๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Metalib ul Aliye => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 01 Ekim 2011, 14:59:11



Konu Başlığı: Siyer ve gazveler kitabı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 01 Ekim 2011, 14:59:11
SİYER VE GAZVELER KİTABI (ALLAH RESÛLÜ'NÜN (SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM) HAYATI VE SAVAŞLARI)


 
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)'İn Doğumu
 


4251. Hassan b. Sabit anlatıyor: Ben sekiz veya dokuz yaşlarında bir çocuktum. Gördüklerimi dinliyor ve anlıyordum. Bir yahudi yüksek bir binanın üzerine çıkıp: "Ey yahudiler topluluğu!" diye bağırdı. Bunun üzerine yahudiler etrafına toplandılar. Ona: "Ne oldu?" diye sordular. Adam: "Bu gece Ahmed'in doğuşunu belirleyen yıldız doğdu" dedi.
Ravi diyor ki: Ben, Saîd b. Abdirrahman b. Hassan b. Sâbit'e: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Medine'ye geldiğinde Hassan kaç yaşındaydı?" diye sordum, "Altmış yaşlarındaydı" diye cevap verdi, flshâk) [215]
4252. Abdullah b. Cafer anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) doğ­duğunda Halime binti'l-Hâris, Benû Sa'd'dan bazı kadınlarla birlikte Mekke'ye gelmiş, Mekke'de emzirecek çocuk arıyordu. Halime anlatmaya şöyle devam etti: "Ben ilk kadınlarla birlikte kocam el-Hâris b. Abdiluzza'yı da alıp -ki o, önceden Sa'd oğullarına mensup idi; daha sonra Süleym'in bir kolu olan Nâdıra oğullarına geçti- boz merkebimle Mekke'ye doğru yola çıktım. Yolda merkebimizin ayaklarının birbirine çarpmasından dolayı yaralar oluştu. Bir de yanımda yaşlı bir deve vardı. Allah'a yemin olsun ki deveden bir damla süt bile gelmiyordu. Kıtlık senesindeydik. İnsanlar öyle acıktılar ki neredeyse açlıktan kırılacaklardı. Beraberimde bir çocuk vardı, Allah'a yemin olsun ki geceleyin uyumuyordu, elinde onu susturabileceğim bir şey de bulamıyordum. Yağmur ümidinden başka ümidimiz kalmamıştı. Bizim koyunlarımız vardı, onlarla geçiniyorduk. Mekke'ye gelince Muhammed herkese takdim edildi; fakat kimse onu almadı. Biz ise: "O yetim bir çocuktur. Süt annesi ona ikram eder, babası da ona iyi davranır" dedik ama yine de: "Onun annesi veya amcası veya dedesi bize ne yapabilir ki?" diye söylendik. Benim bütün arkadaşlarım emzirmek için birer çocuk aldı, ben ise Muhammed'den başkasını bulamadım. Dönüp onu aldım. Allah'a yemin olsun ki başkasını bulamadığımdan dolayı onu aldım ve kocama şöyle demiştim: "Allah'a yemin olsun ki Abdulmuttalib oğullarının şu yetimini alacağım. Belki Allah onunla bize fayda verir. Arkadaşlarım arasından hiç bir şey almadan geri dönemem." Kocam: "Doğru yaptın" dedi. Çocuğu aldım ve kervana getirdim. Allah'a yemin olsun ki daha geldiğim akşam memelerim sütle doldu. Onu ve kardeşini emzirdim. Babası kalktı ve devenin yanma gitti. Bir de baktı ki devenin sütü bollaşmış. Onu sağdı ve bana içirdi. Kendisi içti ve şöyle dedi: "Ey Halime! Biliyor musun; vallahi biz mübarek bir kişiye rastladık. Allah Teâlâ deveye ummadığımız süt verdi."
Halime anlatmaya devam ediyor: O gece güzelce ve tok olarak uyuduk. Hâlbuki biz çocuğumuzla birlikte geceleri uyuyamazdık. Öğle vakti tekrar memleketimize dönmek için arkadaşlarımla birlikte yola çıktık. Ben onunla birlikte deveye bindim. Halime'nin nefsi elinde olan zâta yemin olsun ki merkebimiz döndüğümüzden daha hızlı bir şekilde yürüdü. Öyle ki; kadınlar: "Bizi bekle, bu merkep, üzerinde geldiğin merkep değil mi?" dediler. Ben: "Evet" dedim. Onlar: "Gelirken her tarafı yara bere olmuştu, şimdi ona ne oldu?" dediler. Ben: "Allah'a yemin olsun ki bu deveye mübarek bir çocuk yükledim" dedim.
Halime anlatmaya devam ediyor: Yolculuğumuzda Allah Teâlâ bize fazlından daha çok şeyler veriyordu. Nihayet memleketimize vardık. O yıl bizde kıtlık vardı. Çobanlarımız koyunları serbest bırakıyorlardı. Benû Sa'd'ın koyunları akşam aç dönüyor, benim koyunlarım ise tok ve memeleri dolu olarak dönüyordu. Biz de onları sağıyor, sütlerini içiyorduk. Köylüler ise şöyle diyordu: "el-Hâris b. Abdüuzza'nm koyunları ile Halime'nin koyunları aç gidip tok ve sütlü olarak geliyor. Sizin koyunlarınız ise aç dönüyor. Yazık size! Siz de koyunlarınızı Halime'nin koyunlarının yanma götürüp otlatsanız ve onlarla birlikte serbest bıraksanız ya!" Öyle yaptıkları halde koyunlar tekrar aç gidip aç geldiler. Hallerinde hiç bir değişiklik olmadı. Benim koyunlarım ise eskisi gibi aç gidip tok geliyordu.
Halime devam ediyor: Muhammed hiç bir çocuğun büyümediği şekilde büyüyordu. Onun bir günlük büyümesi, başkasının bir aylık büyümesine; onun bir aylık büyümesi başkasının bir senelik büyümesine bedeldi. İki yılı tamamlanınca ben ve (süt) babası: "Vallahi yapabilirsek ondan asla ayrılmayalım" diyerekten onu alıp Mekke'ye getirdik. Annesinin yanma gelince şöyle dedik: "Hangi sütanne bizim gibi olabilir! Allah'a yemin olsun ki onun gibi büyük bereket sahibi bir çocuk görmedik. Mekke'nin veba veya hastalıklarının ona bulaşmasından korkuyoruz. Onu yanımıza bırak. Sen şifa bulunca onu tekrar sana getiririz." Biz bunda öyle ısrar ettik ki sonunda annesi izin verdi, Muhammed'i tekrar alıp döndük. Üç veya dört ay daha birlikte kaldık. O ve sütkardeşleri evin arkasında kuzularla oynadıkları sırada bir kardeşi hızlıca geldi. O sırada ben ve babası ahırdaydık. Şöyle dedi: "Kureyşli kardeşimizin yanına iki adam geldi. Adamların üzerinde beyaz elbiseler vardı. Onu alıp yatırdılar, sonra da karnını yardılar." Bunun üzerine ben ve babası hemen çıktık ve Muhammed'in yanma geldik. Muhammed ayakta duruyordu, rengi de atmıştı. Bizi görünce hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Ben ve babası onu alıp bağrımıza bastık ve: "Anam babam sana feda olsun, ne oldu sana?" diye sorduk. O şöyle anlattı: "İki adam geldi, beni yere yatırıp karnımı yardı ve bana bir şeyler yaptı. Sonra beni eski halime çevirdiler." Babası: "Allah'a yemin olsun ki kesinlikle çocuğuma bir şey oldu. Onu ailesinin yanma götür! Korktuğumuz başımıza gelmeden onu götür, iade et" dedi. Bunun üzerine onu alıp annesinin yanma getirdik. Annesi bizi görünce durumumuz hoşuna gitmedi ve: "Onu sizden istemeden niçin bana getirdiniz? Sizler yanınızda kalmasına çok ısrar etmiştiniz" dedi. Biz: "Birşey yok; fakat süt emzirme zamanı bitti ve gördüğümüz şeyler bizi sevindirdi. Bizim onu sevdiğimiz gibi sizin de onu sevmeniz için geri getirdik" dedik. Annesi: "Hayır, size birşeyler oldu. Onu bana bildiriniz" dedi. Olanları anlatıncaya kadar bizi bırakmadı. Annesi: "Hayır, Allah'a yemin olsun ki Allah ona kötü bir şey yapmaz. Çünkü benim oğlumun ayrı bir özelliği vardır. Size onun durumunu anlatmamıştım. Ona gebe kaldığımda Allah'a yemin olsun ki ondan daha hafif bir şey taşımamıştım. Ondan daha kolay bir gebelik de görmemiştim. Sonra ben onu doğurduğum sırada ta Busra'daki develerin boyunlarım -veya Busra saraylarını, dedi- aydınlatan bir nur çıkmıştı. Allah'a yemin olsun ki o, çocukların doğduğu gibi doğmadı. Elleri üzerine yere düşmüş, başını göğe kaldırarak doğmuştu." Sonra onu annesinin yanma bırakıp gittiler. (İshâk ve Ebû Ya'lâ} [216]
4253. Abdullah b. Cafer der ki: Resûlullah'm (salkllahu aleyhi vesellem) süt annesi Halime binti'l-Hâris anlatıyor: Benû Sa'd'dan bir grupla Mekke'ye, emzirmek için çocuk aramaya geldik... Aynı mânâda bir hadis nakletti, (fshâk ve Ebû Ya'lâ)
4254. Şeddâd b. Evs anlatıyor: Bizler, ResûluUah'm (sallallahu aleyhi vesellem) ya­nında otururken yanma Benû Amir'den biri geldi. Gelen kimse, kavmimin efendisi ve büyüğüydü. Bir asaya yaslandı, sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)'in önünde durdu, Resûlullah'ın (saMahu aleyhi vesellem) nesebini saydıktan sonra şöyle dedi: "Ey Abdülmuttalib'in evladı! Bana, senin Allah'ın insanlara gönderdiği İbrahim, Musa, İsa ve onların dışındaki peygamberler gibi bir peygamber olduğunu iddia ettiğin haberi geldi. Eğer dediğin doğruysa sen gerçekten büyük bir işe kalkışıyorsun! Geçmiş peygamberler ve padişahlar İsrailoğullarmdan iki eve gelirdi; birisi peygamberlik evi, diğeri de padişahlık eviydi. Sen ne bunlardan, ne de onlardansın. Aksine sen, taşlara ve putlara tapan Araplardan birisin. Senin peygamberlikle ne alâkan olabilir? Her işin muhakkak ispatlayıcı bir hakikati vardır. Sen de bana sözünün hakikatini getir ve durumunu anlat" dedi. Resûlullah {sallallahu aleyhi vesellem) adamın bu sorusunu beğendi. Sonra şöyle buyurdu: "Ey Benû Amir'li kardeş! Senin sorduğun soru için oturup konuşmak gerekir, sen de otur." Adam dizlerini büktü ve devenin çöktüğü gibi yere çöktü. Resûlullah (sallallahualeyhiveselîem) ona şunları anlattı: "Ey Benû Amirli kardeş! Benim sözümün doğruluğu ve isimin başlangıcı ibrahim'in duasıdır. Kardeşim isa'nın müjdesidir. Ben annemin ilk çocuğuyum. Beni kadınların taşıdığı en ağır bir şekilde taşıdı, öyle ki benim ağırlığımdan arkadaşlarına şikâyette bulundu. Annem, rüyasında karnındakİnİn nur olduğunu gördü ve şöyle dedi: Ben nura bakarken nur daha önce davrandı; bana yerin doğusunu ve batısını aydınlattı. Sonra beni doğurdu. Ben yetişirken putlar bana çirkin göründü, şiir bana çirkin göründü. Beni Benû Ciişem b. Bekir oğullarına süt emmem için verdiler. Bir gün yaşıtım olan çocuklarla bir vadide oynarken üç kişi yanıma geldi. Yanlarında altından bir leğen vardı, içi nur ve kar doluydu. Beni arkadaşlarım arasından aldılar. Bu arada yaşıtım olan çocuklar da kaçtılar. Sonra onlar beni vadinin kenarına getirdiler. Çocuklar onlara dönüp: Bu çocukla ne işiniz var! O bizden biri değildir, o Kureyş'in efendisinin oğullarındandır. O, süt emzirilsin diye bize verildi. Yetim bir çocuktur. Babası yoktur. Onu öldürmeniz size ne fayda sağlar? Eğer muhakkak onu öldürecekseniz bizden dilediğiniz birini alın ve dilediğiniz şeyi yapın, onun yerine bizi öldürün dediler. Fakat onlar çocuklara hiçbir cevap vermedi. Çocuklar kendilerine cevap verilmediğini görünce kabileye doğru koşarak olanları anlattılar. Onlardan yardım istediler. O iki kişiden birisi yanıma geldi, beni yumuşakça yere yatırdı ve sonra göğsümden kasık tüylerimin bitimine kadar vücudumu yardı. Bu esnada ben de ona bakıyordum ve hiçbir acı hissetmiyordum. Sonra karnımdaki bağırsakları çıkarttı ve o karla yumuşakça yıkadı. Sonra onu eski yerine koydu. Sonra ikincisi kalktı ve arkadaşına: Geri çekil! dedi. Elini içime sokarak kalbimi çıkardı. Ben de öylece durmuş ona bakıyordum. Kalbimi yardı ve içinden siyah bir parça çıkarıp attı. Sonra sağ eliyle birşey alır gibi yaptı. Sonra elindeki, nurdan, nübüvvet ve hikmet nurundan yapılı mührü getirdi. Bakanların gözünü alacak kadar parlak yapılmıştı. Onunla kalbimi mühürledi; kalbim nur ve hikmetle doldu. Sonra kalbimi tekrar yerine koydu. Ben o mührün serinliğini hayatım boyunca kalbimde hissettim. Sonra üçüncüsü kalktı. Bu arada iki arkadaşı geri çekildiler. Elini göğsümle memelerimin arasında gezdirdi ve o yarıkların hepsini Allah'ın izniyle iyileştirdi. Sonra elimden tuttu ve yumuşak bir şekilde beni kaldırdı. Sonra kalbimi ilk yaran kişi: Onu ümmetinden on kişi ile tartın dedi. Benî tarttılar; onlardan ağır geldim. Sonra: <Onu ümmetinden yüz kişiyle tartın dedi. Beni yüz kişiyle tarttılar; ben yine ağır geldim. Sonra: <Onu ümmetinden bin kişiyle tartın dedi. Beni onlarla tartılar; yine ağır geldim. Sonra şöyle dedi: Onu bırakın. Eğer onu bütün ümmetiyle tartsanız o yine ağır gelir, Sonra hepsi birlikte kalktılar ve tek tek beni bağırlarına bastılar. Başımı ve İki gözümün arasını öptüler. Sonra şöyle dediler: Ey Habib! Senin için korkulacak bir şey olmadı. Eğer senin için murad edilen hayrı buseydin, gözlerin sevinçle dolardı. Biz bu halde iken bütün kabilenin toplanıp bize doğru geldiğini, sütannemin herkesin önünde olduğunu ve en yüksek sesiyle Vah z.ayıfıma! diye bağırdığını işittim. Ancak gelen o üç kişi eğilip beni öptüler ve: Sen zayıf değilsin! dediler. Sonra sütannem Vah yalnız,ıma! diye bağırınca tekrar beni sarıp öpmeye başladılar ve şöyle dediler: Sen yalnız değilsin! Allah, melekleri ve şu yeryüzündeki bütün mü'minler seninle birliktedirler. Sonra: Vah yetimime! Arkadaşların arasında zayıf göründün ve zayıflığından dolayı öldürüldün ha! diye bağırdı. Tekrar beni sinelerine bastılar ve başımı okşayıp öptüler. Sonra: Sen ne güzel yetimsin! Allah katında ne kadar değerlisin! Sana istenilen hayrı bir biteydin!  dediler. O sırada gelenler vadinin yanına ulaştılar. Süt annem beni görünce: Ey oğul, seni hala hayatta görüyoruın dedi ve beni sinesine bastırdı. Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki ellerim onlardan bazısının elinde olduğu halde annem beni kucaklamıştı. Onların gelenleri gördüğünü zannettim; ancak baktım ki onları görmüyorlar. Sonra köylülerin diğer kısmı geldi ve: Bıı çocuğa cinler musallat oldu, onu kahine götürün. Ona baksın, tedavi eder dediler. Ben: Siz.in söylediğiniz şeylerden hiçbiri başıma gelmedi. Kendimi sağlıklı hissediyorum. Bende hiçbir acı ve elem yoktur dedim. Babam ki o sütannemin hocasıydı, şöyle dedi: Siz onun sözlerine bakmıyor musunuz? Çocuk doğru söylüyor. Ben çocuğuma bir şeyin dokunmadığını umuyorum. Ancak bütün herkes beni kahine götürmek üzere anlaştı. Beni alıp kahinin yanına götürdüler. Ona hikâyemi anlattılar. Kahin onlara: Susun da çocuğun sözlerini işiteyim. Çünkü, o, kendi durumunu en iyi bilendir dedi. Ben de kahine baştan sona kadar olanları anlattım. Kahin sözümü işittikten sonra kalktı ve beni sinesine bastı. Sonra da avazının çıktığı kadar şöyle bağırdı: Ey Araplar! Bu çocuğu öldürünüz! Bu çocukla beraber beni de öldürünüz! Lat ve Uzza'ya yemin olsun ki eğer onu bırakırsanız dininizi değiştirecek, sizin ve babalarınızın akıllarını tenkit edip saçmalıkla itham edecek, size muhalefet edecek ve hiç işitmediğiniz bir dini size getirecek> dedi. Bu esnada süt annem beni kahinin elinden çekip aldı ve: Sen ondan daha beyinsiz birisin. Esas sen cinlenmişsin. Eğer böyle söyleyeceğini bilseydim kesinlikle sana getirmez.dim dedi. Sonra beni alarak annemin yanına getirdiler ve teslim ettiler. Ama evde bile bana o yapılanlar ağır geliyordu. Göğsümden kasık tüylerimin bitimine kadar olan yarığın izi bir bağcık gibi bellidir. İşte sözümün hakikati ve işimin başlangıcı budur." Bunun üzerine Âmir'li: "Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve senin iddian haktır. Sana soracağım şeyleri bana anlat" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Sor! (Se! anke)" dedi. Ancak Resûlullah (sallallahualeyhivesellem) daha önce müslümanlara: "Sana görünen şeyleri sor (Sel amma bedâ leke)" derdi, ona ise "Sel anL" kalıbıyla anladığı dille, Benû Âmir'in lehçesiyle konuşmuştu. Âmirî: "Ey Abdülmuttalib'in oğlu! Bana kötülüğün neyi artırdığını söyle" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Kötülüğü işlemekte devam etmek kötülüğü artırır" dedi. Âmirî: "Günahtan sonra iyilik fayda verir mi?" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi veselkm): "Evet. Tövbe günahları siler, şüphesiz iyilikler kötülükleri götürür. Kul, Rabbini bolluk zamanında anınca Allah da bela anında ona yardım eder" dedi. Âmirî: "Bu nasıl olur?" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: Ben kulum için iki güveni ve iki korkuyu bir araya getirmem Âmirî: "Neye davet ediyorsun?" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Şeriki olmayan, yalnız ve tek olan Allah'a ibadete; Lâfı ve Uzza'yı inkar edip bütün şirklerden soyulmaya, Allah'ın kitabında belirttiği ve Resûlullah'in getirdiklerini ikrar etmeye, beş vakit namazı hakkı ile kılmaya, bir yılda bir ay oruç tutmaya ve malının zekatını vermeye çağırıyorum. Tâ ki zekatını verince Allah onunla seni temizlesin, malını hoş yapsın. Ayrıca öldükten sonra tekrar dirilmeye, cennet ve cehennemin varlığını tasdik etmeye davet ediyorum" dedi. Amirî: "Ey Abdülmuttalib'in oğlu! Bu dediklerini yaptığımda bana ne vardır?" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır" buyurdu. Âmirî: "Bununla beraber dünyada başka bir şey var mıdır? Çünkü dünyada rahat yaşamak hoşumuza gider" dedi. Resûlullah (saMahualeyhi vesellem): "Evet vardır; zafer ve temkin" buyurdu. Bunun üzerine Âmirî Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)'m dediklerini tasdik etti ve Rabbinin yolunu tuttu. (EbûYa'lâ) [217]
 
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Dedesi Abdülmuttalib Tarafından Sevilmesi ve Küçüklüğündeki Bereketi
 
4255. Kendir b. Saîd, babasından naklediyor: Cahiliye devrinde Kabe'yi tavaf   için   gelmiştim.   Bir   adamın   Kabe'yi   dolaşarak   recez   tarzında: Nıunammea İ bana geri ver. Onu bana yardımcı yap!   diye dua ettiğini İşittim. Ben: "Bu kimdir?" diye sordum. "Abdülmuttalib b. Hâşim'dir. Bir devesi kaybolmuştu, oğullarından birini deveyi bulması için gönderdi; ancak o gönderdiği oğlu gelmedi" dediler. Halbuki Abdülmuttalib bir ihtiyaç için onu gönderdiğinde muhakkak onu yerine getirirdi" dediler. Çok geçmeden Muhammed geldi ve kaybolan deveyi getirdi. Ona dedi ki; "Ey oğul, bu defa gerçekten sana çok üzüldüm. Bir daha asla benden ayrılma." (Ebû Ya'lâ) [218]
Hakim'in rivayetinde ise Ebû Tâlİb şöyle demiştir: "Ey oğul! Şimdiye kadar hiç merak etmediğim şekilde seni merak ettim. Bir daha seni hiçbir ihtiyaç için göndermeyeceğim. Bundan sonra asla benden ayrılmayacaksın." Resulullah (sallallahualeyhivesellem)*in Evveliyeti ve Soyluluğu [219]
4256. İbn Abbâs şöyle dedi: "Allah Teâlâ, Hz. Âdem'i yaratmadan iki bin sene önce Kureyş Allah'ın önünde bir nurdu. O nur Allah'ı teşbih ettikçe melekler de o nurun teşbihi gibi teşbih ediyorlardı. Allah Teâlâ, Hz. Âdem'i yaratınca bu nuru Âdem'in sulbüne koydu." Resulullah (saMahu aleyhi vesellem) buyurdu ki: "Allah Teâlâ o nuru Adem'in sulbünde yeryüzüne indirdi. Sonra o nur gemide Nuh'un sulbüne konuldu. Sonra o nur İbrahim'in sulbünde ateşe atıldı. Allah Teâlâ o nuru şerefli kimselerin sulbünden temiz rahimlere taşıdı. Tâ ki beni ana babamın sulbünden yeryüzüne çıkardı. Hiç bir zaman onlar gayri meşru ilişkiye bulaşmadılar. " (İbn Ebî Omer)!
4257. Hz. Ali'nin bildirdiğine göre Resulullah (salkllahu aleyhi veselkm) şöyle buyurdu: "Sen meşru nikah ile doğdum; gayri meşru nikahtan çıkmadım. Bu, Hz. Âdem'den itibaren, annemden doğuncaya kadar böyle devam etti. Cahiliyenin gayri meşru İlişkilerinden hiçbir şey bana dokunmadı." (İbn Ebl Ömer) [220]
4258. Cafer b. Muhammed, babasından naklediyor: Hz. Ömer dedi ki: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellenı)'in şöyle dediğini işittim: "Benim sebebim ve nesebim hariç, bütün sebepler ve nesepler kopuktur. " (ibn Ebî Ömer) [221]
Bu konuyla ilgili Misver hadisi, Hz. Fâtıma'nm menkıbeleri bölümündedir.[222]
 
Resûlullah'a (sallallahu aleyhivesellem) Peygamberlik Verilmeden Önce Allah'ın Onu Koruması
 
4259. Ali b. Ebî Tâlib der ki: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)'in şöyle buyurduğunu işittim: "Cahiliye halkının ilgi gösterdiği çirkin işlerden hiçbirini işlemeyi hayal etmedim ve onlara yönelmedim. Sadece iki defa hariç. Her ikisinde de Allah Teâlâ beni korudu. Bir gece benimle birlikte ailesinin koyunlarını güden Kureyş'li bir gence: Benim koyunlarıma bak da bu gece ben de Mekke'ye gidip gençlerin eğlencelerine katüayım> dedim. Genç: Olur deyip kabul etti. Ben koyunları bırakıp yola çıktım. Mekke evlerinin en yakınına gelince, def zurna ve şarkı sesleri işittim. Ben: Bu nedir? dedim. Filan kimse filan kızla evleniyor dediler. Ben o ses ve şarkıyı dinlerken bu arada gözüme uyku girmiş, uyumuşum. Nihayet beni Güneş "m sıcaklığı uyandırdı. Tekrar arkadaşıma döndüğümde bana: Ne yaptın? dedi. Ben de ona durumu anlattım. Sonra bir başka gece aynı sözleri söyledim, kabul etti. Ben tekrar yola çıktım ve aynı şeyleri işittim.. Bana aynı sözler söylendi. Aynı şekilde gözüme uyku girdi ve Güneş'in sıcaklığı beni uyandırdı. Arkadaşım bana: Ne yaptın? dedi. Ben: Hiçbir şey yapmadım dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) der ki: "Allah'a yemin olsun ki bu iki hadiseden sonra Cahiliye halkının yaptığı hiçbir ameli yapmayı içimden geçirmedim. Tâ ki Allah beni peygamberlikle üstün kıldı." (Ishâk) [223]
4260. İbn Abbâs dedi ki: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Çıplak durmaktan nehyedİldim" buyurdu. Bu husus, Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) peygamberlik inmeden önceydi. (Ebû Dâvud et-Tayâlisî) [224]
Resûlullah (sallallahu aleyhivesdlem)'in Peygamberlikten Önce -İstemeyerek- Müşriklerin Törenlerine Katılması
4261. Câbir der ki: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) peygamberlikten önce müşriklerin törenlerine katılırdı. Bir gün arkasında iki meleğin aralarında şöyle konuştuklarını işitti: Biri diğerine: "Haydi Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)'in arkasında duralım!" diyordu. Diğeri: "O putlara dokunmaya yeltenmişken nasıl onun arkasında durabilirim!" dedi. Bundan sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) müşriklerin hiçbir törenine katılmadı. (EbÛ Ya'lâ) Derim ki: Bu hadisi kimileri Osman b. e. Şeybe'nin münker rivayeti olarak görüp bu konuda aşırıya kaçmışlardır. Münker olan ibare, meleğin "O, putlara dokunmuşken" sözüdür. Zahir olan şudur ki Hz. Peygamber (saMlahu aleyhi vesellem) putlara dokunmaya yeltenmiştir. Ancak burada münker olan O'nun müşriklerin putlara dokunma törenlerine katılmış olmasıdır, [225]
 
Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve sellem)'İn Puta Dokunması Ona Tapanları Kötülemek İçindi
 
4262. İbn Büreyde, babasından naklediyor: Cebrail Mescid-i Haram'a girdi ve putları devirmeye başladı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) 'in Kabe'nin gölgesinde uyuduğunu görünce onu uyandırdı ve: "Kalk!" dedi. ResûluUah başı ve sakalmdaki toprakları silkeleyerek kalktı. Cebrâîl onu Benû Şeybe kapısının yanma götürdü. Orada Mikâîl ile karşılaştılar. Cebrâîl, Mîkâîl'e: "Peygamberle tokalaşmanı engelleyen nedir?" dedi. Mîkâîl: "Onun elinde bakır kokusu hissediyorum" dedi. Cebrâîl bunu yadırgamış gibi Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem): "Bunu yaptın mı?" diye sordu. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) önce yaptığım unutmuş gibiydi, sonra hatırlayarak: "Kardeşim, doğru söylüyor. Evvelki gün isaf ve Naile putlarının yanından geçtim ve elimi onlardan birinin üzerine koyarak: Bazı kimseler Allah'la beraber sizin Hanlığınıza razı oldular. İşte onlar ne kötü kimselerdir! dedim" buyurdu. (İbn Ebî Şeybe} [226]
Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'in menkıbeleri anlatılırken Zeyd b. Hârise'nin bir rivayeti verilmişti. Orada "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Cahiliye döneminde putlara dokunmaktan nehy edildi" ifadesi geçmişti. [227]




[215] Bûsîrî der ki: "Senedinde adı belirtilmemiş bir ravi vardır."
[216] Bûsîrî der ki: Bu hadisi Sahîh'inde İbn Hibbân Ebû Ya'lâ'dan rivayet etmiştir. Heysemî der ki: "Ebû Ya'lâ ve Taberânî de benzerini rivayet etmiştir. Ancak Taberanı, Halime bint Ebî   Züeyb ismini vermiştir. Her ikisinin ricali de güvenilir kimselerdir. (Mecmu VIII, 221)
[217] Bûsîrî der ki: Bu hadisi, Amr b. Subh ile ondan rivayet eden Muhammed b. Ya'lâ'nm zayıflığı sebebiyle zayıf olan bir senedle EbÛ Ya'lâ rivayet etmiştir. Ben derim ki: Amr b. Subh, meşhur bir uydurukçudur. Hz. Peygamber (sallallf.hu aleyhi ve sellem, hutbe uydurduğu da kesinleşmiştir. Ancak bundan önceki hadis, genel olarak bunu metin olarak desteklemektedir.
[218] îbn Hibbân, Kendîr'i tâbiunun güvenilir ravîlerinden sayar. eî-Hâkim der ki: "Bu hadis, Müslim'in şartlarına uyan, sahîh bir hadistir." Bunu Bûsîrî söylemiştir. Beyhakî de Delâil'de tahric etmiştir. (I, 92)
[219] Bûsîrî, bu hadis hakkında bir değerlendirmede bulunmamıştır. Ravileri hakkında değerlendirmeyi başka bir yere erteledim.
[220] Bûsîrî, bu hadis hakkında bir değerlendirmede bulunmamıştır. Muhammed b. Ali b. Hüseyin'in dedesinden rivayeti nıürsel ve munkatı'dır.
[221] Bûsîri der ki: "Ravileri güvenilir kimselerdir. Ben derim ki: "Ebû Cafer'in Ömer'den rivayeti munkatı'dır."
[222] 3980 no'lu hadise bakınız.
[223] Müsnede'de şöyle geçer: "Ben derim ki: Bu hadisi, Siret'inde Muhammed b. Ishâk rivayet etmiştir. Bu tarik, hasen bir tariktir. Bu rivayeti büyük müsnedlerin hiçbirinde göremedim, sadece İshâk'm Müsned'inde bulabildim. Ravileri güvenilir kimselerdir.' Büsîrî der ki:  "Bu hadisi hasen bir isnâdla Ishâk rivayet etmiştir. İbn  Hibbân da Sahîh'inde tahric etmiştir."
[224] Senedinde Amr b. Sabit vardır ki gerçekten zayıf bir ravidir, aşırı bir Rafızî'dir.
[225] Bûsîrî der ki: "Bu hadisi içinde Abdullah b. Muhammed b. Akîl'in bulunduğu bir senedle Ebû Ya'lâ rivayet etmiştir." Heysemî der ki: "Senedinde Abdullah b. Muhammed vardır. Bu gibi rivayetler, Resûl-i Ekrem'in böylesi yerlerde inkâr için bulunduğu ihtimalini vermektedir. Hadisin diğer ricali, Sahih ricalidir." (Mecma VIII, 266)
[226] Bûsîrî senedini zayi/ görmüştür. Çünkü senedindeki Salih b. Hayyân, zayıf bir avidir.
[227] Bkz: 4057 no'lu hadis.