๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mektubat-ı Şeyh Hazret => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 20 Ocak 2010, 16:59:00



Konu Başlığı: Otuzüçüncü Mektup
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 20 Ocak 2010, 16:59:00
OTUZÜÇÜNCÜ MEKTUP

Bu yüce tarikatın esası, ondan maksad, istikamet, doğruluk olduğu, mürid amel etmeye çalışması gerektiği, Nakşibendî sâdâtının (Kuddise sirruhüm) maksadları, sırf zât-ı Bârî’ye (Celle zatühü) hasr olunduğu, mürid için faydalı olan şey, kendisine hâletlerin zuhârunda bile, işlerini mürşidine havale edip mürşidi isterse o hâletleri kendisine açıklar, isterse onları gizleyeceği konuların beyanı ile, tarikatın bâzı âdâbı, bütün bu konularla ilgili mes’eleler ve Hınıs kalesindeki müridlere eylediği bâzı nasihatları hakkında, Hınıs kalesi mescidinin müezzini olan Molla İsmail’edir.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Hiçbir varlık yok ki, onu hamd ile tesbih etmesin. Salât ü selâm, Efendimiz Muhammed’e, (Sallâllahü aleyhi ve sellem) âl ve ashâbına olsun! Bundan sonra, bu maktûb, âlem kutbu kaymakamının perverdesinden, Allah yolundaki kardeşi Molla İsmail’edir. Allah, onu dostlarından eylesin!

Şübhesiz, bu yüce tarikatın Allah, o tarikat sâdâtının rûhlarını kutlasın. Esası ve Üstad-ı a’zamın mektûblarında def’alarca takrir eylediği gibi, ihlâs (doğruluk), muhabbet ile mürşide teslim olmaktır. Sâlikte bu üç şey mevcud olsa, halet ve şevklerin itibarı yoktur. Şayet halet ve şevklerde, mezkûr üç vasıflar ile mevcud olurlarsa, ne iyi. Olmazlarsada zarar yoktur. Mezkûr üç vasıflar mevcud olmazlarsa, hiçbir şeye itibar edilmez. Öyle ise, mürid bu üç şeylerin tahsiline çalışması ve icab eyldikleri şeylerle amel etmesi lâzımdır. Çünkü bu üç şey, mevcud oldukları zaman, parlak islâm şeriatından en büyük maksad olan istikamet vasfı da onlara terettüp eder.

“Tarikattaki iş bu üç şeyden başka hiçbir şey değildir.” Sâlikin tâatında bir gevşeklik vâki olsa, ondaki kusurundan olup, Allah’ın (Celle ve alâ) ihsanında, kezâ sâdâtın himmetlerinde hiçbir noksaniyet olmadığı bilinmelidir. Şiir :
“Her ne noksan ve suç ki vardır, bizim düzensiz ve yakışıksız olan kâmetimizdendir. Yoksa senin hediyen kimsenin boyuna kısa değildir.”

hâce Muhammed El-Ruci, mürid, tâatta çalışıp keramet ve manevî haletlerin kendisine hasıl olmasına bakmaması gerekir. Çünkü tasavvuf ehlinin bütün tahkikçileri, bu dünya evi, amel etmek yeridir. Mükâfat evi ise, âhiret olup, şayet îmânı kuvvetlenmesi için, bir kimseye, bu dünyada mükâfat olarak bir şey verilse, kendisi onu vaktinden önce,acele ederek talebinde bulunduğu, ona verilen o ni’met yerinde olmayıp belki yeri âhiret günü olduğu kanaatindedirler.

Öyle ise, cesaretli bir adam isen, tâat ve ibadete çalış. Âhirette mükâfatı çoktur. Bununla beraber, Nakşibendîlerin tâattan maksadları, yalnız zât-ı Bârî’nin râzasının talebine hasr edilmiş, Allah’ın (Celle ve alâ) zatından başka bir şey’i düşünmezler. Müridlerden biri, şeyhine dedi ki: Ben falan sahraya gittim. Oradaki bütün ağaç ve bitkiler benimle konuştular. Şeyh ona, senin bu haline taaccüb ederim. Ben senin ile Allah’ın (Celle ve alâ) arasında vasıta olduğum halde, sana bu halet nasıl geldi? diyerek onu tevbeye davet edip, adam tevbe etti. Sonra müride dedi ki, tevbenin kabûlünün alâmeti, o sahraya gidip, o ağaç ve bitkilerden hiçbir şey işitmemektir.

Demek ki müridin kendisini mürşidine havale etmesi lâzımdır. Ona arzû ettiği şey’i mürid şahsen kendine irâde ettiği şeylerden hayırlı olduğunu, ona hasıl olacak şühûd, istiğrak ve daha başka haller mürşidinin görütşüne havale edildiğini, vakitleri gelince, onları kendisine açıklayacağını, yoksa ondan gizleyeceğini kat’î olarak bilmesi gerekir. Hattâ yaptığı amellerin, kendisine bir çok faydalar sağlaması için, mürşidinin râzasından başka bir şey taleb etmemesi lâyıktır. Şiir :

“Madem ki iki âlemde (Dünya ve âhirette) bana bir dost (Allah) lâzımdır. Cennet, cehennem, hûri ve uşaklarla ne işim vardır?”

Sana adetleri beyan edilen virdlerini yapıp bitirdikten sonra, üstadının rabıtasıyla meşgul ol! Sana kalb huzûru ve iştiyak hasıl olduklarında, bu huzûr ve kalbin tarafına iltifat et! Başka bir şey ona dahil olmamak için, kalbin üzerinde otur! Şayet böyle yaparsan, kalbe yaptığın o teveccühün, şartı hasıl olduğu takdirde, yani kalbine dikkat edip, o huzurdan başka, hattâ kalbini bile mülâhaza etmezsen, sana bu âlemden hattâ kendi nefsinden bile gaybet (kendinden geçme) haleti hasıl olmayacağını zannetmiyorum. Eğer başka bir şey kalbine vaki olsa, hemen üç def’a,Yâ fe’al (ey dediğini hemen yapan Allah) de! O hatırına gelmezse, kalbinde “Lâ ilâhe illâllah”yani hakikatta Allah’tan başka bir İlah yoktur, de!

Sana, umûmî ve husûsî olarak, diğer mürid ve tâbilere selâm ederiz. Allah’ın (Celle ve alâ) rızâsını kazanmak için, gayet cehd edip dünyanın fâni olduğunu, yalnız ona çalışan kimse, hava üzerinde bir bina inşa etmesine, suyun üzerinde yazı yazmasına, çalışan kimseye benzediğini, âhiret için amel etmek, hattâ ancak Allah’a (Celle ve alâ) hassaten yapılan amel, birçok faydalar sağlayıp dolayısıyla ona sayılmayacak kadar ni’metler terettüp eylediklerini bilsinler! Hatme yapmaya, üstaddan bahsetmeye, onun sohbet ve kavuşması kendilerine hasıl olmadığına dair hasretine çalışsınlar! Allah’ın salât ü selâmı mevlâmız Muhammed’e, (Sallâllahü aleyhi ve sellem) âl ve ashâbına olsun!