibarettir.
Nice tatlılar vardır ki şeker gibidir, fakat o şeker içinde zehir gizlidir. Aklı en üstün,
anlayışı en keskin olan, kokudan anlar. Öbürüyse ancak dudağına, dişine değince fark
eder. Şeytan “Yiyin” diye bağırır ama o adamın dudağı zehri, boğazına varmadan
reddeder. Başka biri boğazına varınca anlar, bir başkası yer, bedenini berbat edince
anlar. Zehir; diğer birisinde abdest bozarken yanış yapar; zaman, zaman ciğerini
delen bir acı peyda eder.
Bir başkasında zehrin eseri; günler, aylar geçtikten sonra görünür. Diğer birisinde ise
ölümden ve sur üfürüldükten sonra meydana çıkar. Eğer o kişiye mezarda mühlet
verirlerse mutlaka mahşer günü azap ederler.
Her otun, her şekerin zamanede bir oluş müddeti vardır. Lalin, güneşin tesiriyle renk,
parlaklık ve letafet elde etmesi için yılların geçmesi gerektir. Alelade otlar, iki ay
içinde yetişir. Fakat kırmızı gül, ancak bir yılda yetişir gül verir. Yüce ve Ulu Allah,
bunun için eceli, yani her şeyin müddetini En’am suresinde anlatmıştır. Bunu duydun
ya; her kılın kulak kesilsin...
Bu duyduğun abıhayattır, afiyet olsun! Bu söze söz deme, abıhayat de. Bu sözü, eski
harfler teninde yepyeni bir ruh olarak gör. Arkadaş; başka bir nükte daha duy. Bu
nükte can gibi hem apaçık, meydandadır, hem gayet ince ve gizli. Bir yer olur ki bu
yılan zehri, Allahnın tasarruflarıyla gayet tatlı ve lezzetli bir hale gelir. Bir yerde
zehirdir, bir yerde ilaç... Bir yerde küfürdü, bir yerde tam layık ve yerinde. Orada cana
zarar verir ama burada derman kesilir. Su koruk içinde ekşidir; fakat üzüme gelince
tatlılaşır, güzelleşir. Sonra küpün içine girince acır, haram olur...Sirke olunca ne güzel
katıktır!
Veli, zehir yese bal olur, fakat talip yese aklı kararır zarara uğrar. Süleyman”Rabbi
hebli” demiş, yani “”Benden başkasına bu saltanatı verme.” Yahut benden başkasına
bu lütufta, bu ihsanda bulunma” diye niyaz etmiştir. Bu hasede benzer ama değildir.
La yenbağı nüktesini candan oku. Benden sonra bu saltanatı kimseye verme sırrını
onun nekesliğinden bilme. Hatta o, saltanatta yüzlerce zarar ve tehlike gördü. Cihan
saltanatı, kıldan kıla, baştanbaşa can kaygısından, ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mesneviden Hikayeler I
« Posted on: 25 Nisan 2024, 08:05:07 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mesneviden Hikayeler I rüya tabiri,Mesneviden Hikayeler I mekke canlı, Mesneviden Hikayeler I kabe canlı yayın, Mesneviden Hikayeler I Üç boyutlu kuran oku Mesneviden Hikayeler I kuran ı kerim, Mesneviden Hikayeler I peygamber kıssaları,Mesneviden Hikayeler I ilitam ders soruları, Mesneviden Hikayeler Iönlisans arapça,
Logged
28 Ocak 2010, 14:18:52
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #6 : 28 Ocak 2010, 14:18:52 »

ASLAN´IN ADALETİ
Bir aslan, bir kurt, bir tilki avlanmak için dağlara düşmüşler. Birbirlerine yardım
ederek av hayvanlarını adamakıllı yakalamayı, onların yolunu kesmeyi kurmuşlardı.
Üçü de beraberce o geniş ovada birçok av elde etmek niyetindeydiler.
Aslan, onlarla beraber avlanmaktan utanmaktaysa da yine onları ağırladı, onlara
yoldaş oldu. Böyle bir padişaha maiyetindeki asker, ancak zahmettir. Fakat bu
“Topluluk rahmettir” deyip onlara uydu. Böyle bir ay, yıldızlarla beraber gezmeden
utanır. O, yıldızların içinde ancak onları parlatmak, onlara ihsan etmek için bulunur.
Reyine, tedbirine benzer isabetli bir rey, yerinde bir tedbir bulunmamakla beraber
yine Peygambere “ Şavirhum” emri geldi. Terazide arpa, altınla arkadaş olmuştur.
Fakat bununla arpanın da altın gibi kıymetlenmesi icabetmez.
Ruh, şimdilik kalıba yoldaş olmuştur. (kalıp, ruhu korumaktır). Nitekim köpek de bir
zaman için kapıyı korur. Bunlar; kudretli, şevketli aslanın maiyetinde dağa doğru
gittikleri zaman işleri rast geldi, bir dağ öküzü, bir dağ keçisi, bir de semiz tavşan
avladılar.
Savaşçı aslanın maiyetinde giden kişinin kebabı, gece olsun, eksik olmaz. Ölmüş
yaralanmış, kan içinde bulunan avlarını dağdan çeke, çeke ormana getirince, kurt ve
tilki padişahlara layık bir adaletle av hayvanlarının paylaşılmasına tamahlandılar.
İkisinin de tamahı, aslana aksetti, o tamahın sebebini anladı.
Sırların aslanı ve beyi olan, kalpten geçenleri bilir. Kendine gel, ey düşüncelere
dalmayı huy edinen gönül! Onun huzurunda kötü düşüncelerden sakın! O bilir, o anlar,
eşeği sükut içinde sürer. Sırrını bildiğini anlatmamak, ayıbını yüzüne vurmamak için
de yüzüne güler.
Aslan, onların vesveselerini anladıysa da açmadı, bir şey söylemedi, onları korudu.
Fakat kendi kendine “Yoksul hasisler sizi! Ben, sizin cezanızı veririm, size gösteririm
ben! Size benim hükmüm kafi gelmedi mi? Benim ihsanım hususunda zannınız bu mu?
Sizin akıllarınız, reyleriniz de benden; benim dünyamı aydınlatan ihsanlarımdandır.
Resim ressamı nasıl ayıplayabilir? Resme o ayıbı, o kötü görünüşü veren ressamdır.
Benim hakkımda böyle hasisçe bir zanna mı düşeceksiniz? Zamanın ayıbı, arı asıl
sizsiniz.
Allah hakkında kötü zanda bulunanlar, sizin kellenizi uçurmazsam bu işim, hatanın ta
kendisidir. Dünyayı sizin ayıbınızdan kurtarayım da bu hikaye, dünya durdukça
söylenip dursun dedi. Aslan bu düşünceyle açıkça gülüyordu. Aslanın
gülümsemelerine emin olma. Dünya malı, Allahnın gülümsemeleridir. Bizi bu suret
sarhoş, mağrur ve perişan etmiştir.
Ey Kadri yüce kişi! Sana yoksulluk ve hastalık iyidir. Çünkü o gülümseme nihayet
tuzağını kurar, seni düşürür!
Aslan “Bunları payet. Ey koca kurt, adaleti tazele! Pay etmede benim vekilim ol da ne
mahiyettesin, meydana çıksın” dedi. Kurt “Padişahım, yaban öküzü senin payın. O
büyük, sen de büyük, iri ve çeviksin. Keçi orta boyda, orta irilikte, onun için benim.
Tilki, sen de tavşanı al. Tavşan tam sana münasip” dedi.
Aslan dedi ki: “Ey kurt, hele bir daha söyle, ne dedin? Ben varken sen pay istiyorsun
ha! Kurt, ne köpek oluyor ki benim gibi misli, naziri bulunmayan bir aslanın
huzurunda kendisini görüyor, varım sanıyor! Kendini beğenen eşek, ileri gel!” Kurt
ileri gelince bir pençe vurup onu parçaladı.
Onda akıl ve isabetli bir tedbir görmeyince cezasını verip derisini yüzdü. Mademki
beni görmek, seni kendinden geçirmedi, huzurumda yok olmadın. Böyle cana
inleyerek ölmek gerek. Mademki huzurumda mahvolmadı, boynunu vurmak farz oldu.
Allah’dan başka her şey fanidir. Mademki onun zatında fani değilsin, varlık arama!
Bizim hakikatimiz de yok olana “Her şey fanidir” cezası yoktur. Çünkü o “illa” dadır,
“La” dan geçmiştir. “illa” da fani olmaz. Kapıda dolaşan, Ben’den, biz’den dem vuran
kapıdan sürülür, “la” makamında dolaşıp durur.
Birisi, bir dostunun kapısına gelip kapıyı çaldı. Dostu “Kapıyı çalan kim?” deyince.
“Benim” diye cevap verdi. Dostu “Git, şimdi zamanı değil. Böyle bir sofra, ham kişinin
makamı olamaz. Hamı, ayrılık ateşinden başka ne pişirebilir, nifaktan ne kurtarabilir?
“ dedi .
Adamcağız gitti, tam bir yıl dostunun ayrılığıyla yanıp yakıldı. Yanıp pişerek tekrar
döndü, geldi. Dostunun evinin etrafında dolaşmaya başladı. Kapıya varıp ağzından
edepten dışarı bir söz çıkmasın diye yüzlerce korku ile edepli, edepli halkayı çaldı.
Sevgilisi “Kim o?” deyince “Gönlümü alan sevgili sensin” diye cevap verdi. Sevgili “
Mademki bensin, ey ben, gel içeri gir! Ev dar, iki kişi sığmıyor dedi. İğneye geçirilecek
iplik iki ayrı iplik olursa geçmez. Mademki birsin, bu iğneden geç! İpliğin iğne ile
münasebeti vardır, geçer. Fakat deve, iğne yordamından geçmez ki.
Devenin vücudu riyazat ve ibadet maksadından başka bir şeyle incelir mi? Bu işe
Allah eli kudreti gerektir. Çünkü Allah, her hayali, bir iradesiyle var eder. Her
olmayacak şey, onun eliyle mümkün olur; her serkeş onun kokusuyla sakinleşir.
Anadan doğma kör ve alaca illetine tutulmuş kişiler nedir ki? Onları bir tarafa bırak;
ölü bile o aziz Allahnın afsuniyle dirilir. Ölüden daha ölü yokluk bile, onun var etme
avucunda muztar kalır, (varlığa bürünür).
Külle yevmin hüve fi’şe’n ayetini oku da onu katiyyen işsiz, güçsüz bilme. En az işi bu
dünyaya her gün üç bölük asker yollamasıdır. Bir bölük asker, rahimde (çocukların)
yetişip yeşermesi için babaların bellerinden analarına gider.
Bir bölük asker, dünyayı erkek ve kadınla doldurmak üzere rahimlerden bu
yeryüzüne sefer eder. Bir bölüğü de herkesin yaptığı işin karşılığını görmesi için
yeryüzünden ecel tarafına yürür. Bu sözün sonu yoktur. Kendine gel de iki temiz
dostun hikayesine dön!
Sevgilisi “Ey tamamı ile ben olan, içeri gir. Yeşillikteki gül ve diken gibi aykırı
değilsin. İplik bir oldu, artık ey yanlışlık, ortadan kalk! Kaf ve Nun harflerini iki
görürsen de hakikatte bir-dir” dedi. Yokluğu, büyük ve müşkül işleri cezbetmek için
Kaf ve Nun çekicidir.
İş yapma hususunda bir olmakla beraber halat, surette iki kattır. İster iki ayak olsun,
ister dört... Yol yürür. Makasa benzer, iki ağızlı olduğu halde birden keser. Bez
yıkayan iki arkadaşa bak. Görünüşte o, buna aykırı iş görmekte.
Birisi bezi suya sokar, öbür arkadaşı kurutur. Sonra yine öteki ıslatır. Sanki
birbirlerine aykırı iş görürler. Fakat, ey genç! Görünüşte birbirlerinin zıddına iş görür
gibi olan bu iki arkadaşın gönülleri de birdir, yaptıkları iş de.
Her Peygamberin, her velinin bir mesleği vardır. Fakat değil mi ki hepsi halkı Hak’ka
ulaştırıyor, birdir. Dinleyenler, onların sözlerinden uykuya daldılar mı... Değirmenin
taşlarını su götürdü demektir. Bu suyun akışı, değirmene sizin için gitmektedir. Fakat
değirmene ihtiyacınız kalmadığı için değirmenci, suyu yatağına koyuverdi, asıl dereye
akıttı.
Söz söyleme kudreti, öğretmek için ağza gelir; yoksa o sözün ayrı bir mecrası vardır.
Sessizce, akışı tekerrür etmeksizin, bir akan cüz’ü bir daha akmaksızın ta... altında
nehirler akan gül bahçelerine kadar akıp gider.
Allah, harfsiz söz beliren o makamı, canımıza sen göster. Ki pak can, başını ayak
yapıp yokluğun o uzak ve geniş sahasına koşsun. Yokluk alemi, pek geniş ve hudutsuz
bir alemdir. Bu hayal ve varlık, o alemden yüzlerce gıda alır, o alemden belirir,
beslenir. Hayaller, yokluk alemine nispetle dardır. Onun için hayal, darlık ve sıkıntıya
sebep olur.
Varlık da hayalden daha dardır. O yüzden aylar, bu alemde hilal gibi görünür. Duygu
ve renk aleminin, yani bu dünyanın varlığı ise... yokluğa, hayale ve varlığa nispetle
büsbütün dardır, adeta daracık bir zindandır.
Alemdeki terkip ve sayı, darlığa sebeptir. Fakat bizi duygularımız, terkip alemine
çekip durmaktadır. O duygularla birlik alemini bil, eğer birlik alemini diliyorsan o
tarafa yürü. Kün emri, bir tek iş yapar, fakat sözde Kaf ve Nun harflerinden meydana
gelmiştir. Manası, yine tek ve saftır. Bu söze nihayet yoktur. Dön de o kurdun o
savaşta ne olduğunu anlat.
O yüce aslan; iki baş, iki üstünlük kalmasın diye kurdun başını kopardı. Koca kurt!
Mademki padişahın huzurunda kendini ölü saymadın, cezanı gör. İşte” Fentekamna
minhüm?” budur. Sonra yüzünü tilkiye dönüp “Hadi, bunları yememiz için pay et”
dedi.
Tilki secde edip dedi ki: “Bu semiz öküz, ey emin padişah, kuşluk yemeğin. O keçiden
de bahtı aydın padişaha gün ortasında yemesi için bir yahni olur. Tavşan da lutuf ve
kerem sahibi padişahın akşam yemeğidir.”
Aslan “Tilki, adaleti parlattın, apaydın bir hale getirdin. Bu çeşit pay etmeyi kimden
öğrendin? Ey ulu kişi! Bu pay edişi nereden belledin? “ deyince Tilki dedi ki “
Padişahım, kurdun halinden!” Bunun üzerine aslan “ Mademki sen bizim aşkımıza
kendini rehin ettin; üçü de senin olsun, üçünü de al, git.
Ey tilki, sen baştanbaşa bizim oldun, seni nasıl incitebilirim? Mademki sen, biz oldun;
Biz de seniniz, bütün avlar da. Ayağını yedinci kat göğün üstüne bas, yüksel. Alçak
kurttan ibret aldığın için artık sen, tilki değilsin, benim aslanımsın” dedi.
Akıllı o kişidir ki çekinilen belada dostların ölümünden ibret alır. O zaman tilki “
Aslan, bana bunu kurttan sonra teklif ette” diye yüzlerce şükürde bulundu. “ Eğer
önce bana, bunu pay et, diye teklif etseydi, ondan canımı kurtarmama imkan mı
vardı? “ diye şükürler etti.
Şu halde bizden de Allah’a şükürler olsun ki, bizi ancak helak olanlardan sonra
dünyaya getirdi. Bu suretle Hak’ın, geçmiş zamanlarda gelip geçen kavimleri nasıl
helak e...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

28 Ocak 2010, 14:20:48
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #7 : 28 Ocak 2010, 14:20:48 »

GURURUN AKILA OYUNU
Aklın aklından kaçan, peygamber ve velilere uymayan kişi meşhur Harut’la Marut’a
benzer. Onlar da gururları yüzünden zehirli ok yediler. Mukaddes yaradılışlarına,
melek olduklarına itimat ettiler. Fakat bu itimat, su sığırının aslana itimadı gibidir.
Manda, aslana ne kadar itimat edebilir?
Onun yüz tane boynuzu olsa ve bu boynuzlarla korunmaya çalışsa yine aslan, onun
boynuzunu değil; boynuzunun boynuzunu bile parça parça eder. Kirpi gibi baştan
aşağı diken olsa, aslan, yine onu çaresiz öldürür.
Kasırga, birçok ağaçları kökünden sökerse de alçacık bir ota ihsanda bulunur. O sert
rüzgar, otun zayıflığına acır. Gönül, artık sen de kuvvetten dem vurma. Balta
ağaçların, dalların çokluğundan, sıklığından hiç korkar mı? Hepsini paramparça eder,
kesip biçer. Fakat bir ota saldırmaz. Neşter yaradan başka yere vurulmaz. Aleve
odunun çokluğundan ne gam? Kasap koyun sürüsünden kaçar mı?
Manaya nispetle suret nedir? Çok zayıf, çok aciz. Kötüyü baş aşağı tutan ondaki
manadır. Dolap gibi dönüp duran gökten kıyas tut. Onun dönmesi nedendir? Onda
müdebbir olan akıldan. Oğul, siper gibi olan bu kalıbın dönüşü, hareketi de gizli
ruhtandır.
Bu rüzgarın hareketi onun manasından ( o suretle zahir olan manadan, Allah
kudretindendir) değirmen çarkına benzer; çark, ırmak suyunun esiridir. Bu nefesin
alınıp verilmesi, girip çıkması da hevesli candan başka kimdendir? Can, o nefesi,
nefesle çıkan sözü, bazen cim haline kor; bazen de ha ve dal haline ( bu suretle de
inkar da bulunur). Gah o sözü barış sözü yapar, gah savaş sözü.
Can, o nefesi bazen sağa götürmektedir, bazen sola ..Bazen gül bahçesine
koymaktadır, bazen diken haline. Yine böyle Allahmız, bu rüzgarı Ad kavmine ejderha
yaptığı halde, Yine aynı rüzgarı; müminlere rahmet, hayat ve emniyet verici bir hale
getirmişti.
Alemlerin Rabbinin manalar denizi olan bin Şeyhi, “ mana Allah’dır” dedi. Bütün
yerler, gökler; o yürüyen denizde, o can deryasında çör çöp gibidir. Suda çör çöpün
saldırması, oynaması, suyun dalgalanmasındandır. İnat eder de onları hareketsiz
bırakmayı dilerse kıyıya atıverir. Kıyıdan dalgalandığı yere, kendisine çekti mi... ateş,
ota ne yaparsa deniz de onlara onu yapar (hepsini siler, süpürür, yok eder) Bu söze
de son yoktur. Ey genç sen yine Harut Marut hikayesine dön.
Bu iki melek, cihan halkının günahını, kötülüğünü görünce, hiddetlerinden ellerini
ısırıyorlardı. Fakat gözleriyle kendi ayıplarını görmüyorlardı. Bir çirkin, aynada
kendisini görünce yüzünü çevirmiş, kızmış. Kendisini gören kendisini beğenen;
birisinde bir suç gördü mü...İçinde cehennemden daha şiddetli bir ateş parlar. O, bu
kibre din gayreti adını takar; kendi kafir nefsini görmez.
Din gayretinin başka alameti vardır. O ateşten bütün bir dünya yeşerir, hayat bulur.
Allah; Harut’la Marut’a “ Eğer siz, nurdan yaratılmış, masum melekseniz aldanmış,
ziyankar suçları görmeyin.
Ey gökyüzünün askerleri, benim kullarım! Şükredin ki şehvetten ve cinsi temayülden
kurtulmuşsunuz. Eğer size de şehvet versem, artık gök, sizi kabul etmez. Sizdeki
masumluk, benim ismetimin, benim korumamın aksindendir. O masumluğu benden
bilin, kendinizden değil. Kendinize gelin, kendinize... Lanetlenmiş Şeytan, size galip
gelmesin” dedi.
Nitekim Peygamberin vahiy katibi de hikmeti kendisinde gördü, kendine de vahiy
geliyor zannetti.
Allah kuşlarının sesi, kendinde de var sandı, o kötü ıslık, o kuşların sesi gibi güzeldir
zannına düştü. Sen, kuşların seslerini övüp dururken nereden kuşun muradını
anlayacaksın. Bülbülün sesini öğrensen, tanısan da gül ile ne yapıyor, ne işi var?
Nereden bileceksin?
Kıyas ve şüphe yoluyla bildiğini farz edelim... O biliş sağırların, dudak oynamasından
anladıkları kadar bir anlayış ve bilişten ibarettir.
Anlayışlı, hal hatır, yol yordam bilen birisi bir sağıra “ komşun hasta” diye haber
verdi. Sağır kendi kendisine dedi ki: “ Bu sağır kulakla ben onun sözünü nereden
anlayacağım. Hele hasta olur, sesi pek çıkmazsa... Fakat mutlaka da gitmek lazım.
Dudağını oynar görünce ne dediğini kıyas yoluyla kendiliğinden düşünür, bulurum.
Ey benim mihnete düşmüş dostum, nasılsın? Derim. O, elbette iyiyim, yahut hoşum,
diyecek. Şükürler olsun diye cevap verir, ne çorbası yedin diye sorarım. O mesela,
mercimek çorbası diye cevap verir. Afiyet olsun der, hekimlerden kim geliyor, kendini
hangisine tedavi ettiriyorsun? derim.
O, filan deyince derim ki: ayağı çok kutludur. Geldi mi işin yoluna girdi demektir. Biz
de onun kademini denedik. Nerede vardıysa dilek hasıl oldu.” O iyi adam, kıyas
yoluyla tasarladığı bu cevapları düzüp koşarak hastaya hal hatır sormaya gitti.
“Nasılsın “dedi. Hasta “öldüm” deyince dedi ki: “ Çok şükür!” Hasta, bu sözden
hiddetlendi, canı pek sıkıldı. “ Bu ne biçim şükür? O bizim kötülüğümüzü istiyormuş,
anlaşıldı” diye düşündü. Sağır bir sözdür, tasarladı ama yanlış düştü. Sonra “Ne
yedin ?diye sorunca hasta
“Zehir” dedi. Sağır “ Afiyet olsun” der demez hastanın kahırlanması fazlalaştı.
Sağır, bundan sonra da “ Tedavi için hekimlerden kim geliyor?” diye sordu. Hasta “
Hadi be, defol, Azrail geliyor!” diye cevap verdi. Sağır “ Ayağı pek kutludur, sevin,
neşelen!”dedi. Sağır; şükür, böyle bir zamanda hal hatır sorup komşuluk hakkını
gözettim diye sevinerek dışarı çıktı.
Sağır, eşekliğinden tamamı ile aksini sandı, ziyanın ta kendisi olan o işi kar zannetti.
Hasta ise “Bu, bizim canımıza düşmanmış, onun cefa madeni olduğunu
bilmiyormuşuz” diyordu. Hatırına yüz türlü kötü şeyler geliyor, ona türlü ,türlü haber
göndermeyi kuruyordu.
Kötü bir yemek yiyenin o yemeği kusuncaya kadar gönlü bulanır. İşte hiddeti yenmek
budur; onu kusma ki karşılık tatlı sözler duyasın. Hasta olmadığı için hasta
kıvranmakta, “ nerede bu kötü sözlü köpek ki. Söylediklerinin hepsine karşılık
vereyim. O zaman tamamı ile hastaydım, aslan gibi olan aklım uyumuştu, hatırıma bir
şey gelmedi. Hal hatır sorma, gönül almak ve teselli etmek içindir. Halbuki bu, hatır
sorma değil, düşmanlık!
Düşmanını zayıf ve bitkin bir halde görüp memnun olmak istemiş” diyordu. Nice
ibadetten vazgeçmiş, kulluktan çıkmış kişilerin gönüllerinde Allahnın rızasını almak,
sevaba nail olmak vardır, bunu umarlar. Halbuki bu, esasen gizli bir günahtır.
Nice bulanık şeyler vardır ki sen, onları saf ve berrak sanırsın. O sağır gibi...Sağır,
iyilik yaptım sanmıştı, halbuki aksi zuhur etti. O, bir hastaya iyilikte bulundum hatırını
ele aldım, komşuluk hakkını ele getirdim diye rahatça oturmuştu. Halbuki hastanın
gönlünde bir ateş alevlenmiş, kendisini de yakmıştı. Yaktığınız ateşlerden korkun. Siz,
onu günahlarınızla çoğalttınız, günahınız yüzünden alevdesiniz.
Peygamber bir riyakara namaz kıldığı halde “ Ey yiğit kalk, namaz kıl, çünkü senin
kıldığın namaz değil” dedi. Bu korkular yüzünden her namazda “ ihdinassıratal
müstakime- sen bizi doğru yola hidayet et” denir.
Yani “ Ey Allah! Bu namazımı yolunu azıtmışların, riyakarların namazıyla karıştırma”
O sağır adamın seçtiği kıyas yüzünden on yıllık konuşma hiç olup gitti. Ulu kişi, hele
bu kıyas, tavsif edilemeyecek vahiyde aşağılık duygusunun kıyası olursa... Senin
duygu kulağın harfleri anlayabilirse de bil ki gaybı duyan kulağın sağırdır.
Allah nurlarına karşı bu kıyasçıkları ileri süren ilk kişi, İblisti. Dedi ki: “ Şüphe yok,
ateş topraktan daha iyidir. Ben ateşten yaratıldım Adem kapkara topraktan. Şu halde
fer’i, asla nispetle mukayese edelim: O zulmettendir, biz aydın nurdan.”
Allah “ Hayır, soy sop yok. Zahitlik ve şüpheli şeylerden çekinmek, faziletin
mihrabıdır. Bu, fani dünyanın mirası değildir ki soy sop yüzünden onu elde edesin. Bu
can mirasıdır. Hatta peygamberlerin mirası. Bunun varisi şüpheli şeylerden sakınan
müminlerin canıdır.
O Ebucehl’in oğlu, açıkça müslüman oldu; şu Nuh Peygamberin oğlu yolunu
yanılanlardan. Topraktan yaratılan, ay gibi nurlandı. Ateşten yaratılan sen, yüzü kara
oldun, defol!” dedi.
Bu kıyaslar, bu araştırmalar; bulutlu günde, yahut geceleyin kıbleyi bulmak içindir.
Fakat güneş doğmuş, Kabe de karşıdayken bu kıyası, bu araştırmayı bırak, arama!
Kıyas yüzünden Kabe’yi görmezlikten gelme, ondan yüz çevirme.
Doğruyu Allah daha iyi bilir. Allah kuşundan bir ötüş duyunca ders beller gibi yalnız
zahirini beller, hatırında tutarsın. Sonra da kendinden kıyaslar yapar, hayalin ta
kendisini hakikat sanırsın. Abdalların ıstılahları vardır ki sözlerin, onlardan haberi
yok. Sen, kuş dilini, yalnız ses bakımından öğrendin; yüzlerce kıyas ve hevesler
ateşledin.
Fakat o hastanın incindiği gibi senden de gönüller incindi, kederlendi. Halbuki sağır,
kendi zannına kapılıp, isabet ettiğini sanıp sevincinden sarhoş oldu. O vahiy Katibi de
kuşun sesini duyup kendini de o kuşla eşit sandı. Fakat kuş, bir kanat vurup onu kör
etti işte... Onu ölümün ve elemin ta dibine kadar götürdü.
Kendinize gelin, sizde bir akis, yahut zan yüzünden göklerdeki duraklarınızdan
düşmeyesiniz. Harut’la Marut’sanız da, “ Biz sana saf ,saf ibadet ediyoruz” damının
üstünde herkesten ileriyseniz de. Kötülerin kötülüklerine acıyın. Benliğin kendini
görüp beğenmenin etrafında dolaşmayın. Kendinize gelin. Allah gayreti, pusudan
çıkmayı görsün; baş aşağı yerin dibine gidersiniz.
İkisi de dediler ki: “ Allah, ferman senin ihsanın, senin koruman olmazsa nerede bir
ihsan, nerede bir koruyan?” Hem bunu söylemekte, hem de yeryüzüne inip
hükmetmek için yürekleri ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

28 Ocak 2010, 14:21:50
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #8 : 28 Ocak 2010, 14:21:50 »

HZ.ALİ´YE GÖRE BÜYÜK SAVAŞ
Ali dedi ki: “Ben kılıcı Allah için vuruyorum. Allah kuluyum ten memuru değil! Allah
aslanıyım heva heves aslanı değil... İşim, dinime şahittir. Ben “Attığın zaman sen
atmadın, Allah attı” sırrına mazharım. Ben kılıç gibiyim, vuran o güneştir.
Ben; pılımı pırtımı yoldan kaldırdım; Allahdan gayrısını yok bildim. Bir gölgeyim
sahibim güneş... Ona hacibim hicap değil. Kılıç gibi vuslat incileriyle doluyum; savaşta
diriltirim, öldürmem. Kılıcımın gevherini kan örtmez. Rüzgar nasıl olur da bulutumu
yerinden teprendirebilir? Saman çöpü değil; hilim, sabır ve adalet dağıyım. Kasırga
dağı kımıldatabilir mi? Bir rüzgarla yerinden kımıldanıp kopan bir çöpten ibarettir.
Çünkü muhalif esen nice rüzgarlar var!
Hışım, şehvet ve hırs rüzgarı, namaz ehli olmayan kişiyi silip süpürür. Ben dağım;
varlığım, onun binasıdır. Hatta saman çöpüne benzesem bile rüzgarım, onun
rüzgarıdır. Benim hareketim, ancak onun rüzgarıyladır.
Askerimin başbuğu, ancak tek Allahnın aşkıdır. Hiddet, padişahlara bile padişahlık
eder, fakat bize köledir. Ben hiddete gem vurmuş, üstüne binmişimdir. Hilim kılıcım,
kızgınlığımın boynunu vurmuştur. Allah hışmıysa bence rahmettir. Tavanım, damım
yıkıldı ama nura gark oldum.
Toprak atası ( Ebu Turab) oldumsa da bahçe kesildim. Savaşırken içime bir vesvese,
bir benlik geldi; kılıcı gizlemeyi münasip gördüm. Bu suretle “Sevgisi Allah içindir”
denmesini diledim; ancak Allah için birisine düşmanlık etmeli.
Cömertliğimin Allah yolunda olmasını, varımı yine Allah için sakınmamı istedim.
Benim sakınmamam da ancak Allah içindir. Vermem de... Tamamı ile Allahnınım,
başkasının değil. Allah için ne yapıyorsam bu yapışım, taklit değildir; hayale
kapılarak, şüpheye düşerek de değil.
Yaptığımı, işlediğimi, ancak görerek yapıyor, görerek işliyorum. Hüküm çıkarmadan
arayıp taramadan kurtuldum. Elimle Allah eteğine yapıştım. Uçarsam uçtuğum yeri
görmekteyim, dönersem döndüğüm yeri. Bir yük taşıyorsam nereye götüreceğimi
biliyorum.
Ben ayım, önümde güneş, kılavuzuyum. Halka bundan fazla söylemeye imkan yok;
denizin ırmağa sığması mümkün değildir. Akılların alacağı kadar aşağı mertebeden
söylemekteyim. Bu, ayıp değil, Peygamberin işidir. Garezden hürüm ben; hür olan
kişinin şahadetini duy Kul, köle olanların şahadetleri iki arpa tanesine bil değmez!
Şeriatte dava ve hükümde kulum şahitliğinin kıymeti yoktur. Senin aleyhinde binlerce
köle şahadet etse şeriat onların şahadetlerini bir saman çöpüne bile almaz. Şehvete
kul olan, Allah indinde köleden, esir olmuş kullardan beterdir.
Çünkü köle bir sözle sahibinin kulluğundan çıkar,hür olur. Şehvete kul olansa tatlı
dirilir, acı ölür. Şehvet kulu, Allah’nın rahmeti, hususi bir lutuf ve nimeti olmadıkça
kulluktan kurtulamaz. Öyle bir kuyuya düşmüştür ki bu kuyu, onun kendi suçudur.
Ona cebir değildir, cevir de değil!
Kendisini kendisi, öyle bir kuyuya atmıştır ki ben o kuyunun dibine varacak ip
bulamıyorum. Artık yeter... Eğer bu sözü uzatırsam ciğer ne oluyor? Mermer bile kan
kesilir. Bu ciğerlerin kan olmaması katılıktan, şaşkınlıktan, dünya ile uğraşmadan ve
talihsizliktendir.
Bir gün kan kesilir ama bu kan kesilmesinin o gün faydası yok. Kan kesilme işe
yararken kan kesil!
Mademki kulların kölelerin, şahadeti makbul değildir, tam adalet sahibi, o kişiye
derler ki gulyabani kölesi olmasın. Kuran’da peygambere “Biz seni şahit olarak
gönderdik” denmiştir. Çünkü o, varlıktan hür oğlu hürdür.
Ben, mademki hürüm; hiddet beni nasıl bağlar, kendisine nasıl kul eder? Burada Allah
sıfatlarından başka sıfat yoktur, beri gel! Beri gel ki Allah’nın ihsanı seni azat etsin.
Çünkü onun rahmeti gazabından üstün ve arıktır.
Beri gel ki şimdi tehlikeden kurtuldun, kaçtın kimya seni cevher haline soktu.
Küfürden ve dikenliğimden kurtuldun, artık Allah bahçesinde bir gül gibi açıl! Ey ulu
kişi, sen bensin, ben de senim. Sen Ali’ydin, Ali’yi nasıl öldürürüm?
Öyle bir suç işledin ki her türlü ibadetten iyi bir anda gökleri bir baştan bir başa aştın.
O adamın işlediği suç ne kutlu suç! Gül yaprakları dikenden bitmez mi? Ömer´in
Peygambere kastedişi suçu, onu ta kabul kapısına kadar çekip götürmedi mi?
Firavun; büyücüleri, büyüleri yüzünden çağırmadı mı? Onlara da bu yüzden ikbal
yardım etmedi mi, bu yüzden devlete erişmediler mi? Onların büyüsü, onların inkarı
olmasaydı inatçı Firavun, onları huzuruna alır mıydı?Onlar da asayı ve mucizeleri
nereden göreceklerdi?
Ey isyan eden kavim! Suç, ibadet oldu. Allah ümitsizliğin boynunu vurmuştur. Çünkü
günah ve suç ibadet olmuştur. Çünkü Allah, şeytanların rahmine suçları ibadete,
sevaba tebdil eder. Bundan dolayı Şeytan, taşlanır; hasedinden çatlar, iki parça olur.
Şeytan bir günah meydana getirmek ve onunla bizi bir kuyuya düşürmek ister. “ O
günahın ibadet olduğunu gördü mü?” işte o an, Şeytan’a yomsuz bir andır. Beri gel;
ben, sana kapı açtım; sen benim yüzüme tükürdün, bense sana armağan sundum.
Cefa edene bile böyle muamelede bulunur, aleyhime ayak atanların ayağına bile bu
çeşit baş korsam, vefa edene ne bağışlarım? Anla! Cennetlerde ebedi mülkler ihsan
ederim
Ben öyle bir erim ki kanlıma, katilime bile lutuf şerbetim, kahır zehri olmadı.
Peygamber, hizmetkarımın kulağına, bu başımı boynumdan onun ayıracağını söyledi.
Peygamber, sevgilinin vahyiyle nihayet ölümümün onun eliyle olacağını haber verdi.
O, daima “ Beni önce öldür de benden bu kötü ve yanlış iş zuhur etmesin” demekte;
Ben de “Mademki ölümüm senden olacak, ben kaza ve kadere karşı nasıl hile
edebilirim?” demekteyim.
O, daima önümde yerlere kapanarak “Ey Kerem sahibi, beni Allah hakkı için ikiye böl,
ki bu kötü akıbete uğramayayım. Bu yüzden canım yanmasın” der; Ben de daima
“Yürü, git. Kader kalemi, bunu yazdı, yazının mürekkebi de kurudu. Olan oldu. Kader
kaleminden nice bayraklar, baş aşağı olur.
Gönlümde, sana hiçbir düşmanlık yok. Çünkü bunu, ben senden bilmiyorum ki. Sen
Allah aletisin; yapan, Allahnın eli. Hakkın aletini nasıl kınayayım, Hakkın aletine nasıl
itiraz edeyim?” derim
O, “Öyle ise kısas niçin?” dedi. Ali cevap verdi: “ O da Hak’tan, o da gizli bir sır. Eğer
Allah, kendi yaptığı işe itiraz ederse bu itiraz yüzünden bağlar, bahçeler yeşertir.
Kendi yaptığı işe itiraz, ancak onun karıdır. Çünkü kahırda da tektir, lutufta da.
Bu hadiseler şehrinde bey odur, memleketlerde tedbir onundur, Aletini kırarsa
kırılanı tekrar iyileştirebilir.” Ulu kişi, “ hiçbir ayeti değiştirmedik ki ardından daha
hayırlısını getirmeyelim” remzini bil.
Allah hangi şeriatın hükmünü kaldırdıysa otu yoldu, yerine gül bitirdi demektir. Gece,
gündüz meşguliyetini giderir, bitirir. Akıl ermeyen şu uykuya bak! Sonra tekrar
gündüzün nuruyla gece ortadan kalkar, bu suretle de o yalımlı ateş yüzünden
donukluk, uyku yanar, gider.
O uyku, o duygusuzluk zulmettir ama abıhayat, zulmette değil mi? Akıllar, o zulmetle
tazelenmiyor mu? Hanendenin bestedeki duraklaması sese kuvvet vermiyor mu?
Zıtlar, zıtlardan zuhur etmekte... Allah, kalpte ki süveydada daimi bir nur yarattı.
Peygamberin savaşı sulha sebep oldu. Bu ahir zamandaki sulh o savaş yüzündendir.
O gönüller alan sevgili ( Peygamber), alemdekilerin başları aman bulsun diye yüz
binlerce baş kesti. Bahçıvan, fidan yücelsin, meyve versin diye muzır dalları budar.
Sanatını bilen bahçıvan, bahçe ve meyve gelişsin diye bahçedeki otları yolar.
Sevgilinin ağrıdan, hastalıktan kurtulması için hekim, çürük dişi çekip çıkarır.
Noksanlarda nice fazlalıklar var. Şehitlere hayat yokluktadır. Rızk yiyen boğaz kesildi
mi “Onlar Rablerinden rızıklanır, ferahlarlar” nimeti hazmedilir. Hayvanın boğazı
kesilince insanın boğazı gelişir. O hayvan, insan vücuduna girer, insan olur, fazileti
artar.
İnsanın boğazı kesilirse ne olur, fazileti ne dereceye varır? Artık agah ol da onu
bununla mukayese et. Öyle bir üçüncü boğaz doğar ki o, Allah şerbetiyle, Allah
nurlarıyla beslenir, gelişir. Kesilen boğaz, bu şerbeti içer ama “La” dan kurtulmuş
“Bela” da ölmüş boğaz!
Ey kısa parmaklı, himmeti kesik kişi! Ne vakte dek canının hayatı ekmek olacak?
Beyaz ekmek için yüzsuyu döktüğünden dolayı söğüt ağacı gibi meyven yok! Duygu
canı, bu ekmeğe sabredemiyorsa kimyayı elde et de bakırı altın yap!
Elbiseyi yıkamak istiyorsan bez yıkayanların mahallesinden yüz çevirme! Ekmek
orucunu bozduysa kırıkçıya yapış, yücel! Onun eli, mademki kırıkları sarar, iyileştirir...
Şu halde onun kırması şüphe yok ki yapmaktır. Fakat sen kırarsan der ki: “Gel yap
bakalım.” Elin ayağın yok ki yapamazsın.
Şu halde kırmak, kırığı sarıp iyileştiren adamın hakkıdır. Dikmeyi bilen yırtmayı da
bilir. Neyi satarsa yerine daha iyisini alır. Evi yıkar, hak ile yeksan eder; fakat bir anda
da daha mamur bir hale getirir.
Bir bedenden baş kesti mi yerine derhal yüz binlerce baş izhar eder. Canilere kısas
emretmese, yahut “Kısasta hayat var” demeseydi, Kimin haddi vardı ki kendiliğinden,
Allah hükmüne esir olmuş bir kişiye kılıç vurabilsin!
Çünkü Allah, kimin gözünü açmışsa o adam bilir ki katil, takdirin esiridir. O takdir
kimin boynuna geçmişse kendi oğlunun başına bile kılıç vurmuştur. Yürü, kork ve
kötüleri az kına; takdirin hüküm tuzağına karşı aczini bil!
Adem Peygamber, ansızın esasen şaki olan İblise hor baktı. Kendisini beğenip,
kendisini ulu görüp melun şeytanın yaptığı işe güldü. Allah gayreti bağırdı: Ey
tertemiz adam! Sen gizli sırları bilmiyorsun. Eğer Alla...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

05 Mart 2010, 16:40:57
Sems

Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 381


Site
« Yanıtla #9 : 05 Mart 2010, 16:40:57 »

Allah (c.c) razı olsun.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
Sayfa: 1 [2] 3   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes