๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mektubat-ı Şeyh Hazret => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 20 Ocak 2010, 09:50:48



Konu Başlığı: Onuncu Mektup
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 20 Ocak 2010, 09:50:48
ONUNCU MEKTUP

Salik, Mevlasına teslim olup dünyevi ve uhrevi olan bütün nefsani arzuları terk etmesine teşviki, hizmet edip, emr olunan şeylerin yapılmasına devam etmesi, kendisine daha faydalı olduğu, dünya ve ondaki şeyler, mürşidlerin nazar ve iltifatlarına müsavi olmayacakları, yapılacak her bir amelde, mutabeat kasdı lazım oluduğu konuların beyanı ile onlarla ilgili mes?eleler hakkında, Gavs-i A'zam ( Radıyallahü anh) tekkesinde müderris olan Nursli Molla Abdullah'a yazılmıştır.

ALLAHIN ADIYLA BAŞLARIM
 
Hiçbir varlık yok ki onu hamd ile tesbih etmesin. Salat ü selam mahlukatının enhayırlısı olan efendimiz Muhammed'e, ( Sallallahü aleyhi ve sellem) bütün aline ve ashabına olsun. Bundan sonra bu mektub, kutbu alem kaymakamının ( Radıyallahü anh) perverdesinden Allah yolundaki kardeş ve Allah için dostu, Molla Abdullah'adır. Allah, onu, dünyada sağanak halinde yağan yağmurlar gibi üzüntülerden kurtarıp, ona Allah'a yaklaşma ve neş'eyi arttıran halleri, üzerine nazil eylesin! Perverdeye kavuşmak mümkün olmadığından, değişik mevsimlerde de ona her ne kadar yaklaşılmak istenildiyse de, birçok maniler hasıl olup, dolaysıyla size korkunuzun arttığından, haber veren mektubunuz, perverdeye ulaştı.

Ey kardeş! Mahbub, (sevgili, Allah)  kuluna ihtiyar eylediği herşey, kul için mahbubdur.
"Kendi içinden gitmeli ve kendinden geçmelidir!" Cümle sadatın dedikleri bazı sözlerdendir. İkincisi, birincisinden daha ala ve yücedir. Çünkü birinci söz, insan kendi nefsani arzularını ve maksadlarını taleb etmekten, ikincisi, bunları kontrol ettikten sonra, hem nefsi, hem mezkur arzu ve maksadlarından vaz geçip, terk etmekten ibarettir. Yani salik nefsin payı için, hiçbir şey taleb etmeyip, ta ki nefsine hiçbir ihtiyar sıfatı kalmayıncaya kadar, nefsin işlerini külliyen mevlasına havale etmelidir.

Rivayet edilir ki, şeyhlerden birisi, El-Şeyh Abdül-Halık El-Gucduvani'nin ( Kuddise sirruh) yanında oturup, ben şöyleyim: şayet, yüvce Allah, beni, cennet ile cehennemden, birisini kendime seçmekte serbest kılsaydı, kendime cehennem ateşini seçecektim. Çünkü ben nefse muhalefet etmekle emr olundum. Nefis ise, cehennem ateşini istemez. Deyince, Hace ( Kuddise sirruh): " biz öyle değiliz. Hatta bizim bir ihtiyari vasfımız bile yokki, birisini seçelim. Allah ( Celle ve âlâ) bize ne gibi bir şey seçse, o mahbubumuzdur." Diye buyurdu.

İşte kardeşim: bunu düşün ki, Hace'nin ( Kuddise sirruh) buyurduğu bu sözü, bu kavmin traikatını arzu eden bir kimse, kendi muradından çıkıp, onların yaptıklarına mütabeat ederek, acaba bu iyi midir yoksa iyi değil midir? Diye tefekkür etmiyeceğine delalet eder. Fakat mürid, mürşidinin sohbetine nail olmadığına hasret çekmesi ve ona iştiyakı lazımdır. Hatta çektiği hasretten ölünceye kadar hastalansa, akıldan uzak bir şey değildir.

Mısra:
"Mahbubun iştiyakından hastalandım. Ve beni terk ettiğinden öldüm. Öyle ise, budurumla sana nasıl halimi şikayet edeyim?" beyti : "Kendimden geçtiğim için, her gece, ayrılık kederinden, ' ya Rabbi' narasını çekip feleğe uşatırdığımın haberini acaba mahbubuma kim eriştirecektir?"

" Evraddan hiç birisi bende te'sir edip, onunla müteessir olmadım" diye yazdınız. Ey kardeş! Mürid hiçbir şey düşünmeden, kendi üstadının emrine imtisal etmesi lazımdır. Başka bir şey tefekkür etmesi, tarikat haricidir. Bekli üstadını taklid ederek amel edecektir. Emr ettikleri şeyler, faydadan yoksun değilllerdir. Üzerimize vacib olan şey, emirlerine imtisal etmektir. Bize bir halin zuhur edip etmemesi, onlara tafvici ( havale) edilmiştir. Emre imtisal edip de, bir şey'in ( eserin) zahir olmamasından dolayı, imtisalin kıymeti olmadığı zan edilmesin. Çünkü bazı zanlar günahtır.

El-Cami ( Abdurrrahman) ( Kuddise sirruh) : " Fayda: Mahbub için hizmet etmektir. Ondan daha üstün bir fayda yoktur." buyurdu.

Rabıta kokusunun lezzetirnden bana, ehemmiyetsiz bir zevk hasıl olur. Diye yazmışsınız. Ey kardeş! Ona nasıl önem verilmesin ki, büyük zatlardan vaki olan az bir şey, çoktur. Yine onlardan vaki olan hakir bir şey, çoktur. Yine onlardan vaki olan hakir bir şey, büyüktür. Mevahib El-Ledünniyye kitabı ile, şerhinde demiş ki: " muhabbet, mahbub için, çok yapılan amelleri az, mabubdan gelen az bir ni'metin çok bir ni'met olduğunu bilmektir.

Nitekim: " senden ( mahbubdan) olan az bir iyilik, bana yeter. Lakin, senin az olan iyiliğine, az denilmez." Denilmiştir. Burada Mevahib kitabı ile, şerhinin ibareleri sona erdi. Büyük zatlardan olan şey'e nasıl az denilebilir ki, onların tek bir nazarı, dünya ve dünyadaki şeylere mukabildir. El-Hafız:

"Eğer Şiraz'ın o mahbubu, gönlümüzü ele alırsa, onun bennine, Semerkand ile Buhara'yı bağışlarım." Demiş. (Onun söylediği bu beytine karşı) başkası da demiş ki, beyit:

" Yanlış söyledin, hata ettin (ey hafız!) sevgilinin kıymetini bilmedin. Ben mahbubun tek, bir bakışına ( kıymet olarak) her iki dünyayı ( dünya ve ahireti) satarım" demiştir.

Bununla beraber, rabıtanın size te'sirsiz oluşunun sebebi, şartlarının yerine getirmediğindendir. O, şartların bazısı şudur ki: ne olursa olsun, mahbubdan ( Allah'tan) başka hiçbir şey'e kalben iltifat etmemektir. Mümkünse virdlerini ayrı ayrı vakitlerde, yani sabah, duha, öğle ile ikindi namazından sonra, mümkün olmazsa, sabah namazından ve yatmadan önce, yapmanız, akşam ve yatsı namazlarından sonra, rabıta niyetiyle, gözünüzü kapatmakla, sadatın da ( Kuddise sirruhüm) böyle yaptıklarını düşünerek, ( biz dahi sureten de olsa, adetlerine uymaktayız.) diye tefekkür etmeniz lazımdır. Sizin, Mustafa'nın ( Sallallahü aleyhi ve sellem) şeriatına tabi olanların üzerine, selam olsun! O, şeriat sahibinin üzerine de, en üstün salat ü selam ve sena olsun! Bazı vakitlerde, bizden bedel olarak, Gavs-i a'zamın ( Radıyallahü anh) türbe-i şerifinin ziyaretine gitmenizi dileriz. Devamlı saadet üzere bulunun!