Konu Başlığı: Kırkaltıncı Mektup Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 21 Ocak 2010, 09:43:16 KIRKALTINCI MEKTUP
Bu mektûbları toplayan fakir ve hurma çekirdeğinin üzerindeki beyaz çizgiden daha kıymetsiz, kıtmirden (Ashâb-ı kehf köpeği) daha aşağı olan Muhammed Alâüddin’edir. Allah, onu (Hazretin) sırlarıyla kutlasın! Onu derya gibi nûrlardan doyursun! Onu ve insanları, yaşantısının uzamasıyla faydalandırsın! Muhabbetin fazileti, husûsen muhabbetle birlikte mürşidden ayrılık üzüntüsünün fazileti ve bazı vakitte müridin cismine ârız olan ağırlığın, vaaz ile sohbetin arasındaki farkın ve râbıtanın, bâhusus devamlı râbıtanın fazileti, tarikatta râbıta en büyük temel, bir çok faydaların mukaddimesi olduğunun beyanı ve onunla ilgili mes’elelerin beyanı hakkındadır. ALLAHIN ADIYLA BAŞLARIM Hiçbir varlık yok ki, onu hamd ile tesbih ekmesin. Slât ü selâm Allah’ın mahlûkatının en hayırlısı olan efndimiz Muhammed’e, (Sallâllahü aleyhi ve sellem) bütün âl ve ashâbına, ev halkına olsun! Sonra bu mektûb, âlem kaymakamı (Kuddise sirruh) ve (Radıyallahü anh) ın perverdesinden Allah yolundaki kardeşi, gözünün nûru Şeyh Alâüddin’edir. Allah, onu kendine yakın olanların temenni eylidikleri şey’e ulaştırsın! Hasret ve kederle karışık sevgiden haber veren mektûbunuz, perverdeye ulaştı. Dolayısıyla Allah’a (Celle ve alâ) hamd ve şükr etti. Çünkü hülâsa olarak bu işin temeli, muhabbet üzeredir. Hattâ muhabbetsiz mümkün değildir. Nitekim, Muhabbet sofuların beniğidir. O olmasaydı, mahbûbuna (Allah’a) vâsıl olmazlardı. denilmiştir. Câmi (Kuddise sirruh) (Abdurrahman) şiir: “İşittim ki mürid bir mürşidin yanına gitti. Ki mürşid manevî seyri sülûkte ona yardımcı olsun. Mürşid ona dedi ki, Eğer aşk yolunda ayak yerinden kalkmazsa, git! Âşık ol, sonra yanımıza gel.” diye buyurdu. Bâhusus aşkın içine hüzün de karışsa daha iyidir. Çünük bu durum, mahbûbun ayrılmasından haber verir. Mahbûbundan ayrılan kimse, mahbûbuna kavuşması için çalışarak kat’iyyen durmaz. Ayrılığın hilâfı ise, (visal) sevgili ile âşıkın birbirine vuslattan ibarettir. Halbuki vuslat (kavuşma) sahibine bazen aşkın duraklaması peyda olur. Bir çok vakitlerde bana şaşkınlık acz ârız olur. Bedenim gevşeyip ağırlaşıyor diye mektûbda yazılmıştır. Ey kardeşim! düşün ki, bu hâllerinin neden peyda olduklarına anlıyasın. Zira bunlar sebebsiz olamaz. Mühim olan şey sebeblerinin bilinmesidir ki, onlara münasib olan konudan bahs edilsin. Açık olan bu husustaki fikir şudur: Sâlik ortadan kendi nefsini atıp aklında yalnız üstâdını düşünmesi kalırsa, bu haletler, ne sebebten olursa olsun, velev aşktan da peyda olmuşlarsa da zâil olup gideceklerdir. İşte, bunda düşünürsen, mezkûr haletler, nefsinden olduklarını bileceksin. Çünkü nefsi görmeden ancak mücerred üstadın emrine imtisal edilerek halkla sohbet yapılıp konuşulurken, bu haletler sıyrılırlar. Mektûbda, halka sohbet ederken, cemâatin durumuna lâyık olan sözler mi veya akla gelen sözler mi konuşayım, diye yazılmıştır. Ey kardeş! Tarikatın sâdâtı (uluları) sohbet ile vaaz arasında fark etmişlerdir. Şöyle ki. Sohbet, hiçbir şey düşünlmeden kalbe, dile gelen hitabettir. Belki o, kalbin galeyana gelmesindedir. Sohbet edenin yaptığı bütün konuşması, kendisine ârız olan şevki veya hüznü ya Allah’tan olan korku veya iştiyakı veya mahbûba kovuşmasına olan hasretinden olur. Hattâ bu durumdan olan sohbetçi çok def’a karşısında cemaatin olduğunu da unutur. Vaaz ise, sohbetin hilâfınadır. Bazı zamanlarda sohbetçi yanında oturan kimseleri ve durumlarına lâyık olan sözleri düşünerekten konuşur. Bu çeşit konuşmada sözcü cemaatin arzu ettikleri şey’i kendi nefsânî arzularına tercih etmesi şart koşulmuştur. Yoksa durumundan korkulur. Nitekim, birisi mürşidine, halka konuşmak isterim der. Sebebi nedir diye sordu. Adam bütün insanlar cehenne ateşinden kurtulup içinde yalnız ben kalmamı istediğimdendir, deyince, şeyhi ona, işte o, yani ondan bahs ettiğim makam, çıkıp halka konuşma makamıdır, diyerek onu minbere oturttu. Kendisi de konuşmasını dinlemek için minberin ayağının yanında oturdu. Adamın konuşması esnasında, bir dilenci gelip, Allah için bana bir şey verin dedi. Mezkûr sözcü, hemen minberden aşağı inip ona cübbesini verdikten sonra, yine minbere çıkıp konuştu. Şeyhi ona Ey kezzâb, (çok yalancı kimse) in aşağı! Diye seslndi. Hemen aşağı inerek şeyhinin elini öpüp yalan söylediğim şey nedir? diye sorunca; şeyh, sen ilkin bana, halkın arzularını kendi arzularıma tercih ederim dedi. Eğer durumun öyle olsaydı, herkesten önce, cübbeyi dilenciye vermekte acele etmezdin. Belki ilkin halkı o sevâba teşvik eder, onların, dilenciye bir şey vermekten ümidini kestikten sonra, cübbeyi dilenciye verecektin. Hülâsa, halka vaaz ve sohbet eden kimse, her iki halette de nefsini görmemelidir. Mektûbda, bugünlerde yaptığım râbıta güzel olup, bu durum dururken, hareket ederken gözümü kapatıp açarken, hattâ uyuyup uyanırken bütün hallerimde devam etmektedir diye yazılmıştır. Ey kardeş! Bu büyük bir ni’mettir. Sadât-ı kiram (Kaddesallahü esrârehüm) vasıtasıyla o ni’meti verene sığınıp ona muhtac olduğun niyetiyle kendisine şükr et. Çünük bu tarikatda en büyük temel râbıtadır. Şübhesiz Hâce El-Ahrar: “Rehberin gölgesi, halkın zikrinden daha iyidir. demiştir. Râbıtaya öyle devam et ki, onda fâni olup, râbıtanın kendisi, halkla konuşan, teveccüh eden, hareket edip duran bir halet olsun. Zira râbıtadaki fânilik haleti, yüce Allah’ın aşkında fâni olmasının mukaddimesidir. Hattâ Allah aşkındaki fânilik makam-ı râbıta makamındaki fâniliğe göredir. Şeyh-i ekberin (Şeyh Fethullah) (Kuddise sirruh) hareminden (zevcesinden) ve ev halkından dua dileriz. Şimdiye kadar Şeyh-i ekberin (Kuddise sirruh) ve (Radıyallahü anh) merkadini ziyaret etmek mümkün olmadıb. Mümkün olup olmayacağınıda bilmiyoruz. Huyuta gitmeniz mes’elesi ise, yol, hava iyi ise hemen git! İyi değil ise, hastalık korkusundan gitmenizi istemiyoruz. Sana v nezdinizde bulunanlara, Mustafa’nın (Sallâllahü aleyhi ve sellem) şeriatına tabi olanlara selâm olsun! O şeriatın sahibine, âl ve ashâbına da salâvatın efdali, selâm ve senânın en kâmili olsun! |