๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mektubat => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 04 Şubat 2011, 21:32:16



Konu Başlığı: Üçüncü Risale Üçüncü Kısım Birinci Mesele
Gönderen: Hadice üzerinde 04 Şubat 2011, 21:32:16
Üçüncü Risale olan Üçüncü Kısım

    Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın iki yüz aksâm-ı i'câziyesinden nakşî bir kısmını gösterecek bir tarzda, Kur'ân-ı Azîmüşşânı, Hâfız Osman hattıyla taayyün eden ve Âyet-i Müdâyene mikyas tutulan sayfaları ve Sûre-i İhlâs vahid-i kıyasî tutulan satırları muhafaza etmekle beraber, o nakş-ı i'câzı göstermek tarzında bir Kur'ân yazmaya dair mühim bir niyetimi, hizmet-i Kur'ân'daki kardeşlerimin nazarlarına arz edip meşveret etmek ve onların fikirlerini istimzaç etmek ve beni ikaz etmek için şu kısmı yazdım, onlara müracaat ediyorum. Şu Üçüncü Kısım, Dokuz Meseledir.

BİRİNCİ MESELE

Kur'ân-ı Azîmüşşânın envâ-ı i'câzı kırka bâliğ olduğu, İ'câz-ı Kur'ân namındaki Yirmi Beşinci Sözde burhanlarıyla ispat edilmiş. Bazı envâı tafsilen, bir kısmı icmâlen, muannidlere karşı dahi gösterilmiş.

Hem Kur'ân'ın i'câzı, tabakat-ı insaniyede kırk tabakaya karşı ayrı ayrı i'câzını gösterdiği, On Dokuzuncu Mektubun On Sekizinci İşaretinde beyan edilmiş ve o tabakatın on kısmının ayrı ayrı hisse-i i'câziyelerini ispat etmiş. Sair otuz tabaka-i âhar, ehl-i velâyetin muhtelif meşrepler ashabına ve ulûm-u mütenevvianın ayrı ayrı ashablarına ayrı ayrı i'câzını gösterdiğini, onların ilmelyakin, aynelyakin, hakkalyakin derecesinde Kur'ân hak kelâmullah olduğunu, iman-ı tahkikîleri göstermişler. Demek, herbiri ayrı ayrı bir tarz da bir veçh-i i'câzını görmüşler.

Evet, ehl-i marifet bir velînin fehmettiği i'câz ile, ehl-i aşk bir velînin müşahede ettiği cemâl-i i'câz bir olmadığı gibi, muhtelif meşâribe göre cemâl-i i'câzın cilveleri değişir. Bir ilm-i usûliddin allâmesinin ve bir imamının gördüğü veçh-i i'câz ile füruat-ı şeriattaki bir müçtehidin gördüğü veçh-i i'câz bir değil, ve hâkezâ... Bunların tafsilen ayrı ayrı vücuh-u i'câzını göstermek elimden gelmiyor. Havsalam dardır; ihata edemiyor; nazarım kısadır, göremiyor. Onun için yalnız on tabaka beyan edilmiş, mütebâkisi icmâlen işaret edilmiş. Şimdi o tabakalardan iki tabaka, Mucizât-ı Ahmediye risalesinde çok izaha muhtaç iken, o vakit pek noksan kalmıştı.

Birinci tabaka: "Kulaklı tabaka" tabir ettiğimiz âmi avam, yalnız kulakla Kur'ân'ı dinler, kulak vasıtasıyla i'câzını anlar. Yani, der: "Bu işittiğim Kur'ân, başka kitaplara benzemez. Ya bütününün altında olacak veya bütününün fevkinde olacak. Umumun altındaki şık ise, kimse diyemez ve dememiş; şeytan dahi diyemez. Öyleyse umumun fevkindedir."

İşte bu kadar icmal ile On Sekizinci İşarette yazılmıştı. Sonra, onu izah için Yirmi Altıncı Mektubun "Hüccetü'l-Kur'ân alâ Hizbi'ş-Şeytan" namındaki Birinci Mebhası, o tabakanın i'câzdaki fehmini tasvir ve ispat eder.

İkinci tabaka: Gözlü tabakasıdır. Yani, âmi avamdan veyahut aklı gözüne inmiş maddiyunlar tabakasına karşı, Kur'ân'ın gözle görünecek bir işaret-i i'câziyesi bulunduğu, On Sekizinci işarette dâvâ edilmiş. Ve o dâvâyı tenvir ve ispat etmek için çok izaha lüzum vardı. Şimdi anladığımız mühim bir hikmet-i Rabbâniye cihetiyle o izah verilmedi. Pek cüz'î birkaç cüz'iyâtına işaret edilmişti. Şimdi o hikmetin sırrı anlaşıldı ve tehiri daha evlâ olduğuna kat'î kanaatimiz geldi. Şimdi, o tabakanın fehmini ve zevkini teshil etmek için, kırk vücuh-u i'câzdan, gözle görülen bir veçhini, bir Kur'ân'dan yazdırdık ki o yüzü göstersin.

Bu Üçüncü Kısmın mütebâki meseleleri ile Dördüncü Kısım tevafukata dair olduğu için, tevafukata dair olan Fihriste ile iktifâ edilerek, burada yazılmamışlardır. Yalnız Dördüncü Kısmaait bir ihtar ile Üçüncü Nükte yazılmıştır.

İHTAR:
Lâfz-ı Resul'deki nükte-i azîmenin beyanında yüz altmış âyet yazıldı. İşbu âyetlerin hâsiyeti pek azîm olmakla beraber, mânâ cihetiyle birbirini ispat ve tekmil ettiğinden, çok mânidar olduğu için, muhtelif âyâtı hıfz etmek veya okumak arzusunda bulunanlara bir hizb-i Kur'ânî olduğu gibi, Kur'ân kelimesindeki nükte-i azîmenin beyanında, altmış dokuz âyât-ı azîmenin derece-i belâgati pek fevkalâde ve kuvvet-i cezâleti pek ulvîdir. Bu da ikinci bir hizb-i Kur'ânî olarak ihvâna tavsiye edilir. Yalnız Kur'ân kelimesi, yedi silsile-i Kur'ân'da mevcut olup, umum o kelimeyi tutmuş, hariç iki kalmış. O iki de "kıraat" mânâsında olduğundan, o huruç, nükteye kuvvet vermiştir. Resul lâfzı ise, o kelime ile en ziyade münasebettar sûreler içinde Sûre-i Muhammed ile Sûre-i Fetih olduğundan, o iki sûreden çıkan silsilelere hasrettiğimizden, hariç kalan Resul lâfzı şimdilik derc edilmemiştir. Vakit müsaade etse, bundaki esrar yazılacaktır inşaallah.

Üçüncü Nükte: Dört Nüktedir.