๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Merak Ettiklerimiz => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 21 Temmuz 2010, 18:41:58



Konu Başlığı: Maddeye Hayatı Veren Kim
Gönderen: Zehibe üzerinde 21 Temmuz 2010, 18:41:58
Madde ve Hayat İlişkisi
 

MADDEYE HAYATI VEREN KİM?
 

Prof. Dr. E. Edip KEHA

Bu kısa sohbetimizde, "hayat nedir?" sorusuna cevap arama­yacağız? Çünkü, hayatın mahiyeti üzerinde yüzyıllardır sürege­len felsefî tartışmaları bir kaç sayfada ne sonuçlandırmak ve ne de özetlemek mümkün değildir. Biz tartışmamızı daha ziyade, biyolojik manada canlı ve cansız ayrımıyla, bunlar arasındaki farklılıklara ve bu farklılıkların devamını sağlayan faktörlerin üzerine bina edeceğiz.

Konuya girmeden önce, bir hususun açıklığa kavuşturulması faydalı olacaktır. Bizler İslâm itikadına bağlıyız. Bunun temel şartı, Allah'ın birliğine inanmak ve O'na ortak koşmamaktır. Yani, her şeyin O'nun kuvvet, kudret ve iradesiyle meydana geldiğini kabul etmektir. Aslında varlıkların yaratılmasında görev alan kanun ve prensiplerin, birer sebep olmaktan öte­ye bir fonksiyonları yoktur. Fakat bu konuda yapılan bir hata vardır. Sebebini ilmen veya tecrübe ile bildiğimiz olaylar bu se­beplere dayandırılırken, ilmin açıklamada âciz kaldığı şeyler için, "Allah (c.c.) yapmıştır" deniliyor. Esasında, ilim ve fen­nin araştırdığı ve Önümüze getirdiği, çeşitli olaylarla ilgili "nasıl" ve "niçin" sorularının cevapları, hiç bir zaman bu hadiselerin asil fail ve ustası değillerdir. Meselâ, üzerinde ders çalıştığımız bir masanın nasıl ve ne için yapıldığını çok iyi biliriz. Ağaçtan hazırlanan kerestelerin uygun boyutlarda kesi­lip, parçaların çivilerle birbirine raptedilmesiyle ortaya çıkmış­tır. Hem de sandalyeye oturularak çalışılacak bir yükseklik ve­rilmiştir. Peki... bütün bunları bilmemiz, bu masanın bir usta ta­rafından yapıldığını inkâr etmemize sebep olabilir mi? Tabii ki hayır. Bilâkis, bize ustasını çeşitli vasıflarıyla tanıtan birer bilgi kaynağıdır. Ve hatta diyebiliriz ki, masa, kendi varlığından da­ha çok, kendisini bir işe yarayacak tarzda insanların istifadesi için yapan bir ustanın mevcudiyetini, onun masa yapacak ilim, kuvvet ve kudrete sahip bulunduğunu gösterir.

Aynen bunun gibi, ilim ve fennin olayları izah ederken ortaya koyduğu sebepler, hiç bir zaman Allah'ın icraatının ortakları değillerdir. Aksine, bize Allah'ı daha iyi tanıtmak­tadırlar. Bilindiği gibi, Rabbimizi isim ve sıfatlarıyla tanımak­tayız. İslâm akidesine göre, Allah'ın zâtı hakkında düşünmemiz yasaklanmıştır. Fakat, sıfat ve isimleriyle ilgili olarak yapılacak tefekkürün ve bu yolla edinilecek Marifet-i nahiyenin nihayeti yoktur. İşte, ilmî araştırmalar sonucu, nasıl ve niçin sorularına bulunan cevaplar aslında, Allah'ın isim ve sıfatlarının tecelli et­me şeklinden ibarettir. Ve hatta Cenâb-ı Allah'ı bu manada tanı­yan ve bilen ilim adamlarının çalışmaları da bir tefekkürdür.[91]

 

Canlılar ve Cansızlar
 

Bütün canlılar, cansız moleküllerden ibarettir. Canlı varlık­larda bulunan bileşikleri teker teker incelediğimiz zaman, onla­rın da diğer cansız kimyevî bileşiklerle aynı kanunlara tâbi ol­duğu görülür. Fakat, canlılarla cansızları karşılaştırdığımız za­man, önemli farklılıkların olduğunu görürüz.

Canlıları cansızlardan ayıran en önemli farklılık, üremeleri ve kendine benzeyen bir neslin devam etmesini sağlamalarıdır.

Üreme esnasında, o türün bütün özellikleri DNA adı verilen dev moleküllerde nesiller boyu muhafaza edilmektedir. Meselâ, bazı bakteriler milyonlarca yıl hiç bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmişlerdir. Bir canlı varlığa ait bütün özel­likler, DNA molekülleri üzerine yazılmıştır. İnsanoğlu yazı­larını taşlar ve metaller üzerine yazarak zor muhafaza ederken, bir bakteri DNA'sı üzerine kader kalemiyle tan­zim edilen şifreler, milyonlarca yıldır hiç değişmeden kal­mıştır. En küçük bir canlı dahi, devamlı çoğalarak neslini ay­nen devam ettirirken, en büyük cansızların, meselâ bir dağın bir başka dağı doğurduğu görülmemiştir.

Canlılar, kimyevî bileşim bakımından oldukça zengin ve karmaşık yapıdadırlar. Meselâ, çok basit bir bakteri olan ve ağırlığı gramın beşyüz milyarda biri kadar gelen bir Escherichia coli (Eşerişia koli) hücresinde 5000 çeşit bileşik bulunmak­tadır. Bunların 3000 çeşidini proteinler, 1000 kadarını nükleik asitler, geride kalan kısmını da yağlar ve küçük bileşikler teşkil eder. E. coli'de bulunan protein molekülleri aynı işi yapsalar bi­le, insanlar ve diğer canlı türlerindeki proteinlerle aynı değildir. Her tür kendisine has farklı kimyevi yapıda protein ve nükleik asit moleküllerine sahiptir. Bütün canlı türlerinde bir trilyon farklı protein ve on milyar civarında değişik nükleik asit olduğu tahmin edilmektedir. Bu protein ve nükleik asitler, molekül ağırlıkları hidrojen atomunun 5-10 bin ila birkaç milyon katına ulaşan büyük moleküllerdir.

Canlılarda bir başka olağanüstü özellik de, bu kadar çeşit ve sayıdaki moleküllerin çok kısa bir zamanda ve basit maddeler­den yapılmalarıdır. Yine, E. coli örneğini verelim: Bu bakteri yalnız su (H2O), amonyum iyonu (NH4) ve glikoz (CgH12O6) ihtiva eden bir ortamda üreyebilmektedir. Herbir E. coli hücresi yirmi dakikadan az bir sürede bölünerek iki E. coli hücresi meydana gelir. Her iki hücre de birbirinin aynısıdır. Yani, yirmi dakika içinde hücre tarafından su, amonyum iyonu ve glikoz gibi üç basit bileşikten 500 çeşit melokül birarada ve ihtiyaç du­yulan oranda yapılmaktadır. Akılalmaz bir hızla cereyan eden bu molekül imalâtı, canlılarda vuku bulan olayların cansızlar âleminde olanlarla karşılaştırılamayacak kadar karmaşık oldu­ğunu gösterir, örnek olarak zaten çok basit bir yapıya sahip ve tek bir hücreden ibaret E. coli bakterisini almıştık. İnsan ve di­ğer canlılarda trilyonlarca hücre olduğunu, ayrıca doku ve or­gan farklılıklarını da düşünürsek, karmaşıklık akıl ve hayalimi­zin erişemeyeceği bir noktaya çıkar.[92]

 

Canlı Hücre Yapılabilir mi?
 

Şimdi, şöyle bir soru akla gelmektedir: Madem canlılardaki moleküllerin davranışları kimyevî ve fizikî prensiplerle açıkla­nabiliyor ve hatta hücre faaliyetlerine bazı müdahalelerde de bulunulabiliyor. Ayrıca, canlı hücre hakkında bir çok şey bilmi­yor, "acaba lâboratuvarda kimyacılar tarafından bir canlı hücre veya virüs yapılabilir mi?"

Konunun mütehassısı bir biyokimyacı olarak bu soruya cevabımız "hayır" olacaktır. Fakat, niçin böyle düşündüğü­müzü açıklamadan önce, canlı hücre yapısında çok önemli rol­leri olan DNA ve protein moleküllerinin yapı özellikleri üzerin­de biraz izahat vermemiz yerinde olacaktır.

DNA (Deoksiribo Nükleik Asit) molekülleri, virüslerde ve en basit bakterilerden en yüksek yapıdaki organizmalara kadar bütün canlılarda çekirdek görevi yapar Yani, o varlığa ait bütün bilgileri taşırlar. Söz konusu bilgiler DNA üzerinde şifre halin­de bulunur ve bunlar da proteinlere RNA (Ribo Nükleik Asit) molekülleri aracılığı ile tercüme edilir. DNA moleküllerindeki şifre, dört çeşit bileşiğin farklı tarzlarda (bu bileşik kısaca A, G, S, ve T harfleriyle gösterilen adenin, guanin, sitozin ve timin­dir) sıralanmalarıyla teşekkül eder. E. coli bakterisindeki protein çeşidine bir göz atarsak, canlılarda DNA moleküllerinin ne kadar uzun olabileceğini tahmin edebiliriz.

Bir E. coli bakterisine ait DNA baz sıralanmasını ifade edebilmek için 2000 sayfaya ihtiyaç vardır. İnsanınki için ise yaklaşık bir milyon sayfaya gerek vardır. Bugün laboratuarda bu sayfanın onda biri kadar uzunluğunda bir DNA zincirini yapabilmek dahi mümkün değildir. Kaldı ki, DNA molekülü tek başına, ne bir virüstür, ne de bir canlı hücre. Çünkü, organizmalarda protein adı verilen ve her çeşit kalıba girebilen harikulade bileşiklerin de mevcudiyeti gerekmektedir.

Bütün bitki, hayvan ve bakterilerde bulunan proteinleri birarada mütalâa ettiğimizde, şu hayati fonksiyonların proteinler ta­rafından yerine getirildiğine şahit oluyoruz:

1- Hücre içindeki bütün kimyevî reaksiyonlar 'enzim' adı verilen ve tamamen protein olan katalizörler vasıtasıyla gerçek­leştirilmektedir. Bunların sayesinde canlının ihtiyacı olan her şey, aynen gaz pedalıyla arabanın hızının ayarlanması gibi, en uygun hız ve miktarda yapılmaktadır.

2- Tırnak, deri, boynuz ve kıllar gibi canlıda koruyuculuk görevi yapan dokular protein yapısındadır.

3- Bağışıklık adı verdiğimiz ve canlıyı dışarıdan gelen mikroplar ve virüsler gibi zararlı amillerden koruyan bileşikler yine bir protein olan 'antikorlar'dır. Bunlar, o canlının kendisine ait olmayan şeyleri tanıyarak, bertaraf ederler.

4- Meselâ, oksijen taşıyan hemoglobin gibi, bir çok taşıma görevleri de bazı proteinlerce yerine getirilmektedir.

5- Hücre içi ve dışı arasındaki giriş çıkış trafiği de hücre zarlarında yeralan proteinler tarafından sağlanmaktadır. Yani, hücreye lâzım olan içeri alınmakta, artık ve fazlalıklar dışarıya tam bir ahenkle çıkarılmaktadır.

6- Sinirlerdeki uyartıların teşekkülü ve iletimi de yine bazı özel proteinlerce sağlanmaktadır.

7- Canlı vücudunun bir orkestra ahengiyle idare edilme­sinde çok önemli rollere haiz olan hormonlardan bazıları da protein yapısındadır.

Yapılan araştırmalar, bu sıralanan fonksiyonlara daha baş­kalarının da ilâve edilebileceğini göstermektedir Bu kadarıyle bile, proteinlerin canlılar için ehemmiyeti ortadadır. Şimdi bu harikulade bileşiğin, yine aynı komplekslikteki yapısından bah­sedelim:

Yeryüzündeki bütün canlıların proteinleri, 20 çeşit amino asidin farklı sıra ve oranlarda birleşmesi sonucu meydana gel­miştir. Daha önce, canlı türlerindeki proteinlerin, aynı fonksi­yonu görseler bile, ayrı yapılara sahip olduklarını belirtmiştik. Bundan dolayı, bütün canlı türlerini göz önüne aldığımızda yüz milyar çeşitten fazla proteinin bulunacağını söylemiştik. Nasıl ki, 29 harfle ciltler dolusu kitaplar yazılarak bir çok mana­lar ifade edilmektedir. Aynı şekilde, milyarlarca hayati fonksiyon, 20 çeşit bileşiğin teşkil ettikleri dev moleküllere gördürülmektedir. "Dev moleküller" diyoruz, çünkü bazı hor­monlar müstesna, en küçük proteinlerde bile asgari 100 amino asit vardır. Tabiî ki bu kadar çok sayıda amino asidin birleşme­siyle teşekkül eden protein zincirleri hücre içindeki zincir yapı­larını muhafaza edemezler ve birbirlerinin üzerine kıvrılarak, üç boyutlu bir şekle katlanırlar. İşte, canlıdaki vazifesini, bir protein, üç boyutlu haliyle yerine getirebilir. Proteinlerin sahip olabileceği milyarlarca farklı üç boyutlu yapılarından yalnız birkaç tanesi fonksiyon görebilmektedir. Meselâ, 100 amino asitlik bir proteinin 10 (birin yanında 47 sıfırın bulun­duğu bir sayı) farklı şekilde üç boyutlu yapısı olabilir. Bunlar­dan iş görecek olanı önceden kestirebilmek imkânsızdır. Dolayısiyle, belirli bir fonksiyonu yerine getirebilecek bir proteinde amino asit sıralanışının nasıl olması gerektiğini söylemek mümkün değildir.

Bir hücre hayatında vaz geçilmez yeri olan DNA ve protein moleküllerinin, yukarıda kısaca arzettiğimiz bazı özelliklerini gözönüne aldığımız zaman, canlı hücre yapımıyla ilgili suale, HAYIR şeklindeki cevabımızın gerekçelerini de görmüş oluyo­ruz. Bir virüsün veya hücrenin ihtiva ettiği molekülleri yap­maktan aciz kalmıyorsa, bunları laboratuarda sentezlemek mümkün olmayacaktır.

Günün birinde, teknolojinin daha da gelişerek insanoğ­lunun bu sentezleri gerçekleştirdiğini farzedelim. Bu, canlı­nın tesadüfen ortaya çıktığına delil olamaz. Çünkü senele­rin ve milyonların bilim adamının bilgi birikimiyle ortaya çıkabilen bir netice, ancak sonsuz bir ilmin göstergesi olabi­lir. Bunun sonucu olarak da, canlı hücredeki harikulade ha­yat faaliyetlerinin ve bunların sergiledikleri fayda ve güzel­liklerin Asıl Fail'ini, Ustasını ve Saniini, sonsuz ilim ve kud­ret sahibi gibi bir çok sıfatlarla tanırız. Zaten gören gözü, işiten kulağı, düşünen aklı ve hisseden kalbi olanlardan beklenen de budur.[93]