> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mevlana Kitaplığı > Mecalisi Seb´a
Sayfa: 1 [2] 3 4   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mecalisi Seb´a  (Okunma Sayısı 6862 defa)
30 Ocak 2010, 14:49:25
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #5 : 30 Ocak 2010, 14:49:25 »



Hamza´nın beline geldi, sancıldı. Hamza, mızrağı tutup bedeninden, kuvvetle çekti, çıkardı. Fakat bu işi başarıncaya dek de pek çok kan kaybetti. Vahşî´nin ardına düşmek istedi; fakat çok kan kaybettiğinden gücü pek azdı, yere yıkıldı; üç kez, Allah´a hamdolsun ki İslâm dini üzere can veriyorum; dünyayı ve parayı-pulu size bağışladı, ´dini ve Tanrıya ulaşmayı bize verdi; bu paya sevinmedeyiz biz dedi; "Biziz geçimlerini aralarında paylaştıran"(61) buyrulmuştur hani; o anda dünyayı terketti; "Biz Allahın´ız, gene de gerisin geri ona döneceğiz."(62) Ondan sonra esenlik ona, Mustafa Hamza´nın şehid olduğunu duydu. Bacağından yaralıydı; kâfirler, mübarek dişlerini kırmışlardı; bunca dostları kırılmıştı. Hamza´nın ölümü üzerine hepsini unuttu. Gidip Hamzanın başını kucağına aldı; mübarek yeniyle yüzünü arıttı; senin yerine öyle kâfir kırayım ki sayıya sığmasın diye andiçti. Sonunda âyet geldi: Biz Hamza´yı devletlere ulaştırmadık mı? Bu öcü gütme; çünkü senin yolun-yordamın lûtuftur, bağışlamaktır dendi. Kadınlardan, erkeklerden her bölük kendi şehidine ağlıyordu, feryad ediyordu. Allah rahmet etsin, Mustafa buyurdu ki: Ey benim Hamza´m, ey benim amcam, sana kimse ağlamıyor; oysa ağlanmaya sen daha lâyıksın; bil ki asıl sana ağlamak, sana feryad etmek gerek. Ağlaya-ağlaya mescide gitti; kadınlar geldiler; Allah ondan razı olsun, Hamza´ya, mescit kapısında ağladılar, feryad ettiler. Allah rahmet etsin, Peygamber, bir hayli ağladı; ondan sonra ellerini açıp Hamza´ya feryad eden kadınlara dua etti. Her şehide bir kez namaz kıldı; Hamza´ya yetmiş kez namaz kıldı. Vahşî, umutsuz bir hale geldi. Lanetlenmiş İblîs´in bütün soyuyla-sopuyla tövbesi kabul edilebilir de benim tövbem kabul edilmez; ben öyle bir iş işledim ki dedi; bütün peygamberlerin en iyisinin, en üstününün, gökteki bütün meleklerin gönül verdikleri zâtın, benim bu işim yüzünden mübarek gönlü öyle kırıldı ki N û h ömrünce yaşasam bu ömre on kez N û h ömrü katılsa, bütün ömrümce sabreden E y y u b gibi sabretsem, ummam ki tövbem kabul edilsin, bağışlanayım. Ah eder, dumanı göklere ağardı. Bundan sonra, Mekkede, nerde bir ağlayıcı ağlasa, Vahşî, o ölünün mezarının başına gider, başına topraklar serper, kadınlarla beraber ağlamaya koyulurdu. Ey Vahşî derlerdi, sen bu bizim ölümüzün akrabasından mısın? Derdi ki: Benim öyle bir yasım var ki, canım öyle bir yasa batmış ki, bütün dünyanın yasları, benim yasım. Bundan sonra, "Şüphe yok ki Allah, kendisine eş tanıyanları yarlıgamaz, ondan başka dilediğinin bütün suçlarını yarlıgar."(63) diye rahmet âyetleri geldi. Yâni kim, o, kadını, oğlu olmıyan padişaha şirk koşar, birisini eş tutarsa o yarlıganmaz; bundan başka dilediğinin bütün suçlarını bağışlar. Vahşî´ye, böyle vaad geldi diye bu âyeti haber verdiler. Vahşî, dedi ki: Bana şirk koşmayanın, bana eş tutmayanın yaptığı bütün suçları bağışlarım diyorsun ama dilediğim kulumun da diyorsun; biliyorum ben ki V a h ş î´yim, dilemezsin sen. Bu sözü dedi ve gözlerinden kanlı yaşlar akıtmaya başladı. Rahmet denizi coştu, köpürdü; cennet ırmakları rahmet sütüyle ağızlarınadek doldu. Rahmet eserlerini görüyoruz; rahmet denizinin coşup köpürüşünü seyrediyoruz; bakalım, acıyış ve yarlıgayış dalgası, toprak kıyısına ne biçim görülmemiş inciler atacak diye yedi göğün melekleri kanatlarını açtılar. Onlar, bu gürültüdeydi ki ezelde ve ebedde düşkünlerin ellerini tutan, sayısız bağışlarda bulunan, sevgilisi Mustafa´ya, Allah rahmet etsin ona, vahiy gönderdi: "De ki: Ey nefislerine uyup hadden aşırı hareket eden kullarım, Allah rahmetinden umut kesmeyin; şüphe yok ki Allah bütün suçları yarlıgar."(64) Ey benim kullarım, ey benim yanıp-yakılan kullarım, ey benim harmanı yanmış kullarım, ey dertlere batmış, gussalara garkolmuş, zindanlara düşmüş, pişmanlık ateşiyle yanmış, ey bilgisizlikle evini barkını, harmanını yakıp kül etmiş kullarım, ey ateşler yiyen, kan ağlayan, haddi aşan, umutsuz kalan kullarım, umutsuzluğa düşmeyin sonsuz rahmetten. Kulu okşayan, işleri başaran efendiliğimizden umut kesmeyin; "Şüphe yok ki Allah bütün suçları yarlıgar." O âyette, dilediğimin küfürden başka bütün suçlarını bağışlarım demişti; bu âyette Vahşînin derdine derman olmak üzere, bütün suçları bağışlarım buyurdu, dilediğimin suçlarını buyurmadı; çünkü o, "dilediğimin" mızrağı, Vahşî´nin ciğerini yaralamış, delik-deşik etmişti. Ey "Dilersem, dilediğimin" sözü, ciğerimi deliyorsun, ey "Dilersem, dilediğimin" sözü; sen, yolumda ateşlerle dolu yetmiş hendeksin; atlayıp geçebileceğimi nasıl umayım? Hele benim Gazlara bulanmış bu suçumla nasıl aşabilirim o hendekleri? Gazlara bulanmış suçumla ateşle dopdolu hendeği aşmak düşünülebilir mi Hiç diyordu.



Kendinde oldukça, varlığına büründükçe esîri nasıl geçebilirsin?

Sen bir odunsun, cehennemi, o yakıcı ateşi nasıl aşabilirsin?



Kerem ıssı Tanrının lûtfu, önüne ön bulunmayan rahmet ıssının lütuf dalgaları, o "Dilersem dilediğimin" sözündeki harflerden bile tütüp yalım yalım yanan ateş hendeklerini, Vahşî´nin gözyaşlariyle, İbrahîm´in ateşi gibi tümden gül, fesleğen ve yasemin haline döndürdü; güllük-gülistanlık etti. "Allah, kötülüklerini iyiliklere tebdil eder onların"(65) hükmünce ateşle dolu hendeği, o "Dilersem, dilediğimin" sözünü ortadan kaldırdı; yeryüzünü de rahmetle doldurdu, gökyüzünü de.



Sevgili bezendi, güzelleşti; yaşadıkça da hep böyle olsun.

Küfrü, tümden inanç kesildi; oldukça da hep böyle olsun.

Öfkeden zehirler saçan o dudaklar.

Şekerler, ballar saçmaya başladı; oldukça da hep böyle olsun.



Vahşî, "Dilersem, dilediğimin" tarzında bir şartı olmayan yarlıganma sesini duyunca. "Bütün suçları bağışlarım" sesini işitince sabır elbisesini yırttı; koşa-koşa, secde ede-ede, nâra ata-ata mescide Peygamber´in huzuruna geldi; topraklara yüz sürüyordu.



Öldürürsen öldür; çünkü benim yolumda-yordamımda

Sevgilinin öldürmesinden yaşayış meydana gelir.



Ey yaratılmışların en iyisi, ey gerçekler padişahı, ey öncekilerin de şefaatçisi, sonrakilerin de, ey gökyüzünün de özü, özeti, yeryüzünün de, yıllardır, senin özleminle elimi ciğerimin üstüne koymuşum; ciğerimin ıssısıyla, ama hangi yüzle tapma gelebilirdim ki? Sonunda zevali olmayan tapının kemendini boynuma attın da beni çeke-sürüye getirdin; sen yaratılmışların en iyisisin, bense yaratılmışların en kötüsüyüm diyordu.



Senin hüküm sürdüğün ülkede, devletinin sayesinde perperişan olmak.

Fayda etmese bile ziyan da etmez.



Böylesine bir suçu, ancak öylesine bir bağışlayış bağışlar; böylesine bir cinayeti, ancak öylesine bir inayet yarlıgar. Ölüyü, Îsâ´nın soluğu diriltebilir; demiri, Dâvûd´un eli yumuşatabilir; Şeytanı Süleyman´ın buyruğu râmedebilir. Ey Süleyman´ın da övüncü, Dâvûdun da, ey her varlığın can ışığı, can kuşum, kuş olup da kalıp kafesini kırıp çıkacak, uçup gidecek, seni gök ehlinden, yer ehlinden, önce gelenlerden, sonra geleceklerden, seçip üstün eden Tanrı hak´kıyçin canım, beden mihnet yurdundan çıkmadan bana insanı temizleyen, arıtan o sözü, o yaşayış bağışlayan, devlet bağışlayan, üstün eden o üstün sözü, dile, şeker kamışının özünden daha tatlı gelen o sözü, arştan, kürsîden daha yüce olan Şehâdet kelimesini söyle, söylet de Ölmeden o sözün ağır elbisesini giyerek yüceleyim. Yüzbinlerce utancım, yüzbinlerce ihtiyacım, muradım var; o sözü söyle bana, söylet beni de dilimde o söz olduğu, canımda o söz bulunduğu halde o âleme varayım; o söz de. bilirim, bildiririm ki Allah´tan başka yoktur tapacak; bilirim, bildiririm ki Muhammed Allah elçisidir sözüdür. Allah rahmetler etsin, Mustafâ, o sözü, ona söyletti; kuş. yavrusunun ağzına yemi, nasıl birer-birer verirse o da bu sözü, kelime-kelime Vahşî´înin ağzına koymaya başladı. Vahşî´nin bir kuş yavrusuna benzeyen canı, aşırı bir istekle boynunu uzatıyor, hırsla ikinci, üçüncü kelimeyi de bir lokma yapıp yutmak istiyordu. Can yavrusu, yuvasından, varlık yurdundan yokluk alanına uçacak korkusuyla boynunu yeme doğru uzatıyordu.



Değil mi ki benim tilkim oldun, arslandan korkma;

Değil mi ki senin devletin benim, devletsizliğe düşmekten ürkme.

Değil mi ki gökteki o Ay, seninle yoldaştır

Gündüz er olmuş, yahut akşam çağı erişmiş; korkma.



Hele yeni yumurtadan çıkmış yavru kuşlar vardır hani; yuvada kalırlar; anaları, onlara yem getirmek için uçar, gider; yemi geç bulur; yemi gördüğü yerden toplamak, yavrularına götürmek ister ama, bir de o yemin altında tuzak olmasın; yem toplayayım derken tuzağa tutulup kalmayayım der; tıpkı onun gibi.



Düştüğümüz bütün eziyet, uğradığımız dert, ham tamahtan ileri gelir;

Nefsin sınayışından, dileğin bizi zorlamasından doğar.

Yem yüzünden tuzağa tutulan kuş,

Daracık kafese tutulur, damın başına düşekalır.



Ey harîs nefis, sen kuştan da aşağısın; çünkü kuş, her yeme gitmez, her yemi devşirmez. Midesi açlıktan yanar-tutuşur da aklı o kuşa der ki: Bu yanıp yakılmak, tuzağa tutulmaktan yeğdir; bırak şu yemi; korkusu olmayan, avcısı bulunmayan yerden yem devşir. Öyle bir yeme konar ki orda korku, ürküntü daha azdır; orası, serden, zarardan daha uzaktır. Böyle olduğu halde gene de elli kez sağa-sola bakar; bir leş yiyen yırtıcı kuş; yahut bir kedi pusuda bulunmasın; sakın beni gaafîl görüp avlamasın; birisi tutup beni bağlamasın der. Akıllılar, kimi ahmak görürlerse ona gülmek isterler.



Kuşcağız, yemin başında yüz kez

Önüne, ardına, sağına, soluna bakar.

Canı, şu yüzden kuşkudadır:

Can gamı, yem aşkından daha artıktır.



Nerde o gerçek ki kazandığı yeme-yiyeceğe bakar, şu gördüğüm, şu kazandığım lokma yüzünden leş yiyen nefis, sakın pusuda olmasın, yahut şeytana mensup şehv...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mecalisi Seb´a
« Posted on: 26 Nisan 2024, 00:35:27 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mecalisi Seb´a rüya tabiri,Mecalisi Seb´a mekke canlı, Mecalisi Seb´a kabe canlı yayın, Mecalisi Seb´a Üç boyutlu kuran oku Mecalisi Seb´a kuran ı kerim, Mecalisi Seb´a peygamber kıssaları,Mecalisi Seb´a ilitam ders soruları, Mecalisi Seb´aönlisans arapça,
Logged
30 Ocak 2010, 14:51:06
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #6 : 30 Ocak 2010, 14:51:06 »

Akıllı kişi ona derler ki, bir şey arar da bulamazsa utanmaz; bulursa kendisiyle savaşmaz, pişman olmaz; gözü, her gün o av yüzünden biraz daha aydınlanır; zevki, o güzel yüzünden daha verimli olur; gözü, gül bahçesine döner; güzelliği, kendisini mahmur eder; hasta gönlünü o define, mala-mülke boğar; yel onun kokusunu getirir, insanı sarhoş eder; insan onun cilvesini, işvesini görür, elden çıkar. Ne ölüm korkusu var, ne ayrılık korkusu; ne kocalmak derdi var; ne engellerin yağma etme kuşkusu. "Hiç kimsecik bilmez onlar için gözleri aydınlatacak ne gizli şeyler var, yaptıklarına karşılık."(66) Yüce Tanrı buyuruyor ki: Göğüs halvetinde Belkıys gibi oturan ve hüdhüde benziyen hatırının gagasında, her solukta bir niyaz mektubu bulunan ve Süleyman´ın tapısına ondan haber götüren o hoş soluklu can, ne bilsin ki onun varım-yoğunu bengisuya çekmedeler. Böylesine bir yaşayışın, böylesine bir zevk u sefanın nasıl olur da sonu gelir? Hangi ayak bu duraklara varabilir dünyada ve hangi geliş, bu kutlu kademi görebilir? Âlemde nerde o kulak ki bunu duysun; dünyada nerde o akıl-fikir ki bu tadı içsin? Ululuk ıssı Tanrıya andolsun, şimdi şu sözleri söylüyorum, siz işitiyorsunuz ya; gayb âleminin yücelerinde uçanlar da gökyüzü perdelerinde, keskin kulaklariyle duyuyorlar; "Büyüktür onlar, yazarlar; bilirler ne yaparsanız."(67) Onlar, birbirlerine diyorlar ki: Ne şaşılacak şeydir ki bu sözü söyleyen, bu soluğu alıp veren, nasıl oluyor da göklere uçmuyor; nasıl oluyor da varlık perdesini yırtmıyor? Gözlerini ovuyorlar da acaba diyorlar, bu sözleri söyliyen insan mı? İnsanın da sözü mü olur? Yel, bu sözü bir dağa üfürse dağ saman çöpü gibi sevinçle uçar, o dağın parçaları, sevgi havasında zerreler gibi taklalar atar. "Bu Kur´anı, bir dağın üstüne İndirseydik, elbette görürdün ki dağ, Allah korkusundan eğilip çatlamış, paramparça olmuş."(68) Bu varlık, neden paramparça olmuyor? Zerreler halinde dağılmasına engel olan nedir Yârabbi? Bu kadar şaşılacak şeyleri gönlüne getiren, diliyle söyleyen, yahut insan kulağına da giren yahut da kalemiyle yazan kişi nasıl oluyor da olduğu gibi kalakalıyor? Yüce Tanrı´dan hitab gelir de denir ki: Zerre-zerre dağılmasına engel olan, şüphe perdesidir.

Ey canımın içinde bulunan ve canın haberi bile olmayan dost,

Dünya seninle dolu, fakat dünyanın haberi bile yok senden.

Gönlüm, canım, nasıl izini izlesin ki,

Candasın, gönüldesin, fakat canın, gönlün haberi bile yok senden.



Suretin hayalde amma hayalin senden nasibi yok;

Adın dilde; ama dilin haberi bile yok senden.

Halkın, senden haberdar oluşu, ancak adla, belirtiyle;

Amma gene de bütün bu adla-sanla, belirtiyle halkın haberi bile yok senden.

Senin künhünün incisini arıyanlar

Tam inanç ve şüphe vadisinde; haberleri bile yok senden.

Seni nasıl anlatayım, nasıl bildireyim; çünkü ebedî olarak

Anlatış, senden âcîz, bildirişin haberi bile yok senden.

Sineğin, nasıl Cebrail´in kanadından haberi bile yoksa,

Senden haber verenin de o çeşit haberi bile yok senden.



Barsîsâ hikâyesini tamamlamaya geldik: O lanetlenmiş şeytan, o pusudaki düşman, birçok arayıp aktardıktan sonra o ülkenin padişahının kızını seçti; çünkü o kızın güzelliği son derecedeydi, o kızın beynine girdi; onu deli-divâne etti, hastalandırdı. Padişah, hekimleri, hikmet ehlini topladı. Hepsi de, onu iyileştirmede, ona ilâç tertib etmede âcîz kaldılar. Şeytan, bir zâhid elbisesine bürünüp geldi, eğer bu kızın hastalıktan kurtulmasını istiyorsanız dedi, Barsîsâ´ya götürün; o, okusun, üflesin, bu hastalıktan kurtulur. Onlar da başka çare bulamadılar, onun sözünü dinlediler; kızı Barsîsâ´ya götürdüler. Barsîsâ duâ etti, şeytan da kızı bıraktı; kız iyileşti. Böylece de şeytan, padişahın, bir dahaki seferde de kendi sözüne inanmasını sağlamış oldu. Kız iyileşince sevindi. Bir zaman sonra şeytan, gene çıldırttı onu. iyileştirmede âciz kaldılar. Şeytan, aynı suretle tekrar geldi; bunu dedi, gene Barsîsa´ya götürün; amma bu sefer, geri getirmeyin; uzun bir zaman, o size iyileştim diye haber yollayıncaya dek yanında kalsın. Kızı, yüzbinlerce güzel kızı nasıl götürüyorlarsa, öylece Barsîsa´nın yanına götürdüler. Bu dediler, iyice iyileşinceye dek senin yanında kalsın; bize öyle dediler; öyle salık verdiler. Kızı, zahidin ibadet yurdunda bırakıp döndüler. Kız, zâhîd ve şeytan o ibadet yurdunda kaldılar. O zâhid, bilgin olsaydı, kızla yalnız olarak o ibadet yurdunda kalmaya asla razı olmazdı. Esenlik ona, Peygamber dedi ki: "Bir kadın, bir konakta bir erkekle beraber kaldı mı, üçüncüleri şeytandır onların." Bir kadın, bir yerde bir erkekle beraber kalınca şeytan, onların aracısı olur. Hâsılı uzun bir zaman, kız, zahidin yanında kaldı: tut-kap derken Barsîsâ. iyice gönül kaptırdı: kızla buluştu; kız gebe kaldı. Bu sefer şeytan, bir insan şekline bürünüp Barsîsâ´nın yanına geldi; onu düşünür buldu. Neden düşüncelisin dedi. Barsîsâ; hikâyeyi anlattı, kız gebe kaldı dedi. Şeytan, kızı öldürmekten başka çâre yok dedi: öldürür, sonra. Öldü gömdüm dersin. Barsîsâ başka bir çâre bulamadı; onun dediğini yaptı. Şeytan, gene insan şeklinde padişaha geldi; kız iyileşti, gidip getirin dedi. Padişahla perdeciler gidip kızı istediler. Barsîsâ, kız öldü, gömdüm dedi. Geri dönüp yasını tutmaya koyuldular. Şeytan, bu sefer başka bir şekle girip, padişahın yanına gitti; kız nerde dedi.

Padişah, Barsîsâ´nın yanına götürdük, orda öldü dedi. Şeytan, kim söyledi diye sordu. Padişah, Barsîsâ söyledi deyince Şeytan, yalan söylüyor dedi; onunla buluştu; kız gebe kaldı; sonra kızı öldürdü; falan yere gömdü; inanmıyorsan orayı kazdır, görürsünüz. Padişah, tam yedi kez yerinden kalktı, bir başka yere oturdu, sonra gene yerine geldi. Şaşkına döndü, hâli değişti, kafası ateşlendi, kızdı. Sonra bîr toplulukla atına binip Barsîsâ´nın ibadet yurduna gitti. İçeri girip kız nerde diye sordu. Barsîsâ. öldü, gömdüm deyince peki dedi, bize neye haber vermedin? Barsîsâ, evrâdla meşguldüm, evradımdan kalırım diye korktum dedi. Padişah bu sözün aksi çıkarsa ne yapayım dedi. Bu söz üzerine Barsîsâ kızdı, ileri-geri söylenmeye koyuldu. Padişah, Şeytanın bildirdiği yeri kazdırdı; kızı çıkardılar; öldürülmüştü. Barsîsâ´nın ellerini bağladılar; boynuna ip saldılar; halk toplandı. Barsîsâ, kendi kendine, ey kutsuz nefis diyordu; duan kabul oluyor diye seviniyordun; halkın gönlüne, gözüne üstün, büyük görünüyorsun diye seviniyordun; halk seni beğeniyor, övüyor diye seviniyordun; halkın inancı azalır diye de korkuyordun değil mi? Gerçekte bunların hepsi de yılandı, akrepti; evet, halkın beğenişi, zehirlerle dolu bir yılandı diyor, içten içe ah ediyordu ama faydası yoktu. Onu yüce bir darağacının dibine getirdiler; merdiven dayadılar, boynuna ip taktılar. O anda Şeytan, bir insan şekline girip kendisini gösterdi; bunların hepsini de ben yaptım sana; hâlâ da gücüm var, çaren benim elimde, bana secde et, seni kurtarayım dedi. Barsîsâ, nasıl secde edeyim, boynumda ip var dedi. Şeytan, secde niyetiyle başınla işaret et; akıllıya işaret de yeter dedi. Barsîsâ can korkusuyla, secde etmiye niyetlendi; can tatlıdır ya. Fakat başını eğince ip, boynunu daha da sıktı. Şeytan; "Ben, senden tamamiyle uzağım´(69) dedi. Şânı ululandıkça ululansın. Tanrı buyurur ki: Ey insanlar, ey inananlar, sizi kötü bir dost, tutar da kötülüğe çağırırsa, bu iş, sizin faydanızadır derse, kötü dostlar sana, sen yaşarken de bizimsin, Öldükten sonra da; biz de seniniz diye vaadde bulunursa ona inanmayın; onlar bu düzenle kendileri gibi sizi de bozmak, bozguna uğratmak, kötülemek, kötülüğe çekmek isterler; sizi pis bir hale getirdiler mi, ne dostunuz kalır artık, ne eşiniz; sizden bezerler; hani anlattığımız o Şeytan gibi: Onun derdine ortak oldu, ona dostluk gösterdi; sonunda onu tuzağa düşürünce, ondan bezdi-gitti.

Sana gönül bağlayan, boyuna kendine gülmüş olur, kendini aldatmış olur;

Çünkü senin gibi ehl olmayan kişi senden başkasını sevmez, beğenmez.

Şöyle bir işvelensen de yeniden aşkla dolu bir keseyle gelsen bile,

Sana karşı yenlerini-yakalarını yırtarlar; fakat aleyhine de bellerini bağlarlar.

Candan ibaret bile olsan gönlümü nasıl almayayım senden ben?

Bir gözün boyuna ağlamakta; öbür gözünse güldükçe gülüyor.

*

Senin gamını yemeden, derdine uğramadan senden birşey umana

Aldanma sakın; aldatıyor seni, yalan söylüyor sana.

Sevinç gününde bütün dünya dostundur;

Amma gam gecesi dost olanı kolay gösteremez kimse.

*

Gam gecesi dost olan, Tanrı dostudur ancak.



Onlardadır Tanrı vefası. "İnananlar ancak kardeştirler.(70) Yüce Tanrıdır onların arasına kardeşlik salan. Tanrı´nın bağlayıp pekiştirdiği çözülmez, kopmaz.



İnsanlar, akıllı kişilerden usanmaz;

Akıldan doğan sevgi azalmaz.



Bin gareze dayanan sevgi geçicidir, eğretidir; çürümüş, üzülmiye yüz tutmuş ipe benzer; ona yapışırsan kopuverir. Amma garezsiz, gerçek sevgi, Allah ipidir; asla kopmaz. "Kim putları inkâr edip Allah´a inanırsa, şüphe yok öyle sağlam bir kulpa yapışmıştır ki.(71) Bilgin, bilgisiz, akılsız, akıllı, buyruk tutan, isyan eden, inanmayan, inanan, herkes, aciz zamanında, bunda kaldığı vakit elini Allah ipine atar; şeytana mensup sebepleri bırakır. Amma ilk safta olan o kişidir ki, işlere iyi dikkat eder; işin önündeyken sonunu görür. Yoksa hangi Fir´avn vardır ki boğulurken, ´İnandım gerçekten de İsrâiloğullarının inandıkları Tanrıya, ondan başka yoktur tapacak ve ben Müslümanlardanım" (72) demesin? Padişahın biri bir gün bir saray yapın diye emreder. Bahar geçer, yapmazlar; yaz geçer, yapmazlar; güz geçer, yapmazlar. Derken kış gelir-çatar; dünyayı buz kaplar, her taraf donar; kalkarlar, kerpiç dökmeye koyulurlar. "Fakat...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

30 Ocak 2010, 14:52:24
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #7 : 30 Ocak 2010, 14:52:24 »

Ey sahibimiz, ey padişahımız, herkesin gözünü, doğru yolu görmesi için ışıklandır; herkesin gönlünü, işin sonunu düşünme lûtfuyla gül bahçesi gibi beze. Herkesin gönlünü, önüne ön olmayan sevgi ve ihsanının muhabbetine, merhametine, sonu olmayan ebedî bağışlarına alıştır; onlara eş-dost et. Herkesin hayal kurma kuvvet ve kabiliyetini, görünüp duran kâfirlik, suç işleyiş düşmanlarından ve gizli olan gösteriş, şüphe, münafıklık, hased, nefret ediş, kin güdüş düşmanlarından koru. Şu din kalesinin bekçilerini uykudan, yanılmadan, usanmadan koru da, "O bilginlerle rahiplerin çoğu, boş yere insanların mallarını yerler ve halkı Allah yolundan men ederler"(82) âyetiyle bildirilen, yüzleri örtülü hırsızlardan o kaleyi korusunlar, onlara üst gelsinler. Şehvet susuzlarını Şeytan, dünyanın zehirli suyuyla aldatır, kandırır; çok susuz olduklarından o şerbete kanarlar; zehrinden gaflet ederler; bu susuzları, rahmet ve esenlik ona, gerçek Peygamberin havuzundan, Kevser suyundan suvar; şeriatın tatlı suyuyla ciğerlerini serinlet de Şeytanın zehirli suyuna kanmasınlar. Gece-gündüz, tapında kulluk etmeyi dileyen, o kulluğa koyulan, şeriata uyan ibadet ehlini, kendilerine tapmaktan, nefis putlarına kanmaktan koru da ibadetleri, Yahudilerin, Hıristiyanların ibadetleri gibi sapıklık yoluna sapmasın, hiçlenip gitmesin. Geceleri kullukla geçirip uyumayanlar, gündüzleri oruç tutanlar, nefisleriyle savaşanlar ordusuna, yardım muştuluğunu gönder de ayaklarını diresinler; "Atlı, yaya, bütün ordunla yürü üstlerine"(83) âyetiyle bildirdiğin karalar giyinmiş Şeytan ordusuna, her gün altı yüz kere saldıran, Tanrı dileyenlerin ordusunu bozan orduya üst gelsinler. Tanrıyı arayanların, gerçeği dileyenlerin ayaklarını diret; "Şüphe yok ki sizinleyim; inananların ayaklarını diretin"(84) muştuluğunu senin tapından getiren sana yakın olan melekleri gönder de seni dileyenlerin gönüllerinde bulunan ve bozgunluk veren korkuyu, vesvese veren şeytanların gönüllerine sal; şeytanları gönüllerindeki gücü-kuvveti, din yolundaki zayıfların gönüllerine ver; ver de azıcık bir savaşla, bir tek yardımla, Dâvud gibi, "Allah´ın izniyle onları bozdular" (85) hükmünce şeytanları bozguna düşürsünler; nefsi emâre Câlûtunu, akıl Dâvud´una karşı bozguna uğrat, tutsak et; "Dâvud da Câlût´u öldürdü; Allah kendisine saltanat ve hikmet ihsan etti"(86) hükmü zuhur etsin. Bu dünyanın saltanatı da senin elinde, o dünyanın saltanatı da. Ey iki saltanatın da sahibi, zayıf kullarım din düşmanlarının ayaklarının altında ezdirme. Az da olsa dileğimiz bu, büyük de olsa kabul senden, lütuf ve icabet ancak senden. Biz, zayıf bir halde, âciz bir halde dileğimizi tapına arz ettik; artık birbirine ulanan, zevali olmayan, sınırı bulunmayan rahmetinden sen ihsanda bulun ey âlemlerin Allah´ı, ey yardımcıların en hayırlısı.

"Rahman ve rahim Allah adiyle" sözünün anlamı:

Adiyle sözünde, bütün tefsircilerce bir gizli anlam vardır; çünkü Arab, "b" harfiyle söze başlamaz. Yalnız o gizli şey nedir? Bu hususta, aralarında ayrılık vardır.Derler ki: O gizli şey, emirdir, yüce Tanrıdan. Yâni, Tanrı, ey kulum der; değil mi ki Şeytandan sığındın; öyleyse bu hayırlı işe, benim adımla başla da onun şerrinden kurtul. Bâzı tefsirciler derler ki: O gizli şey, kulun haber verişidir; yâni kul, ey Tanrı der, Şeytandan sana feryat ediyorum, sana sığınıyorum; sana sığınmam da, işime senin adınla başlamamdır, senin adına kaçmamdır, işime, sana, senin adını anarak sığınıp başlamamdır; çünkü senin kutlu adınla başlanmayan her iş, noksan kalır, sonu gelmez, verimsiz olur; bundan başka bir şey bilmiyorum ben. Esenlik ona; Peygamber demiştir ki: "Allah´ın adiyle başlanmayan her hayırlı işin sonu gelmez." Yâni Peygamber, korkulan, hayırlı ve iyi olan, faydalı bulunan her hangi bir iş, Allah adiyle başlanmazsa, o işe ne kadar çalışılırsa çalışılsın, sonu gelmez, tamamlanmaz; sonunda o iş, pişmanlıkla, ziyanla biter buyurur. İnanmıyorsan Fir´avn´a, Şedda´da, Nemrûd´a bak; Bu kadar bin araçla, adamla, orduyla, güçle-kuvvetle çalıştılar, düşündüler, dünya hazinelerini harcadılar; o saltanattan faydalanmak istediler, kendilerinin iyi bir ada-sana sâhib olmalarını, uzun yıllar, iyilikle, ululukla anılmalarını dilediler; buna gönül verdiler; fakat işlerinde, Tanrının adına sığınmadılar; bütün işleri tersine döndü; bütün umutları baş aşağı geldi. Dostluk istediler, âleme düşman tanındılar; iyi ad-san ıssı olmayı dilediler; âlemde adları kötüye çıktı; gönüllerde ulu olmayı, saygı kazanmayı dilediler; sinekten, sivrisinekten daha hor, daha rezil bir hale geldiler. Bu sözün daha da aydınlanmasını istiyorsan, Peygamberlerin hallerine bak. Onlar, ne işi başarmak isteseler, bu adla başlarlardı o işe ve bu ada sığınırlardı; bu ada tapı kılarlardı; bu ada, canlarının, gönüllerinin içinde yer vermişlerdi; mallarım-mülklerini bu ada feda etmişlerdi. Halk bizi beğensin kaydına düşmemişlerdi. Halk onlara iyi demiş, kötü demiş, umurlarında bile değildi. Onlar, halkı bu ada saygı göstermeye, bu ada sığınmaya çekmeğe uğraşıyorlardı. Halk içinde, halk arasında iyi bir ada-sana sâhib olalım, adımız-sanımız kalsın kaydına düşmüyorlar; bu Tanrı adının yüce ve ulu olmasına, bu adın ululanmasının kalmasına uğraşıyorlardı. Hattâ kendi adlarının kalmasını isteseler bile bu ad için istiyorlar; bu adın halk tarafından işitilmesini, bu büyük adın, kendi adlarını da nasıl büyülttüğünün, nasıl üstün ettiğinin bilinmesini diliyorlardı. İstiyorlardı ki halkın gözleri açılsın; yolunuzu sapıtmayın; adınızın kalmasını istiyorsanız, kendi adınızdan-sanınızdan geçin, kendi adınızı-sanınızı unutun; bu ada yapışın; saygı görmek istiyorsanız, bu adı koruyun; kendi adınızı unutun, bu adı anın; kim kendi adını-sanını arar, gözetirse kaybeder adını-sanı; amma kim, bu adda kendi adını-sanını yitirirse iyi bir ad-san elde eder, ebedî olarak unutulmaz diyorlardı. Allah rahmet etsin, esenlik versin, Mustafâ, peygamberler arasında, bu ada hizmet etmekte daha çevikti; başkalarından daha ileri gitmişti. Bu ada el vurdukları, bu ada sarıldıkları için de zayıf ebâbîl kuşları, esrik develerin akıllarını aldı; "Fil ashabına rabbin neler yaptı, neler etti görmedin mi"1 (87) âyetini oku; oku bu adı inkâr edenlerin inadına. Bu ada sığındı İbrahim de, bir sivrisinek padişahlar padişahı Nemrûd´un beynine girdi, tozunu havaya savurdu; kökünü kesti; bütün ordusunu kırdı-geçirdi. Bu adın ululuğunu sınadılar, bu adın hürmetine on dört gecelik Ay ikiye bölündü. Nûh, bu adı sığınak edindi; doğudan batıya dek tufan dalgaları coştu-köpürdü; yüz binlerce orduyu, yüz binlerce soyu-boyu birbirine vurdu. Derler ki dünya, Nûh´un zamanındaki kadar hiç mâmur olmamıştı; insanlar o devirde olduğu kadar hiç ün kazanmamıştı. Herkes kendi adına güvenir, adıyla-sanıyla ovunurdu, sarhoş olurdu. Nûh, bu adı onlara söyledikçe onlar kabul etmemişlerdi; bu adı hor görmüşlerdi; çünkü görünüşe tapıyorlardı. Bu adsa, mâna denizinden coşmuş bir dalgaydı. Görünüşe tapanların gözleri bu adı göremezdi, gözlerinde o güç yoktu; bu adı görebilmek için yetmiş kez yıkanmaları gerekti; "Ancak temiz olanlar dokunabilirler ona."(88)´ Nûh, onlara diyordu ki: siz bu adın ne kadar ulu, ne kadar büyük olduğunu göremiyorsanız gözlerinizi gözyaşlarıyla yıkayın, zârı-zârı ağlayın da körlüğünüzü, görüşten mahrum olduğunuzu anlayın. Siz ağlayıp feryâd edemezseniz ben size ağlıyayım, ben feryâd edeyim; çünkü Tanrı, size ağladığım, feryâd ettiğim için benim adımı Nûh taktı. Şu anda, sizin hakıykatleriniz, helak suyuna batmış, boğulmuş olduğundan, kurtulursunuz umuduyla size ağlıyacağım. sizin için feryâd edeceğim. Hani hastaya ölüm yaklaştı mı feryâd eder ama yaşayacağından da umudunu kesmez; onun gibi işte. Bu, helak oluş, bu olup gidiş tufanıdır. Ben görüyorum, fakat siz görmüyorsunuz; gittikçe yaklaşıyor, yüzlerinize dokunuyor. Ben geminin içindeyim; ama gene de feryâd etmedeyim. Yalnız bu seferki feryadım umutsuz bir feryâd. "Sulara boğuldular da ateşe atıldılar; derken Allah´tan başka bir yardımcı da bulamadılar." (89) Yâni bu adı hor tuttular, bu adı ululamadılar; bu adın devlet tellalı olan N û ha bakmadılar bile; sonunda bu adın üstünlüğü onları kahretti; adlarını-sanlarını batırdı-gitti. "Böylece de zulmeden kavmin kökü kesildi ve hamd âlemlerin rabbı Allah´a.´(90)



(1) Kurân-ı Kerîm; X, 57.

(2) bu sözler, şu âyetlerden alınmıştır : II, 18, 171; VII, 179, 195, 198; X, 43; XXVII, 85; XXXVII, 92.

(3) Bu söz de VII. sûrenin 191, XVI, sûrenin 20., XXII. sûrenin 73. ve XXV. sûrenin 3. âyetlerinden alınmıştır.

(4) XXXV, 3.

(5) XVI, 72.

(6) VTI, 26

(7) K, 111.

(8 XXXIX, 10.

(9) IV, 69.

(10) CJH, 39.

(11) CI, 6.

(12) II, 30.

(13) XXXIV, 3.

(14) LIV, 55.

(15) XXXVI, 12.

(16) XXI, 107.

(17) LXXXK, 28.

(18) XXXIII, 72.

(19) XXXIII, 72.

(20) XVII, 70.

(21) LXXV,22-23.

(22) XII, 72

(23) VII, 143.

(24) XXXVIII, 36.

(25) XXXIV, 12.

(26) VII, 23.

(27) Bu beyit, bizim nüshamızda yok.

(28) XLD£, 2.

(29) VIII, 53.

(30) XVIII, 109.

(31) LVI, 10.

(32-33) XVI, 120.

(34) F. N. U. basımında bu beyitler yoktur.

(35) XXVIII, 42.

(36) LXXX, 16.

(37) LXXV, 1-2.

(38) LXIV, 14.

(39)11,81.

(40)111,106.

(41) V, fi.

(42)111, 10fi.

(43) Bu beyit, F. U. basımında yok.

(44) LXXXIII, 29.

(45) XXVII, 30.

(46) Bu şiir F. N. U. basımında yok.

(47) XXXIX, 22.

(48)UV, l.

(49)X, 5.

(50) IX, 125.

(51) IX, 124

(52) XXXIX, 53.

(53) VII, 23.

(54) XXXIX, 53.[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

30 Ocak 2010, 14:53:51
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #8 : 30 Ocak 2010, 14:53:51 »

(İkinci Meclis)

Hamdolsun Allah´a ki varlık âleminde üstün olan ve yaratılışları şaşıla­cak bir tarzda düzüp koşan; çeşitli yaratıkların aralarını takdir ettiği gibi uzlaştırdı; bağışlarım, dilediği şekilde insanlara bölüştürdü, paylaştırdı: güze­lim takdiriyle her baş kaldıranı aşağılık yularına çekti, bağladı; her yaratığı, yaratış, tedbir ve tasarrufta bulunuş meydanlarına götürüp eğiltti, alçalttı. Ona hamdederim ve hamd, nimetlerinin fazlasını dileyiştir; O´na şükrederim; şükür, kereminin, ihsanının görülmemiş lûtuflannı çoğaltmasını isteyiştir. Bilirim, bildiririm ki Allah´tan başka yoktur tapacak, ortağı yoktur onun ve bilirim, bildiririm ki Muhammed, her varı, her varlığı dilediği gibi ya­ratan padişahlar padişahının elçisidir; güzel işleri yaptıran, hevâ ve hevese uymaktan, kötü işlerde bulunmaktan alıkoyan güzel ve yüce huyları bildir­mek için gönderilmiştir. Allah ona, tertemiz soyuna-sopuna, sahabesine ve zevcelerine rahmet etsin, çok-çok esenlikler versin.

Münâcât:



Ey padişahlar padişahı, bu kulların, bu kölelerin, şu gerçek yalvarışla, özden gelen temiz niyetlerle surda toplanmış olan yalvaranların, senin rahmetini umanların her birerini kutluluklara eriştir, din ve dünya dileklerini vermek suretiyle beze; her birerinden lûtuflarının yardımlarını kesme. Gaflet uykusuna dalmış olanları lûtfunla uyar. Her birerinin yaradılış ağaçlarını kulluk meyvalariyle süsle.Vaktin padişahı olan, yeryüzünde, uzakta bulunanların da, yakında olanların da kaçıp sığındıkları ulular ulusu padişahı da tehlikeler, zararlar güneşinin hararetinden koru. Dosdoğru saltanatının esâsını, temelini yardımınla, korumanla kuvvetlendir; devlet sancağını yardım âyetleriyle, kutluluk tuğrasıyle, iyilikle, yomlukla beze. Dünyanın, insanların oturduğu dörttebir bölüğünü, uzun yıllar boyunca onun adaletinden, onun saltanatından boş bırakma. Onun hizmeti yüzünden mevki külahını giyen, ona itaat kemerini kuşanan ve devlet direkleri mesabesinde bulunan kisilerin her birerinin kutluluğunu, devletini arttır. Müslümanlığa ve müslümanlara yardım eden, padişahlarla sultanlara öğüt veren, bid´atin kökünü söküp atan, şeriata yardımcı olan, görüş ve anlayışın temelini kuran, insanlara fetva veren millet ve dînin fülânının da özünü beze ve bu duacının üstadı olan, bize Öğüt veren, bizi yetiştiren, esirgiyen, bu duacıyı kutlu hatırından hiç çıkarmayan, bizi hiç unutmayan zâtın bu bezentisini, dîninin, dünyasının kutluluğuna sebeb et. Farzıayın olan, sözün başında da, sonunda da duâ edilmesi gereken ve bu duadan başka bir duâ ile söze başlanması, sözün bitirilmesi doğru ve yerinde bulunmayan gerçek duâ, anaya-babaya duâ etmektir. Bu fidanın büyüyüp gelişmesine sebeb olanlar onlardır; Yârabbi, onları lûtfunun sığınağında rahat-esen kıl. Bu zayıfı nasıl geliştirme kanatlarının altında geliştirip yetiştirdilerse, sen de onların başından, lütuf ve ihsan kanadını çekme.



Nazımızı-niyazımızı çeken babayla anayı

Peygamberler, akılla can olarak kabul etmişlerdir.



Burda toplanmış olan büyüklerin, yakınların, dostların her birerini kendi rahmet tapına al, hepsini de esenlik yurdunda topla ey âlemlerin Allah´ı, ey yardım edenlerin hayırlısı, rahmetinle duamızı kabul et ey merhametlilerin merhametlisi.



Kim bizi iyilikle anarsa.

Dünyada iyilikle anılsın.



Şeriat bilginlerince, ümmete vaaz edenlerce sünnet, âdet şudur: Bu işe başlarlarken Ademoğullarının ulusunun tertemiz hadisleriyle başlarlar. Şimdi bu özü doğru duacı da, o dosdoğru yola ayak basmak, o pekişmiş ana caddeye girip yürümek ister.



Baht sana yârolur, yaver kesilirse

Aşk, seninle işe-güce girişir.

Aşksız ömrü hesaba sayma;

O, sayıdan dışarda kalacaktır çünkü.



Allah ondan razı olsun Hattâboğlu Ömer´den rivayet edilmiştir: demiştir ki; Allah rahmet etsin, esenlik versin, Allah´ın Peygamberi, "Kim suçların, isyanların aşağılığından çıkar da Tanrıdan çekinme sınırına girerse, Allah onu malsız-mülksüz zengin eder; hısımı, aşireti olmadan üstün kılar; Allah´ın verdiği az rızka razı olanın, az kulluğundan razı olur Allah." Yâni, müminler emîri Hattâboğlu Ömer, Allah ondan razı olsun, o şeriat şehrinin hesabını gören, o tarikat temelinin başköşesinde adalet ıssı olan, "Gerçekten de Şeytan, Ömer´in gölgesinden kaçar" hükmünce adalet kamçısını akla uyuş eline aldı mı, İblis´in haddi yoktu ki vesvese pazarında yankesicilik edip hırsızlıkta bulunsun da bir gönül cebini karıştırıp kessin. Peygamber´e öylesine âşıktı ki münafıklık, onun Peygamber´e uyuş yolunu asla vuramadı; hizmette öylesine gerçekti ki, dalkavukluğu âdet edinmiş zaman, onun dindarlık başını hainlik yağıyle asla bulaştıramadı.



Tabîatten doğan olayların haddi mi vardır ki

Bizim ordumuzun kopardığı toza yaklaşabilsin, o tozun çevresinde dönüp dolaşsın.

Biz, göklere doğru uçup ağmadayız;

Çünkü bizim yaradılışımızın aslı, mayası arştır.



Peygamber, ona, "Ben gönderilmeseydim sen gönderilirdin yâ Ömer" buyurdu; "Sana da Allah yeter" hitabına mazhar olan, ey "Sana uyanlara da Allah yeter"(91) sözüne muhâtab bulunan, ben ki Muhammed´im buyurdu; "Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım" hücresinden gönderilmeseydim, sen ki Ömer´sin, adaletin yüzünden ona ehildin, kullarıma bildir fermâniyle âhır zaman halkına peygamber olarak sen gönderilirdin. İşte bu, üstünlüklerinden, birazcığını duyduğun, işittiğin Ömer, böyle rivayet eder memleketler ulusundan, yollar ıssından, o zattan ki Ay, ´Yaklaştı kıyamet ve yarıldı Ay´(92) hükmünce o erin hizmet kemerini kuşandı; muhabbet seher çağında ilk gerçeklik sözünü söyleyen oydu; herkesten önce birlik şarabını o içti; istidat elbisesini o giyindi.



Allah sırlarının definesi biziz,

Sayısız, sonsuz inciler denizi biziz.

Padişahlık tahtına oturan biziz;

Aydan balığa dek her yana hükmeden biziz.



Henüz varlık alanından geçenler, görünüş pazarına oturmamışlardı. Henüz ne melek velvelesi vardı, ne felek meş´alesi; ne yeraltında balık çırpınmadaydı, ne gökyüzünde Simâk parlıyordu. Henüz kader ressamları gökyüzü safının kireçle sıvanmış sofasına lâcüvert renkli perdeyi çekmemişti. Henüz kaza döşemecileri bu dört unsur çardağını varlık alanına kurmamışlardı. Öyle bir anda. görünüş ve görüş sabahı olan varlığımın ışığı. "Seni biz gönderdik"(93) doğusundan parlamıştı, "Ol" buyruğuyla varolmuştum; " Söyle" şarabiyle esrimiştim; benim peygamberlik vaktim gelinceyedek kaza ve kader nöbetçileri, Adem´in çadırının kapısına el vurmamışlardı; hiçbir melekte o güç. o kuvvet yoktu ki Adem´in tahtının basamağını öpsün.



Alemden maksat insandır;

insandan maksat da o soluktur.



Varlık âlemine gelince zaman habercileri hâlimi-hatırını sormaya geldiler.



Ey durağı-konağı göklerden de ötede olan,

Senin kadrin nerde, hâşâ, şu bir yığın toprak nerde?

Senin ululuk tuğran "Ömrüne andolsun" âyetidir(94)

Senin vilâyetinin fermanında "Sen olmasaydın" sözü yazılıdır.

Dokuz hokkayla yedi mühre önündedir de

Senin elin de onlardan tertemizdir, eteğin de.

Bayrağının yüzünde, üstünde "Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım" yazısı yazılmıştır.



Ey Muhammed dediler; adalet ıssı sensin; şeriat şehrinde hüküm yürüten sensin. Dedim ki: Bu sözün de yeri mi? Bütün peygamberler, vekillik işine âit fermanı bende buldular, benden aldılar; Adem´in soluğu, Nûh´un feyizleri, murada erişleri, İd rîs´in dersi, Mûsa´nın uzlaşması, Şîs´in sözü, İsmâîl´in ululanması, İbranîm´in dost oluşu, hep benimledir, benim sâyemdedir.



Bilgin kişinin varlık gemisi şaşılacak birşeydir.

Gözü gören kişinin kuyuya düşmesine şaşılır.

Denizde yüzen gemiye şaşılmaz;

Bir gemide binlerce denizin bulunuşuna şaşılır.



Ey Muhammed, ne iş başarmaya geldin dediler. Dedim ki: Kâfirlik mahallesindeki rindleri, külhanbeyleri edebe sokmaya, müşriklik meyhânesindeki sarhoşlara had vurmıya geldim. Evet, birgün o, âlemin en ulusu, o, Âdemoğullarının başı, başbuğu oturmuştu; sahabe önünde halka olmuştu. O dosdoğru gerçekler, o konuştukları halde susanlar, gönüllerini, hiç kimseye niyazı olmıyan Tanrı tapısına vermişler, gayb âleminin ankaasının, "Söyle" sözüyle söze başlamasını, o marifet gülbahçesi bülbülünün gül dalına konup âşıkçasına çilemesini, şakımasını, din ve dünya isteğinin elde edilmesini bekliyorlardı. Alemin ulusu, sırlar kutusunun kapağını açtı da canlarıyla oynayıp mâna sevgilisini dileyen o tacirlerin önlerindeki tahtaya şu sözü koydu ve şöyle buyurdu:



"Kim suçların, isyanların aşağılığından çıkar da Tanrıdan çekinme sınırına girerse," kim, gösteriş yapmamak, böyle bir töhmete düşmemek, gaflet etmemek şartiyle suçların, isyanların aşağılığından geçerse, adımını çekinmek, korkmak ovasına atarsa, Tanrıdan çekinmek kimyasını, mânayı dileyiş eliyle alır da büyücü, gaddar, düzenci, kötülükleri buyurup duran nefse sürerse, savaşmak, didinmek ayağını, gerçeği görüş yanına atar da o yana giderse "Allah onu malsız, mülksüz zengin eder." Tanrı tapısının üstün olgunluğu, geliştirip yetiştirme lûtfuyla o kulu malsız-mülksüz zenginleştirir.



Rûm ve Çin ülkelerini çok duydun, işittin, yeter artık;

Kalk, bir de Senâyî´nin ülkesini gör, saltanatını seyret.

Seyret de, baştan başa, hırsı, nekesliği olmayan gönlü gör;

Seyret de kibirsiz, kinsiz canı gör.

Bas ayağını; arş, ayağının altına serilsin;

Koy elini; saltanat, yüzüğüne tâbi olsun.

Kim...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

30 Ocak 2010, 14:55:14
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #9 : 30 Ocak 2010, 14:55:14 »

Ululuk ıssı Tanrının zâtına andolsun ki kıyamette İnsanlar, şu üç soruya cevap vermeden bir adım bile atamazlar; netekim âlemin ulusu buyurmuştur: ´Kula, üç soru sorulmadan bir adım bile atamaz: Ömrünü neye sarfetti de yoketti; gençliğini neyle geçirdi; malını nerden kazandı, nereye harcadı?" Yarın kıyamette bu üç soruya cevap vermeden hiçbir kulu ileriye geçirmezler. İlk olarak aziz ömrünü neyle geçirdin diye sorarlar, ikincisi gençliğini neyle başa çıkardın derler. Üçüncü olarak da paranı-pulunu nerden topladın, neye harcadın derler. Herkes dünyâda bir dâva peşindedir. Hele dur, bekle, şu ses, dâvaya girişenlerin kulağına bir gelsin, bu ün, âlemdekilerin kulaklarına bir duyurulsun: "O gün bütün gizli şeyler meydana vurulur."(104) Bugün, bir gündür ki perdeleri kaldırırız; herkesi ovaya süreriz; herkesin dilini mühürleriz: "Bu, bir gündür ki söz söyleyimezler;(105)



Ey şehvet ateşinde yanıp yakılanlar,

Ey tehlikeler ummanına batıp gidenler,

Niceyebir bu hırs, niceyebir bu şehvet;

Niceyebir bu kötülük, niceyebir bu suç işleyişler?

Niceyebir bu alay ediş, niceyebir bu saçma-sapan sözler;

Niceyebir bu kötü işler, niceyebir bu aslı olmıyan şeyler?

Niceyebir bu düzen, niceyebir bu hiyle;

Niceyebir bu töre, niceyebir bu âdetler?

Sakının bu insanı aldatan konağa bağlanıştan;

Bu afatlarla dolu yurttan kaçın.

Yaşayış baharında hoş bir soluk yollayın

Şu çürümeye yüz tutmuş kemiklere, şu porsumuş etlere.

Bugün devlet davulunu çalın;

Gönül niyazından sancaklar açın.

Umut keselerini dikin,

Çünkü bu an, lütuf, rahmet ve bağış zamanıdır.

Ey Tanrı, lûtfun,

Yıla, aya zaman-zaman bağışlar bağışlamadadır.

Senin bir kuyumcu olan sanatın,

Vakitlerin altından bir topa benziyen ziynet gerdanlığını düzmüştür;

Ey kulluk süslerine muhtaç olmayan,

Bizim de özür boncuğumuzu sen kabul et.



Arayışta yel gibi es, yürü; onun zahmet zehirini şeker gibi ye, bal şerbeti gibi İç. Gönüle söyle, afiyete Allahaısmarladık desin; bedene söyle, esenliğe düşman kesilsin. Çünkü deniz kıyısına ev kuran, çok dalgalar görür; sevgi dâvasına girişen, belâ ve mihnet zehirini yutar.



Neyin varsa ateşe atmadıkça

Vaktin asla hoş bir hale gelmez





Hafız Kuran okumıya başladı; oku ey hafız, âşıkların her yanlarındaki zincirlerin zillerini Kuran nağmeleriyle oynat; de ki: Rahman ve rahîm Al­lah adiyle.



Sebepleri meydana getiren Allah´ın adiyle;

Kullarına kapıları açan Allah´ın adiyle.

Razı oldum Rahmân´dan; öyle bir Rahmandır ki hesapsız bağışlarda bulunur.

Kendisinden yarhgama umulan, rahmeti, âhirette inananlara hâssolan

Tanrının, suç işlediğim zaman yarlıgamasını ve tövbemi kabul etmesini umarım.







Ey ömrünü yele veren, sarhoş musun sen?

Niceyedek bu hevâ ve hevese tapacaksın sen?

Bütün cefa kapılarını açtın;

Vefa kapılarının hepsini kapattın sen.

Tanrının seninle olan ahdi vardı ya,

O Tanrı ahdini bozdun, kırdın-geçirdin sen.

Ne diye boyuna şikâyet eder-durursun,

Zahmetten, meşakkattan, el darlığından sen?

Ne diye hasret çekersin; bir faydası yok ki sana;

Zahmetle yok olursan, o vakit var olursun sen.



"Rahman ve rahîm Allah adiyle" sözü. o padişahın adım taşır ki kulların kurtuluşları, onun râzılığıyladır; kimde bir üstünlük varsa onun lûtfunun,. ihsanının feyziyledir; kimde bir alçalış varsa onun adaletinin tecellisi yüzündendir. Alemdekilerin durması onun dileğiyledir; insanların yok olması onun isteriyledir. Nerde üstün bir kişi varsa onun kerem elbisesini giyinmiş, bezenmiştir de o yüzden üstündür. Nerde bir alçalmış kişi varsa onun kahrına uğramıştır da o yüzden alçalmıştır. Yabancıların bellerine bağladıkları incecik zünnânn örgüleri arasından şu ses duyulmaktadır: Odur üstün olan, herşeye gücü yeten. Ariflerin omuzlarına sarkan taylâsının örgüsünden şu ses işitilmektedir: "Odur lûtfu bol ve herşeyden haberdâr olan.´(106) "Allah adiyle" sözündeki ad, bir addır ki Süleyman´ın zamanında İblîs´in vesvesesi elinden o addır Belkıys´i kurtaran. Süleyman, Belkıy´sin, Sabâ şehrinde halkı kendisine bağladığını, gerçek yoldan aslı olmıyan yola götürmekte olduğunu duydu. Ona bir mektup yazdı, mektupta, "Gerçekten de bu, rahman ve rahim Allah adıyladır"(107) yazılıydı. Hüdhüdü postacı yaptı, elçilikle o yollarını yitirenlerin iline gönderdi; o töhmet çölünü aşmakta olanları, doğru yolu gösterme meş´alesiyle sapıklık karanlığından kurtarmak, Belkıys´ı, İblis´in şüphe veren, vesvese uyandıran elinden gerçeklik ve kutluluk ovasına çekmek istiyordu. O arık kuşcağız, üstünlük kanatlarıyla, ışıklı kanatlarla havanın yücesinde uça-uça o sapıkların iline vardı: Belkıys´in sarayının kubbesindeki bir burca kondu; Belkıys´in tapısına varmak için bir yol aramıya koyuldu. Gördü ki Belkıys´in halvet odasında ovaya açılmış bir pencere var. O pencereye uçtu; Belkıys´in uyumakta olduğunu gördü. Odaya girip davet mektubunu yanına koydu; gagasıyle Belkıys´ın göğsünü gagalayıp yaraladı; sonra da özlem kemerinin bir bucağına kondu. Belkıys sıçrayıp uyandı; bu kim olabilir ki diyordu, bu kadar perdecinin, kapıcının önünden, bu kadar yoldan geçip odama giriyor, beni insafsızca yaralıyor; bu pek büyük bir düşman olmalı ki bu kadar sağlam, bunca demir kapılardan geçiyor da odama kadar giriyor; kimseciklere de görünmüyor. Hem bu sözleri söylüyordu kendi kendine, hem de tir-tir titriyordu; şaşırmış-kalmıştı. Derken Süleyman´ın davet mektubunun, yanıbaşına düşmüş olduğunu gördü. Mektubu aldı, açtı, yazılmış bir satır gördü. Gözü, Bismillâh´ın "b" sine düştü; gönlü mîm´in göğsündeki gönülden, bir parıltıdır aldı; bir parıltıdır, elde etti; gönül kekliği, îman doğanına av oldu-gitti. Sonra bu mektubu bir postacı getirdi herhalde deyip gözlerini ovdu, odanın köşesine-bucağına bakmıya başladı. Derken bir arık, bir küçük kuş gördü; sarayın sayvanının bir köşesine konmuştu. Kendi kendine, mektubu getiren postacı bu olacak dedi; ne de şaşılacak şey, bu küçüklükte bir kuş, sonra bu ululukta bir haber.



Ey benim dostlarım, Süleyman´dan maksadım Tanrıdır; Belkiys´ten maksadım kötülüğü buyurup duran nefis; hüdhüd´den maksadım da akıldır ki nefis sarayının bir bucağına konmuştur; her solukta düşünce gagasıyla Belkıys´in göğsünü gagalamaktadır; nefis Belkıys´ini gaflet uykusundan uyarmaktadır; mektubu ona sunmaktadır.



İsteyin ey güzel yürüyüşlü âşıklar;

Çalın-çağırın ey işi-gücü tatlı iyi kişiler.

Niceyebir evden, ovanın yolunu tutacaksınız?

Niceyedek Kâ´be´den meyhanecinin kapısına koşacaksınız?

Dünyâda bir güzel var, bizse aldırmamaktayız ona;

Kadehte bir yudumcuk şarap kalmış, bizimse hâlâ aklımız başımızda.

Bundan böyle el bizden, etek sevgiliden;

Bundan böyle kulağımıza sevgilinin küpesini takalım artık.

Kalk da yüzümüzün suyuyla yıkayıp arıtalım

Şu gaddar toprak yığınının tozunu, kirini.

Bir yürüyüş edelim de kırıp dökelim

Şu kara yüzlü, şu kötü huylu nefsi, yok edelim gitsin.



Allah bizi de faydalandırsın, sizi de; Peygamberimiz Muhammed´e bütün soyuna-sopuna Allah rahmet etsin.





(91) VIII, 64.

(92) LIV, 1.

(93) II, 119.

(94) XV, 72.

(95) LIX, 2.

(96) XXXVIII, 35.

(97) XXVII, 9. XXVII, 30

(98) XIV, 35.

(99) VI, 76.

(100) XXVIII, 38.

(101) VII, 57.

(102) XL, 16.

(103) XIV,42.

(I04) LXXXVI,9.

(105) LXXVH, 35.

(106) VI, 103. LXVII, 14,

(107) XXVII, 30.


[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2] 3 4   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes