> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mevlananın Eserleri > Fihi Ma Fih > 38.Bölüm
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: 38.Bölüm  (Okunma Sayısı 628 defa)
22 Temmuz 2011, 15:13:50
Vatan Var Olsun !
Dünyalılar
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 8.940


« : 22 Temmuz 2011, 15:13:50 »



38. BOLÜM (*)

Erzincanlı Hüsâmeddin, dervişlere katılmadan, onlarla düşüp kalkmadan, görüşüp
konuşmadan önce bilginlerle mübâhase etmeye pek düşkündü. Nereye gider-oturursa canla-başla bahse
girişir, münâzaraya başlardı. İyi de ederdi, güzel de söylerdi hani. Fakat dervişlerle düşüp kalkmaya
başlayınca bu iş, gönlüne soğuk geldi; soğudu bundan artık.
Aşkı, ancak bir başka aşk giderir.
"Tanrıyla oturup kalkmak isteyen, tasavvuf ehliyle oturup kalksın." Bu bilgiler, dervişlerin hallerine
karşı oyundur, ömrü yitirmektir. "Dünya ancak oyundur." İnsan ergenleşince, aklı başına gelip olgunlaşınca
oyun oynamaz. Oynasa bile kimse görmesin der, utancından gizli oynar. Şu bilgi, şu dedi-kodu, dünyanın
şu hevesleri, yeldir; insansa toprak. Yel esti de toprağı tozuttu mu, nereye varırsa gözleri rahatsız eder; o
yeli yererler, kınarlar ancak. İnsan topraktır amma bir söz duydu mu ağlar, gözyaşları, su gibi akar.
"Görürsün ki Tanrıdan gerçek olarak geldiğini bilirler de bu yüzden gözleri yaşlarla dolar-taşar." Şimdi, yel
yerine toprağa su dökersen, iş, tersine olur; şüphe yok ki sulanan topraktan yeşillikler, fesleyenler,
menekşeler, güller biter. Şu yokluk yolu, öylesine bir yoldur ki bu yolda bütün dileklerine kavuşursun. Neyi
istiyorsan elbette bu yolda, o şey, gelir-çatar sana; ordular bozmak, düşmanlara üst olmak, ülkeler
zapetmek, halkı avucunun içine almak, eşinden-dostundan üstün olmak, güzel, yerinde söz söylemek gibi,
daha da bunlara benzer herşey. Mâdemki yokluk yolunu seçtin, bunların hepsi de gelir, ulaşır sana. Başka
yolların aksine bu yola kim girdiyse hiç şikâyet etmemiştir. Bu yoldan başka yolu tutan, çalışır-çabalar; yüz
binlerce dileğinden birini elde eder; onu da gönlü hoşlanacak, yatışacak kadar değil hani. Çünkü her yolda
maksada ulaşmak için sebepler vardır, yollar vardır. Maksat, ancak sebeplerin yoluyla elde edilir. Fakat o
yol da uzundur; tehlikelerle, engellerle doludur. Olabilir ya, sebepler, maksada aykırı gelir.
Şimdi yokluk âlemine geldin, bu yolda çalıştın ya; Ulu Tanrı sana, öylesine ülkeler verir, öylesine
âlemler bağışlar ki vehmine bile getirmemişsindir onları. Önceden dilediğin, istediğin şeylerden utanır da
eyvanlar olsun dersin, bunca şeyler varken öyle bayâ şeyi nasıl istemişim ben? Fakat Ulu Tanrı der ki: Sen
ondan arındın, istemiyorsun, bezdin amma o vakit aklından geçmişti; bizim için vazgeçtin ondan;
keremimize son yok; elbette onu vereceğiz sana. Nitekim Tanrı rahmet etsin, esenlikler versin, Mustafâ,
ulaşmadan, tanınmadan, Arapların güzel, yerinde söz söylemelerini görürdü; ben de böyle güzel, böyle
yerinde söz söyleyebilsem derdi; bunu isterdi. Gizli âlem ona açılınca Tanrı esriği oldu; o istek, o dilek,
tümden soğuk geldi ona. Ulu Tanrı buyurdu ki: O dilediğin güzel, yerinde söz söylemeyi verdik sana.
Mustafâ, Yârabbi dedi, ne işime yarar benim; vazgeçtim, istemiyorum. Ulu Tanrı buyurdu ki: Gam yeme;
hem ona ulaşırsın, hem de hiç aldırış etmezsin ona; sana ziyan vermez o. Ulu Tanrı, ona öylesine bir söz
söyleme kabiliyeti verdi ki bütün âlem, onun zamanından bu zamanadek sözlerini anlatmak için çeşit-çeşit
bu kadar cilt kitaplar düzüp koştu; hâlâ halk, o sözleri anlamaktan âciz kalıyor. Ulu Tanrı buyurdu ki:
Sahâbe, senin adını, arılıktan, can-bay korkusundan, hasetçilerden ürktüğünden kulaklara gizlice
söylüyorlardı. Büyüklüğünü öylesine yayayım ki dünyanın yedi iklim, dört bucağında yüksek minârelerde,
günde beş kere adını yüce, güzel seslerle bağırsınlar, doğuda- batıda tanın. Şimdi, kim bu yola kendisini
fedâ eder, varlığından geçerse onun dünyaya ait dilekleri de müyesser olur, ahrete âit dilekleri de; hepsini
elde eder o; kimse bu yoldan şikâyetlenmemiştir.
Bizim sözlerimizin hepsi de yenidir, peşindir; başkalarının sözleriyse nakildir, rivâyettir. Bu nakil, bu
rivâyet, yep-yeni sözlerin parça-buçuğudur. Yep-yeni söz, insanın ayağına benzer, nakilse insan ayağı
şeklinde tahtadan yapılmış bir kalıptır. O tahta kalıbı şu ayaktan almışlar, onun boyunu-enini, bunun
boyuna-enine uydurmuşlardır. Dünyada ayak olmasaydı bu kalıbı nerden yaparlardı? Şu halde kimi sözler
yep-yenidir, kimi sözler nakil, rivâyet. İkisi de bir-birine benzer. Bir ayırdedici gerek ki yeni sözü tanısın da
rivâyetten ayırsın, ayırdediş, inanmaktır, küfür de ayırdedemeyiştir. Görmez misin, Firavun'un zamanında
Mûsa'nın sopası yılan oldu. Büyücülerin ipleri, sopaları da yılan oldu. ayırdedemeyen hepsini bir renkte
gördü, ayırdedemedi. ayırdediş kabiliyeti kimde varsa büyüyü gerçekten o ayırdı da bu ayırdediş yoluyla
imana geldi. Bildik, anladık ya; inanmak ayırdediştir. Şu fıkhın temeli de vahiydi amma halkın
düşünceleriyle, duygularıyla, düzüp koşmasıyla karıştı da arılığı kalmadı; şimdi vahyin arılığına nerden
benzeyecek? Hani Turut'tan şehre akan bir su vardır; kaynadığı yerde bir seyret de gör, ne de arı-durudur,
ne de güzel. Fakat şehre girdi de mahallelerden, bağlardan, şehir halkının evlerinden geçti mi, bu kadar
Semazen.net
halk elini, yüzünü, ayağını, bedenini, elbiselerini, halılarını onunla yıkadı mı, mahallelerin lâğımları, atların,
katırların pislikleri akıp da ona karıştı mı, hâsılı o yandan bir yana geçti mi aynı sudur; hani toprağı güllükgülüstanlık
eden, susuzu kandıran, bozkırı yeşerten sudur amma bulanmış-gitmiştir. Yalnız bu suda o
arılığın kalmadığını, kötü şeylerle bulanmış olduğunu anlamak için bir ayırdedicinin bulunması gerek. "İnanç
ıssı zekidir, ayırdeder, anlayışlıdır, akıllıdır." İhtiyar, oyunla oyalandıkça yüz yaşında bile olsa daha
çocuktur. Çocuk, oyunla oyalanmadıkça ihtiyar sayılır. Burada yaşa îtibar yoktur. "Bozulmamış, kokmuş su"
gerek. Bozulmamış, kokmamış su, öylesine bir sudur ki dünyanın bütün pisliklerini temizler de kendisi hiç
pislenmez; nasıl arı-duruysa, nasıl temizse gene de öyledir o su, mîdede de bozulmaz, başka birşeyle
karışmaz, kokmaz; bengisudur o.
Birisi namazda nâra atar, ağlar; namazı bozulur mu, bozulmaz mı? Bu sorunun cevâbı etraflı olmalı.
Ona bir başka âlem, duygulardan dışarı bir âlem gösterdilerse, bu yüzden ağladıysa... Şimdi gözden akan
suya gözyaşı derler zâti; acaba ne gördü de ağladı? Böyle birşey gördüyse gördüğü de namazdan sayılır,
hattâ namazı tamamlar, namazdan maksat odur; o vakit namazı daha doğru, daha olgun olur. Fakat
tersine, gördüğü şey dünyaya âitse, dünya için, yahut yenildiği bir düşmana güttüğü kinden, yahut onda
bunca mal-mülk var, bende yok diye birisine hasedinden ağladıysa namazı bozulur- gider. Anladık ya,
inanmak ayırdetmektir. İnanan gerçekle bâtılın arasını, yep-yeni bir sözle nakledilen sözün arasını
ayırdeder, bunları seçer, ayırır. Kimde ayırdediş kabiliyeti yoksa yoksundur o.
Şimdi bu sözleri söylüyoruz ya, kimde ayırdetme kabiliyeti varsa kazanır; kimde ayırdetme kabiliyeti
yoksa bu söz, onun katında yitiktir. Hani akıllı-fikirli iki şehirli, bir köylüyü esirgerler, faydalanması için gidip
tanıklıkta bulunurlar. Fakat köylü, bilgisizliğinden öyle bir lâf eder ki lâfı, ikisinin sözüne de aykırıdır;
tanıklığın da hiçbir sonucu olmaz, adamların çabası da yite-gider. Bu yüzden, "Köylünün tanığı kendisidir"
derler. Esriklik hali adamı iyice sardı mı esrik, burada bir anlayan, ayırdeden var mı, yok mu; bu söze
müstahak olan, ehil olan var mı, yok mu; bunlara hiç dikkat etmez, ağzına geleni söyler-durur. Hani bir
kadının memeleri iyice dolar, ağrımaya başlar. Gider, mahallenin köpek enceklerini toplar, memelerindeki
sütü onlara sağar. Şimdi bu söz de anlamayanın eline düştü mü şuna benzer: Değerli mi değerli bir inciyi,
değerini bilmeyen bir çocuğun eline verirsen biraz öteye gidince eline bir elma tutuştururlar, o inciyi
alıverirler; çocukta ayırdediş, anlayış yoktur ki. Hâsılı ayırdediş, anlayış pek büyük bir nîmettir.
Abâ-Yezîd'i babası, çocukken medreseye götürdü. Bâyezîd hocaya, bu Tanrı fıkhı mı diye sordu.
Hayır dediler. Abû-Hanîfe'nin fıkhı. Bâyezîd, ben Tanrı fıkhını isterim dedi. Babası, nahivciye götürdü. Ona
da, bu Tanrı nahvi mi diye sordu. Hayır dediler, Sîbeveyh'in nahvi. İstemem dedi. Böylece nereye
götürdülerse böyle dedi, böyle söyledi. Babası bunda kaldı; kendi başına bıraktı onu. Derken Bâyezîd,bu
arayışa düştü, Bağdâd'a geldi. Cüneyd'i görünce bir nâra attı da işte dedi, Tanrı fıkhı bu. Kuzu, nasıl olur
da sütünü emdiği koyunu tanımaz? Akıldan, anlayıştan doğmuştur o; görünüşü, şekli bırak.
Bir şeyh vardı. Müritlerini karşısında el-pençe dîvan durdururdu. A şeyh dediler, neden bunları
oturtmuyorsun? Bu, dervişlerin âdeti değil; beylerin, padişahların âdedi. Hayır dedi şeyh, susun; onların bu
yolu-yordamı ulu bilmelerini istiyorum; ulu bilsinler de muratlarına ersinler. Ululamak gönülledir amma
"Görünüş de özün adı-sanıdır." Ad-san nedir, anlamı nedir? Yâni mektubun üstündeki yazıdan, kime
yazıldığını, kimden geldiğini anlarlar. Kitabın adından, bu kitapta ne kısımlar var, ne bölümler var, anlarlar.
Görünüşteki ululamadan, baş koymadan, ayakta durmadan da özlerinde ne ululamalar var, ne çeşit
ululuyorlar Tanrıyı, bu anlaşılır. Görünüşte ululamayan kişinin de içinde bir korku olmadığı, Tanrı erlerini
büyük saymadığı anlaşılır.
(*) Fasıl yazılmamış, fakat üç nokta konarak ayrılmış. Selim Ağa nüshasında, kenara,«38. fasıl»
yazılı (154b). Bundan sonraki «fasıl»a 39 numarası konduğuna göre doğrudur (156 b).

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: 38.Bölüm
« Posted on: 28 Mart 2024, 22:28:53 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: 38.Bölüm rüya tabiri,38.Bölüm mekke canlı, 38.Bölüm kabe canlı yayın, 38.Bölüm Üç boyutlu kuran oku 38.Bölüm kuran ı kerim, 38.Bölüm peygamber kıssaları,38.Bölüm ilitam ders soruları, 38.Bölümönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes