> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mevlana Kitaplığı > Mesnevi-i Şerif Tercümesi IV.
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mesnevi-i Şerif Tercümesi IV.  (Okunma Sayısı 2552 defa)
27 Ocak 2010, 17:32:11
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 27 Ocak 2010, 17:32:11 »



Mesnevi-i Şerif Tercümesi IV.

Rahman ve Rahim Allah adiyle
Bu faydası en ulu olan en güzel konağa dördüncü göçtür. Bahçeler nasıl gök gürleyince sevinir, gözler nasıl uykuyla
uzlaşırsa bunu görünce de ariflerin gönülleri öyle neşelenir. Rubların huzuru, bedenlerin şifası bu dördüncü göçtedir. Bu
göç, tam ihlas sahiplerinin sevip istedikleri, yolcuların dileyip arzuladıkları gibidir. Gözlere nurdur, ruhlara neşe.
Devşirenlere yemişlerin en güzeli,en iyisi…Dileklerin,isteklerin en hoşu,en ulusudur. Hastayı doktoruna çeker götürür.
Aşıkı sevgilisine alır ulaştırır. Hamdolsun Allah’ya, bu dördüncü göç ihsanların en büyüğüdür; dilenen şeylerin en
nefisidir. Ülfet zamanını yeniler, mihnet çekenlerin güçlüğünü kolaylaştırır. Hak’tan uzak kalan, buna bakar okursa
açıklanmasını arttırır. Kutluluğa eren kişinin de sevincini, şükrünü çoğaltır. Hanende kadınlar kendilerini bezerler ya.. işte
bunu okuyan kişinin gönlünde de o hanendelerin göğüslerine asıp taktıkları inci, elmas ve mücevherlerden meydana
gelen sevinçten ziyade bir sevinç ve neşe hasıl olur. Bu, ilim ve amel ehline mükafattır ! Bu dördüncü göç doğmuş bir
dolunaya benzer.. Gitmişken geri gelen devlet gibidir. Umanların ümit üstüne ümitlerini arttırır durur.
Ey Hak Ziyası Hüsameddin, sen öyle bir ersin ki Mesnevi, senin nurunla ayı bile geçti, aydan bile parlak bir hale geldi.
Ey lütfu, keremi ile umulan, yüce himmetin bu Mesnevi’yi nereye çekmekte? Allah bilir.
Bu Mesnevi’nin boynunu bağlamış, bildiğin yere doğru çekmektesin.
Mesnevi, koşup gitmekte... çeken gizli. Fakat görecek gözü olmayan gafilden gizli.
5. Mesnevi’nin yazılmasına önce sen sebep olmuşsun... artar, uzarsa arttıran, uzatan yine sensin.
Madem ki sen böyle istiyorsun. Allah da böyle istiyor... Allah, takva sahiplerinin dileğini ihsan eder.
Evvelce sen, varlığını Allah’ya verdin... karşılık olarak Allah da varlığını sana verdi.
Mesnevi, sana binlerce şükretmede... ellerini kaldırıp dualar eylemede...
Allah, Mesnevi’nin diliyle, eliyle sana şükrettiğini gördü de ihsanlarda bulundu, lütuflar etti, keremini çoğalttı.
10. Çünkü Allah, şükredenin nimetini çoğaltmayı vadetmiştir.Nitekim secdenin karşılığı, Allah’ya yakın olmaktır.
Allahmız “Secde et de yaklaş” dedi... bedenlerimizin secde etmesi, canlarımızın Allah’ya yaklaşmasına sebeptir.
Mesnevi, ziyadeleşiyorsa, uzuyorsa bu yüzden ziyadeleşiyor, bu yüzden uzuyor... fazla ve büyük görünmek için değil!
Üzüm çubuğu, yazdan nasıl hoşlanırsa, onunla nasıl bağdaşmışsa biz de seninle öyle bağdaşmışız, senden öyle
hoşlanmaktayız... istiyorsan emret, çek de çekip götürelim!
Ey sabır, varlığın anahtarıdır sırrının emîri, bu kervanı güzel güzel ta hacca kadar çek, götür!
15. Hac, Allah evini ziyarettir, ev sahibini ziyaretse erliktir.
Hüsameddin, sen bir güneşsin, onun için sana ziya dedim... bu iki söz, Hüsam ve Ziya, senin vasıflarındır.
Bu Hüsam ve Ziya birdir... şüphe yok ki güneşin kılıcı ziyadandır.
Nur, ayındır, bu ziya da güneşin... Kuran’ı oku da bak!
Babacığım, Kuran güneşe ziya dedi, aya da nur... hele bak da gör!
20. Güneş, aydan daha üstündür ya... Şu halde Ziya’yı da mertebe bakımından nurdan üstün bil!
Hiç kimse gidilecek yolu ay ışığıyla görmedi de güneş doğunca yol meydana çıktı, göründü.
Güneş, alınacak, satılacak şeyleri güzelce gösterdi de bu yüzden pazarlar gündüzleri kuruldu.
Kalp akçeyle sağlam akçe iyice ayırdedilsin, kimse hileye kapılmasın, aldanmasın diye.
Güneşin nuru yeryüzüne adamakıllı vurdu, alışveriş edenler için âlemlere rahmet kesildi.
25. Fakat bu, kalpazanların istemedikleri bir şeydir. Onlara pek ağır gelir bu iş... çünkü güneşin nuru, onların işine kesat
verir, kalp akçeleri görünür, fark edilir de geçmez olur?
Kalp akçe, sarrafın can düşmanıdır... yoksula köpekten başkası düşman olur mu?
Peygamberler, düşmanlarla savaşırlar... melekler de “Yarabbi, sen koru!” diye dua ederler.
Allah’nın pek nurlu olan bu kandili hırsızların üflemesinden, onların nefesinden uzak tut!
Hırsız ve kalpazan, nura düşmandır vesselâm...ey feryada yetişen Allah, sen feryadımıza yetiş!

30. Hüsameddin, bu dördüncü deftere nurlar saç! Çünkü güneş de dördüncü kat gökten doğar, âlemi nurlara gark eder.
Sen de bu dördüncü defterle âlemlere güneş gibi nurlar saç da şehirlerle ülkelere parlarsın, her tarafı nura gark etsin!
Bu kitap, masal diyene masaldır... fakat bu kitapta halini gören, bu kitapla kendini anlayan kişi de erdir!
Mesnevi, Nil ırmağının suyudur... Kıptiye kan görünür ama Musa kavmine kan değildir, sudur!
Bu sözün düşmanı, şimdi gözüme şöyle görünmede... Cehenneme baş aşağı düşmüş!
35. Ey Hak Ziyası, sen onun halini gördün... Hak, sana, onun işlerine karşılık verdiği cevabı gösterdi!
Gayb âlemini gören gözün, gayb âlemi gibi üstattır. Bu görüş, bu ihsan, şu âlemden eksik olmasın!
Bizim halimiz olan şu hikâyeyi burada tamamlarsan yakışır.
Adam olmayanları, adam olanların hatırı için bırak; hikâyeyi bitir, hikâyeye son ver!
Hikâye üçüncü cilt de tamamlanmadıysa işte dördüncü cilt... onu, burada düzene koy, tamamla!
Âşıkın ,bekçiden kaçıp bilmediği bir bağa girmesi sevgilisini orada bulması ve neşesinden bekçiye hayır duada
bulunması,’’öyle şeyler oluverir ki siz,onlardan hoşlanmazsınız,halbuki o,sizin için hayırlıdır’’ âyetini okuması
40. O adamın, bekçiden korkup bağa at sürdüğünü anlatıyorduk.
O adamın âşık olup bu dertle tam sekiz yıl yanıp yakıldığı güzel de meğerse o bağdaymış!
Âşık o sevgilinin gölgesini bile görmeye imkân bulamıyordu. Ancak Zümrüdüanka’yı duyar gibi onun da vasfını
işitmekteydi.
Kazara nasılsa onu, bir kerecik görmüştü, o ilk görüşte ona vurulmuş, ona gönül vermiş gitmişti.
Ondan sonra ne kadar çalıştı çabaladıysa o sert huylu dilber, bir türlü mecâl vermemiş, bir türlü kendisini göstermemişti.
45. Ne yalvarmanın bir çaresi olmuştu, ne mal, mülk vermenin... o fidan sevgilinin gözü toktu, tamahı yoktu!
Allah, her hüner ve sanata, her dilenen ve istenen şeye âşık olan kişinin dudağını, ilk önce o şeye dokundurur, ona
lezzeti tattırır...
Ondan sonra âşıklar, o lezzetle, dileklerini aramaya koyuldular mı her gün önlerine bir tuzak çıkarır, ayaklarına bir bağ
vurur!
Aramayıp taramaya giriştiler mi “hele nikâh parasını getir bakalım” diye kapıyı kapar.
Âşıklar da, o ümitle döner dolaşır, koşarlar... Her an ricaya düşerler, her an ümitsizliğe kapılırlar.
50. Herkesin, bir şey elde edeceğim diye bir ümidi vardır... nihayet bir gün olur, ona bir kapı da açarlar.
Açarlar ama hemencecik yine o kapıyı örterler. O kapıya tapan, oraya ümit bağlayan kişi de ümitlenir, o ümitle ateş
kesilir, işe girişir!
O genç de hoş bir halde o bağa girince ansızın ayağı defineye batıverdi!
Allah bekçiyi sebep etti... bekçi korkusundan geceleyin koşa koşa bağa girdi, sığındı da,
Bağdan geçen ırmağa yüzüğünü düşürmüş olan sevgilisinin elinde bir fener, yüzüğünü aramakta olduğunu gördü.
55. O anda neşesinden Allah’ya şükürler ederek bekçiye hayır dualarda bulunmaya başladı:
“Bekçiden huylanıp kaçtım, ziyanlara girdim, ama yarabbi, sen onun yirmi misli altın ve gümüşü onun başına saç!
Onu, kötü kişilerin şerrinden kurtar... ben nasıl neşelendiysem onu da sen neşelendir!
Onu bu âlemde de mesut et, o âlemde de... Onu kötülükten, köpeklikten kurtar!
Allah’m, gerçi o kötü kişinin huyu daima halkın belasını istemektir. ( ama yine sen onu koru).
60. Kötü kişi, padişah, Müslümanları suçlu buldu diye bir haber duydu mu semirir, neşelenir...
Yok... eğer padişah, merhamet etti, o cezayı cömertliğiyle Müslümanlardan bağışladı diye bir söz duysa,
Bu söz yüzünden canı sıkılır, yaslara düşer... kötü kişide daha buna benzer yüzlerce yomsuzluklar vardır.
Fakat o âşık, kötü bekçiye hayır dualar edip duruyordu. Çünkü rahata onun yüzünden kavuşmuştu.
Bekçi herkese zehirdi, fakat ona panzehir!Bekçi, onun sevgilisine kavuşmasına sebep olmuştu.
65. Görüyorsun ya, dünyada mutlak olarak kötü bir şey yoktur. Kötü, buna nispetle kötüdür. Sonra şunu da bil ki,
Âlemde hiçbir zehir, yahut şeker yoktur ki birine ayak, öbürüne ayakkabı olmasın!
Evet... birine ayak olur, öbürüne bukağı. Birisine zehirdir, öbürüne şeker gibi tatlı!
Yılanın zehiri, yılana hayattır, insanaysa ölüm!
Deniz mahlûklarına deniz, bağ, bahçe gibidir...fakat karada yaşayanlara ölümdür, dağdır!
70. Ey iş eri, bu nispeti birden tuttur da böylece bine kadar saya dur!
Zeyd, birisine göre şeytandır, öbürüneyse sultan!
O, zeyd pek yüce bir kişidir der... bu zeyd gebertilecek bir kâfirdir der!
Zeyd, bir adamdır ama ona öyledir, bunaysa baştanbaşa zahmettir, ziyandır!
Eğer onun, sana göre de şeker hâline gelmesini istiyorsan var, onu aşıklarının gözüyle gör!

75. O güzele kendi gözünle bakma... isteneni isteyenlerin gözüyle gör!
Kendi gözünü yum..gözünün yerine, ona aşık olanlardan ariyet bir göz edin...
Hattâ âriyet olarak ondan bir göz, bir görüş, al da onun yüzüne, onun gözüyle bak!
Bak da bıkmadan, usanmadan emin ol. İşte ululuk ıssı peygamber, bunun için “Kim kendini Allah’ya verirse Allah,
kendisini ona verir” dedi...
“Onun gözü de ben olurum, eli de, gönlü de... bu suretle devleti, bahtsızlıktan kurtulur” buyurdu.
80. Ne olursa olsun, kötü ve istenmeyen bir şey bile olsa değil mi ki sana kılavuzluk etti,sevgiline ulaştırdı, sevimlidir,
dosttur!
Vâza başladı mı zâlimlere,taş yüreklilere ve itikatsızlara dua eden vaiz
Bir vaiz vardı... mimbere çıktı mı yol kesenlere duaya başlar,
Ellerini kaldırıp “Yarabbi, kötülere, fesatçılara, isyancılara merhamet et!
Hayır sahip...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mesnevi-i Şerif Tercümesi IV.
« Posted on: 26 Nisan 2024, 03:16:32 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mesnevi-i Şerif Tercümesi IV. rüya tabiri,Mesnevi-i Şerif Tercümesi IV. mekke canlı, Mesnevi-i Şerif Tercümesi IV. kabe canlı yayın, Mesnevi-i Şerif Tercümesi IV. Üç boyutlu kuran oku Mesnevi-i Şerif Tercümesi IV. kuran ı kerim, Mesnevi-i Şerif Tercümesi IV. peygamber kıssaları,Mesnevi-i Şerif Tercümesi IV. ilitam ders soruları, Mesnevi-i Şerif Tercümesi IV.önlisans arapça,
Logged
27 Ocak 2010, 17:33:16
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 27 Ocak 2010, 17:33:16 »

1240. Firavun, Musa’nın sözlerini işittikçe kaç defa yumuşadı, ram oldu.
Musa’nın sözleri, öyle sözlerdi ki o eşsiz sözlerin güzelliğini duysa, taştan süt akardı.
Fakat huyu kinden ibaret olan veziri Haman’la görüşüp danışınca,
Haman, ona “Şimdiye kadar padişahtın... şimdi bir yamalı hırka giyenin hilesine kapılıp kul mu oldun?” derdi.
Bu söz, mancınıktan atılan taş gibi gelir, Firavun’un sırçadan yapılma sarayını kırıverirdi!
1245. Güzel sözlü Kelîm’in yüz gün uğraşıp yaptığını o, bir anda yıkar giderdi!
Senin aklın da vezirdir ve heva ve hevesine mağlûptur... vücudun da Allah yolunu kesip durmaktadır...
Allah’ya mensup bir öğütçü, sana öğüt verse o sözü, bir hileyle tesirsiz bırakmakta;
Bu, yerinde bir söz değil, kendine gel de yerinden, yurdundan olma... iş öyle değil, kendine gel, delirme demektedir.
Vay o padişaha ki veziri budur... her ikisinin yeri de kin güden cehennemdir.
1250. Ne mutlu o padişaha ki müşkül işe düştü mü elini tutacak Asaf gibi bir veziri vardır.
Adaletli padişah, Asaf’a eş oldu mu artık adı “Nur üstüne nur” olur...
“Padişah Süleyman” veziri de Asaf oldu mu nur üstüne nurdur, amber üstüne amber!
Fakat padişah Firavun, veziri de Haman olursa ikisi de talihsizlikten, kötülükten kaçamazlar, çaresiz perişan olur
giderler!
Karanlıklar üstüne çöken karanlıklara düşerler de ne akıl, onlara yâr olur, ne de kıyamet günü devlete erişirler!
1255. Ben kötülerde kötülükten başka bir şey görmedim... sen gördüysen var selâm söyle!
Padişah cana benzer, vezir de akla... fesatçı akıl, ruhu kötülüklere götürür.
Akıl meleği Harut’laşınca yüzlerce kötü kişiye sihir öğretir!

Cüz’i aklı kendine vezir yapma. Aklı küllü vezir yap padişahım.
Heva ve hevesini kendine vezir yapma da pak canın namazdan, niyazdan kalmasın.
1260. Çünkü bu heva ve heves, hırslarla doludur ve içinde bulunduğu hali görür... aklın düşüncesiyse din gününün
düşüncesidir.
Aklın gözleri işin sonunu gözetir... akıl, bir gül için diken zahmetini çeker durur!
Fakat o gül, öyle bir güldür ki ne solar, ne de güzün dökülür... koku almayan her kötü kişinin burnu ondan uzak olsun!
Devin, Süleyman aleyhisselâm’ın makamına geçip oturması ve Süleyman aleyhisselâm işlerine benzer işler yapması,her
ikisi arasında görünüp duran fark ve devin,kendisine Davut oğlu Süleyman adını takması
Aklın varsa başka bir akılla dost ol, görüş, danış!
İki akılla bir çok belâlardan kurtulur, ayağını göklerin ta yücesine korsun!
1265. Dev kendine Süleyman adını taktı, devleti elde etti, ülkeyi hükmüne aldı.
Süleyman’ın yaptığı işleri görmüştü, onun gibi hareket ediyordu... fakat iç yüzden yine devliği suratına vurmakta,
devliği görünüp durmaktaydı!
Halk, bu Süleyman’da o nur o temizlik yok; Süleyman’dan Süleyman’a ne farklar var.
O uyanıklığa benziyordu, buysa derin bir uyku gibi. Âdeta o Hasanla bu Hasan gibi aralarında pek büyük bir fark var
diyordu.
Dev de, “ Allah benim şeklimde güzel bir dev yaratmıştır.
1270. Bir dev’e benim suretimi vermiştir; sakın o, sizi aldatmasın.
Meydana çıkar da Süleyman benim diye dâvaya kalkışırsa sakın onun suretine itibar etmeyin” diyordu.
Dev, hileyle onlara bu sözleri söylüyordu ama iyi adamların gönüllerinde bunun aksi görünmekteydi.
İyiyi kötüyü fark eden adamla oyun olmaz; hele o adamın bu fark edişi ve aklı, gaypları görür söylerse!
Hiçbir büyü hiçbir şeytanlık ve hile,devlet sahibi olanların gönüllerine perde geremez.
1275. Onlar, kendi kendilerine “A eğri sözlü, tersine gidiyorsun...
Böyle tersine tersine gide gide ,ta cehennemin en dibine kadar gideceksin ya!
Süleyman, Süleymanlıktan kaldı, yoksul oldu ama alnında o aydın dolunay parlayıp durmada.
Sen, nihayet bir yüzüktür kapmışsın ama zemheri gibi donmuş kalmış bir cehennemsin yine!
Biz neredeyiz... ululuk, sayvan ve kök önünde secde etmek nerede? Böyle şeylerin önüne baş komak şöyle dursun,
hayvan tırnağını bile komayız biz!
1280. Hattâ gaflete düşer de baş komaya kalkarsak bile bir pençe gelir, başımızı yerden iter, mâni olur...
Bu aşağılık kişiye baş komayın, kendinize gelin... bu bayağı adama secde etmeyin der” demekteydiler.
Ben, bu cana canlar katan hikâyeyi anlatmaya kalkardım ama Allah gayreti olmasaydı!
Kanaat et, bu kadarcığını kabul eyle de başka bir vakit bunu anlatayım!
Dev, adını Süleyman Peygamber taktı ama ancak çoluk çocuğu kandırmak için!
1285. Namuzsuzun suretini, adını bırak... lâkaptan addan kaç, mânaya yürü!
Onu halinden işinden sor... onu halinde işinde ara!
Süleyman aleyhisselâm’ın,Mescid-i Aksâ bittikten sonra ibadet etmek ve ibadet edenlerle itikâfa girenleri irşat eylemek
için her gün mescide gelmesi ve mescidde otlar,kökler bitmesi
Her sabah Süleyman Mescid-i Aksâ’ya gelir, tam bir ihlâsla Allah’ya ibadet ederdi.
Her gün, mescidde yeni bir otun bittiğini görür, adın nedir, ne faydan var?
Ne biçim ilâçsın, nesin, sana ne derler... kime ziyansın, faydan kime? diye sorardı.
1290. Her ot, adını, tesirini söyler; “Şuna can’ım, öbürüne zehir...
Buna zehirim, ona şeker... adım, kader levhinde şudur diye dile gelirdi.
Doktorlar Süleyman’dan o otu öğrenirler,bilgi sahibi olurlar, ona uyarlardı.
Bu suretle doktorluk kitapları düzdüler... bedenleri hastalıklardan kurtardılar.
Bu nücum ve tıp bilgileri, Peygamberlerin vahiyleridir...yoksa akıl ve duygunun o tarafa nereden yolu olacak?
1295. Cüz’i akıl, bir şeyden hüküm çıkaracak akıl değildir. O, ancak fen sahibinden fenni kabul eder, öğrenmeye
muhtaçtır.
Bu akıl, öğrenmeye ve anlamaya kabiliyetlidir. Ama vahiy sahibi ona öğretir.
Bütün sanatlar, şüphe yok ki önce vahiyden meydana gelir, fakat sonra akıl, onların üstüne bazı şeyler katar!
Dikkat et de bak! Bizim bu aklımız, hiçbir sanatı, usta olmadıkça öğrenebiliyor mu?
Hile kılı kırk yarar ama usta olmadıkça hiçbir sanatı elde edemez!
1300. Sanat bilgisi, bu akılla olsaydı ustasız bir sanat meydana gelirdi!

Âlemde mezar kazıcılık ve mezar yokken Kaabil’in mezar kazıcılığını kargadan öğrenmesi
Mezar kazma, en bayağı bir sanat... düşünceden, düzenden, fikirden doğacak değil ya!
Fakat Kaabilde bu anlayış olsaydı Hâbili başı üstünde taşır mıydı?
Ben bu ölüyü, bu kana, toprağa karışmış ölüyü ne yapayım, nasıl yok edeyim der miydi?
Bir de gördü ki bir karga, ölü bir kargayı ağzına almış, hemen geldi...
1305. Havadan indi Kaabil’e öğretmek için mezar kazıcılığına başladı.
Tırnaklarıyla yerden bir toz kopardı, yeri kazıp hemen hemen ölü kargayı o mezara koydu;
Gömüp üstünü toprakla örttü... bu suretle karga, Allah ilhamı ile bilgi sahibi oldu.
Kaabil, bunu görünce yuh olsun benim aklıma dedi... bir karga bile bilgide benden üstün!
Allah, Aklıküll’e “Mazagalbasar” dedi... fakat cüz’i akıl her yana baka durur.
1310. Has kişilerin nuru, Mazagalbasar aklıdır... karga aklıysa ölülere mezar kazma üstadı!
Karga, ardınca uçan canı nihayet mezarlığa götürür!
Kendine gel de kargaya benzeyen nefsin ardından koşma...çünkü o,seni mezarlığa götürür,bağa ,bahçeye değil!
Eğer gideceksengönül ankasının ardından git...Kafdağına,gönül Mescid-i Aksâ’sına var!
sevdanla her an,senin Mescid-i Aksa’nda yeni bir ot yeni bir kök bitmede!
1315. Süleyman gibi sen de onlara dikkat et... onları izle, onların üstüne ret ayağını koyma!
Çünkü bu durup duran yeryüzünün halini sana çeşit çeşit otlar anlatır.
Yerde şeker kamışı mı bitmiş, yoksa alelâde kamış mı... her biten ot, bittiği yerin halini, kabiliyetini bildirir!
Gönülden de fikirler biter, gönlün nebatatı da fikirlerdir. Bu fikirler de gönüldeki sırları gösterir.
Mecliste bana söz söyletecek adam bulsam çimenlik gibi yüz binlerce gül bitiririm.
1320. Fakat söz söylerken de nefes öldüren bir pezevenk olsa gönüldeki nükteler hırsız gibi kaçar.
Herkesin hareketi kendisini çeken ne yandaysa o taraftadır... doğru adamın çekişi, yalancının çekişine benzemez.
Gâh sapık bir halde, gâh doğru yolu bulmuş olarak gider durursun...ne seni sürükleyen ip meydandadır, ne çeken
adam!
Kör bir deveye benzersin... boynundaki yular seni yeder durur; fakat sen çekeni gör, yuları değil!
Çekeni ve yuları görsen senin için bu âlem aldanma yurdu olmazdı.
1325. Kâfir, köpeğin ardına düşüp gittiğini görseydi güçlü kuvvetli Şeytan’a maskara olur muydu hiç?
Onun ardına bir namussuz gibi düşer miydi hiç? Hemencecik ayağını çeker, kurtulurdu!
Sığır kasapların ne yapacağını bilseydi hiç onların peşine düşer, dükkâna gider miydi?
Yâhut ellerinden kepek yer miydi... yâhut da onların yüze gülücüğüne aldanır onlara süt verir miydi?
Hattâ ot yese bile, neden beslendiğini bilseydi hiç o otu hazmedebilir miydi?
1330. Şu halde âlemin direği gafletten ibarettir...devlet nedir? Dev yani koş kelimesiyle let yani dayak kelimesinden
meydana gelme bir kelime!
Önce koş... koş da sonunda dayak ye! Bu yıkık yerde devlet sahibine eşekçesine ölümden başka hiçbir şey yok!
Sen, bir işe el atar, o işe iyice sarılırsın...o işteki ayıp ve noksan o anda sana örtülüdür.
Allah, senden o işin ayıbını örttüğünden canla başla o işe girişebilirsin.
Hararetle sahip olduğun fikrin de ayıbı senden gizlidir.
1335. Sana o fikirdeki ayıp ve kusur belli olsaydı ondan kaçardın...canın, bu fikirle aramda keşke mağriple maşrik arası
kadar uzaklık olsaydı der!
Nihayet ondan usanır, pişman olursun ya...bu hal, evvel olsaydı hiç ona koşar mıydın?
Şu halde ona girişelim, kaza ve kadere uygun olarak o işi görelim diye önce ondaki ayıbı, kusuru, bizden gizlemiştir.
Kaza ve kader, hükmünü izhar edince göz açılır, pişmanlık gelir, çatar!
Bu pişmanlıkta ayrı bir kaza ve kaderdi...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

27 Ocak 2010, 17:34:30
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 27 Ocak 2010, 17:34:30 »

2195. Upuzun, uçsuz bucaksız çöllerde gâh topallayıp meyus olarak, gâh koşup yortarak gider durur.
Bir kandil yoktur ki önünde tutsun, önünü görsün... hatta yarım bir ışık bile bulamaz ki ondan bir nur dilensin.
Aklı yoktur ki dirilikten dem vursun, yarım aklı bile yoktur ki ölsün, kendisini ölü bilsin.
O akıllıya karşı tam bir ölü hale gelsin de kendisini aşağılık yerden dama yüceltsin!
Tam aklın yoksa kendini ölü hale getir... sözü diri bir akıllıya sığın.
2200. Böyle olmayan adam diri değildir ki İsa’ya hemdem olsun... ölü değildir ki İsa’nın ölüleri dirilten nefesine mazhar
olsun.
Kör canı her yana adım atar, sıçrar durur ama bir türlü kurtulamaz.
Gölcük,gölcükte balık avlayanlar,birisi akıllı,öbürü yarı akıllı,üçüncüsü de mağrur,aptal,gafil ve değersiz üç balıkla
âkıbetleri
A inatçı, bu, içinde üç büyük balık bulunan gölcüğün hikayesine benzer.
“Kelile” de okumuşsundur ama o kabuktan ibarettir, bu anlatışımızsa canın ta içidir.
Birkaç balıkçı, o gölcüğün yanından geçtiler, o balıkları gördüler.
2205. Derhal koşup ağ getirmeye gittiler. Balıklar bunu anladılar...
İçlerinden akıllı olan yola düştü; hiç de gidilmesi istenmeyen o güç yola yürüdü.
Bunlarla danışmayayım dedi türlü, türlü fikirlerde bulunur, azmimi gevşetirler.
Yurtlarının sevgisine kapılırlar; tembellikleri, bilgisizlikleri bana da sirayet eder.
Danışmak için bir iyi ve diri kişi lâzım ki seni de diriltsin, fakat nerede öyle bir diri?
2210. Ey yolcu yolcuyla danış, kadınla değil... çünkü kadının reyi seni topal eder.
Vatan sevgisinden dem vurma; durma,yürü... vatan oradadır, burada değil canım efendim!
Vatan istiyorsan ırmağın o tarafına geç... bu doğru hadisi eğri ve yanlış okuma!
Abdest alanın yıkadığı uzuvlarda dua okunmasının sırrı
Hadiste abdest alınırken yıkanan her uzuv için ayrı dua rivayet edilmiştir.
Burnunu yıkar, burnuna su çekerken gani Allahdan cennet kokusu iste.
2215. İste de bu koku, seni cennete çeksin götürsün... gül kokusu gül bahçesinin delilidir.
Apdest bozduktan sonra yıkanırken de okunacak virt edilecek dua şudur: Yarabbi sen beni bu pislikten arıt.
Benim elin buraya yetişti, burasını yıkadı... elim canımı yıkamada gevşek.
Adam olmayanların canları, ihsanınla adam olmuştur... canlara erişen, senin lütuf ve kerem elindir.
Ben aşağılık bir kişiyim... buna kudretim yetişti. Ey kerem sahibi Allah, arıtmaya kudretim olmayan iç pisliğimi de sen
temizle!
2220. Rabbim ben pislikten derimi yıkadım, arıttım... içimi de hâdiselerden sen yıka, arıt!
Birisinin abdest bozduktan sonra yıkanırken,temizlenirken okunacak olan “Allah’m,beni tövbeedenlerden ve iyice
temizlenenlerden et” duasını okuyacak yerde abdest alırken burna su verildiği sırada okunan “Allah’m sen bana cennet
kokusunu koklat”duasını okuması ve duyan bir azizin dayanamaması
Birisi apdest bozduktan sonra temizlerken “Yarabbi, beni cennet kokusu ile eş et” diye dua etti.
Birisi duyup dedi ki: “Güzel dua ettin ama deliği kaybetmişsin!
Bu dua, apdeste burna su verilirken okunacak dua... sen burun duasını oturak yerini yıkarken okuyordun!”
Hür kişi cennet kokusunu burnundan duyar... hiç oturak yerinden cennet kokusu gelir mi?
2225. Ey aptal kişilere karşı alçaklık gösterip de padişahlara karşı ululanan,
O ululuk, aşağılık adamlara karşı olursa güzeldir, iyidir... fakat kendine gel, tersine hareket etme; bu, senin yolunu
bağlar!

Gül, burun için bitti,yetişti... a hoyrat adam koku almak burnun işidir.
Ey yiğit, gül kokusu burun içindir... bu aşağıdaki delik, o kokunun yeri değildir.
Hiç buradan sana cennet kokusu gelir mi? Sana koku lazımsa yerinden ara!
2230. Bunun gibi “Vatanı sevmek imandandır” hadisi de doğru ama hocam, önce iyice vatanı tanı!
O akıllı balık dedi ki: Bir yol bulayım da gönlümü şunlarla danışmadan, şunların reyine uymadan çekip çevireyim.
Kendine gel şimdi danışma zamanı değil; yola düş... Ali gibi kuyuya ah et.
O ahın mahremi pek azdır... geceleri git, hem de bekçi gibi gizlice yürü.
Bu gölcükten denize doğru git... denizi ara, şu girdabı bırak.
2235. Göğsünü ayak yaptı da yola düştü... çekingen balık, o tehlikeli yerden ta nur denizine kadar yürüdü, denize ulaştı.
Ardına köpek düşen ceylan, hayatından bir damar bile kalsa koşar ya... işte o da onun gibi koşmaktaydı.
Artık köpek varken tavşan uykusuna dalmak hatadır... zaten korkan adamın gözüne uyku girer mi?
O balık gitti deniz yolunu tuttu... pek uzun olan o yola düştü.
Bir hayli zahmetler çekti, fakat sonun da emniyet ve afiyet makamına yetişti.
2240. Kendisini uçsuz bucaksız, hiçbir yandan kıyısı görünmez denize attı.
Derken balıkçılar ağ getirdiler... yarı akıllının neşesi bozuldu, ağzının tadı kaçtı.
Dedi ki: Eyvahlar olsun..Fırsatı fevtettim, nasıl oldu da o yol gösterene arkadaş olmadım?
O ansızın gitti... gitti ama benim de hararetle ardına düşmem gerekti.
Fakat geçene acınmak hatadır... gitti mi gitti gider! Gayrı onu anmanın hiçbir faydası yoktur!
Tutulan kuşun,geçmiş zamana pişman olma,içinde bulunduğun vaktin kıymetini bil,bundan istifadeye çalış,pişmanlıkla
vakit geçirme diye nasihati
2245. Birisi hileyle tuzağına bir kuş düşürdü. Kuş, ona dedi ki: Ey ulu hoca.
Sen birçok öküzler, koyunlar yedin... birçok develer kurban ettin.
Dünyada onlarla bile doymadın... benimle de doymazsın sen!
Beni bırak da sana üç öğüt vereyim... bak bakalım aptal mıyım, akıllı mıyım?
Birinci öğüdü elimdeyken vereyim, ikincisini samanla karışık balçıktan yapılma damının üstünde.
2250. Üçüncüsünü de ağacın üstünde veririm... bu üç öğütle bahtın iyileşir.
Elindeyken vereceğim öğüt şu: Olmayacak söze kim söylerse söylesin inanma.
Bu ulu öğüdü elindeyken verip azat oldu, duvarın üstüne konup,
Dedi ki: Geçmiş gitmiş şeye gam yeme... fırsatını kaybettin mi üzülme artık!
Sonra “Şu küçücük bedenimde on dirhem ağırlığında paha biçilmez bir inci var.
2255. Seni de oğullarını da devlete eriştirdi... o inci senin hakkındı...
Fakat kısmetin değilmiş, kaçırdın... öyle bir inci dünyada bulunmaz” dedi.
Adam gebe kadın doğururken nasıl feryat ederse öyle bağırmaya başladı.
Kuş dedi ki: Sana geçmiş şeye gam etme diye nasihat etmedim mi,
Mademki geçip gitti, neden gam yersin? Ya öğüdümü anlamadın, yahut da sağırsın sen.
2260. Sonra bir de sana sapıklığa düşme olmayacak söze sakın inanma demedim mi? Bu ikinci öğüdüm değil miydi?
Ben, kendim üç dirhem gelmem aslanım... içinde on dirhemlik inci nasıl bulunur?
Adam, bu söz üzerine kendine geldi, hadi dedi... o üçüncü güzel öğüdü de ver bakalım!
Kuş dedi ki: Evet. Allah için o ikisini iyi tuttun da üçüncüsünü sana bedava söyleyeceğim ha!
Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır.
2265. Aptallık ve bilgisizlik yırtığı yama kabul etmez... ey öğütçü, ona hikmet tohumunu pek saçma.
O yarı akıllı balığın kurtulmak için bir çare düşünmesi ve kendisini ölü göstermesi
Öbür balık, o belâ çağında aklının gölgesinden ayrı düştü de dedi ki:
O, denize vardı, gamdan azat oldu... ben öyle bir iyi arkadaştan ayrıldım.
Fakat artık onu düşünmeyeyim de kendi kendime bir çare bulayım... şimdi kendimi ölü göstereyim ben...
Suyun üstüne çıkıp karnımı yukarıya, sırtı mı aşağıya verip kendimi salı vereyim... su, nereye götürürse gideyim.
2270. Yüzen kişi gibi değil de âdeta bir saman çöpü gibi su üstünde sürükleneyim.
Kendimi ölüye benzetip suya bırakayım... ölümden önce ölmek, azaptan kurtuluştur.
Ey yiğit ölümden önce ölmek emniyettir... bize Mustafa böyle buyurdu.
Dedi ki: Size ölüm, sınamalarla gelmeden hepiniz ölün.
Balık, gûya öldü, karnını yukarıya çevirdi... su, onu gâh yukarıya çıkarıyor, gâh aşağıya alıyordu.
2275. Balıkçıların her biri eyvah dediler... en iyi balık öldü... hepsi de pek kederlendi.

Balık onların eyvah demelerinden sevindi... bu oyunla kılıçtan kurtuldum galibi dedi.
Balıkçının biri onu yakaladı... tuh yazıklar olsun deyip fırlattı, toprağa attı.
Balık çırpına çırpına gizlice suya fırladı gitti. Öbür ahmak, ıstıraplar içinde kalakaldı.
O ahmak sıçrayıp kilimini kurtarmak için sağa sola çırpındı durdu.
2280. Fakat avcılar ağı attılar... ağın içinde kaldı; ahmaklık onu ateşe attı.
Ateş üstünde tava içinde ahmaklıkla eş oldu.
Ateşin hararetiyle kızıp kaynadıkça akıl ona “sana hiç korkutucu bir zat gelmedi mi?” diyordu.
O da, o işkencenin, o belânın içinde kâfirlerin canları gibi “Evet, geldi” demekteydi.
Sonra da eğer bu sefer, şu boynumu kıran mihnetten kurtulursam,
2285.Denizden başka yerde yurt tutmam... bir gölcükte oturmam artık.
Uçsuz bucaksız bir su ararım da emin olayım... ebediyen emniyet ve sıhhat içinde ömür süreyim diyordu!
Ahmağın,bir belâya uğrayıncanadim olup ahdetmesinde bir vefa yoktur.”Onlar tekrar dünyaya döndürülseler yapmayın
diye nehyolundukları şeyleri yapmaya başlarlardı yine..onlar yalancılardır.”suphukâzibin vefası olamaz!
Akıl, ona diyordu k: Ahmaklık, seninle değil mi? Ahmaklıkla ahde vefa edilmez.
Ahitlerde vefa etmek, akılla olur... sense aklın yok a eşek değerli!
Akıl, ahdini hatırlar... akıl, unutkanlık perdesini yırtar.
2290. Aklın olmadı mı unutkanlık, sana hakim olur... sana düşmanlık eder, tedbirini bozar.
Aşağılık pervane, aklının azlığından kendini ateşe vurur... ateş, ateşin yakıcılığı, ateşin sesi, aklına bile gelmez.
Fakat kanadı yandı mı tövbe eder ama hırsı ve unutkanlığı yine onu ateşe atar.
Bir şeyi kavramak, anlamak, hıfzetmek ve hatırlamak, aklın işidir... akıl bunların derecesini yüceltir.
İnci olmayınca parlaklığı nasıl olur da bulunur? Hatırlatan olmayınca adam, o işt...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes