๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mesnevi-i Nuriye => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 14 Şubat 2011, 15:25:55



Konu Başlığı: Şemme
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 14 Şubat 2011, 15:25:55
ŞEMME

Hidayet-i Kur'âniyyenin nesîminden

(http://www.darulkitap.com/oku/kulliyatlar/risale/turkish/nurlar-tr/f-mesnevi/ayetler/f01130.gif)
(1)(http://www.darulkitap.com/oku/kulliyatlar/risale/turkish/nurlar-tr/f-mesnevi/ayetler/f01131.gif)

İ'lem eyyühe'l-aziz! Şu âlem, görünen ve görünmeyen bütün tabakat ve envâiyle Lâ ilâhe illâ Hû diye tevhidi ilân ediyor. Çünkü aralarındaki tesanüt böyle iktizâ ediyor.

Ve o tabakatla envâ, bütün erkânıyla Lâ rabbe illâ Hû diye ilân-ı şehadet ediyor. Çünkü aralarındaki müşabehet böyle istiyor.

Ve o erkân bütün âzâsıyla Lâ mâlike illâ Hû diye şehadetlerini ilân ediyorlar. Çünkü aralarındaki temâsül böyle iktizâ eder.

Ve o âzâ, bütün eczâsıyla Lâ müdebbire illâ Hû diye şehadet eder. Çünkü aralarında teâvün ve tedahül vardır.

Ve o eczâ, bütün cüz'iyatıyla Lâ mürebbiye illâ Hû diye olan şehadetini ilân eder. Çünkü, aralarındaki tevâfuk, kalemin bir olduğuna delâlet ediyor.

O cüz'iyat bütün hüceyratıyla Lâ mutasarrife fi'l-hakikati illâ Hû diye şehadet eder. Ve o hüceyrat bütün zerratıyla Lâ nâzime illâ Hû diye ilân-ı şehâdet eder. Çünkü, cevâhir-i fert arasındaki haytın bir olduğu böyle iktiza eder.

Ve o zerrat bütün esîriyle Lâ ilâhe illâ Hû cevheresiyle ilân-ı tevhid eder. Çünkü, esîrin besâteti, sükûnu, intizamla emr-i Hâlıka sür'at-i imtisali böyle iktizâ eder.

İ'lem eyyühe'l-aziz! Hiçbir insanın Cenab-ı Hakka karşı hakk-ı itirazı yoktur. Ve şekvâ ve şikâyete de haddi yoktur. Çünkü, şikâyet eden ferdin hilâf-ı hevesini iktizâ eden, nizam-ı âlemde binlerce hikmet vardır. O ferdi irzâ etmekte, o bin hikmetin iğdâbı vardır. Bir ferdi razı etmek için bin hikmet fedâ edilemez.

(2)(http://www.darulkitap.com/oku/kulliyatlar/risale/turkish/nurlar-tr/f-mesnevi/ayetler/f01132.gif[/imgEğer her ferdin keyfine göre hareket edilirse, dünyanın nizam ve intizamı fesada gider.Ey müteşekkî! Sen nesin? Neye binaen itiraz ediyorsun? Cüz'î hevesini külliyat-ı kâinata mühendis mi yapıyorsun? Kokmuş olan zevkini nimetlerin derecelerine mikyas ve mizan mı yapıyorsun? Ne biliyorsun ki, zannettiğin nimet nikmet olmasın? Senin ne kıymetin var ki, sineğin kanadına müvâzi olmayan hevesini tatmin ve teskin için felek çarklarıyla hareketten teskin edilsin?İ'lem eyyühe'l-aziz! Cesedin bir uzvundaki bir hücrede yapılan tasarruf, en evvel cesedi tasavvur etmeye mütevakkıftır. Çünkü, küllün nakışlarıyla, ahvâliyle cüz'ün çok alâka ve münasebetleri vardır. Öyleyse, cüzde tasarruf, Hâlık-ı Küllün emri altındadır.İ'lem eyyühe'l-aziz! Hevâm, balık gibi küçük hayvanların yumurtalarını, haşerat ve nebatatın tohumlarını, pek büyük bir rahmetle, bir lûtufla, bir hikmetle hıfzeden Sâni-i Hakîmin hafîziyetine lâyık mıdır ki, âhirette semere veren ağaçlara çekirdek olacak a'mâlinizi hıfzetmesin, ihmal etsin? Halbuki, sen hâmil-i emânet, halife-i arzsın.Evet, herbir zîhayatta bulunan hıfzulhayat hissi, vücudun ebedî bir bekaya ism-i Hayy, Hafîz, Bâki'nin tecellîsiyle incirar edeceğine delâlet eder.İ'lem eyyühe'l-aziz! Bir incir tohumunu tavırdan tavıra hıfzeden, devirden devire himaye eden, inhilâlden vikaye eden ve o tohumda incir ağacının teşkilâtına lâzım olan esasları kemâl-i ihtimamla muhafaza eden, elbette ve elbette, halife-i arz ünvanını alan nev-i beşerin â'mâlini ihmal etmez, hıfzeder.İ'lem eyyühe'l-aziz! Lâfızların tebeddülüyle mânâ tebeddül etmez, bâki kalır. Kabuk parçalanır, lüb bâki ve sağlam kalır. Libası yırtılır, cesedi sağlam, bâki kalır. Ceset ölüp dağılırsa da ruh bâki kalır. Cisim ihtiyarlanırsa, enâniyet genç kalır. Çokluk, cemaat dağılır, ama vahid-i fert bâki kalır. Kesret bozulur, vahdet bâkidir. Madde kırılır, nur bâkidir. Binaenaleyh, ömrün bidâyetinden sonuna kadar devam eden mânâ, çok cesetleri tebeddül ve tavırdan tavıra intikal ve devirden devire yuvarlandığı halde vahdetini, bekasını muhafaza ettiği gibi, ölüm hendeğini de atlayarak sâlimen ebed yoluna devam edecektir. Maahaza, her vakit "Fenâya hazır ol" emrini intizar eden zeval ve bekasız maddiyatta, şu hıfz ve muhafaza düsturu, bekayla çok münasebettar olan ruh ve mânâda da câridir.İ'lem eyyühe'l-aziz! Ulûhiyetin azameti, izzeti, istiklâliyeti, herşeyin küçük olsun, büyük olsun, yüksek olsun, alçak olsun taht-ı tasarrufunda bulunduğunu istiyor. Senin hissetin veya hakaretin, Onun tasarrufundan hariç kalmasına sebep olamaz. Çünkü senin Ondan bu'dun varsa da, Onun senden bu'du yoktur. Veya senin bir sıfatının hakareti, vücudunun hakaretini istilzam etmez. Veya mülk cihetinin mülevves olması, melekût cihetinin de mülevves olmasını iktiza etmez. Ve keza, Hâlıkın azameti, çirkin şeylerin, tasarrufundan çıkmasını istilzam etmez. Bilâkis, azamet-i hakikiye, icad hususunda infiradı, tasarruf cihetiyle de ihatayı iktiza eder.İ'lem eyyühe'l-aziz! Maddî olan birşey, kesafeti ne kadar fazla olursa o nisbette ince ve gizli şeyleri göremez ve onları idrakten kasırdır. Fakat nur ve nurânî şeyler, ne kadar nurâniyette terakki ederse, o nisbette ince ve gizli şeylere nüfuzu tam ve keskin olur. Ve keza, ne kadar lâtif olursa, o derecede maddiyatın içlerini keşfeder: Röntgen şuâsı gibi. Mümkinatta mesele bu merkezde ise, Vâcib, Vâhid olan Nûru'l-Envâr ne derece nâfizü'l-hafâyâ, âlimün bi'l-esrâr olacağı bir derece anlaşıldı. Öyleyse, azameti, tam mânâsıyla ihata, nüfuz, şümulü iktiza ve istilzam eder.İ'lem eyyühe'l-aziz! Ekseriyet-i mutlakayı teşkil eden avâm-ı nâsın fehimleri Kur'ân'ca o kadar mürâat edilmiştir ki, birkaç dereceyi, birkaç ciheti ihtivâ eden bir meselede, avâmın fehimlerine en me'nus, en karib ciheti ve nazarlarına en vâzıh, en zahir dereceyi söylüyor. Çünkü, öyle olmasa, delilin neticeden hafî olması lâzım gelir.Kur'ân'ın kâinattan yaptığı bahis, Hâlıkın sıfatlarını ispat ve izah içindir. Binaenaleyh, ne kadar cumhurun fehmine yakın olursa irşada daha lâyık ve daha muvâfık olur. Meselâ, Hâlıkın tasarrufâtına delâlet eden âyetlerden en zahir, en âşikâr olan tabakayı[b](3)[/b][img]http://www.darulkitap.com/oku/kulliyatlar/risale/turkish/nurlar-tr/f-mesnevi/ayetler/f01133.gif)

âyetiyle zikretmiştir. Halbuki bu tabakanın arkasında vücuhun taayyünat, teşahhusat tabakası vardır. Evvelki tabakanın fehmi, ikinci tabakanın fehminden daha yakındır. Ve keza, en âşikâr dereceyi
(4)(http://www.darulkitap.com/oku/kulliyatlar/risale/turkish/nurlar-tr/f-mesnevi/ayetler/f01134.gif)

âyetiyle zikretmiştir. Bu derecenin arkasında, arzın şems tarafında emir ve irade-i İlâhî kanunuyla tahrik ve tedvîri derecesi de vardır. Lâkin bu derece evvelki dereceden bir derece mahfî olduğundan terk edilmiştir.

Ve keza,(5) (http://www.darulkitap.com/oku/kulliyatlar/risale/turkish/nurlar-tr/f-mesnevi/ayetler/f01135.gif) cümlesiyle en okunaklı sayfayı göstermiştir. Halbuki bu sayfanın arkasında, "Direk ve kazıklarla tehlikeden muhafaza edilen bir sefine gibi, arz da içerisinde vukua gelen hercümerçten dolayı parçalanmak tehlikesinden korumak için dağlarla kazıklanmıştır" sayfası da vardır. Fakat bu sayfa, avâm-ı nâsça o kadar okunaklı olmadığından terk edilmiştir. Ve bu sayfanın altında da şöyle bir haşiye vardır:

Hayatı besleyip sağlamak üzere dağlar arza direk yapılmıştır. Çünkü, dağlar suların mahzenidir. Havanın tarağıdır, tasfiye ediyor. Toprağın hâmisidir, denizin istilâsından vikaye ediyor. Zaten hayatın direkleri bu unsurlardır. Bu sırra binaendir ki, şeriatça hilâlin tulû ve gurubu nazara alınmıştır. Çünkü, bu ise, ayları, günleri hesap etmekten avâmca daha kolaydır. Ve yine o sırra binaendir ki, ezhan-ı avâmda tesbit ve takrir için Kur'ân'da tekrarlar vukua gelmiştir.

İ'lem eyyühe'l-aziz! Âyetlerin bahsettikleri hakikatler, şiirlerin bahsettikleri hayalâttan pek vâsi ve pek yüksektir. Bu itibarla şiirden addedilmemiştir. Hem de, âyetler, sahibinin şuûnat ve ef'âlinden bahseder. Şiir ise, fuzulî olarak gayrdan bahseder. Hem de, filcümle âdi şeylerden bahsi harikulâdedir. Şiirin harikulâdelerden bahsi, alel-ekser âdidir.

İ'lem eyyühe'l-aziz! Hâlıkın vahdetini gösteren aynalar ve delillerini okutan sayfaların pek çok çeşitleri olduğu gibi, merkezleri bir ve birbirinin içine dahil olmuşlardır. Binaenaleyh, bir aynada göründü veya bir sayfada okundu mu, hepsinde de görünür ve okunur. Fakat birisinde görünmemesi, hepsinde görünmemesini istilzam etmez.

İ'lem eyyühe'l-aziz! Bir kelimeyi yazan harfini yazanın gayrısı, bir sayfayı yazan satırı yazanın gayrısı, kitabı yazan sayfayı yazanın gayrısı olması mümkün olmadığı gibi; karıncayı halk eden cins-i hayvanı halk edenin gayrısı, hayvanı yaratan arzı yaratanın gayrısı, arzı halk eden, Rabbü'l-Âlemînin gayrısı olması muhaldir.

Rububiyet-i âmmenin işaretlerindendir ki, kâinat kitabında öyle büyük harfler vardır ki, o harflerin bir kısmında bir kelime yazılıdır. Bir kısmında bir kelam, bir kısmında bir kitap yazılıdır. Meselâ, o kitapta bahir, şecer, arz birer harf makamındadırlar. Birinci harfte semek kelimesi,

Mesnevî-i Nuriye - Şemme - s.1346

ikincisinde şecer kelâmı, üçüncüsünde hayvan kitabı yazılmıştır. Hattâ,  suretinde tam Yâsin Sûresi yazıldığı gibi, bazı masnûatta, bir kelime olan isminde, çekirdeğinde o masnûun sûresi ve kitabı yazılmıştır.

İ'lem eyyühe'l-aziz! Yıldızlar, şemsler arasında mümâselet olduğu gibi filcümle müsâvat da vardır. Binaenaleyh, onlardan biri ötekilere rab olamaz. Ve onlardan birine rab olan, hepsine de rab olur. Ve keza, herşeye de rab olur.

İ'lem eyyühe'l-aziz! İnsanın bir ferdinde bir cemaat-i mükellefîn bulunur. Evet, her bir uzuv, birşey için yaratılmıştır. O uzvu, o şeyde kullanmakla mükelleftir. Meselâ, herbir hasse için bir ibadet vardır. Onun hilâfında kullanılması dalâlettir. Meselâ, başla yapılan secde Allah için olursa ibadettir, gayrısı için dalâlettir. Kezâlik, şuarânın hayalen yaptıkları hayret ve muhabbet secdeleri dalâlettir. Hayal, onunla fâsık olur.

İ'lem eyyühe'l-aziz! İnsanları fikren dalâlete atan sebeplerden biri, ülfeti ilim telâkki etmeleridir. Yani melûfları olan şeyleri kendilerince mâlum bilirler. Hattâ, ülfet dolayısıyla âdiyâta teemmül edip ehemmiyet vermezler. Halbuki, ülfetlerinden dolayı malûm zannettikleri o âdi şeyler, birer harika ve birer mucize-i kudret oldukları halde, ülfet sâikasıyla onları teemmüle, dikkate almıyorlar; ta onların fevkinde olan tecelliyat-ı seyyâleye im'ân-ı nazar edebilsinler. Bunların meseli, deniz kenarında durup, denizin içerisindeki hayvanata ve sair garip hâlâtına bakmayarak, yalnız rüzgârla husule gelen dalgalara ve şemsin şuââtından peydâ olan parıltısına dikkat etmekle Mâlikü'l-Bihar olan Allah'ın azametine delil getiren adamın meseli gibidir.

İ'lem eyyühe'l-aziz! İnsanların arza âit malûmat ve müsellemât-ı bedihiyatları, ülfete mebnîdir. Ülfet ise, cehl-i mürekkep üstüne serilmiş bir perdedir. Hakikate bakılırsa, zannettikleri ilim, cehildir. Bu sırra binaendir ki, Kur'ân, âyetleriyle insanların nazarını melûfatları olan şeylere çeviriyor. Âyetler, necimler gibi ülfet perdesini deler, atar. İnsanın kulağından tutar, başını eğdirir. O ülfetin altındaki havâriku'l-âdât mucizeleri o âdiyat içerisinde gösterir.

İ'lem eyyühe'l-aziz! Aralarında münasebet, muamele, hattâ mükâleme bulunan iki şeyin, birbirine müşabih veya müsâvi olmasını istilzam etmez. Meselâ, yağmurun bir katresi veya semerenin bir çiçeğinin, küçüklüğüyle beraber, şemsle münâsebeti ve muamelesi vardır.

Binaenaleyh, ey insan, Senin hakaretin, seni Hallâk-ı Âlemin nazar-ı inâyetinden setredecek bir sebep olamaz.

İ'lem eyyühe'l-aziz! Denizlerde vukua gelen med ve cezir gibi, evliya arasında da bast-ı zaman,HAŞİYE tayy-ı mekân meselesi şöhret bulmuştur. Ezcümle: Kitab-ı Yuvâkit'in rivayetine göre, İmam-ı Şa'rânî bir günde iki buçuk defa kocaman Fütuhat-ı Mekkiye namındaki büyük mecmuayı mütalâa etmiştir. Bu gibi vukuat istiğrabla inkâr edilmesin. Zira bu gibi garip meseleleri tasdike yaklaştıran misaller pek çoktur. Meselâ, rüyada bir saat zarfında bir senenin geçtiğini ve pek çok işler görüldüğünü görüyorsun. Eğer o saatte o işlere bedel Kur'ân okumuş olsaydın, birkaç hatim okumuş olurdun. Bu hâlet evliya için hâlet-i yakazada inkişaf eder. Zaman inbisat eder. Mesele ruhun dairesine yaklaşır. Ruh zaten zamanla mukayyed değildir. Ruhu cismâniyetine galip olan evliyanın işleri, fiilleri, sür'at-i ruh mizanıyla cereyan eder.

İ'lem eyyühe'l-aziz! Bir burhanla elde edilen netice-i tevhidi bazı insanlar isti'zamla dar zihinlerine sığıştıramazlar. Veya bozuk hayalleri tahammül edemez. Bu hale karşı o kat'î, sahih burhanı reddetmek üzere, "Bu neticeyi, bu kadar azametiyle, şu burhan onu intaç edemez" diye bahanelerle kabul etmez. O miskin bilmez mi ki, neticenin kayyûmu imandır. Burhan, ancak onu görmek için bir menfezdir. Veya bir süpürge gibi, o neticeye konan vehimleri süpürür. Maahaza, burhan bir değildir; bin değildir, zerrât-ı âlem adedince burhanlar vardır.

Fesübhânallah! Mülkle melekût arasındaki hicap ne kadar incedir, aralarındaki mesâfe ne kadar büyüktür! Dünyayla âhiret arasındaki yol ne kadar kısa ve ne kadar uzundur. İlimle cehil arasındaki hicap ne kadar lâtif ve ne kadar kalındır! İmanla küfür arasındaki berzah ne kadar şeffaf ve ne kadar kesiftir! İbadetle mâsiyet arasındaki mesafe ne kadar kısadır! Halbuki araları Cennet ile nârın araları kadardır. Hayat ne kadar kısa, emel ne kadar uzundur! Evet, hal ile mâzi arasında öyle ince bir perde vardır ki, ruhun mâzi cihetine geçmesine mâni değildir; cesede nisbeten bitmez bir mesafedir.

Kezâlik, mülkle melekût, dünyayla âhiret arasında ehl-i kalb için şeffaf, ehl-i hevâ için kesif ince bir perde vardır.

Kezâlik, geceyle gündüz arasında lâtif bir perde var ki, gözün kapanmasıyla gece olup, açılmasıyla gündüz olduğu gibi; nefsin âlem-i mâneviyata gözü kapanırsa ebedî bir gece içinde kalır, gözü mâneviyata açılırsa neharı inkişaf eder.

Kezâlik, Allah'ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir. Eğer gafletle esbab hesabına bakarsa, ilim zannettiği şey de cehil olur.

Kezâik, iman ve tevhidle bakan, âlemi nurlu görür ve illâ âlemi zulümat içerisinde görecektir.

Kezâlik, ef'âl-i beşer için iki cihet vardır. Eğer niyetle Allah'ın hesabına olursa, tecelliyata mâkes, şeffaf, parlak olur. Eğer Allah hesabına olmasa, zulmetli bir manzarayı göstermiş olur.

Kezâlik, hayatın da iki veçhi vardır. Biri siyah, dünyaya bakar; diğeri şeffaf, âhirete nâzırdır. Nefis, siyah veçhin altına girer, şeffaf veçhe terettüp eden saadet-i ebediyeyi ister.

İ'lem eyyühe'l-aziz! Kâinatın miftahı, anahtarı insanın elindedir. Âlemin kapıları açık ise de mânen kapalıdır. Cenab-ı Hak bütün o kapıları ve kenz-i mahfîyi açan ene namında bir miftahı insanın eline vermiştir. Fakat, ene de kapısı kapalı bir bilmecedir. Bunun kapısı açılıyorsa kâinatın da kapıları açılıyor.

Evet, Cenab-ı Hak insana bir benlik, bir nevi hürriyet vermiştir ki, Cenab-ı Hakkın rububiyetine ait evsafı bilmek için mevhum, farazî bir vahid-i kıyasî yapsın.

Mahiyet-i beşerde pek ince bir ip, insanın vücudunda şuurlu bir kıl, şahsın kitabında bir elif kıymetinde ve miktarında olan ene'nin iki vechi vardır. Biri hayra bakar. Bu vecihle yalnız kabil-i feyizdir, fâil değildir. Diğer veçhi ise şerre bakar. Bu vecihle kendisini fâil bilir.

Ene'nin mâhiyeti mevhûmedir. Rububiyeti hayalîdir. Vücudu birşeye hâmil olamaz. Ancak mizânülhararet gibi, Vâcibü'l-Vücudun rububiyetine âit sıfât-ı mutlaka-i muhitayı bilmek için bir mizan vazifesini görüyor.

Eğer insan benliğine mizan nazarıyla bakarsa, kâinattan zihnine akıp gelen âfakî malûmatı kendi malûmatıyla, tasarrufat ve sıfât-ı İlâhiyeyi de kendi sıfâtıyla tasdik eder. Yine merciine iade eder. Ve bu sâyede(6) (http://www.darulkitap.com/oku/kulliyatlar/risale/turkish/nurlar-tr/f-mesnevi/ayetler/f01139.gif) daki  (http://www.darulkitap.com/oku/kulliyatlar/risale/turkish/nurlar-tr/f-mesnevi/ayetler/f01140.gif) şümulüne dahil olarak, bihakkın emâneti ifâ etmiş olur. Fakat kendisine müstakil nazarıyla bakmakla kendisini mâlik itikad ederse, (7)(http://www.darulkitap.com/oku/kulliyatlar/risale/turkish/nurlar-tr/f-mesnevi/ayetler/f01141.gif)   nın şümulüne dahil olmakla emânete hıyânet etmiş olur. Zira semâvat ve arzın, hamlinden korkarak imtinâ ettikleri cihet, ene'nin bu cihetidir. Çünkü, dalâletler, şirkler, şerler bu cihetten doğarlar. Eğer vaktiyle o ene'nin şiddetli bir terbiyeyle başı kırılmazsa büyür, insanın vücudunu yutar.

Eğer milletin de enâniyeti inzimam ederse, Sâniin emrine karşı mübarezeye çıkar. Tam mânâsıyla bir şeytan olur. Sonra, halkı da kendisine kıyas eder, esbabı da o kıyasa dahil eder, büyük bir şirke düşer. El-iyâzü billâh!

Mühim bir mesele: Ene'nin iki veçhi vardır. Bir veçhini nübüvvet almıştır, bir veçhini de felsefe almıştır.

Birinci vecih, ubudiyet-i mahzâya menşedir. Mahiyeti harfiye olup müstakil değildir. Vücudu tebeî olup aslı değildir. Mâlikiyeti vehmî olup hakikî değildir. Vazifesi Hâlıkın sıfâtını fehmetmek için bir mîzan ve bir mikyas olmaktır. Enbiya (aleyhimüsselâm) enâniyetin bu veçhine bakmakla, mülkü tamamen Allah'a teslim ederek ne mülkünde, ne rububiyetinde, ne ulûhiyetinde şeriki olmadığına hükmetmişlerdir. Ene'nin bu veçhinden, Cenab-ı Hak şecere-i tûbâ-i ubudiyeti inbat edip dal ve budakları kâinat bahçesinde enbiya, evliya, sıddîkîn gibi mübarek semereleri vermiştir.

İkinci veçhi alan felsefe, ene'nin vücudunu aslî ve kendisini müstakil ve mâlik-i hakikî olduğunu zu'm etmişlerdir. Vazifesi de yalnız hubb-u zâtıyla tekemmül-ü hayattır. Ene'nin bu siyah yüzünden

envâen şirkler, dalâletler çıkmıştır. Ezcümle: Kuvve-i behîmiye dalında sanemler doğmuşlardır. Kuvve-i gadabiye gusnundan firavunlar, nemrutlar çıkmıştır. Kuvve-i akliyeden dehriyun, maddiyun, felâsife çıkmışlardır ki, Vâcibü'l-Vücuda bir mahlûk-u vahidi verir, bâki kalan mülkünü gayra taksim ederler.

Hülâsa: Ene, haddizatında bir hava, bir buhar gibi iken, verilen ehemmiyete göre mâyi haline gelir. Sonra ülfetle kalınlaşır. Sonra gaflet ve isyan ile öyle kalınlaşır ki, sahibini yutar. Halkı, esbabı da kendisine kıyas ederek Hâlıkın evâmirine mübarezeye başlar. Küçük âlemde, yani insanda ene, büyük insanda, yani kâinatta tabiata benziyor. İkisi de tâğutlardandır.

İ'lem eyyühe'l-aziz! Hayrat ve hasenâtın hayatı niyetledir. Fesadı da ucub, riyâ ve gösterişledir. Ve fıtrî olarak vicdanda şuurla bizzat hissedilen vicdaniyatın esası, ikinci bir şuur ve niyetle inkıtâ bulur.

Nasıl ki amellerin hayatı niyetledir. Onun gibi, niyet bir cihetle fıtrî ahvalin ölümüdür. Meselâ, tevâzua niyet onu ifsad eder; tekebbüre niyet onu izâle eder; feraha niyet onu uçurur; gam ve kedere niyet onu tahfif eder. Ve hâkezâ, kıyas et.

İ'lem eyyühe'l-aziz! Kâinat bir şeceredir. Anâsır onun dallarıdır. Nebatat yapraklarıdır. Hayvanat onun çiçekleridir. İnsanlar onun semereleridir. Bu semerelerden en ziyadar, nurlu, ahsen, ekrem, eşref, eltaf Seyyidü'l-Enbiyâ ve'l-Mürselîn, İmâmü'l-Müttakîn, Habîbi Rabbü'l-Âlemîn Hazret-i Muhammed'dir. (8 )(http://www.darulkitap.com/oku/kulliyatlar/risale/turkish/nurlar-tr/f-mesnevi/ayetler/f01142.gif)

(http://www.darulkitap.com/oku/kulliyatlar/risale/turkish/nurlar-tr/f-mesnevi/ayetler/f01143.gif)
(http://www.darulkitap.com/oku/kulliyatlar/risale/turkish/nurlar-tr/f-mesnevi/ayetler/f01144.gif)
(http://www.darulkitap.com/oku/kulliyatlar/risale/turkish/nurlar-tr/f-mesnevi/ayetler/f01145.gif)
(http://www.darulkitap.com/oku/kulliyatlar/risale/turkish/nurlar-tr/f-mesnevi/ayetler/f01146.gif)
(http://www.darulkitap.com/oku/kulliyatlar/risale/turkish/nurlar-tr/f-mesnevi/ayetler/f01147.gif)
(http://www.darulkitap.com/oku/kulliyatlar/risale/turkish/nurlar-tr/f-mesnevi/ayetler/f01148.gif)
(9)(http://www.darulkitap.com/oku/kulliyatlar/risale/turkish/nurlar-tr/f-mesnevi/ayetler/f01149.gif)




1 Peygamberlerin Efendisi Muhammed'in risaletini âlemlere rahmet kılan Âlemlerin Rabbine hamd olsun. Allah, ona ve bütün âl ve ashabına rahmet etsin.

2 "Eğer hak onların keyiflerine tâbi olsaydı, gökler ve yer hep fesâda uğrardı." Mü'minûn Sûresi, 23:71.

3 "Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin, seslerinizin ve simalarınızın farklılığı da yine Onun âyetlerindendir." Rûm Sûresi, 30:22.

4 "Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde..." Bakara Sûresi, 2:164.

5 "Dağları birer kazık yapmadık mı?" Nebe' Sûresi, 78:7.

6 "Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir." Şems Sûresi, 91:9.

7 "Nefsini günaha daldıran da hüsrâna düşmüştür." Şems Sûresi, 91:10.

8 Yer ve gökler devam ettikçe salâvatın en üstünü onun üzerine olsun.

9 İlâhî! Günahlar beni lâl etti. İsyanımın çokluğu yüzünden mahcubum. Gafletin şiddeti ise sesimi kıstı. İşte, ben de, seyyidim ve senedim Şeyh Abdülkadir Geylânî'nin sesiyle Senin dergâh-ı rahmetinin kapısını çalıyor ve onun, kapıcıya âşinâ nidasıyla Senin mağfiret kapında nida ediyorum:
Ey rahmeti herşeyi kuşatan ve ey herşeyin melekûtu elinde bulunan Zat,
Ey hiçbir şey kendisine zarar veya fayda veremeyen Zat,
Ey hiçbir şey Ona galebe edemeyen ve hiçbir şey Ondan kaçıp gizlenemeyen,
hiçbir şey Ona ağır gelmeyen ve hiçbir şeyin yardımına muhtaç olmayan,
hiçbir şey Onu bir başka işten alıkoyamayan,
hiçbir şey Ona benzemeyen,
ve hiçbir şey Onu hiçbir şeyden âciz bırakamayan Zat,

Beni hiçbir şeyden hesaba çekmeyecek şekilde herşeyimi bağışla.
Ey herşeyi alnından tutup kudretine boyun eğdiren ve herşeyin anahtarları elinde bulunan Zat,
Ey herşeyden önce var olan Evvel,
herşeyden sonra bâki kalan Âhir,
herşeyin fevkinde olan Zâhir,
herşeyin dûnuna nüfuz eden Bâtın,
kudret ve galebesi herşeyin fevkinde bulunan Kahir,

Benim herşeyimi bağışla. Şüphesiz Senin herşeye kudretin yeter.
Ey herşeyi her haliyle bilen Alîm ve herşeyi kuşatan Muhît ve herşeyi hakkıyla gören Basîr,
Ey herşey her an Onun nazar-ı şuhudunda olan Şehîd ve herşeyi görüp gözeten Rakîb ve ilmi herşeyin bütün inceliklerine nüfuz eden Lâtif ve herşeyden hakkıyla haberdar olan Habîr,

Beni hiçbir şeyden hesaba çekmeyecek şekilde, günah ve hatâ olarak her neyim varsa hepsini bağışla. Hiç şüphesiz, Senin herşeye kudretin yeter.

Allahım,

Gafletten ve kötü arzularımdan Senin izzet-i celâline ve celâl-i izzetine, Senin kudret-i saltanatına ve saltanat-ı kudretine sığınırım.

Ey kurtuluş isteyenlerin tahassungâhı olan Allahım,

Beni şeytanî şehvetlerden kurtar; beşeriyetin kazuratından temizle; Nebîn olan Muhammed'i (s.a.v.) sıddıkiyet muhabbetiyle bana sevdirmek suretiyle beni gaflet paslarından ve cehalet vehimlerinden ter temiz kıl-öyle ki, enaniyet fena bulsun ve Allah'ın minnet bahrinde Allah'ın nimetlerine gark olmuş, Allah'tan alıkoyan her meşgaleye karşı Allah'ın kılıcıyla mansur, Allah'ın inayetiyle mahzuz ve Allah'ın himayesiyle mahfuz olarak herşey Allah için, Allah ile, Allah'a ve Allah'tan olsun.

Ey Nurların Nuru, ey bütün sırların Âlimi, ey gecenin ve gündüzün Müdebbiri, ey Melik, ey Azîz, ey Kahhâr, ey Rahîm, ey Vedûd, ey Gaffâr, ey gayb âlemlerini her haliyle bilen, kalbleri ve gözleri dilediği gibi halden hale çeviren, ey ayıpları örten ve ey günahları bağışlayan,

Günahlarımı bağışla; esbabın tazyikatına mâruz ve bütün kapılar yüzüne kapanmış ve doğru yolda gidenlerin tarikine sülûk etmek ona zorlaşmış ve bir kazanç elde edemeden ömrünü ve nefsini gaflet ve mâsiyet meydanlarında bâd-ı hava harcamış olan kuluna merhamet et.

Ey dua edildiğinde cevap veren, ey hesapları sür'atle gören, ey Kerîm, ey Vehhâb,

Hastalığı büyük ve şifası zor, çaresi zayıf ve belâsı kuvvetli olan ve Senden başka melce ve ümidi bulunmayan kuluna merhamet et.

İlâhî,

Derdimi, üzüntümü ve şikâyetimi Sana arz ediyorum.

İlâhî,

Senin dergâhında hüccetim, hacetimdir; azığım ise fakrım ve çaresizliğimdir.

İlâhî,

Senin cûd bahirlerinden bir katre bana yeter; Senin af nehirlerinden bir zerre bana kâfi gelir, ey Vedûd, ey Vedûd, ey Vedûd, ey şan ve şerefi herşeyden yüce olan Arş-ı Mecîd Sahibi, ey Mübdi', ey Muîd, ey herşeyi dilediği gibi yapan Fa'âlün limâ Yürîd!

Arşının rükünlerini kaplayan nur-u veçhin hürmetine, bütün mahlûkatını hükmüne râm ettiğin kudretin hürmetine ve herşeyi kuşatan rahmetin hürmetine Senden istiyorum. Senden başka ilâh yoktur, ey Muğîs, bize imdad et. Ve bütün ömrüm boyunca işlediğim bütün günahları ve lisanımın hatâlarını rahmetinle bağışla, ey Erhamü'r-Râhimîn. Âmin.

Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.