๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Merak Ettiklerimiz => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 21 Temmuz 2010, 10:58:43



Konu Başlığı: Tabiattaki Çoğalma Tesadüfi midir
Gönderen: Zehibe üzerinde 21 Temmuz 2010, 10:58:43
Mucizevî Nüfus Planlaması...
 

TABİATTAKİ ÇOĞALMA TESADÜFİ MİDİR?
 

Sinan BENGİSU

Mu'cize olmayan ne var ki? İçtiğimiz su, ciğerlerimize dol­durduğumuz hava, bastığımız toprak, her akşam yıldızlarıyla üstümüze inen gece, güneş, ay... Hepsi de mu'cize değil mi?

İnsan Allah'a inandı mı, dilsiz taş, dağ ve yıldız yoktur, mu'cizesiz varlık yoktur. Acı çekip, çabalayıp kendini kelebeğe çevirmeye çalışan minik, alçak gönüllü bir tırtıl, mu'cizedir. Bir yumurta veya çekirdek, ışık dolu birer mu'cizedir.

Yumurtada canlının hayat programını yazan, çekirdekte dev ağaç fabrikalarının projelerini yerleştiren İlâhî kudret, canlıları yeryüzü denilen eğitim meydanına göndermektedir. Hayat programlarında en ufak bir başıboşluk, gayesizlik görün­mediği gibi, canlıların çoğalmaları da tesadüfe terkedilmemiştir. Her çevredeki canlılar birbirleri ile son derece iyi bir ahenk içindedir. Bu ahengin, insan elinin müdahalesi ile bozul­ması, telâfisi güç zararları netice vermektedir.

Hayvanlardaki nüfus plânlaması ile ilgili tespitleri dikkatli bir analizle ele alırsak, plânlayan ilâhî hikmetin nokta nokta yeryüzünü nasıl kuşattığını daha iyi anlayabiliriz. Ve yine anla­yabiliriz ki, bu muhteşem plânlamayı yapan, bütün canlıları mu'cizevî özellikleriyle yaratan; güneşi, havayı, ışığı, rüzgârı, hayat sahiplerinin imdadına gönderen; bitkileri hayvanların, hayvanları insanların imdadına koşturan, beden azalarını birbirlerinin yardımına, gıda zerrelerini beden hücrelerinin hizmetine yollayan Zât-ı Zülcelâl’dir (c.c.)...[169]

 

Nüfus Artarsa Ne Olur?
 

Canlı topluluklarında, nüfus yoğunluğu artarsa ne olur? Aç­lık faktörü başlamadan, nüfus kırıcı biyolojik bir mekanizma harekete geçer. Canlının hormon sistemi değişik çalışmaya baş­lar. Yumurtlama durur, cinsel organlarında gerileme başlar. Psikolojik davranışlar değişir: Tavşanlarda, tilkilerde, geyikler­de, farelerde olduğu gibi... Bu büyük keşfi 1962'de J. Colhoun fareler üstünde yaptığı deneylerle ortaya koymuştur: Vahşi Norveç farelerine bol gıda ve yer vermiş, hastalanmalarını ön­lemiş, yalnız nüfus yoğunluk faktörünü sağlamış, 27 ay sonra 20 çift fareden normal üreme temposu ile 5000 fare elde etmesi gerekli iken, ancak 150 fare kalmış, kapalı yerde bakılan fare­ler belirli bir nüfus yoğunluğuna ulaşınca, evvelce birbirine karşı şaşılacak kadar iyi davrandıkları halde, huyları değişmeye başlamıştır. Erkekler dişileri hırpalamaya başlamakta, dişiler yuva yapmamakta veya üstünkörü yarım bırakmakta, rastgele bir yerde doğurmakta, yavruları terk etmekte, sahipsiz yavrular diğerleri tarafından parçalanıp yenmektedir. Yavrularda ölüm % 90'a, anne ölümleri % 50'ye yükselmiştir. Durmadan boğuş­ma halindeki erkeklerin daha pek genç çağda bitkinleştikleri ve öldürüldükleri görülmüştür. Halbuki hepsine yetecek kadar bol gıda verilmiştir.[170]

 

Sadece Yemliğin Dolu Olması Kâfi mi?
 

Otto Koenning de buna benzer bir deneme yapmıştır. Beyaz balıkçıllar Wilhenminenberg'teki Enstitü'de kapalı bir yere al­mış ve bol gıda vermiştir. Beyaz balıkçılların sosyal ve aile ha­yatları alt üst olmuş, çiftleşme çok aşırı bir ölçüye varmış, fakat yavrular azalmıştır. Kavgalar birbirini kovalamış, kar gibi be­yaz balıkçıllardan kısa bir süre sonra geriye üstleri başları kirli, kanlı, kendi yumurta ve yavrularını bile çiğneyen birer zavallı hayvanlar kalmıştır. Yaşayabilen yavrular, yavruluktan kurtula­mamış, büyüdükleri ve yemlik yem dolu olduğu halde anneleri­nin peşinden koşmaya devam etmişlerdir. Ne annelik, ne de ba­balık yapabilmişlerdir.[171]

 

Açlık Tehlikesine Karşı Tedbir
 

Aynı olaylar, hiç değişmeden tabiî çevrede de görülmekte­dir. Meselâ foklar, çoğalma mevsiminde bir adada üst üste yı­ğınlar halinde toplanır, normal davranışlarını kaybederler. Ku­zey denizinde İngiltere açıklarında Farne adası vardır. Çoğalma mevsiminde 4000 kadar fok bu adada toplanır. Ada kayalıkları­nın üstü âdeta bir et pazarına döner. Doğan yavruların çoğu bu kaynaşan hayvanların arasında ezilir veya açlıktan ölürler. Üremek için fokların yakındaki diğer adalara gitmeyip, yalnız bu adada toplanmaları ilgi çekicidir.

Âdeta bu adada nüfus yoğunluklarını ölçmektedirler. Böy­lece foklardaki nüfus patlaması önlenmektedir. Foklardaki bu program çok uzak bir zamanda ortaya çıkabilecek bir açlık tehlikesine karşı tedbir almalarını emretmektedir sanki.[172]

 

Belirlenmiş Usuller
 

Bir başka misâl verelim: Kanada'da Suparior gölünde bir Royale adası vardır. Adada 600 baş Moose denen çok iri cüsse­li bir geyik (ortalama 800 kilo) türü yaşar. 24 sene kadar evvel göl donunca Ontario'dan 19 ilâ 21 hayvandan ibaret bir kurt sü­rüsü adaya geçmiştir. Dave Mech, Philip C. Shelton, 10 sene süren bir araştırma ile geyiklerle kurtların ilişkilerini izlemiş­lerdir. Ada ormanlarını bir felâket halinde tahrip eden geyik sürüsünün sayısı kurtlar geldikten sonra hızla azalmış ve bugünkü 600 baş hayvan civarında duralamıştır. Kurtlar bilindiği gibi sosyal organizasyonu kuvvetli ve zeki hayvanlardır. Belirli usûllerle idare edilirler. Adada iki ayrı sürü halinde dola­şırlar. Büyük sürü 15 ilâ 17 fertten meydana gelmiştir. Cin­sel hayatları yakından takip edilmiştir. Çiftleşme olmakta­dır: Fakat 10 senedir, sürüye bir tek yavru eklenmemiş bu­lunmaktadır. Sürünün sayısı 21-22'nin üstüne çıkmamıştır. Her kurtun hayat sahası bir milkaredir. Geyiklerin sayıları ise 600'de karar kılmıştır.

Sürünün yıllık yavru sayısı 225 kadardır. Kurtlar yalnız yaşlıları, hastaları, sakatları ve küçük yavruları avlamakta­dırlar. Ve her iki üç günde bir, tek hayvan avlayarak denge bozmamaya titizlikle dikkat etmektedirler.[173]

 

Neslin Devamı Duygusu, Şefkatten de Üstün
 

Arslanların belirli gruplar halinde sosyal hayatları malûmdur. Annelik, yavruları korumak, bakma hisleri örnek denecek mükemmelliyettedir. Fakat çevrede beslenme imkânları kötüleşmeye başlayınca beslenme hakkı yalnız haya­tiyetini sürdürecek güçte olanlarındır. Öz anası dahi yavrusunu bir pençe darbesi ile uzadara fırlatır. Bir deri, bir kemik halin­de sürüyü takip eden ve nihayet ölünceye kadar yalvardığı hal­de pay alamayan çocuklarına asla kulak asmaz ve çoğalma fonksiyonunu koruyabilecek şekilde dişiler ayakta kalır.[174]

 

Çoğalmayı Kısıtlamanın Bir Başka Yolu
 

Canlılarda çoğalmayı kısıtlamanın bir başka yolu daha vardır: Koku!... Farelerin nüfus yoğunluğu bir dereceye ulaşınca erkeklerin pisliklerinden bir koku çıkmaya başlar. Ve bu koku dişileri kısırlaştırır. Gebe bir fare kafesine bir yabancı erkek sokulsa değişik koku nedeniyle Fötüs'ün ra­him içindeki gelişmesi durmakta veya düşükle sonuçlan­maktadır.

Un böceklerinde de böyle bir mekanizma işlemektedir. Unun gramında larva sayısı ikiye çıkınca çoğalma durur. Kur­bağa tetartlarının kaynaştığı bir su birikintisine bir tetart salıverilse küçüklerin hemen yemekten kesildikleri ve kısa sürede öl­dükleri görülür. 120 litre suda bir büyük tetart altı küçük tetartın açlıktan ölmesine yeter. Hattâ büyük bir tetartın bulunduğu su küçüklerin akvaryumuna dökülse yine aynı sonuç alınır. Bu şimik maddenin bir su birikintisindeki kurbağa sayısını ayarla­dığı anlaşılmıştır. Aynı gözlemler balıklarda da yapılmıştır.[175]

 

Tehlike Başlayınca...
 

Fillerde ayarlama bambaşkadır. Sosyal hayatları çok güçlü ve zeki olan filler, bir bölgede tehlike başlarsa uygun alanlara göç ederler. Doğu Afrika'daki Serengeti parkında 30 sene ev­vel hiç fil yoktu. 1958'de Grzimek, 60 fil saymış, sayıları 1964'de 800'e, 1967'de 2000'e çıkmıştır. Uganda'daki Kurkizon şelâlesindeki Millî Park'ta 10.000 fil birikmiştir. Fil sürüle­ri millî parklara sığmamaya başlayınca, herşey alt üst olmuştur. Fakat pek kısa süre sonra hayvanların nüfus sayılarını ayarla­maya başladıkları görülmüştür. Nüfus çokluğu fillerde dejeneresans yapmamıştır. Aksine normal ve sağlam dişilerin hayatla­rını sürdürürken, dişilerinin doğumlarının aralarını uzatmaya başladıkları, doğum çifteşme arasındaki normal iki ay üç gün­lük sürenin 6 ile 10 aya çıktığı görülmüştür.[176]

 

Adaptasyon Mekanizması
 

Tüm hayvanlarda nüfus plânlaması sağlam bir usulle idare edilirken, fireni boşalmış bir çoğalmaya, Lemming'lerde, çekirgelerde rastlanmaktadır. Fakat evvelâ bir felâket gibi Avustralya'yı istilâ eden tavşanların bile nihayet bir adaptasyon mekanizması kurdukları görülmektedir... 1959'da Thomas Aus­tin adaya 24 tane tavşan salmıştır. (O vakitki gemicilerin uzun deniz yolculukları için beraberinde canlı hayvanları da taşıdık­ları bilinmektedir.) 6. senede tavşanlar 22 milyona çıkmış ve sonunda bir felâket halinde kıtanın bitki faunasını alt üst etmiş­tir. Avlamalar, zehirlemeler, virüsle hastalık vermeler bu felâketle savaşmaya yetmemiştir. Fakat zamanla tavşanların kendi nüfuslarını ayarladıkları görülmüştür. Kurak mevsimler­de erkekler dişilere yaklaşmamakta, yaklaşmaya kalksa gebe hayvanlarda düşük olmaktadır. Ancak bol yağmurlu yıllarda, üreme temposu artmaktadır.

Biz Lemming ve çekirgelere dönelim, İskandinavya yarı­madası civarında yaşayan kemirci hayvanlardan bir nevi sıçan türü olan Lemming'lerin 1967 baharında milyonlarcası âdeta yerden fışkırırcasına ortalığı kaplamış ve sanki kollektif bir de­liliğe tutulmuşçasma uzunluğu kilometreleri geçen kolonlar ha­linde Alaska'nın Tunduralarını, dağları, ırmakları, gölleri geçe­rek, bir tek istikamette ilerledikleri görülmüştür. 200 kilometre­lik bir yolculuktan sonra Barrow burnunun sarp kayalarına ulaşmışlar ve Falezlerin tepelerinden bir an bile tereddüt etme­den Kuzey denizinin buzlu sularına atlamışlar ve ölmüşlerdir.

Buna benzer bir olay, Afrika'da şimdi nesilleri tükenmiş Antilop'larda görülmüştür. Nüfus fazlalaşınca 50.000'i aşkın hayvan sürülerinin çöllere doğru çılgınca göç ettikleri ve öldük­leri bilinmektedir. Çekirgelerde de davranış başka türlü değil­dir. Çekirgeler belirli bir yoğunluğa kadar oldukları yerde ya­şarlar. Yoğunluk bir Ölçüyü aşar aşmaz, ani bir değişme olur, boyları büyür, renkleri değişir, hemen gruplar ve sürüler teşkil eder ve sonunda milyarlarcası kilometrelerce süren gruplar ha­linde önüne gelen her bitkiyi tahrip ede ede çöllere veya deniz­lere açılır ve ölürler. Afrika'da 3200 km. uzağa Atlantik ortası­na kadar gelen çekirge sürüleri görülmüştür.[177]

 

Cinslerin Dağılımı
 

Hayvanların sadece doğum miktarlarının değil, cinslerinin de ayarlandığına dair deliller vardır.

Biyoloji bakımından dişi ve erkek organizmaların meydana gelmesi aynı şansa sahiptir. Fakat herhangi bir şey erkek ve dişi arasındaki dengeyi bozdu mu, araştırmacıların hiçbir şekilde anlayamadıkları bir ayarlama mekazinması vasıtası ile denge tekrar kurulmaktadır. Eğer erkeklerin sayısı fazla ise, doğum­larda dişi miktarı artmakta ve iki taraf eşit oluncaya kadar böy­le devam etmektedir, dişi sayısı fazla ise, o zaman da doğum­larda erkek sayısı artmaktadır.

Bu ayarlama mekanizmaları insan toplumlarında da te'sirlerini göstermektedir. Özellikle bu, savaş sonraları pek açık seçik olarak görülür. Savaş yüzünden erkeklerinin çoğunu kaybeden bir ülkede yeni doğanların büyük bir kısmı erkektir.

Bizi asıl ilgilendiren olayın kendisinden çok, bu fizyolojik mekanizmaların arkasında hangi gücün olduğu, hangi ilim ve kudretin onun işlemesini belirlediğidir. Ne insan ne de hayvan, çocuklarının cinsiyetini önceden tesbit edemez ve buna te'sir edemez. Buna rağmen cinslerinin dağılması bir kanun düzeniy­le akıp gitmekte, canlılar takım takım, bölük bölük hayatlarını devam ettirmektedir.

Güneşe, dünyaya, denizlere, dağlara, hâsılı Kâinata hükme­den ve bunları hayatın yardımına koşturan, sonsuz bir kudret, nihayetsiz bir hikmet sahibinden başka, hadsiz derecede hârika olan şu idareye hiçbir şey karışamaz. Çünkü; şu birbiri içindeki takım takım, bölük bölük nev'ilerin hepsini birden idare ede­meyen, onlardan birisine karışsa elbette karıştıracaktır. Bir ke­lebek, yaratıcısını gösterdiği gibi, canlılar arasındaki ahenk ve plân da Rabbimizi bildiren parlak bir mu'cize değil midir?[178]