> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mektubat-ı Rabbani > İkiyüzdoksanıncı Mektub
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İkiyüzdoksanıncı Mektub  (Okunma Sayısı 597 defa)
16 Şubat 2010, 23:07:09
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 16 Şubat 2010, 23:07:09 »



İkiyüzdoksanıncı Mektub

Bu mektûb, molla Muhammed Hâşime yazılmışdır. Allahü teâlânın, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine başlangıcda ihsân etmiş olduğu yolu bildirmekdedir:

Bismillâhirrahmânirrahîm. Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin en üstününe ve Onun temiz olan Âlinin ve Eshâbının hepsine salât ve selâm olsun “salevâtullahi teâlâ aleyhi ve alâ âlihi ve Eshâbihi ecma’în”! Tesavvuf âlimlerinin yolları arasında en kısa, en uygun, en sağlam, en sâlim, en kuvvetli, en doğru, en iyi, en yüksek ve en olgun olanı Ebû Bekr-i Sıddîkdan gelen yoldur. Bu yolda bulunanların rûhlarını ve sâhiblerinin sırlarını, Allahü teâlâ takdîs eylesin! Bu yolun bütün bu üstünlükleri ve bu yolda yetişenlerin şânlarının üstün olması, sünnet-i seniyyeye yapışdıkları ve bid’atlerden sakındıkları içindir. Eshâb-ı kirâmda olduğu gibi “aleyhimürrıdvân minelmelikilmennân”, bu büyüklerin de, bidâyetlerinde, nihâyetlerinin kazancı yerleşdirilmişdir. Yüksek dereceye kavuşdukdan sonra, huzûrları devâmlı olmuşdur. Başkalarının huzûru geçicidir.

Kardeşim! Allahü teâlâ, seni doğru yola ulaşdırsın! Bu fakîr, bu yola özendiğim zemân, Allahü teâlâ, işimi kolaylaşdırdı. Vilâyet kaynağı, hakîkatin mütehassısı, nihâyetin başlangıcda yerleşdirilmiş olduğu yolun kılavuzu, vilâyet derecelerine kavuşduran caddenin sürücüsü, dînin koruyucusu, şeyhimiz ve imâmımız, şeyh Muhammed Bâkî “kaddesallahü teâlâ sirreh” hazretlerine kavuşdurdu. Bu yoldaki büyüklerin seçkinlerinden olan bu yüksek zât, Allahü teâlânın ismini zikr etmeği öğretdi. Teveccüh buyurdu. Bu fakîrde, zikrin tadı tâm hâsıl oldu. Sevincimin çokluğundan ağladım. Birgün sonra, bu büyüklerin kıymet verdikleri ve (Gaybet) dedikleri, şü’ûrsuzluk hâsıl oldu. Kendimden geçince, büyük bir deniz gördüm. Dünyâdaki şeklleri, sûretleri, bu deniz içinde gölge gibi gördüm. Şü’ûrsuzluğum çoğaldı. Bir sâ’at, iki sâ’at sürdüğü günler oldu. Bütün geceyi kaplamağa başladı. Olanları, kendilerine arz etdim. (Fenâ)dan biraz hâsıl olmuş buyurdu. Zikr etmeği yasakladı. (Bu huzûru elden kaçırma!) dedi. İki gün sonra, bilinen (Fenâ) hâsıl oldu. Arz eyleyince, (Vazîfeni yap!) buyurdu. Fenânın Fenâsı hâsıl oldu. Arz eyledim. (Bütün âlemi bir birleşmiş topluluk olarak görüyor musun?) buyurdu. (Evet) dedim. (Fenânın Fenâsında, âlemi böyle birleşik görmekle birlikde, şü’ûrsuzluk da hâsıl olur) buyurdu. Hemen o gece, buyurduğu gibi, Fenâ hâsıl oldu. Bunu ve bundan sonra olanı arz eyledim ve Allahü teâlâyı, ilm-i huzûrî ile bildiğimi ve kendisinde bulunmıyan sıfatlarla birlikde bildim dedim. Bundan sonra, bütün eşyâyı kaplıyan bir nûr göründü. Onu Hak teâlâ sandım. Bu nûr siyâh idi. Arz eyledim. (Nûr perdesi arkasında Hak teâlâ görülmüşdür. Bu nûrdaki genişlik, ilmdedir. Zât-i teâlâ herşeyle ilgili olduğu için, geniş görünmekdedir. Bunu yok etmek lâzımdır) buyurdu. Sonra, bu nûr küçülmeğe başladı. Darlaşdı. Nokta gibi oldu. (Noktayı da yok etmek, hayrete gelmek lâzımdır) buyurdu. Öyle yapdım. Hayâl olan nokta da yok oldu. Hayrete daldım. Hak teâlâ, kendini kendi görür gibi göründü. Arz eyledim. (İşte, Nakşibendiyyenin huzûru, bu huzûrdur) buyurdu. Bu yoldakilerin nisbeti, bu huzûr demekdir. Bu huzûra, gayb olmıyan huzûr da denir. Nihâyetin bidâyetde yerleşmesi, burada olur. Bu yolda, tâlibe bu nisbetin hâsıl olması, başka yollarda, tâlibin maksada kavuşmak için, çalışılacak zikrleri ve vazîfeleri rehberlerinden almalarına benzer. Fârisî mısra’ tercemesi:

Gül bağçemi gör de, behârımı anla!

Bu fakîrde bu nisbetin hâsıl olması, zikr öğrendiğim günden, iki ay ve birkaç gün sonra başladı. Bu nisbet hâsıl oldukdan sonra, (Fenâ-i hakîkî) denilen, başka bir fenâ hâsıl oldu. Kalb o kadar genişledi ki, yer küresinin ortasından Arşa kadar, bütün âlem, bu genişlik yanında, hardal dânesi kadar bile değildi. Bundan sonra, kendimi ve âlemin her parçasını, hattâ her zerreyi, Hak teâlâ olarak gördüm. Bundan sonra âlemin her zerresini birer birer hep kendim gördüm. Kendimi onların herbiri olarak gördüm. Sonra, bütün âlemi, bir zerrede yok buldum. Sonra, kendimi ve her zerreyi, o kadar geniş gördüm ki, bütün âlemi hattâ âlemin birkaç katını içimde gördüm. Kendimi ve her zerreyi, her zerreye yayılmış, sızmış olan nûr gördüm. Âlemdeki şekller, sûretler, bu nûrda yok oldular. Sonra kendimi ve hattâ her zerreyi, bütün âlemi tutuyor, varlıkda durduruyor gördüm. Arz eyledim. Tevhîdde (hakk-ul-yakîn) mertebesi işte budur. (Cem’ul-Cem’) bu makâmdır, buyurdu. Önce, âlemin şekllerini, sûretlerini hep Hak teâlâ bulmuş olduğum gibi, bunlardan sonra, hepsini hayâl gördüm. Önce, Hak bulduğum her zerreyi, şimdi hep vehm ve hayâl buldum. Çok şaşırdım. Bu sırada, (Füsûs) kitâbındaki, kıymetli babamdan işitdiğim, (Bu âleme isterseniz Hak deyiniz, isterseniz mahlûk deyiniz. İsterseniz, bir bakımdan Hak deyiniz ve başka bir bakımdan, mahlûk deyiniz. İsterseniz, ikisi arasını ayıramıyarak şaşkına döndüğünüzü söyleyiniz!) sözünü hâtırladım. Bu söz sıkıntımı giderdi. Bundan sonra yanlarına giderek arz eyledim. (Huzûrun dahâ sâf olmamışdır. Vazîfene devâm et de, var ile yok birbirinden tâm ayrılsınlar) buyurdu. Ayrılamıyacağını anlatan, (Füsûs)ün yazısını okudum. (Şeyh Muhyiddîn-i arabî “kaddesallahü sirrehül’azîz”, olgun bir Velînin hâlini bildirmemiş. Birçoklarına göre de ayrılamazlar) buyurdu. Emrlerine uyarak, verdikleri vazîfeye devâm etdim. Onların çok kıymetli yardımları ile, Allahü teâlâ, iki gün sonra, var ile yokun ayrıldığını gösterdi. Hakîkî varlığı, hayâl olandan ayrı buldum. Dışarda, bir varlıkdan başka, hiçbir var görmedim. Kendilerine bunu bildirince, (Fark-ı ba’del-cem’) mertebesi, işte budur. Çalışmakla, buraya kadar varılabilir. Bundan ilerisi herkesin yaradılışında bulunana uygun olarak ihsân olunur. Tesavvuf büyükleri, bu mertebeye (Tekmîl makâmı) demişlerdir buyurdu.

Bu fakîri “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” ilk olarak, sekrden sahva ve Fenâdan Bekâya getirdikleri zemân, kendi bedenimin her zerresine bakdığım zemân, Hak teâlâdan başka birşey bulamadım. Her zerremi, Onu gösteren bir ayna gibi gördüm. Bu makâmdan, yine hayrete götürdüler. Kendime getirdiklerinde, Hak teâlâyı kendi vücûdümün, her zerresinde değil, her zerresi ile buldum. Önceki makâmı, ikinci makâmdan aşağı gördüm. Yine hayrete daldırdılar. Kendime gelince, Hak teâlâyı, âlemle ne bitişik, ne ayrı, ne içinde, ne de dışında bulamadım. Önce bulmuş olduğum, berâberlik, etrâfını çevirmek ve içine işlemek gibi şeylerin hepsi, şimdi yok oldu. Böyle olmakla berâber, yine öyle görüldü. Sanki his olunuyordu. Âlem de, o ânda görülmekde idi. Fekat, bu bağlantıların hiçbiri, Allahü teâlâda yokdu. Yine hayrete daldırdılar. Sahva getirdikleri zemân, Allahü teâlânın, âlem ile, önce görülen bağlılıklardan başka bir bağlılığı olduğu anlaşıldı. Bu, hiç anlaşılamıyan bir bağlılıkdır. Hak teâlâ, hiç anlaşılamıyan bir nisbet ile görüldü. Yine hayrete daldırdılar. Bu mertebede biraz kabz, sıkıntı hâsıl oldu. Yine kendime getirdiklerinde, Hak teâlâ, o anlaşılamaz nisbetden başka olarak göründü. Bu âlemle, anlaşılan ve anlaşılamıyan hiçbir nisbeti, bağlılığı yok idi. Âlem de böylece görülmekde idi. O ânda, öyle bir ilm ihsân olundu ki, bu ilm, Hak teâlâ ile mahlûklar arasında hiçbir bağlılık bırakmadı. Her iki şühûd var iken, bildirdiler ki, böylece, hiçbir bağlılık olmadan görülen, Hak teâlânın kendi değildir. Tekvîn sıfatının âlemle olan bağının, Âlem-i misâlde olan sûretidir. Çünki, Onun zâtı, mahlûklarla bir ilgisi olmakdan çok uzakdır. Anlaşılabilen veyâ anlaşılamıyan hiçbir bağlantısı yokdur. Arabî beyt tercemesi:

Sevgiliye kavuşmak, ele geçer mi acabâ?
yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada.


Kıymetli kardeşim! Hâllerin hepsini açıklamağa ve ma’rifetleri anlatmağa kalkışırsam, çok uzun sürer. Dinliyenleri usandırabilir. Hele (Tevhîd-i vücûd) ma’rifetleri, herşeyin zıl, görüntü olduğu anlatılırsa, sonu gelmez. Bütün ömürlerini tevhîd-i vücûd ma’rifetlerinde geçirenler, bu sonsuz deryâdan bir damla ele geçirememişlerdir. Şuna da, çok şaşılır ki, onlar, bu fakîri, tevhîd-i vücûd sâhiblerinden saymazlar. Tevhîd bilgilerine inanmıyan âlimlerden sanırlar. Görüşleri kısa olduğu için, tevhîd ma’rifetleri üzerinde durmağı olgunluk bilirler. Bu bilgilerden ilerlemeği, gerilemek sanırlar. Fârisî beyt tercemesi:

Câhildirler, kendilerini de bilmezler,
hüner sanmakdan aybları çekinmezler.


Bunların dayandıkları birinci sened, eski tesavvufcuların tevhîd-i vücûdî üzerindeki sözleridir. Allahü teâlâ, bunlara insâf versin! O büyüklerin, bu makâmlardan ilerlemediklerini, o makâmda bağlanıp kaldıklarını nerden biliyorlar? Biz, tevhîd-i vücûdî ma’rifetleri yokdur demiyoruz. Var olduğunu, fekat bu makâmdan dahâ yüksek makâmlara ilerleneceğini de söyliyoruz. Eğer, bu makâmları aşanlara, bu bilgilere inanmıyor adını takıyorlarsa, ona bir diyeceğimiz yokdur.

Yine sözümüze dönelim. Birşeyin örneği, o şeyi tanıtır. Bir damla sızıntı, bir su menba’ını buldurur. Biz de az bildirdik. Bir damla ile haber veriyoruz.

Kardeşim! Kıymetli hocamız, beni yetişdi ve yetişdirebilir görerek, tarîkati öğretmek için izn verince ve tâliblerden çoğunu, bu yana gönderince, kemâle gelmiş olduğuma ve tâlibleri yetişdirebileceğime inanamıyordum. (Bu işde duraklama! Büyüklerimiz, bu makâmların, kemâl ve tekmîl makâmı olduğunu bildirmişlerdir) buyurdu. (Bu makâma inanmamak, o büyüklerin yüksekliğine inanmamak olur) dedi. Emrlerine uyarak, tarîkati ta’lîm etmeğe başladım. Tâliblere çalışmalarına yardımcı olmağa uğraşdım. Bu uğraşmalarımın tâliblere çok fâideli olduğu görüldü. Öyle oldu ki, senelerce çalışarak kavuşulabilenler, birkaç sâatde ele geçiyordu. Birkaç zemân uğraşdım. Sonra, yine noksân olduğumu, aşağıda kaldığımı anladım. Tesavvuf büyüklerinin, son mertebe dedikleri, gelip geçici (Tecellî-i zâtî)ler, bu ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İkiyüzdoksanıncı Mektub
« Posted on: 29 Mart 2024, 01:18:32 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İkiyüzdoksanıncı Mektub rüya tabiri,İkiyüzdoksanıncı Mektub mekke canlı, İkiyüzdoksanıncı Mektub kabe canlı yayın, İkiyüzdoksanıncı Mektub Üç boyutlu kuran oku İkiyüzdoksanıncı Mektub kuran ı kerim, İkiyüzdoksanıncı Mektub peygamber kıssaları,İkiyüzdoksanıncı Mektub ilitam ders soruları, İkiyüzdoksanıncı Mektub önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes