> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mevlana Kitaplığı > Mesneviden Hikayeler I
Sayfa: [1] 2 3   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mesneviden Hikayeler I  (Okunma Sayısı 5484 defa)
28 Ocak 2010, 13:59:32
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 28 Ocak 2010, 13:59:32 »



Mesnevi´den Hikayeler- I

GİRİŞ (İLK ONSEKİZ BEYİT)
GERÇEK AŞK
İKİ ŞARABIN FARKI
AHMED´E DOĞRU 1
AHMED´E DOĞRU 2
TEVEKKÜL MÜ? ÇALIŞMAK MI?
HZ.ÖMER´İN KERAMETİ
ŞEYTAN ADEM´E NEDEN SECDE ETMEDİ?
TACİRİN HİKAYESİ
BENLİĞİN ŞIMARTILMASI
MAŞALLAHU KAN SÖZÜNÜN TEFSİRİ
ÇENK ÇALAN İHTİYAR
YAĞMURUN SIRRI
KADININ FENDİ -1-
SALİH PEYGAMBERİN DEVESİ
KADININ FENDİ -2-
PİR KİMDİR SIFATLARI
PERİŞANLIKLAR İKİLİKTEN DOĞAR
ASLAN´IN ADALETİ
KILIÇ SAPINI KESEBİLİR Mİ ?
VAHYİN IŞIĞI
GURURUN AKILA OYUNU
GÖNÜL MÜ ALLAHDIR ALLAH MI GÖNÜL ?
GÜNDÜZÜ GECELEYİN ARA
HZ.ALİ´YE GÖRE BÜYÜK SAVAŞ

MESNEVİ´NİN İLK ONSEKİZ BEYTİ

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Dinle, bu ney nasıl şikayet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor:
Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek, kadın... herkes ağlayıp
inledi.
Ayrılıktan parça parça olmuş, kalb isterim ki iştiyak derdini açayım
Aslından uzak düşen kişi,yine vuslat zamanını arar.
Ben her cemiyette ağladım, inledim. Fena hallilerle de eş oldum, iyi hallilerle de.
Herkes kendi zannınca benim dostum oldu ama kimse içimdeki sırları araştırmadı.
Benim esrarım feryadımdan uzak değildir, ancak (her) gözde, kulakta o nur yok.
Ten candan, can da tenden gizli kapaklı değildir, lakin canı görmek için kimseye izin
yok.
Bu neyin sesi ateştir, hava değil; kimde bu ateş yoksa yok olsun!
Aşk ateşidir ki neyin içine düşmüştür, aşk coşkunluğundur ki şarabın içine
düşmüştür.
Ney, dosttan ayrılan kişinin arkadaşı, haldaşıdır.
Onun perdeleri, perdelerimizi yırttı.
Ney gibi hem bir zehir, hem bir tiryak, ney gibi hem bir hemden, hem bir müştak kim
gördü?
Ney kanla dolu olan yoldan bahsetmekte, Mecnun aşkının kıssalarını söylemektedir.
Bu aklın mahremi akılsızdan başkası değildir, dile de kulaktan başka müşteri yoktur.
Bizim gamımızdan günler, vakitsiz bir hale geldi; günler yanışlarla yoldaş oldu.
Günler geçtiyse, geçip gitsin; korkumuz yok.
Ey temizlikte nazirı olmayan, hemen sen kal!
Balıktan başka her şey suya kandı, rızkı olmayana da günler uzadı.
Ham, pişkinin halinden anlamaz, öyle ise söz kısa kesilmelidir vesselam.
GERÇEK AŞK
Ey dostlar! Bu hikayeyi dinleyiniz. Hakikatte o bizim bu günkü halimizdir
Bundan evvelki bir zamanda bir padişah vardı. O hem dünya, hem din saltanatına
malikti. Padişah, bir gün hususi adamları ile av için hayvana binmiş, giderken ana
caddede bir halayık gördü. O halayığın kölesi oldu. Can kuşu kafeste çırpınmaya
başladı. Mal verdi o halayığı satın aldı.Onu alıp arzusuna nail oldu. Fakat kazara o
halayık hastalandı.
Birisinin eşeği varmış, fakat palanı yokmuş. Palanı ele geçirmiş, bu sefer eşeği kurt
kapmış. Birisinin ibriği varmış, fakat suyu elde edememiş. Suyu bulunca da ibrik
kırılmış!
Padişah sağdan, soldan hekimler topladı. Dedi ki: “İkimizin hayatı da sizin
elinizdedir. Benim hayatım bir şey değil, asıl canımın canı odur. Ben dertliyim,
hastayım, dermanım o .Kim benim canıma derman ederse benim hazinemi, incimi ve
mercanımı ( atiye ve ihsanımı) o aldı (demektir)”.
Hepsi birden dediler ki: “Canımız feda edelim. Beraberce düşünüp beraberce tedavi
edelim. Bizim her birimiz bir alem Mesih’idir, elimizde her hastalığa bir ilaç vardır.”
Kibirlerinden Allah isterse (inşaallah ) demediler. Allah da onlara insanların acizliğini
gösterdi.”İnşaallah” sözünü terk ettiklerini söylemeden maksadım, insanların yürek
katılığını ve mağrurluğunu söylemektir. Yoksa arızi bir halet olan inşaallah’ı
söylemeyi unuttuklarını anlatmak değildir. Hey gidi nice inşaallahı diliyle söylemeyen
vardır ki canı “inşaallah” la eş olmuştur.
İlaç ve tedavi nevinden her ne yapıldı ise hastalık arttı maksat da hasıl olmadı.O
halayıkcağız, hastalıktan kıl gibi olunca padişahın kanlı göz yaşı ırmağa döndü.
Kazara sirkengübin safrayı arttırdı. Badem yağı da kuruluk tesirini göstermeye
başladı. Karahelileyle kabız oldu, ferahlığı gitti; su, neft gibi ateşe yardım etti.
Padişah, hekimlerin aciz kaldıklarını görünce yalınayak mescide koştu.Mescide gidip
mihrap tarafına yöneldi. Secde yeri göz yaşından sırsıklam oldu.Yokluk istiğrakından
kendisine gelince ağzını açtı, hoş bir tarzda medhü senaya başladı:
“En az bahşişi dünya mülkü olan Allahm! Ben ne söyleyeyim? Zaten sen gizlileri
bilirsin.Ey daima dileğimize penah olan Allah! Biz bu sefer de yolu yanıldık.Ama sen
“Ben gerçi senin gizlediğin şeyleri bilirim. Fakat sen, yine onları meydana dök” dedin.
Padişah, ta can evinden coşunca bağışlama denizi de coşmaya başladı.Ağlama
esnasında uykuya daldı.
Rüyasında bir pir göründü. Dedi ki: “Ey padişah, müjde; dileklerin kabul oldu. Yarın
bir yabancı gelirse o, bizdendir.O gelen hazık hekimdir. Onu doğru bil, çünkü o emin
ve gerçek erenlerdendir.İlacında kati sihri gör, mizacında da Hak kudretini müşahede
et.”
Vade zamanı gelip gündüz olunca... güneş doğudan görünüp yıldızları
yakınca:Rüyada kendine gösterdikleri zatı görmek için pencerede bekliyordu.Bir de
gördü ki, faziletli, fevkalade hünerli, bilgili bir kimse, gölge ortasında bir
güneş;Uzaktan hilal gibi erişmekte, yok olduğu halde hayal şeklinde var gibi
görünmekte.
Ruhumuzda da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür gör!Onların
başları da, savaşları da hayale müstenittir. Öğünmeleri de, utanmaları da bir hayalden
ötürüdür.Evliyanın tuzağı olan o hayaller, Allah bahçelerindeki ay çehrelilerin
akisleridir.
Padişahın rüyada gördüğü hayal de o misafir pirin çehresinde görünüp
duruyordu.Padişah bizzat abeyincilerin yerine koştu, o gaipten gelen konuğun
huzuruna vardı.Her ikisi de aşinalık (yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de
dikilmeksizin birbirine dikilmiş, bağlanmışlardı.
Padişah: “Benim asıl sevgilim sensin, o değil. Fakat dünyada iş işten çıkar.Ey aziz,
sen bana Mustafa’sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda belime
gayret kemerini bağladım” dedi.
Allah’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allah’nın lütfundan
mahrumdur.Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı
ateşe vermiş olur.
Alışverişsiz, dedikodusuz Allah sofrası gökten iniyordu.Musa kavmi içinde birkaç
kimse terbiyesizce “hanı sarımsak, mercimek” dediler.Ondan sonra gökyüzünün
sofrası, ekmeği kesildi; ekme, bel belleme, orak sallama kaldı.Sonra İsa şefaat edince
Hak, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.Yine küstahlar edebi terk
ederek sofradan yemek artığını aşırdılar.
İsa bunlara yalvardı. “Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz.Bir ulu kişinin sofrası
başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür” dedi.O rahmet kapısı,
hırslarından dolayı bu görmedik dilencilerin yüzlerine kapandı.Zekat verilmeyince
yağmur bulutu gelmez zinadan dolayı da etrafa veba yayılır.İçine kasavetten,
gussadan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.
Kim dost yolunda pervasızlık ederse erlerin yolunu vurucudur, namert odur.Edepten
dolayı bu felek nura gark olmuştur: Yine edepten dolayı melekler masum ve tertemiz
olmuşlardır.Güneşin tutulması, küstahlık yüzündendir. Bir melek olan Azazil de yine
küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.
Kollarını açıp onu kucakladı, aşk gibi gönlüne aldı, canının için çekti.Elini, alnını
öpmeğe, oturdu yeri, geldiği yolu sormaya başladı.Sora sora odanın başköşesine
kadar çekti ve dedi ki: “Nihayet sabırla bir define buldum.
Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden nişliğin anahtarıdır” sözünün manası, Ey
vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden müşkül, konuşmaksızın, dedikodusuz
hallolur gider.Sen, gönlümüzde, onların tercümanısın, her ayağı çamura batanın elini
tutan sensin.
Ey seçilmiş,ey Allah’dan razı olmuş ve Allah rızasını kazanmış kişi, merhaba! Sen
kaybolursan hemen kaza gelir, feza daralır.Sen, kavmin ulususun, sana müştak
olmayan, seni arzulamayan bayağılaşmıştır. Bundan vazgeçmezse...”O ağırlama, o hal
hatır sorma meclisi geçince o zatın elini tutup hareme götürdü.
Padişah, hastayı ve hastalığını anlatıp sonra onu hastanın yanına götürdü.Hekim,
hastanın yüzünü görüp, nabzını sayıp, idrarını muayene etti. Hastalığının arazını ve
sebeplerini de dinledi.
Dedi ki: “Öbür hekimlerin çeşitli tedavileri, tamir değil; büsbütün harap etmişler.
Onlar, iç ahvalinden haberdar değildirler. Körlüklerinden hepsinin aklı dışarıda.”
Hekim, hastalığı gördü, gizli şey ona açıldı. Fakat onu gizledi ve sultana söylemedi.
Hastalığı safra ve sevdadan değildi.
Her odunun kokusu dumanından meydana çıkar. İnlemesinden gördü ki, o gönül
hastasıdır. Vücudu afiyettedir ama o, gönüle tutulmuştur. Aşıklık gönül iniltisinden
belli olur, hiçbir hastalık gönül hastalığı gibi değildir.
Aşığın hastalığı bütün hastalıklardan ayrıdır. Aşk, Allah sırlarının usturlabıdır. Aşıklık
ister cihetten olsun, ister bu cihetten... akıbet bizim için o tarafa kılavuzdur. Aşkı şerh
etmek ve anlatmak için ne söylersem söyliyeyim... asıl aşka gelince o sözlerden
mahcup olurum. Dilin tefsiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha
aydındır. Çünkü kalem, yazmada koşup durmaktadır, ama aşk bahsine gelince; çatlar,
aciz kalır. Aşkın şerhinde akıl, çamura saplanmış eşek gibi yattı kaldı. Aşkı , aşıklığı
yine aşk şerh etti.
Güneşin vucuduna delil, yine güneştir. Sana delil lazım ise güneşten yüz çevirme.
Gerçi gölgede güneşin...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mesneviden Hikayeler I
« Posted on: 25 Nisan 2024, 23:14:53 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mesneviden Hikayeler I rüya tabiri,Mesneviden Hikayeler I mekke canlı, Mesneviden Hikayeler I kabe canlı yayın, Mesneviden Hikayeler I Üç boyutlu kuran oku Mesneviden Hikayeler I kuran ı kerim, Mesneviden Hikayeler I peygamber kıssaları,Mesneviden Hikayeler I ilitam ders soruları, Mesneviden Hikayeler Iönlisans arapça,
Logged
28 Ocak 2010, 14:05:10
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 28 Ocak 2010, 14:05:10 »

İKİ ŞARABIN FARKI
Bir bakkal vardı, onun bir de dudusu vardı. Yeşil, güzel sesli ve söyler duduydu.
Dükkanda dükkan bekçiliği yapar; bütün alış veriş edenlere hoş nükteler söyler,
latifeler ederdi. İnsanlara hitap ederken insan gibi konuşurdu, dudu gibi ötmede de
mahareti vardı.
Efendisi bir gün evine gitmişti. Dudu, dükkanı gözetliyordu. Ansızın fare tutmak için
bir kedi, dükkana sıçradı. Duducağız can korkusundan, dükkanın baş köşesinden
atıldı, bir tarafa kaçtı; gülyağı şişesini de döktü.
Sahibi evden çıkageldi. Tacircesine huzuru kalple dükkana geçti oturdu. Bir de baktı ki
dükkan yağ içinde, elbisesi yağa bulanmış. Dudunun başına bir vurdu; dudunun dili
tutuldu, başı kel oldu. Dudu birkaç günceğiz sesini kesti, söylemedi.
Bakkal nedametten ah etmeye başladı. Sakalını yolmakta, eyvah, demekteydi; nimet
güneşim bulut altına girdi. O zaman keşke elim kırılsaydı; o güzel sözlünün başına
nasıl oldu da vurdum?
Kuşu yine konuşsun diye yoksullara sadakalar vermekteydi.
Üç gün üç gece sonra şaşkın ve meyus, ümitsiz bir halde dükkanda otururken, ve
binlerce gussaya, gama eş olup; bu kuş acaba ne vakit konuşacak; diye düşünüp
dururken, Ansızın tas ve leğen dibi gibi tüysüz kafası ile bir Cevlaki geçiyordu. Dudu
hemencecik dile gelip akıllılar gibi dervişe bağırdı:
“Ey kel, neden kellere karıştın; yoksa sen de şişeden gülyağı mı döktün? “ Onun bu
kıyasından halk gülmeye başladı. Çünkü dudu, hırka sahibini kendisi gibi sanmıştı.
Temiz kişilerin işini kendinden kıyas tutma, gerçi yazıda (aslan manasına gelen) şir,
(süt manasına gelen) şire benzer. Bütün alem bu sebepten yol azıttılar.
Allah Abdallarından az kişi agah oldu. Peygamberlerle beraberlik iddia ettiler (biz de
onlar gibiyiz dediler); Velileri de kendileri gibi sandılar.
Dediler ki: “İşte biz de insanız, onlar da insan. Bizde uyumaya ve yemeğe bağlıyız,
onlar da. “Onlar körlüklerinden aralarında uçsuz bucaksız bir fark olduğunu
bilmediler. Her iki çeşit arı, bir yerden yedi. Fakat bundan zehir hasıl oldu, ondan bal.
Her iki çeşit geyik otladı, su içti. Birinden fışkı zuhur etti, öbüründen halis misk.Her iki
kamış da bir sulaktan su içti. Biri bomboş öbürü şekerle dopdolu.
Böyle yüzbinlerce birbirine benzer şeyler var, aralarında bulunan yetmiş yıllık farkı
sen gör! Bu, yer; ondan pislik çıkar... o, yer; kamilen Allah nuru olur. Bu, yer; ondan
tamamı ile hasislik ve haset zuhur eder... o, yer; ondan tamamı ile Tek Allah’nın nuru
husule gelir. Bu temiz yerdir, o çorak ve pis yer. Bu temiz melektir o şeytan ve
canavar!
Her iki suretin birbirine benzemesi caizdir, acı su da, tatlı su da berraktır. Zevk
sahibinden başka kim anlayabilir?
Onu bul! Tatlı su ile acı suyun farkını işte o anlar. (Zevk sahibi olmayan) sihri, mucize
ile mukayese ederek her ikisinin de esası hiledir sanır.
Musa ile savaşan sihirbazlar, inatlarından ellerine onun asası gibi asa aldılar. Bu asa
ile o asa arasında çok fark var, bu işle o işin arasıda pek büyük bir yol var. Bu işin
ardında Allah laneti var, o işe karşılık da vade vefa olarak Allah rahmeti var. Kafirler
inatlaşmada maymun tabiatlıdırlar. Tabiat, içte, gönülde bir afettir.
İnsan ne yaparsa maymunda yapar; maymun her zaman insandan gördüğünü yapıp
durur. O, “Bende onun gibi yaptım” sanır. O inatçı mahluk aradaki farkı nereden
bilecek? Bu emirden dolayı yapar, o, inat ve savaş için.
İnatçı kişilerin başlarına toprak saç! O münafık, muvafıkla beraber, inat ve taklide
uyup namaza durur; niyaz ve tazarru için değil.
Müminler; namazda, oruçta, hacda, zekatta münafıkla kazanıp kaybetmektedirler.
Müminler için nihayet kazanç vardır, münafıka da ahirette mat olma.İkisi de bir oyun
başındaysa da birbirlerine nispetle aralarında ne kadar fark var; biri Merv’li öbürü
Rey’li!
Her biri kendi makamına gider, her biri kendi adına uygun olarak yürür.
Onu mümin diye çağırırlar, ruhu hoşlanır. Münafık derlerse sertleşir, ateş kesilir.
Onun adı zatı yüzünden sevgilidir. Bunun adının sevilmemesi, afetleri yüzünden,
nifakla sıfatlanmış olan zatından dolayıdır.
Mim, vav, mim ve nun harflerinde bir yücelik yoktur. Mümin sözü ancak tarif içindir.
Ona münafık dersen... o aşağılık ad, içini akrep gibi dağlar. Bu ad, cehennemden
ayrılmış ve kopmuş değilse niçin cehennem tadı var? O kötü adın çirkinliği harften
değildir. O deniz suyunun acılığı kaptan değildir.
Harf kaptır ondaki mana su gibidir. Mana denizi de “Ümm-ül-Kitap” yanında bulunan,
kendisinde olan zattır.
Dünya da acı ve tatlı deniz var. Aralarında bir perde var ki birbirine taşmaz
karışmazlar. Fakat şu var ki bu iki denizin her ikisi de bir asıldan akar. Bu ikisinden de
geç, ta... onun aslına kadar yürü.
Kalp altınla halis altın ayarda belli olur. Kalpla halisi, mehenge vurmadıkça tahmini
olarak bilemezsin.
Allah kimin ruhuna mehenk korsa ancak o kişi, yakini şüpheden ayırdedebilir.
Diri bir kişinin ağzına bir sıçrayıp girse o adam, onu dışarı çıkarıp attığı zaman
rahatlar. Binlerce lokma arasında ağzına ufacık bir çöp girdi mi, diri kişinin hissi onu
duyar sezer.
Dünya hissi, bu cihanın merdivenidir, din hisside göklerin merdiveni. Bu hissin
sağlığını hekimden isteyiniz, o hissin sağlığını Habib’den (H.Muhammed’den) . Bu
hissin sağlığı, vücut sağlamlığındandır, o hissin sağlığı vücudu harabetmektedir. Can
yolu, mutlaka cismi viran eder, onu yıktıktan sonra da yapar.
Ne mutludur ve ne kutludur o can ki mana aşkıyla evini, barkını, mülkünü, malını
bağışlamıştır. Altın definesi için evi harabetmiştir; fakat o altın definesini elde ettikten
sonra o evi daha mamur bir hale getirmiştir. Suyu kesmiş suyun aktığı yolu
temizlemiş, ondan sonra arka içilecek su akıtılmıştır.
Deriyi yarmış,termeni çıkarmış... ondan sonra orada yepyeni bir deri bitmiştir. Kaleyi
yıkıp kafirden almış, ondan sonra oraya yüzlerce burç ve hendek yapmıştır.
Hikmetinden sual edilmeyen Allah´’nın işini kim anlayabilir, o işin hakikatine kim
erişebilir? Bu söylediğim sözler, ancak anlatmak için söylenmiş zaruri sözlerdir. Gah
böyle gösterir, gah bunun aksini.
Din işinin kühnünü anlamaya imkan yoktur. Ona ancak hayran olunur. Fakat din
işinde hayrete düşen, arkasını ona çevirmiş ondan haberi olmayan bir hayran değil,
sevgiliye dalmış, onun yüzünden sarhoş olmuş, kendisinden geçmiş bir hayrandır.
Birisinin yüzü sevgiliye karşıdır, öbürünün yüzü yine kendisine doğru. Her ikisinin
yüzüne de bak. Her ikisinin yüzünü de hatırında tut. Hizmet dolayısıyla yüz tanır
olman mümkündür. Zira nice insan suratlı şeytan vardır. Binaenaleyh her ele el
vermek layık değildir.
Kuş tutan avcı, kuşu avlamak için ıslık çalar, ötme taklidi yapar. Aşağılık kişi
dervişlerin sözlerini, bir selim kalpli kişiye afsun okumak, onu afsunlamak için çalar.
Erlerin huyu açıklık ve sıcaklıktır. Aşağılıkların işi hile ve utanmazlıktır. Dilenmek için
yünden aslan yaparlar. (yol aslanlarının şekline bürünür, onlar gibi görünürler),
Ebu Museylim’e Ahmet lakabı verirler. Ebu Müseylim’in lakabı yalancı olarak kaldı,
Muhammed’e de akıllar sahibi dendi. O hak şarabının mührü, şişenin kapağı; halis
misktir. Adi şarabın mührü, şişesinin kapağı ise pis koku ve azaptır.
AHMED´E DOĞRU 1
Yahudiler içinde zalim, İsa düşmanı ve Hıristiyanları yakıp yandırır bir padişah vardı.
İsa’nın devriyle, nöbet onundu. Musa’nın canı oydu, onun canı Musa. Şaşı padişah.
Allah yolunda o iki Allah demsazını birbirinden ayırdı. Usta bir şaşıya “yürü, var, o
şişeyi evden getir” dedi. Şaşı,”O iki şişeden hangisini getireyim? Açıkça söyle dedi.
Usta dedi ki: “O iki şişe değildir. Yürü, şaşılığı bırak fazla görücü olma!” Şaşı, “Usta,
beni paylama. Şişe iki” dedi. Usta dedi ki: “O iki şişenin birini kır!” Çırak birini kırınca
ikiside gözden kayboldu.
İnsan taraf girlikten, hiddet ve şehvetten şaşı olur. Şişe birdi onun gözüne iki
göründü. Şişeyi kırınca ne o şişe kaldı, ne öbürü. Hiddet ve şehvet insanı şaşı yapar;
doğruluktan ayırır. Garez gelince hüner örtülür. Gönülden göze, yüzlerce perde iner.
Kadı kalben rüşvet almaya karar verince zalimi, ağlayıp inleyen mazlumdan nasıl ayırt
edebilir?
Padişah, yahudice kininden dolayı öyle bir şaşı oldu ki aman Ya Rabbi, aman! Musa
dininin koruyucusuyum, arkasındayım diye yüz binlerce mazlum mümin öldürttü.
Padişahın öyle yol vurucu, öyle hilekar bir veziri vardı ki hile ile suyu bile düğümlerdi.
Dedi ki: “Hıristiyanlar, canlarını korurlar ve dinlerini padişahtan gizlerler. Onları az
öldür, çünkü öldürmede fayda yok, Dinin kokusu çıkmaz; misk ve öd ağacı değil ki!
Yüz tane kılıf içinde gizli sırdır. Dışı sana malumdur ama içi aksine.”
Padişah : “Peki söyle bakalım, ne yapalım; bu hususta ne hile ve tezvirde bulunalım,
çaresi ne? Ne yapalım ki dünya da ne açık dindar, ne gizli din tutar bir Hıristiyan
kalmasın” dedi
Vezir dedi ki: “Bana gazebederek hükmet, kulağımı elimi kestir; burnumu, dudağımı
yardır! Ondan sonra beni dar ağacına götür. O esnada bir şefaatçi suçumun affını
dilesin. Bu işi dört yol ağzı bir yerde, tellal pazarında yaptır. Ondan sonrada beni,
huzurundan uzak bir şehre sür ki ben, onların arasına yüz türlü din kayıtsızlığı
sokayım.
Bu halde diyeyim ki: ben gizli hıristiyanım; ey sır bilen Allah; sen benim gönlümü
bilirsin!Padişah, benim imanımı anladı; taassuptan dolayı canıma kasdetti.
Dinimi padişahtan saklamak, onun dininden görünmek istedim. Padişah, benim
sırlarımdan bir...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

28 Ocak 2010, 14:08:10
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 28 Ocak 2010, 14:08:10 »

TEVEKKÜL MÜ? - ÇALIŞMAK MI?
Güzel bir derede av hayvanları, aslan korkusundan ıstırap içindeydiler. Çünkü aslan,
daima pusudan çıkıp birisini kapmaktaydı. O otlak bu yüzden hepsine fena geliyordu.
Hileye baş vurdular; aslanın huzuruna geldiler: “Biz sana gündelikle yiyecek verip
doyuralım. Bundan sonra hiçbir av peşine düşme ki bu otlak bize
zehrolmasın.”dediler.
Aslan dedi ki: “Hileye uğramasam, vefa görecek olsam dediğiniz doğru. Ben şundan
bundan çok hileler görmüşümdür.
İnsanların yaptıkları işlerden, ettikleri hilelerden helak olmuşum; o yılanlar, o
akrepler tarafından çok ısırılmışım.
İçinde pusu kurmuş olan nefis ise, kibir ve kin bakımından bütün adamlardan
beterdir.
Benim kulağım “mümin, bir zehirli hayvan deliğinden iki kere dağlanmaz” sözünü
işitti; Peygamberin sözünü canla gönülle kabul etti.”
Hepsi dediler ki: “Ey halden haberdar hakim! Çekinmeyi bırak; çekinme, insanı
kaderin hükümlerinden kurtaramaz. Kaderden çekinmekte perişanlık ve kötülük
vardır, yürü, tevekkül et ki tevekkül, hepsinden iyidir.
Ey kötü hiddetli adam! Kaza ile pençeleşme ki kaza da seninle kavgaya tutuşmasın.
Tanyerini ağartan Allah’dan bir zarar gelmemesi için kulun Hak hükmüne karşı ölü
gibi olması lazımdır.”
Aslan: “Evet, tevekkül kılavuzsa da bu sebebe teşebbüs de, Peygamber’in sünnetidir.
Peygamber, yüksek sesle “Tevekkülle beraber yine devenin ayağını bağla” dedi.
“Çalışan kimse Allah sevgilisidir” işaretini dinle; tevekkülden dolayı esbaba teşebbüs
hususunda tembel olma” dedi.
Hayvanlar ona: “Çalışıp kazanma, bil ki, halkın itikat zayıflığı yüzünden, harislerin
boğazları miktarınca bir riya lokmasıdır.
Tevekkülden daha güzel bir kazanç yoktur. Esasen Hak’ka teslim olmadan daha
sevgili ne var?
Çokları beladan belaya; yılandan ejderhaya sıçrarlar. İnsan hile etti ama hilesi
kendisine tuzak oldu... can sandığı, içici bir düşman kesildi! Kapıyı kapadı, halbuki
düşman evinin içindeydi. Firavun’un hile ve tedbiri de işte buna benzer
masallardandı.O kin güdücü, yüz binlerce çocuk öldürdü; aradığı ise evinin içinde idi.
Madem ki bizim gözümüzde bir çok illet var; yürü kendi görüşünü dostun görüşünde
yok et! Bizim görüşümüze bedel onun görüşü, ne güzel bir karşılıktır. Bütün
maksatları onun görüşünde bulursun.
Çocuk; tutucu, koşucu değilken ancak babasının omuzuna biner. Halkın canları; el
ayak sahibi olmazdan, beden kaydına düşmezden evvel vefadan sefaya uçuyordu.
Vakta ki”İniniz” emriyle hapis olundular, hiddet, hırs, kanaat ve zaruret kayıtlarına
düştüler.
Biz Hak’kın hayali ve süt isteyen yavrularıyız. (Peygamber) “Halk Allah hayalidir”
dedi.
Gökten yağmur veren, rahmetiyle can vermeye de kadirdir” dediler.
Aslan dedi ki: “Evet ama Kulların Allah’sı bizim ayağımızın önüne bir merdiven koydu.
Dama doğru basamak basamak çıkmalı burada cebri olmak ham tamahtır.
Ayağın var, nasıl olur da kendini topal edersin; elin var niye pençeni saklarsın?
Efendi, kölenin eline beli verince söylemeden dileği malum olur. Bel gibi olan el de,
Allah işaretlerindendir. Sonu düşünmek hassası da onun ibarelerindendir. Allah’nın
işaretlerini canına nakş ederek ve o işarete vefakarlık ederek can verirsen.
Sana nice sır işaretleri bahşeyler; senden yükü kaldırır, seni iş güç sahibi eder.Şimdi
yük altındasın; Allah seni yükler, bidirir... Şimdi onun emrini kabul etmektesin; sonra
seni makbul eder.
Şimdi onun emrini kabul etmişsin, sonra o emirleri söylersin. Şimdi vuslat arıyorsun,
ondan sonra da vasıl olursun. Allah’ını nimetlerine şükretmeye çalışmak kudrettir.
Senin cebriliğin ise o nimeti inkardır.
Onun verdiği kudrete şükretmek kudretini arttırır. Cebir ise nimeti elinden çıkarır.
Senin cebriliğin yolda uyumaktır, uyuma; o kapıyı, o dergahı görmedikçe uykuya
dalma! Ki rüzgar her anda dalları silkip başına çerez ve azık döksün.
Cebre inanmakla yol kesen haydutlar arasında uyumak müsavidir. Vakitsiz öten kuş
nasıl olur da kurtulur? Eğer onun işaretlerine burun büküyorsan kendini erkek mi
sanıyorsun! Sendeki bu kadarcık akıl da zayi olur, aklı uçan başsa buyruk kesilir!
Zira şükür etmemek uğursuz ve ayıp bir şeydir; o hal, şükretmeyeni, ta ateşin dibine
kadar çeker götürür.Tevekkül ediyorsan çalışmak hususunda tevekkül et; kazan da
sonra Allah’ya dayan!”
Hepsi ona bağırarak dediler ki: “Sebep tohumlarını eken o harisler...”
Kadın, erkek nice yüz binlerce kişi, neden oldu da zamanın menfaatlerinden mahrum
kaldılar?
Dünyanın başlangıcından beri yüz binlerce kavim, ejderha gibi ağız açmışlar;O bilgili,
idrakli kavimle hileler düzmüşler, tedbirlerde bulunmuşlardır. Öyle tedbirler ki o
tedbirlerle dağ bile ta dibinden kopar, yerinden ayrılırdı.
Allah, onların hile ve tedbirini “o tedbirler yüzünden dağların tepeleri bile oynar,
yıkılır, dümdüz olurdu” diye övdü.
(Bunca tedbirlerine rağmen) o avlanmalarından, o çalışmalarından ezelde verilen
kısmetten başka bir şey yüz göstermedi... Hepsi tedbirlerden de aciz kaldılar,
çalışmadan da; ortada Allah’nın işi ve hükümleri kaldı.
Adı sanı belli kişi! Kazanmayı bir addan başka bir şey bilme; ey kurnaz ve hilekar
adam! Çalışmayı bir vehimden başka bir şey sanma.”
Saf bir adam, bir kuşluk çağında koşa koşa Süleyman’ın adalet sarayına erişti.Yüzü
gamdan sararmış, dudakları morarmıştı. Süleyman ona “Efendi ne oldu?” dedi.O
“Azrail, bana öyle bir hışımla, öyle bir kinle baktı ki...” dedi.Süleyman “Peki şimdi ne
diliyorsan dile bakalım” dedi. O dedi ki: “Ey canları koruyan rüzgara emret; Beni ta
Hindistan’a götürsün; belki kullunuz oraya gidince canını kurtarır.”
İşte halk fakirlikten böyle korkar. Onun için insanlar hırs, emele lokma
olurlar.Fakirlikten korkmak tıpkı o adamın ölümden korkmasına benzer. Hırsı,
çalışmayı da sen Hindistan farz et!
Süleyman rüzgara emretti; rüzgar da onu derhal Hindistan’da bir adaya götürdü.
Ertesi gün Süleyman, divan vakti halkla buluşunca Azrail’e dedi ki:
“O müslümana ne sebeple hışımla baktın? Ey Allah elçisi, bana anlat. Acaba bu işi o
adamın hanümanından avare etmek için mi yaptın?
Azrail, cevaben dedi ki: “Ey cihanın zevalsiz padişahı! O ters anladı; ona hayal
göründü. Ben ona hışımla ne vakit baktım? Onu yol uğrağında görünce
şaşırdım.Çünkü Hak bana “Haydi bugün var onun canını Hindistan’da al” buyurdu.
Taacüple “yüz tane kanadı olsa Hindistan’a gitmesi yine uzak” dedim.
İşte sen dünya işlerini hep buna kıyas et, gözünü aç ta gör! Kimden kaçıyoruz,
kendimizden mi? Ne olmayacak şey! Kimden kapıp kurtarıyoruz, Hak’tan mı? Ne boş
zahmet.
Aslan dedi ki: “Doğru ama Peygamberlerin, müminlerin çalışmalarını da gör. Cefadan,
kahırdan ne gördülerse mükafata nail oldular; Allah onların mücadelesini zayi etmedi.
Onların baş vurdukları çareler her hususta latif oldu. Çünkü zariften ne gelirse
zariftir.Tuzakları felek kuşunu tuttu; noksanları tamamen sayıldı.
Ey ulu kişi! Nebilerin ve velilerin yolunda çalış. Kaza ve kaderle pençeleşmek
mücadele sayılmaz. Çünkü bizi pençeleştiren, savaştıran da kaza ve kaderdir.
Bir kimsenin iman ve itaat yolunda yürüyüp de bir an bile ziyan etmişse kafirim!
Başın yarılmamış, şu başını bağlama. Birkaç gün çalış da ondan sonra gül!
Dünyayı arayan kimse olmayacak ve kötü bir şey aradı. Ukbayı arayansa kendine iyi
bir hal aramış oldu.Dünya kazancı için çarelere baş vurmak soğuk bir şeydir. Dünyayı
terk etmek için çarelere baş vurmak ise caizdir, emredilmiştir.Hile ve çare diye bir
zindanı delip çıkmaya derler. Yoksa birisi zaten açılmış deliği kapatırsa yaptığı iş,
soğuk ve ters bir iştir.Bu dünya zindanıdır, biz de zindandaki mahkumlarız. Zindanı
del kendini kurtar!
Dünya nedir? Allah’dan gafil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret yapmak ve
kadın; dünya değildir. Din yolunda sarf etmek üzere kazandığı mala, Peygamber “ne
güzel mal” demiştir.
Suyun gemi içinde olması geminin batmasıdır. Gemi altındaki su ise gemiye; geminin
yürümesine yardımcıdır.
Mal, mülk sevgisini gönülden sürüp çıkardığındandır ki Süleyman, ancak yoksul adını
takındı. Ağzı kapalı testi, içi hava ile dolu olduğundan derin ve uçsuz bucaksız su
üstünde yüzüp gitti. İşte yoksulluk havası oldukça insan, dünya denizine batmaz, o
denizin üstünde durur.
Bütün bu dünya, onun mülkü olsa bu mülk, gözünde hiçbir şey değildir.Şu halde
kalbini Min Ledün ululuğunun havası ile doldur, ağzını da bağla mühürle!
Çalışma da haktır, deva da haktır, dert de hak. Münkir kimse çalışmayı inkar da ısrar
eder durur.”
Aslan bu yolda bir çok delililer getirdi. O cebriler aslanın cevabına kandılar. Tilki,
geyik, tavşan ve çakal cebre inanışı ve dedikoduyu bıraktılar. Bu biatte ziyana
düşmemek için kükremiş aslanla ahitlerde bulundular...
Zahmetsizce her günün kısmeti gelecek, aslanın başka bir teşebbüse ihtiyacı
kalmayacaktı.Kura kime isabet ederse günü gününe aslanın yanına sırtlan gibi koşar,
teslim olurdu.
Bu kadeh dönerek tavşana gelince; tavşan haykırdı: “ Niceye dek bu zulüm?”
Hayvanlar dediler ki: “Bunca zamanlardır ahdimize biz vefa ederek can feda ettik. Ey
inatçı, bizim kötü bir adla anılmamıza sebep olma, aslan da incinmesin. Yürü, yürü :
çabuk, çabuk!”
Tavşan, “Dostlar, bana mühlet verin de hilemle sizde beladan kurtulun. Benim
hilemle canımız kurtulsun, bu hile çocuklarımıza miras kalsın.
Her peygamber, dünyada ümmetini böyle bir kurtuluş yerine davet etti.
Peygamberler, halk nazarında gözbebeği gibi küçük görünürlerdi ama f...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

28 Ocak 2010, 14:10:05
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 28 Ocak 2010, 14:10:05 »

ŞEYTAN ADEM´E NEDEN SECDE ETMEDİ ?
Hak’kın yaptıklarını da gör, bizim yaptıklarımızı da. Her ikisini de gör ve bizim
yaptığımız işler olduğunu bil, zaten bu meydanda. Ortada halkın yaptığı işler yoksa,
her şeyi Hak yapıyorsa, şu halde kimseye “bunu niye böyle yaptın” deme!
Allah’nın yaratması, bizim yaptığımız işleri meydana getirmektedir. Bizim işlerimiz
Allah işinin eseridir.
Söz söyleyen kimse, ya harfleri görür, yahut manayı. Bir anda her ikisini birden nasıl
görebilir? İnsan konuşurken manayı düşünür, onu kastederse harflerden gafildir.
Hiçbir göz bir anda hem önünü hem ardını göremez. Şunu iyice bil! Önünü gördüğün
zaman ardını nasıl görebilirsin?
Madem ki can, harfi manayı bir anda kavrayamıyor, nasıl olur da hem işi yapar, hem o
iş yapma kudretini yaratır? Ey oğul! Allah, her şeye muhittir. Bir işi yapması, o anda
diğer bir işi yapmasına mani olamaz.
Şeytan, “Bima ağveyteni” dedi; o alçak ifrit, kendi fi’lini gizledi.
Adem ise “Zalemna enfüsena” dedi; bizim gibi Hak’kın fiilinden gafil değildir.
Günah ettiği halde edebe riayet ederek Allah’ya isnad etmedi. Allah’nın halk ettiğini
gizledi. O suçu kendine atfettiğinden ihsana nail oldu.
Adem, tövbe ettikten sonra Allah, “Ey Adem! O suçu, o mihnetleri, sen de ben
yaratmadım mı?” O benim taktirim benim kazam değil miydi; özür getirirken niye onu
gizledin?” dedi.
Adem “Korktum, edebi terk etmedim” deyince Allah, “İşte ben de onun için seni
kayırdım” dedi.
Hürmet eden hürmet görür. Şeker getiren badem şekeri yer. Temiz şeyler temizler
içindir; sevgiliyi hoş tut, hoşluk gör; incit, incin!
Ey gönül! Cebirle ihtiyarı birbirinden ayırt etmek için bir misal getir ki ikisini de
anlayasın:
Titreme illetinden dolayı titreyen bir el, bir de senin titrettiğin el... her iki hareketi de
bil ki Allah yaratmıştır; fakat bu hareketi onunla mukayeseye imkan yoktur.
İhtiyarınla el oynatmadan pişman olabilirsin; fakat titreme illetine müptela bir adamın
pişman olduğunu ne vakit gördün?
Anlayışı kıt biriside şu cebir ve ihtiyar meselesine yol bulsun, bu işi anlasın diye
söylediğimiz bu söz, akli bir söz, akli bir bahistir. Fakat zaten bu hilekar akıl, akıl
değildir ki.
Akli bahis, inci ve mercan bile olsa can bahsi, başka bir bahistir. Can bahsi başka bir
makamdır, can şarabının başka bir kıvamı vardır. Akıl bahisleri hüküm sürdüğü sırada
Ömer’le Ebülhakem sırdaştı. Fakat Ömer, akıl aleminden can alemine gelince can
bahsinde Ebülhakem, Ebucehil oldu. Ebucehil, cana nispetle esasen cahil olmakla
beraber his ve akıl bakımından kamildi.
Akıl ve bahsi, bil ki eser, yahut sebeptir (onunla müessir ve müsebbip anlaşılır). Can
bahsi ise büsbütün şaşılacak bir şeydir.
Ey nur isteyen! Can ziyası parladı; lazım, mülzem, nafi, muktazi kalmadı. Bir gören
kişinin. Nuru doğmuş parlamaktayken sopa gibi bir delilden vazgeçeceği
meydandadır.
Yine hikayeye geldik; zaten ne zaman hikayeden ayrıldık ki?
Cehil bahsine gelirsek o Allah’nın zindanıdır; ilim bahsine gelirsek onun bağı ve
sayvanı. Uyarsak onun sarhoşlarıyız; uyanık olursak onun hikayesinden
bahsetmekteyiz. Ağlarsak rızıklarla dolu bulutuyuz; gülersek şimşek!
Kızar, savaşırsak bu, kahrının aksidir, barışır, özür serdedersek muhabbetinin aksidir.
Bu dolaşık ve karmakarışık alemde biz kimiz? Elif gibiyiz. Elif’inse esasen, hiç ama
hiçbir şeyi yoktur!
TACİRİN HİKAYESİ
Bir tacirin bir dudusu vardı, kafeste hapsedilmiş, güzel bir duduydu. Tacir,
Hindistan’a gitmek üzere yol hazırlığına başladı. Kerem ve ihsan dolayısıyla,
kölelerinin, cariyeciklerinin her birine “Çabuk söyle, sana Hindistan’dan ne
getireyim?” dedi. Her birisi ondan bir şey diledi. O iyi adam hepsine, istediklerini
getireceğini vad etti. Duduya da “Sen ne armağan istersin, sana Hindistan elinden ne
getireyim?” dedi. Dudu dedi ki: “Oradaki duduları görünce benim halimi anlat. Dedi ki:
Sizin müştakınız olan filan dudu, Allah’nın takdiriyle bizim mahpusumuzdur. Size
selam söyledi, yardım istedi; sizden bir çare, bir kurtuluş yolu diledi.
Dedi ki: Reva mıdır ben iştiyakınızla gurbet elde can vereyim. Sıkı bir hapis içinde
olayım da siz gah yeşilliklerde, gah ağaçlarda zevk ve sefa edesiniz. Dostların vefası
böyle mi olur? Ben şu hapis içindeyim, siz gül bahçelerinde. Ey Ulular! Bir seher çağı
şarap meclisinde bu inleyen garibi de hatırlayın!
Dostların sevgiliyi anması, sevgiliye ne mutludur. Hele anan ve anılanın biri Leyla,
öbürü Mecnun olursa. Ey güzel endamlı sevgilinin mahremleri! Kendi kanımla
doldurduğum peymaneleri içmem reva mı? Sevgili! Bana da bir nasip vermek istersen
beni anarak bir kadeh iç! İçerken bu yerlere serilmiş düşkün aşığı yad ederek toprağa
bir yudum şarap dök! Şaşılacak şey! Nerde o ahit, nerde o yemin? Oşeker gibi dudağın
verdiği vaadler hani? Bu kulun ayrı düşmesi, fena kulluktansa... kötüye kötülükle
mukabele edersen aramızda ne fark kalır?
Fakat hiddetle, şiddetle senden gelen kötülük, sema’dan, çengin namelerinden daha
zevkli, daha neşeli. Ey cefası devletten daha güzel, intikamı candan daha sevimli
dilber! Ateşin bu... acaba nurun nasıl? matem, bu olunca düğünün nice? Cevrinde öyle
tatlılıklar var ki...malik olduğun letafet yüzünden kimse seni hakkıyla anlayamaz.
Hem inlerim, hem de sevgili inanır da kereminden o cevri azaltır diye korkarım.
Kahrına da hakkıyla aşığım, lütfuna da. Ne şaşılacak şey ki ben bu iki zıdda da gönül
vermişim. Allah hakkı için bu dikenden kurtulur, gül bahçesine kavuşursam bu
sebepten bülbül gibi feryat ederim. Bu ne şaşılacak şey bülbüldür ki ağzını açınca
dikeni de gül bahçesiyle beraber yutar, ikisini de bir görür! Bu bülbül değil ateş
canavarı! Onun aşkıyla bütün kötü şeyler, kendisine hoş gelmekte! Güle aşık, halbuki
esasen kendisi gül, kendisine aşık, kendi aşkını aramakta!”
Can dudusunun hikayesi de bu çeşittir. Fakat nerede kuşlara mahrem olan kişi?
Nerede zayıf ve suçsuz bir kuş ki onun içine Süleyman, askeriyle ordu kurmuş olsun!
Şükür yahut şikayetle feryat edince yere, göğe zelzeleler düşsün! Her demde ona
Allah’dan yüz mektup, yüz haberci erişsin; o bir kere “Ya Rabbi” deyince Hak’tan
altmış kere “Lebbeyk” sesi gelsin! Hatası, Allah indinde ibadetten daha iyi olsun;
küfrüne nispetle bütün halkın imanı değersiz kalsın! Öyle kişiye her nefeste hususi
miraç vardır. Allah, onun tacının üstüne yüzlerce hususi taç koyar. Cismi topraktadır,
Canı Lamekan Aleminde, O Lamekan Alemi, saliklerin vehimlerinden üstündür.
(vehimlere sığmaz.) O Lamekan Alemi, vehmine gelen bir alem olmadığı gibi hayaline
de doğmaz.(ne idrak edebilirsin, ne tahayyül!) Cennetteki ırmak, nasıl cennettekilerin
hükmüne tabi ise mekan alemiyle Lamekan Alemi de, o alemin hükmüne tabidir. Bu
ilahi akıl kuşlarına ait olan bahsi kısa kes, bu sözden yüzünü çevir, sukut et!
Doğrusunu, Allah daha iyi bilir. Dostlar biz yine kuş, tacir ve Hindistan hikayesine
dönelim: Tacir, Hindistan’daki dudulara, dudusundan selam götürmeyi kabul etti.
Hindistan uçlarına varınca kırda birkaç dudu gördü. Atını durdurup seslendi, dudunun
selamını ve kendisine emanet ettiği sözleri söyledi. O dudulardan birisi, bir hayli
titredi ve düşüp öldü, nefesi kesildi.
Tacir, bu haberi verdiğinden dolayı pişman oldu, dedi ki: “Bir cana kıydım, Bu dudu,
olsa olsa o duducağızın akrabası olacak, galiba bunların cisimleri iki, canları bir. Bu işi
neye yaptım, o haberi neye verdim? Bu münasebetsiz sözle biçareyi yaktım,
yandırdım.” Bu dil, çakmak taşıyla çakmak demiri gibidir.
Dilden çıkan da ateşe benzer. Manasız yere gah hikaye yoluyla, gah laf olsun diye
çakmak taşıyla demirini birbirine vurma! Zira ortalık karanlıktır, her tarafta pamuk
dolu. Pamuk arasında kıvılcım nasıl durur? Zalim onlardır ki gözlerini kapamışlar,
söyledikleri sözlerle bütün alemi yakmışlardır.
Bir söz, bir alemi yıkar, ölmüş tilkileri aslan eder. Canlar aslen İsa nefeslidir; bir anda
yara, bir anda merhem olurlar. Canlardan perde kalkaydı; her canın sözü, Mesih´i’
sözü gibi tesir ederdi. Şeker gibi söz söylemek istersen sabret, haris olma , bu helvayı
yeme! Feraset sahiplerinin iştahları sabradır, onlar sabretmek isterler. Helva ise,
çocukların istediği şeydir.
Sabreden, göklerin üstüne yükselir; helva yiyense geriler, kalır! “Ey gafil! Sen nefis
ehlisin, toprak içinde kan yiyedur! Fakat gönüle sahip olan kişi , zehir bile yese o zehir
bal olur.” Gönüle sahip olan kişi, apaçık öldürücü bir zehir bile yese ona ziyan gelmez.
Çünkü o, sıhhat bulmuş, perhizden kurtulmuştur. Fakat zavallı talip (kemale ermemiş
salik), henüz hararet içindedir.
Peygamber buyurdu ki:”Ey cüretli talip! Sakın hiçbir matlup ile mücadele etme!”
Sende Nemrut’luk var, ateşe atılma, atılacaksan önce İbrahim ol! Madem ki sen ne
yüzgeçsin, ne de denizci... aklına uyup kendini denize atma! Yüzgeç ve denizci,
denizden inci çıkarır, ziyanlardan bile bir hayli fayda elde eder. Kamil, toprağı tutsa
altın olur; nakıs, altını ele alsa toz toprak kesilir. O gerçek er, Allah’ya makbul
olmuştur, bütün işlerde onun eli Allah elidir.
Nakıs kimsenin eli ise Şeytan’nın, ifritin elidir. Çünkü Şeytan’nın teklif ve hile
tuzağına tutulmuştur. Kamile göre bilgisizlik bile bilgi olur, nakısın bildiği bilgi ise
bilgisizlik kesilir. İlletli kimse, ne tutarsa illet olur. Kamil kafir bile olsa o küfür, din ve
şeriat haline gelir. Ey yayan olduğu halde süvari ile yarışa girişen! Sen bu
müsabakada kazanmayacak , onu geçmeyeceksin, iyisi mi, du...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

28 Ocak 2010, 14:15:13
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #4 : 28 Ocak 2010, 14:15:13 »

ÇENK ÇALAN İHTİYAR
(Bilmem) işittin mi? Ömer zamanında pek güzel, pek latif çenk çalan bir çalgıcı
vardı. Bülbül onun sesinden kendini kaybeder; bir namesini dinleyenlerin şevki, yüz
misli artardı. Meclisleri, cemiyetleri, onun nağmeleri süsler; onun sesinden kıyametler
kopardı. Sesi, israfil gibi mucizeler gösterir, ölülerin bedenlerine can bağışlardı. Yahut
İsrafil’e yardım ederdi; onun namelerini dinleyen fil bile kanatlanırdı. İsrafil, birgün
namesini düzer ve yüzlerce yıllık çürümüş ölüye can verir.
Peygamberlerin de içlerinde öyle nağmeler vardır ki o nağmelerde isteyenlere, değer
biçilmez bir hayat erişir. Fakat o nağmeleri his kulağı duymaz, çünkü his kulağı ,
kötülükler yüzünden pis bir haldedir. İnsanoğlu perinin nağmesini işitmez; çünkü
perilerin sırlarına yabancıdır.
Gerçi perinin nağmesi de bu alemdedir ama gönül nağmesi her iki sesten de
yüksektir. Zira peri de, insan da mahpustur; ikisi de bu bilgisizlik ve gaflet
zindanındadır.
Rahman Suresinden “Ya ma’şaralcinin” ayetini oku; “Tenfüzu testa’tiu “nun manasını
iyice bil! Velilerin içi nağmeleri evvela der ki: “Ey yokluk aleminin cüzüleri! Kendinize
gelin; nefis yokluğundan baş çıkaran; bu hayali, bu vehmi bir tarafa atın!
Ey Kevn ü fesat aleminde tamamiyle çürümüş canlar! Ebedi canlarınız ne vücuda
geldi, ne doğdu!” O nağmelerden pek az, pek cüzzi bir miktarını söylesem canlar,
mezar ve merkatlerinden baş kaldırırlar.
Kulak ver! Onağmeler uzakta değil; fakat sana söylemeğe izin yok. Agah ol ki veliler,
zamanın israfil’idirler. Ölüler, onlardan can bulur, gelişirler. Ölü canlar, ten mezarında
kefenlerine bürünmüş yatarlarken onların sesinden sıçrayıp kalkarlar.
Derler ki: Bu ses, öbür seslerden bambaşka; çünkü diriltmek Allah sesinin işidir. Biz
öldük, tamamiyle çürüdük, mahvolduk. Fakat Allah sesi gelince hepimiz dirildik,
kalktık.
Allah sesi ister hicab ardından, ister hicabsız gelsin...Cebrail, Meryem’e, yakasından
üfleyerek ne verdiyse Allah sesi de insana onu verir. Ey derileri altında yokluğun
çürütüp mahvettiği kimseler! Sevgilinin sesiyle yokluktan dönün, tekrar var olun!
O ses, Allah kulunun boğazından çıksa da esasen ve mutlaka Padişahtan gelmektedir.
Allah ona dedi ki: “Ben dilim, sen vücutsun. Ben senin hislerin, memnuniyet ve
gazabınım,
Yürü! Benimle duyan, benimle gören sensin. Sır sahibi olmak da ne demek? Bizzat sır
sensin. Sen mademki hayret aleminde “Lillah” sırrına mazhar oldun, ben de senin
olurum. Çünkü “Kim, Allah’nın olursa Allah onun olur.”
Sana bazen sensin derim, bazen de benim derim. Ne dersem diyeyim, ben aydın ve
parlak bir güneşim. Her nerede bir çırağlıktan parlasan orada bütün alemin müşkülleri
hallolur.
Güneşin bile gideremediği, aydınlatamadığı karanlık, bizim nefsimizden kuşluk çağı
gibi aydınlanır. Adem evladına esmasını bizzat gösterdi. ( Adem’i, isimlerine mazhar
etti); diğer mevcudata esma, Adem’den açıldı. Nurunu, istersen Adem’den al, istersen
ondan...şarabı, dilersen küpten al, dilersen küpten al, dilersen testiden!
Çünkü bu testi, küple adamakıllı birleşmiştir; o iyi bahtlı testi, senin gibi ( zahiri
zevklerle şad değil, hakiki neşeyle neşelenmiş) tir. Mustafa, “Beni görene benim
yüzümü gören kişiyi görene ne mutlu” dedi.
Bir mumdan yanmış olan çırağı gören, yakinen o mumu görmüştür. Bu tarzda o
mumdan yakılan çırağdan başka bir çırağ, ondan da diğer bir mum yakılsa ve ta
yüzüncü muma kadar, hep o ilk mumun nuru intikal etse, sonuncu mumu görmek,
hepsinin aslı olan ilk mumu görmektir.
İstersen o nuru, son çırağdan al, istersen ilk çırağdan...hiç fark yok. Nuru dilersen
son gelenlerin mumundan gör, dilersen geçmişlerin mumundan.
Peygamber, “Hakkın güzel ve temiz kokuları ,bu günlerde esecek o vakitlere kulak
verin, aklınız o vakitlerde olsun ki, bu çeşit güzel kokuları alasınız, bu fırsatı
kaçırmayınız dedi.
Güzel koku geldi, sizin haberiniz yokken esip, esip gitti... Dilediğine can bağışlayıp
geçti. Başka bir koku daha erişti; uyanık ol ey arkadaş, uyanık ol ki bundan da
mahrum kalmayasın.
Ateş meşrepli olan can, ondan ateş söndürme kabiliyetini kazandı. Hoş olmayan can,
onun lütfu ile hoş bir hale geldi. Ateşli can, onun yüzünden söndü. Ölü, onun
aydınlığından kaftan giyindi.
Bu tazelik, Tubâ ağacının tazeliği; bu hareket, Tubâ ağacının hareketidir. Halkın
hareketlerine benzemez.
Eğer bu ebedi nefha, yere göğe nazil olsa yer ehliyle gök ehlinin ödleri su kesilirdi.
Esasen bu nihayeti olmayan nefhanın korkusundan, gökler, yeryüzü ve dağlar o
emaneti yüklenmekten çekindiler. “Feebeyne en yahmilnehâ” ayetini oku da gör.
Korkusundan dağın yüreği kan olmasaydı “Eşfekna minha” denir miydi?
Bu Allah kokusu dün gece bize bir başka türlü zuhur etti, fakat birkaç lokma geldi,
kapıyı kapadı.
Lokma için bir Lokman rehin oldu. Şimdi Lokman´ın sırası; ey lokma sen çekil. Bir
mihnet ve meşakkat lokması yüzünden Lokman´ın ayağına batan dikeni çıkarın.
Onun ayağında diken değil, gölgesi bile yok. Fakat siz, hırstan onu fark
edemiyorsunuz. Hurma olarak gördüğünü diken bil. Çünkü, sen çok nankör, çok
görgüsüzsün. Lokmanın canı, Allahnın bir gül bahçesindeyken neden can ayağı bir
dikenden incinsin. Bu diken yiyen vücut, devedir. Mustafa’dan doğan da bu deveye
binmiştir.
Ey deve! Sırtında öyle bir gül dengi var ki kokusundan sende, yüzlerce gül bahçesi
meydana gelmiştir.
Halbuki sen, hala mugeylan dikenine ve kumsala meylediyorsun. Bu arta kalası
dikenden gül nasıl toplayacaksın?
Ey bu arama yüzünden taraf taraf, bucak bucak dolaşıp duran! Ne vakte kadar
“Nerede bu gül bahçesi” diyeceksin?
Ayağındaki bu dikeni çıkarmadıkça gözün görmez. Nasıl dönüp dolaşabilirsin? Ne
şaşılacak şey, cihana sığmayan Ademoğlu, gizlice bir dikenin başında dolaşıp
durmakta!
Mustafa bir hem dem elde etmek için geldi; “Kellimini ya Humeyra” dedi.
“Ey Humeyra! Nalı ateşe koyda bu dağ, lal haline gelsin” buyurdu.
Humeyra kelimesi, müennestir can da müennsi semaidir. Araplar cana müennes
demişlerdir. Fakat canın müenneslikten pervası yok. Çünkü, ruhun ne erkekle bir
alakası var, ne kadınla!
Müzekkerden de yükselir, müennesten de. Bu, kurudan yaştan meydana gelen ruh (u
hayvani) değildir ki. Bu can, ekmekten kuvvetlenen, yahut kâh şöyle, kâh böyle bir
hale gelen can değildir.
Bu ruh hoşluk verir, hoştur, hoşluğun ta kendisidir. Ey maksadına erişmek için
vesilelere baş vuran! Hoş olmayan insanı hoş bir hale getiremez. Sen şekerden tatlı
bir hale gelsen bile o tat bazen senden gidiverir, bu mümkündür.
Fakat fazla vefakarlık sebebiyle tamamen şeker olursan buna imkan yoktur. Nasıl
olurda şekerden tat ayrılır, imkanı var mı?
Ey hoş arkadaş! Aşık, halis ve saf şarabı, kendisinden bulur, onunla gıdalanırsa bu
makamda artık akıl kaybolur, (bu sırra akıl ermez). Aklı cüzi sırra sahip gibi
görünürse de hakikatte aşkı inkar eder. Zekidir bilir; fakat yok olmamıştır. Melek bile
yok olmadıkça Şeytandır.
Aklı cüzi sözde ve işte bizim dostumuzdur. Ama hal bahsine gelirsen orada bir hiçten
bir yoktan ibarettir. Varlıktan fani olmadığı için o, hiçtir, yoktur. Kendi dileğiyle yok
olmayınca nihayet zorla, istemediği halde yok olacaktır. Bu da ona yeter.
Can kemaldir, çağırması sesi de kemaldir. Onun için Mustafa “Ey Bilal bizi dinlendir
ferahlandır; Ey Bilal! Gönlüne nefh ettiğim o nefhadan, o feyizden dalga dalga coşan
sesini yücelt. Adem’i bile kendinden geçiren, gök ehlinin bile akıllarını hayrete
düşüren o nefhayla sesini yükselt!” buyurdu.
Mustafa o güzel sesle kendinden geçti. Ta’ris gecesinde namazı kaçtı. O mübarek
uykudan baş kaldırmadı; sabah namazının vakti geçip kuşluk çağı geldi. Ta’ris gecesi,
o gelinin huzurunda tertemiz canları, el öpme devletine erişti.
Aşk ve can... her ikisi de gizli ve örtülüdür. Allah’a "gelin" dediğim için beni
ayıplama.
Sevgili benim sözüme darılsaydı susardım; bana bir lahzacık mühlet verseydi sükut
ederdim.
Fakat “Söyle, bu söz ayıp olmaz. Senin sözün, gayb alemindeki kaza ve kaderin
zuhurundan başka bir şey değildir” demekte. Ayıptan başka bir şey görmeyene
ayıptır. Fakat gayb aleminin pak ruhu, hiç ayıp görür mü? Ayıp cahil mahluka nispetle
ayıptır; makbul Allah’a nispetle değil.
Küfür bile yaratana nispetle bir hikmettir. Fakat bize nispet edecek olursan bir afet,
bir felakettir. Birisinde yüzlerce faziletle beraber bir de ayıp bulunsa o ayıp nebatatın
sapı mesabesindedir. Terazide her ikisini de birlikte tartarlar. Çünkü, nebatat ve sap;
ikisi de bedenle can gibi bağdaşmıştır.
Şu halde büyükler, bu sözü boş yere söylemediler: Temiz kişilerin cisimleri de, can
gibi saftır. Onların sözleri de nişanı olmayan ve bir kayda gelmeyen can olmuştur,
nefisleri de suretleri de. Onlara düşman olanların canları ise sırf cisimdir. O düşman,
tavla oyununda kırılmış zar gibi faydasızdır, ancak bir addan ibarettir.
Düşman toprağa girdi, tamamı ile toprak oldu. Bu ise tuzlaya düşüp tamamı ile
arındı. O tuz, öyle bir tuzdur ki Muhammed, ondan meslahat kazanmış, o yüzden
melih sözü fasih olmuştur.
Bu tuz, bu melahat, ondan miras kalmıştır; varisleri de seninledir, ara bul! Varisler
senin huzurunda oturuyorlar, fakat nerede senin huzurun? Senin önündedirler, fakat
nerede önü sonu düşünen can.
Eğer sen, kendinde ön, art olduğunu sanıyorsan cisme bağlısın, candan mahrumsun.
Alt, üst, ön, art; cismin vasfıdır. Nurani olan can ise bunlardan münezzeh ve
cihetsizdir.
Kıs...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2 3   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes