Konu Başlığı: Evrim Terminolojisi Gönderen: Zehibe üzerinde 21 Temmuz 2010, 19:03:23 EVRİM TERMİNOLOJİSİ
Evrim konusunda aynı mana ve mefhumların aynı kelimenin farklı kimseler tarafından değişik manalarda kullanılması halinde, karşılıklı ithamların ötesinde bir sonuca varmak mümkün olmayacaktır. Evrimin karşılığı olarak kullanılan ve fakat değişik mefhumları ifade eden kelimelerden bazıları şunlardır:[55] Tekâmül Tekâmül kelimesi, evrimin manasını karşılamamaktadır. Çünkü tekâmül bir canlının kendi iç bünyesindeki değişikliklerle belirli bir seviyeye ulaşması, kemâle ermesidir. Meselâ elma çekirdeği tekâmül eder, elma ağacı haline gelir. Tek hücreden ibaret olan zigot tekâmül ederek Allah'ın izniyle yetişkin bir insan olur. Biyolojide bir canlının embriyodan itibaren olgun hale gelinceye kadar geçirdiği safhalara "ontogeny" denir. Tekâmül bunun yerine kullanılmalıdır. Bir canlının ilk yaratılışından itibaren günümüze kadar geçirdiği farzedilen ve ilmî tahkikle açıklanmaya çalışılan ve henüz nazariye olmaktan ileriye gidemeyen safhalara da filojeni denir. Evrim de bunun karşılığı olarak alınmalıdır. Bu manada kâinattaki bütün varlıklar tekâmül kanununa tâbidir.[56] İstihale Evrim meselesinin münakaşa sahasına geçmesinden sonra bu polemiğe temas eden İslâm âlimleri, istihale kelimesini kullanmayı tercih etmişlerdir. Daha önceki âlimler de bu kelimeyi kullarımışlarsa da, onların bu kelimeye yükledikleri mefhum ile evrim kelimesinin ifade ettiği mana arasında hiç bir irtibat yoktur. Esasen evrim yeni bir mefhum olduğu için Arapçada tam oturmuş bir karşılığı yoktur. Bu sahadaki bazı otoriteler, evrimin tam karşılığı olarak tatavvur kelimesinin kullanılabileceğini ileri sürerler. Nitekim Arapça lügat "el-Müncid"in Darwin maddesinde bu teori, "Tatavvur teorisi" olarak adlandırılmıştır. Netice olarak şu kesinlikle söylenebilir ki, tekâmül ve istihale kelimeleri, evrim mefhumunu karşılamaktan çok uzaktırlar. Bu ıstılahların tam oturmamış olmasını, evrim teorisinin yeniliğinden başka, teoriye yapılan talî ilâvelerle kazandığı farklı manada aramak gerekir.[57] Tahavvül Bu konuda yanlış değerlendirmelere sebep olan kelimelerden biri de tahavvüldür. Bunun ifade ettiği mana da "evrim" kelimesiyle karşılanmaya çalışılmaktadır. Tahavvül kelimesinin yerine de "evrim"in kullanılması mümkün değildir. Çünkü, tahavvülle izah edilmeye çalışılan, atom veya moleküllerin bir mertebeden başka bir mertebeye geçişidir. Buraya kadar yapılan açıklamaların ışığında, bu husustaki görüşleri en çok istismar edilen İslâm âlimlerinin evrimi değerlendirişlerini görelim. Düşünceleri farklı kimseler tarafından değişik şekillerde yorumlananların başında şüphesiz İbrahim Hakkı Hz.leri gelir. İbrahim Hakkı Marifetnamesi'nde meseleyi şöyle nakleder: "Allah'ın emriyle felekler ve yıldızlar hareket edip dört unsur, (ateş, hava, su ve toprak) birbirlerine karışır ve birleşir. Bu karışım ve birleşmeden önce madenler meydana gelir. Bundan da bitkiler, maden ve bitkilerin birleşmesinden de hayvanlar meydana gelir ve hayvan soyu kemalini, en uygun şeklini bulunca insan hasıl olur"[58]. İbrahim Hakkı Hz.leri burada tahavvülât-ı zerrat (atom ve moleküllerin hal değiştirmesi)'tan bahsetmekte, bu elementlerin kademe kademe hangi mertebelerden geçerek insan vücudunda yer aldığına işaret etmektedir. Nitekim, bu ifadelerinden bir kaç paragraf sonra meseleyi iyice açıklığa kavuşturmakta ve şöyle demektedir: "O akıcı vücut, bitki âlemine girerken bazı âfetler, hastalıklar ona saldırır ve bu yüzden bitki olmaz. Yahut bitki olurken kemale gelmeden, olgunlaşmadan evvel bozulur. Bitkilik vasfını kaybeder ve hayvanlara yem olmaktan çıkar. Yahut hayvana yem olacak duruma gelir. Fakat yenmeden evvel yok olur gider ve bu yolda, bu suretle nice yıllar gecikir. Bazen de bir hayvan, insanın yemesine elverişli bir duruma gelmişken yenmeden evvel bozulur ve bu yüzden hayvanı insan mertebesine naklettirmeye, dönüşmeye engel olur. Bazen de bozulmadan insan mertebesine naklolur"[59]. Bu ifade hiç bir yoruma yer bırakmayacak kadar açıktır. Burada nazara verilmek istenen husus; elementlerin tahavvülat (hal değiştirme)'la bir mertebeden diğerine geçtiğidir. Topraktan bitki vasıtasıyla alınan faraza bir sodyum atomu, çiçekte canlılık kazanmakta, koyunda daha hareketli bir hale geçmekte, insan bünyesine gelince en yüksek mertebeye ulaşmış olmaktadır. Şimdi fennen tesbit edilen de bunun haricinde bir şey midir? Vücudumuzda görev yapan atom ve moleküller, bitki ve hayvanı gıdalardan aldığımız elementler değiller mi? Aslında toprakta bulunan elementlerden doğrudan istifade edemediğimiz için bitki ve hayvanlar devreye girmektedir. İslâm âlimleri bu geçişi tasvir etmektedirler. İbrahim Hakkı, canlıların yapı benzerliklerine göre sınıflandırıldığına da dikkati çekmekte ve madenlerle bitkiler arasında ara varlığın mercan, bitkilerle hayvanlar arasındakinin hurma, hayvanlarla insanlar arasındakinin de maymun olduğuna işaret etmektedir. Görüldüğü gibi, bu bir sınıflamadır. Canlıların hikmetle ve kademe kademe yaratıldığına, bunlar arasında yapı benzerliklerinin bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Darwin'in, "tabiî seleksiyonla basit bir türden yüksek yapılı organizmaların tesadüfen teşekkül ettiği" görüşüyle yukarıdaki ifadeler, birbirleriyle iltibas edilmiyecek kadar açıktır. Bütün bunlara rağmen, belirtmeye çalıştığı görüşlerde yanlış anlaşılma söz konusu ise, mes'uliyet yine O'na ait değildir. Çünkü İbrahim Hakkı eserinin çoğu yerinde başkalarının görüşlerini nakleder. Nitekim bu konuya da; "Ey aziz, hikmet ehli demişlerdir ki" sözüyle başlamış ve böylece bu hususla alâkalı mes'uliyeti onlara yüklemiştir. İşin aslı da odur. Çünkü bunlar âyet ve hadîslerden değil, hikmet ehlinden nakillerdir. İbrahim Hakkı Hz.leri ilk insanın yaratılışıyla alâkalı olarak da şu ifadeyi kullanmıştır: "Cinlerin yaratılışından 20 bin yıl sonra Cenâb-ı Hak. Hz. Âdem (a.s.)'i yaratmak isteyince Azrail (a.s.)'i yeryüzüne gönderip ona, yedi iklimden toprak aldırmış ve sonra Cebrail (a.s.)'i gönderip o kuru toprağı yoğurtup hamur haline getirtmiş ve 40 gün o şekilde bekletmiştir. Sonra Cenâb-ı Hak bu hamura, Numan vadisinde, en güzel şekilde suret vermiş ve kendi ruhundan başına üfürerek diriltmiş ve melekleri ona secde ettirip, yeryüzünde evlâtlarına peygamber yapmıştır"[60]. Şimdi bu fikirleri, dile getiren bir âlimi, insanın maymundan evrimleştiğini savunan bir kimse olarak takdim etmek, İbrahim Hakkı'yı kendi adına konuşturmak olur ki, bu da en azından tarafsız ilim ahlakıyla bağdaşmaz. O'nun, bütün canlıların en uygun tarzda yaratıldığını belirten şu ifadesi de oldukça dikkat çekicidir: " Cenâb-ı Hak, her şeyi münasip, yerli yerinde ve güzel bir ortamda yaratmıştır. Her canlıya yaraşan ve yarayan ve her organın durumuna uygun olan mizacı, tabiî bir yapıyı ona vermiştir. Ve bütün âlemde olan mizaçların en uygununu ve en mükemmelini insana ihsan etmiştir. Her organa en uygun ve yararlı mizacı, tabiatı, yapıyı vermiştir"[61]. Bu ifadeleri kullanan birisinin evrimci olması mümkün mü? Esasen insanoğlunun ilk yaratılışına izah araması tabiî bir ihtiyaçtır. Dolayısıyla İslâm, âlimleri de müşahadeye uygun yorum getirmişlerdir. Geçmişteki ilim, günümüzdekinden farklı bir yoruma imkân vermiş de olabilir. Bu bakımdan yaratılış meselesine izah getirmeye yönelik yeni ilmî buluşlara, eski düşüncenin hükümleriyle karşı çıkmanın makul bir izahı yoktur. Son devrin Diyanet işleri başkanlarından A. Hamdi Akseki de evrim meselesini şöyle değerlendirir: "...Ahâdis (hadîsler) ve asar (selef âlimlerinin sözleri) ile Ayât-ı Kerîme'nin hey'et-i umumiyesinden bilistidlâl Hz. Âdem'in ilk insan ve ilk peygamber olduğuna ve topraktan yaratıldığına itikad ediyoruz. Cumhur-u müslimînin ve ehl-i sünnetin mezhebi budur"[62]. Bu konudaki görüşü istismar edilenlerden birisi de merhum Hamdi Yazır'dır. Aslında O'nun bu konuyu değerlendirişi, hiç bir yoruma yer bırakmıyacak kadar açıktır. Şu ifadeleri meseleyi gayet güzel açıklar: "Bütün hayvan vücudları mükemmel bir tasnif ile tertip edildiği zaman görünüyor ki, aralarında noksanlıktan kemale doğru, yani, basitten mürekkebe giden bir derecelenme vardır. Bununla beraber her bir cinsin diğer cinsten hasıl olduğuna dair bir tecrübeye, bir şahide de rastlamıyoruz. İnsan insandan doğuyor, arslan arslandan, at attan, maymun maymundan, köpek köpekten vs. Böyle olmakla beraber, bu tecrübeye rağmen, aynı menşeden, yani topraktan gelmeye dayanılarak burada da bir mantık yapılıyor. Hayvan cinslerinin birbirine benzemesini, istihale veya tekamülle basitten yüksek yapılının hasıl olduğuna bağlıyorlar. Bu suretle bir gün gelmiş ki, hayvanın biri ve meselâ bir takdire göre maymunun biri veya birkaçı, insan doğuruvermiş ve insanlar bunlardan türemiş. Biz daima göğsümüzü gere gere ve ilmî yoldan hiç ayrılmayarak deriz ki, aynı menşeden gelme davası doğrudur. Evvelâ bütün hayvanat için bu menşein aslı maddedir, basit unsurlar ve elementlerdir. Bir başka ifade ile topraktır. Bu maddeden hayatın meydana gelebilmesi ise, ilim, irade, kuvvet, kudret sahibi harici bir sebebe bağlıdır ki, o basit şeyden canlı hasıl olabilsin. Çünkü, noksandan, kendi kendine bir kâmil hasıl olamaz. Meselâ bir okkalık siklet (ağırlık) iki okkalık sıkleti sürükleyemez. Çıktığı, sürüklediği farzedilse, bir şeyin yok iken sebepsiz, illetsiz meydana geldiğini kabul etmek lâzım gelir. O zaman akıl, ilim ve fen yoktur. ...Aralarında mertebe yakınlığı bulunan hayvan cinslerini, tecrübenin aksine olarak, birbirinden istihale ettirmek veya doğurtmak ne tabiîdir, ne de zaruridir... "Kurbağalar balıktan doğmuş" demek için, görülmüş bir misâle ihtiyaç vardır. Gözlenmiş bir numune olmadığı ve mantıkî bir zaruret de bulunmadığı halde böyle bir hüküm, elbette fennî ve felsefî bir hüküm değildir. Bunun hangisinin hangisinden doğduğunu mantık bildiremez. Bunu ya müşahade (gözlem) ya tecrübe veya vahiy bildirir. Halbuki şimdiye kadar balıktan kurbağa, maymundan insan doğduğu asla görülmemiştir. Ve bu iddia tecrübe mahsulü olan Pastör nazariyesine de tamamen muhaliftir... Vahiy ise bize, ...Siz insansınız. İnsan olunuz, kardeş olunuz, hepiniz bir babanın evlâdısınız diyor... Bütün bunlardan yakıni olarak bildiğimiz bir şey varsa, o da ilk insanın arzın sinesinde doğmuş olmasıdır"[63]. İslâm'ın bu konuya bakışım şu cümleler ne güzel dile getirmektedir: "Âlemde görünen şu nakışlar, şu cilveler bütün isimleri kudsiyye ve cemile olan Celâl sahibi Cemîl bir Zatın tazelenen san'atlarıdır, tahavvül eden nakışlarıdır. Hikmetle değişen mühürleridir... Meyveler, güzel tad, koku ve şekilleriyle iştahımızı açıp, kendilerini müşterilerine feda ediyorlar. Ta ki, nebatî hayat mertebesinden hayvanı hayat mertebesine terakki etsinler." Görüldüğü gibi, İslâm âlimlerinin bu konudaki görüşleri tahavvülât-ı zerreye (elementlerin hal değiştirmesine) dayanmakta, topraktan canlılar tarafından alınan elementlerin, onların bünyelerinde kazandığı mertebelere dikkat çekilmektedir. El-Câhız, İhsan-üs-Safâ, İbn-i Miskeveyh, Nizam-i Arûzî Semerkandî, Nasır-ı Tûsî, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî, Muhammed Kazvini, İbn-i Haldun, Kınalızâde Ali Efendi, Abdü'l-Kadîr-i Bidil gibi İslâm âlimleri ve felsefeciler bu konuyla alâkalı olarak, ufak tefek ifade farklılıklarının ötesinde, esasta aynı manaları tekrar ettikleri İçin onların görüşlerine yer vermeye gerek görmedik. Esasen İslâm âlimlerinin evrim diye bir problemi yoktur. Çünkü onlar, alfabenin 29 harfini bilen ve bununla istediği kelimeyi yazabilen birisinin, "balık" yazdıktan sonra, "kurbağa" yazmak için muhakkak "balık" kelimesindeki harfleri kullanmasının gerekli olmadığını çok iyi bilirler. Dolayısıyla balığı yaratan bir kudretin, kurbağayı da, maymunu da, insanı da ayrı ayrı yaratabileceğini düşünürler. Ve onlar; "Neviler için birer evvel baba lâzımdır... Beşeriyet ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei (başlangıcı) en başta bir babada kesildiği gibi, nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir" görüşünü kabul ederler[64] |