> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Tefsirde Anti Sünnet Hareketler
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Tefsirde Anti Sünnet Hareketler  (Okunma Sayısı 947 defa)
06 Eylül 2010, 20:24:38
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 06 Eylül 2010, 20:24:38 »



Tefsirde Anti Sünnet Hareketler

Yrd. Doç. Cüneyt Eren

Sünnet karşıtı hareket tabiri ile genel olarak sünnetin dinî delil oluşunu (hücciyetini) kısmen veya tamamen reddetmeyi kastediyoruz. Yoksa sıhhati ile ilgili birtakım şüpheler getirme veya bazı kayıtlar ortaya koyma doğrudan sünnet karşıtı anlamına gelmemelidir.

Biz bu araştırmamızda öncelikli olarak yukarıda belirttiğimiz çerçeve içinde kalan fikirlerle ilgileneceğiz. Ancak sünnetin sıhhati konusunda şüphe içinde olma diye tanımladığımız diğer çerçeve içerisine girebilecek bazı aşırı hareketlerin hadisin sıhhati için ortaya koydukları kayıtlar ileride yeri geldikçe örnekleriyle göreceğimiz gibi netice itibarıyla sahih sünneti nefyetme noktasına kadar vardığından bu gibi örnekleri de araştırmamızda zikretmeyi düşünüyoruz.

İmam Şafii sünnetin hücciyetini kabul etmeyenleri üç gruba ayırmaktadır: Birinciler sünnetin hüccet olmasını büsbütün inkâr ederler. İkinciler sünneti Kur’ân’la beraber olunca (Kur’ân’a ters düşmedikçe) hüccet tutar, başlı başına hüccet almazlar. Üçüncüler ise, sünneti kabul eder, ancak haber-i vahidin delil olmasını reddederler. Yalnız mütevâtir, müstafiz ve meşhur olan hadisleri alırlar. Daha kısa tabirle ancak ahbâr-ı âmmeyi kabul ederler.1


1. Sünnetin tanımı

Öncelikli olarak üzerinde durulması gereken husus sünnet ve sünnetin kaynak oluşu, tabirlerinden neyin kastedildiğini tayin etme olmalıdır. Zira bazı ekollerin bu tabirlerle murad ettikleri mânâları arasında farklılık bulunabilmektedir.

Sünnetin lügat mânâlarından birisi “yol” demektir. Bir hadis-i şerifte Resûlullah Aleyhisselatüvesselam'ın bu mânâyı ifade ederek: “Kim İslâm’da güzel bir yol edinirse, onun sevabı ve daha sonra o yolda gidenlerin sevabı yapanlardan eksiltilmeyerek ona da verilir.”2 buyurmaktadırlar. Öncekilerin açtığı sonradan gelenlerin takip ettiği yola da sünnet denmektedir.3 Lugat mânâsı ile uyumlu olarak Resûlullah (sallallahü aleyhi vessellem)’in günlük yaşayışında takip ettiği yola genel anlamı itibarıyla sünnet denmiştir.

Terim mânâsı ise usulcülere göre Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi vessellem)'den nakledilen söz, fiil ve takrirdir. Sünnet tabirinin hadisçiler nezdinde kazanmış olduğu ıstılah mânâsı da Hz. Muhammed (sallallahü aleyhi vessellem)’e peygamberlik gelmeden önce, O’nun dinî veya gayridinî söz, fiil ve takrirlerinin hepsini içine alır.4 Bu anlayışa göre Resûlullah’ın yaratılış ahlâkı ve gidişata dair her türlü sıfatı sünnettir.5 Bu anlayışa göre sünnetle hadis birbiri yerine kullanılan müteradif iki terimdir.

Fıkıhçılara göre sünnet ise daha farklı açıdan ele alınmıştır; onlar sünneti bid’atın karşılığında ele alır ve ona şer’î bir hükme delil olup olmama yönüyle bakarlar.

Sahabe ve Hulefa-i Raşidîn’den nakledilen uygulamalara da sünnet denildiği rivayet edilmektedir.6 Örneğin: Caferîlere ve Musta’liye İsmailîlere göre sünnet, masum olarak niteledikleri Hz. Peygamber ve imamların sözü, fiili ve takrirleridir.7

Günümüz modernistlerinden Fazlurrahman, sünneti tanımlarken ona daha değişik bir boyutla yaklaşmıştır. “Sünnet, kelime olarak “çiğnenmiş yol” anlamına gelir ve İslâm öncesi Arapları tarafından bir kabilenin atalarınca tesis edilen örnek davranışı ifade etmek üzere kullanılmıştır. Dolayısıyla bu bağlamda bu kavramı meydana getiren iki ana unsur bulunmaktadır: a) Tarihî bir olgu olduğu iddia edilen davranış; b) Gelecek nesiller için bunun kural haline gelmesi. Kur’ân’da sünnet kelimesi İslâm dinine karşı çıkanlara, eleştiri kabilinden, yeni öğretiye karşılık atalarının örnek davranışlarını izleyenler şeklinde atıfta bulunurken kullanıldığı anlamda kullanılmıştır.8 Kur’ân aynı zamanda Allah’ın sünnetinden, yani Allah’ın toplumlarrın model ve kaderine ilişkin değişmez davranışından söz etmektedir. Burada da yine aynı iki unsur, başka bir deyişle (bir tek varlığın) gelecekte de işlevini mutlaka yerine getirecek olan geçmiş davranışı, bulunmaktadır.9

Goldziher ise; “İslâm’ın gelişiyle sünnet kavramının içeriği, Müslümanlar için, Hz. Peygamber’in örnek davranışı, yani onu yazılı hale getirilmiş olan fiil ve sözlerinden kaynaklanan amelî kurallar şeklinde bir değişikliğe uğramıştır.” der.10

Fazlurrahman ve Goldziher’in sünnet hakkında getirmiş oldukları bu izahat, esasında modernistlerin sünnete yaklaşımını ortaya koymaktadır. Bu da önce sünnetin tarihî bir olgu olması, sonra da gelecek nesiller tarafından bu olgunun hukukî boyut teşkil etmesi hususudur.


2. Tarihte Sünnet Karşıtı Hareketler

Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi vessellem)’in emirlerine ittiba ve bu ittibanın vücûbiyeti hususunda sahabenin herhangi bir tereddüdünün olmadığı kat’î delillerle sabittir. Hatta Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi vessellem) normal hayatında alışagelmiş hâl ve hareketlerine karşı bile sahabenin sergiledikleri titizlik örnekleri hadis kitaplarında çokça vardır.

Bu bağlamda, Ebu Said el-Hudri’den nakledilen bir rivayette Resûlullah (sallallahü aleyhi vessellem) namaz esnasında ayağındaki çarığı çıkarıp sol tarafına koyar. Ardında namaz kılmakta olan bütün insanlar aynı şeyi yaparlar. Namaz eda edilir. Resûlullah sahabeye çarıklarını neden çıkardıklarını sorar. “Senin çıkardığını gördük” demeleri üzerine Cibril’in (a.s) kendisine gelip çarığı üzerinde necaset olduğunu haber verdiğini söyler.

Yine İbn Abdilber kanalıyla rivayet edilen aşağıdaki kıssa sahabenin Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi vessellem) emir ve işaretlerine karşı hassasiyetini gözler önüne koymaktadır. Keza Abdullah b. Revaha (r.a) cuma namazı için mescide giderken Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi vessellem) hutbede “oturunuz” sesini işitir. Hemen bulunduğu yere çöker. Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi vessellem) kendisine yol ortasında oturmasının hikmetini sorup aldığı cevap karşısında “Allah taatini artırsın” buyurur.11

İşte sünnet, bu hassas ruhlar (sahabe) meşcereliğinde, şok seviyesindeki hâdiselerle beslene beslene ve hayatla yoğrula yoğrula hadis muhakkiklerinin kitaplarına aktı aktı ve gelip bizlere kadar ulaştı.

Sahabenin ve onların rahle-i tedrisinde yetişen tabiînin ve etbâ-ı tabiînin hadisleri rivayette gösterdikleri hassasiyet ve titizlik neredeyse cinnet derecesindedir. Zira sünnete dil uzatanları ve ileride dil uzatmaya yeltenecekleri susturacak ve bu hususta meydana getirilmek istenen şüphe ve tereddütleri izale edecek en mühim ve en güçlü delillerden birisi de hiç şüphesiz sözünü ettiğimiz tabakaların sünneti rivayette gösterdikleri hassasiyetin isbatı olacaktır.12

Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi vessellem) vefatından sonra baslangıçta Yahudi desiseleri ile başgösteren, daha sonra Hâricîlerle gün yüzüne çıkan sahabeyi tekzip ve bir kısmını da tekfir hareketleri ile Resûlullah’tan (sallallahü aleyhi vessellem) bizzat duyup nakleden birinci kaynak sahabenin rivayeti ilk defa yara almış, netice itibarıyla naklettikleri hadislerin hücciyeti sorgulanmaya başlamıştır. Bu arada bazı fikir ve inançları teyit eden hadisler vaz’ edilmiş veya sahih rivayetler batıl tevillerle taşıdıkları mânâların dışına hamledilmiştir.

Yukarıda özetle vermeye çalıştığımız durum kanaatimizce Kur’ân’ı anlama yolunda sünnetin dışlanmasına mebde’ teşkil etmektedir. Şimdi sırasıyla bu mezhep ve hareketleri ve günümüze kadar ulaşan tarihî seyrini incelemeye çalışalım:

a) Hâricîler ve Sünnet
İslâm tarihinde ortaya çıkan en eski mezheplerden olan Havâriç, bilindiği gibi Sıffin muharebesi (safer 37-657) esnasında tahkim hâdisesine karışan sahabeyi Allah'ın hükmü ile hükmetmedikleri iddiasıyla tekfir etmiş olup, akidelerince “Hâricî olmayan bütün Müslümanlar mürteddir.”13

Bu olaydan sonra artık “Hüküm ancak Allah’ındır.”14 ayeti, Hâricîlerin slogan haline getirip uğrunda ekol oluşturdukları bir söz haline gelmiştir.

Hâricîler genelde çöl Araplarıdır. İslâm öncesinde fakir bir halde yaşamışlardır. Çölde yaşamaya devam ettiklerinden İslâm’a girince de ekonomik durumları iyileşmez. Bunların fikirleri basit, tasavvurları dardı. Bu yüzden dinde mutaassıp, muhakeme-yi diniyede noksan idiler. Çabuk öfkeleniyorlar, kolaylıkla infiale kapılıyorlardı. Yaşadıkları çöl misali, sert tabiatlı, katı kalpli idiler.15

İbn Teymiye de Havâriç hakkında “Mezheplerinin aslı Kur’ân’ı ta’zim ve ona ittiba etmek olmakla beraber Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatten kopmuşlardır. Zira recm ve hırsızlıktaki nisap vb. gibi Kur’ân’a aykırı gördükleri sünneti reddederler.”16 der.

İbn Hazim ez-Zahirî de “Hâricîlerden bazı taifeler öyle ileri gitmişlerdi ki farz olan namazın Kur’ân’da zikri geçen gündüz öğle vakti bir rekat, akşam vakti de bir rekattir demişlerdir.” der.17

Ve son olarak A. Hamdi Akseki de Havâricin sünnete karşı tutumları hakkında; “vaktiyle Havâriç’ten ve Hz. Ali’ye karşı gelen fırka, “Allah’ın kitabı bize yeter” diyerek Peygamber’in sünnetini tanımamak istemişlerdir.” der.18

Görüldüğü gibi Havâricin genelinde sünnetin hücciyetini red mevzuunda kaynaklarda net bir hüküm görülmemektedir. Sadece gulât diyebileceğimiz Havâricin bir kısmı İbn Hazm’in de belirttiği üzere vakitlerinin sünnet ile tayin edildiği ve ümmetin üzerinde icma ettiği beş vakit namazı Kur’ân’da sadece iki vakte işaret edildiği iddiasıyla reddederek sünnetin sahih dahi olsa hücciyetini nefyetmiştir. Bu hüküm bütün Havârice teşmil kılınmasa da görebildiğimiz kadarıyla tarihte ilk defa sünnetin hücciyetinin tartışılması ve kendinden sonrakileri etkileme adına önem arz etmektedir.

Bir diğer husus da Havâriç tahkim hâdisesine karışan sahabi kanalıyla gelmiş rivayetleri, itikatları gereği dinden çıktıkları için reddetmektedir. Bu da Kur’ân tefsirinde büyük bir yekûn tutan, bir yerde belli hükümlerin mihenk taşı vazifesi gördüğü rivayetlerin dışlanması...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Tefsirde Anti Sünnet Hareketler
« Posted on: 25 Nisan 2024, 20:52:22 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Tefsirde Anti Sünnet Hareketler rüya tabiri,Tefsirde Anti Sünnet Hareketler mekke canlı, Tefsirde Anti Sünnet Hareketler kabe canlı yayın, Tefsirde Anti Sünnet Hareketler Üç boyutlu kuran oku Tefsirde Anti Sünnet Hareketler kuran ı kerim, Tefsirde Anti Sünnet Hareketler peygamber kıssaları,Tefsirde Anti Sünnet Hareketler ilitam ders soruları, Tefsirde Anti Sünnet Hareketlerönlisans arapça,
Logged
06 Eylül 2010, 20:25:00
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 06 Eylül 2010, 20:25:00 »

Yaptığımız araştırma neticesinde bu ekolün asıl adı Gulâm Nebi el-Maruf b. Abdullah Cekralevî liderliğinde önce “Ehli’z-Zikru ve’l-Kur’ân” diye tanındığı sonraları Muhibbu’l-Hak Azim Abadi ve Seyyid Ahmed Khan’in destekleriyle güçlenip “el-Kur’âniyyûn” hareketi olarak şöhret kazandığı anlaşılmıştır. Tarihî süreç içerisinde fikir olarak aynı çizgide yer almış, bazen ferdî bazen de aynı hareket içerisinde kabul edilmiş sahsiyetler günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.

Mevdudî konu ile ilgili yaptığı yorumda hicrî 13. yüzyılda bu fitne Irak’ta tekrardan zuhur etmiş, Hindistan’da kabul görmüş ve gelişmiş, tevhidî ümmeti sarsmış, fitneye sebep vermiştir, der. Ona göre Hindistan’da bu hareketin başında Seyyid Ahmed Khan ve Mevlevî Cirrag Ali gelmektedir. Daha sonra el-Mikdam Mevlevi Abdullah Cekralevî ve ardından Mevlevî Ahmedüddin Emritşeri, Mevlana Eslem Celraceburî ve nihayet Gulam Ahmed Pervez bu hareketin öncülüğünü yapmışlardır.38

Bugün ehl-i Kur’ân’ın geleneğini temsil eden idareler içerisinde Lahor’daki İdare-i Tulu’i-İslâm (Talu e Islam Trust) ve Dâru’l-Kur’ân ve Encümen-i Ümmet-i Müslime başta gelmektedir. Pakistan Devleti tarafından desteklenen ve bir ölçüde modernist düşünceyi temsil eden İdare-i Sekâfet-i İslâmiye (Institute of Islamic Culture) adlı kuruluş yayınladığı çok sayıda kitap ve çıkardığı ilmî dergiyle hadis inkârcılığını, ehl-i Kur’ân düşüncesini desteklemekle suçlanmaktadırlar. Dergilere gelince; Perviz’in görüşlerini geniş kitlelere ulaştırmak için 1938 yılında çıkarmaya başladığı Tulû-i İslâm adlı dergi onun vefatından sonra da hayatına devam etmektedir. Mecelle Belâğu’l-Kur’ân’da ekolün Lahor’daki diğer kolunun etkili bir yayın organıdır.39 Bu ekolün sünnete karşı tutumlarına gelince isminden de anlaşılacağı üzere bu ekol teşri’de Kur’ân dışında başka bir kaynak kabul etmez. Hükmün sadece Allah’a ait olduğu temel prensibi ile sünnetin teşri’de rolü olmayacağına kâildirler. Bu babtan olmak üzere sünnet ile tebyin, tahsis veya nesh olan Kur’ân ayetlerinin yorumlarında tabiî olarak cumhur Ehl-i Sünnet anlayışına ters düşen farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Örneğin bu ekole göre:

1. Kur’ân-ı Kerim’de nasih ve mensuh ayet bulunmaz
2. Kabir hayatı, âlem-i berzah yoktur.40
3. Sünnet ile şekil kazanmış ibadetler bu ekole göre daha değişik yorumlanmış ve sadece
Kur’ân’ın zahir naslarına dayalı ibadet anlayışı hakim olmuştur. Mesela sübûtu Kur’ân’a dayanmayan cenaze ve bayram namazlarını kılma zarureti yoktur.41 Ekol mensubu bazılarına göre farz olan namaz günde sadece iki rekattir.42 Ramazan orucu da senenin herhangi bir ayında olabilir.43

Bu ekolün kurucusu Abdullah Cekralevî’ye göre Kur’ân’da ezan ve muezzinle ilgili bir bilgi ve işaret olmadığı için bunların yapılması küfürdür.44

Yukarıda kısaca örnek sadedinde zikrettiğimiz bu görüşleri çoğaltmamız mümkündür. Netice olarak bu ekolün temel felsefesi Kur’ân’ı sünnetin dışlanarak salt Kur’ân ayetleri ile anlamaya çalışmaktır. Bunun için de ümmetin üzerinde icma edip yapageldiği şeairi veya anlayışları sünnetin olmaksızın Kur’ânî bir temel üzerine oturtmaya çalışılmıştır. Veya kendi tabirleriyle “Sünnet ilavesi” ile şüyû’ bulmuş ibadet veya anlayışlar temelinden inkâr yoluna gidilmiştir.


c) el-Medresetü’l İslâhıyye veya Modern Rasyonalizm Ekolü ve Sünnet
Bu ekol 19. yy. sonlarında İngiliz sömürgeciliğine karşı ayaklanmış görünen Cemaleddin Afgânî (1839-1879) liderliğinde zuhur etmiştir. Ardından talebesi Muhammed Abduh (1849-1905) ile ekol hakiki kimliği olan rasyonalist yapıya kavuşmuştur. Ona göre şer’î nusûs akla hükmedemez. Hocası Afgânî’nin aksine Abduh ıslah ve reformu siyasî sahada değil egitim sahasında görmüş, o yolda çalışmıştır.

Talebesi Muhammed Reşid Rıza ile ekol aşırı rasyonalist çizgiden biraz daha selef çizgisine doğru kaymıştır. Muhammed Abduh’un talebesi Muhammed Mustafa el-Merâgi de bu ekol içerisinde zikredilebilir."45

Muhammed Abduh “İlim tahsili için İslâm’ın birinci esası akıldır. Aynı anda imanın da vesilesidir. İkinci esası ise ilk bakışta tezat görünen şer’î nusûsun zahirine aklın takdim edilmesidir.” der.46

Bu ekole göre âhâd hadisler zannî olduklarından inançta özellikle hüccet olamazlar. Muhammed Reşid Rıza bu mevzuyla ilgili olarak “Akide esasları ve imanî esaslar, âhâd hadislerle tesbit edilemezler.” der.47

Başka bir yerde sahabenin sünneti Kur’ân gibi kalıcı olur endişesiyle yazmadıklarını, kavlî sünnetinde belge değerinde olmayacağını dolayısıyla sıhhatinde şüphe olabileceğini iddia eder. Bu babtan olmak üzere; İsa (a.s)’nın ahirzamanda nüzûlü, Deccal ve Cessâse, Resûlullah’a (sallallahü aleyhi vessellem) büyü yapılsa, mi’raç vb. hadisler, âhâd olduklarından ve akla ters düştüğü iddiasıyla inançta hüccet olmazlar.

Reşid Rıza’nın başında bulunduğu Menâr dergisinin 1906 yılı 9. ve 12. sayılarında sünnetin dinin usûlünden olup olmadığı münakaşası neşredilmiştir. Bu tartışma 4 yıl devam eder. Başrolde “İslâm Sadece Kur’ân’dır” sloganı sahibi tabip doktor Muhammed Tevfik Sıdkî (1298-1338) gelmektedir.48
Tevfik Sıdkî konuyla ilgili olarak; “Sadece Allah’ın kitabı ile yetinmeliyiz. Diğer bir tabirle kitap ve kıyas. Sünnete gelince Kur’ân’a yeni bir şey ilave etmiş ise onu ister alır, ister bırakırız.” der.49

Yine Mısır’da bu ekol içinde zikredebileceğimiz diğer şahsiyet Mahmud Ebu Reyye’dir. Er-Risale dergisi Nisan 1951 sayısından itibaren 3 yıl bu zatın fikirlerini “Fi’l-Hadisi’n-Nebevî” köşesinde yayınlamıştır.50 Dikkatimizi çeken bir husus da müellif, eserinin bu bölümünde Mısır’da sünnet karşıtı olarak zikrettiği Tabip Ebu Sadi Ahmed Zâkir (1892-1955), Doktor İsmail Edhem (1911-1940), Muhammed Ebu Zehd ed-Demenhurî gibi isimlerin aslında sünnetin hücciyetine inandıkları halde sıhhatine şüphe ile bakanlardan olduğudur. Bu isimleri sünnet karşıtı ekolü içersinde zikretmek uygun olmasa gerektir.51


d) Modernizm ve Sünnet
Arapça “el-Asriyyûn” adıyla şöhret kazanmış olan bu ekol aslen batıdan esinlenmiş olup geleneksel dinî öğretinin hakim olan felsefî bilimsel ve akılcı anlayışla yorumlanmasını hedefleyen bir görüştür.52

Bu ekolü herhangi bir şahıs veya gruba mal etmektense mücerred görüş olarak tanımlamayı uygun buluyoruz. Bununla beraber günümüzde bu görüşün savunuculuğunu yapan Müslüman düşünür, yazar veya grupları ve onların hadise karşı tutumlarını bu arada ele alacağız.

Bu görüşe göre semavî dinin nassları, genel olarak kendi şartları ve vakti ile kayıtlıdır. Günümüzde bu görüşün savunucularından el-Fikru’l-İslâmî ve’t-Tetavvur” adlı kitabın sahibi Muhammed Fethi Osman, “el-Müceddidûn” adlı kitabın yazarı Emin el-Hulî, es-Şeyh Abdullah el-Alaylî, Dr. Muhammed Ahmed Halefallah ve Dr. Hasan et-Turabî ve son günlerde eserleri Türkçe’ye de çevrilmiş olan Fazlurrahman da sayılabilir.53

Bu ekolün sünnete karşı tutumu özetle hücciyetini inkâr üzeredir. Özellikle muamelat bölümü ile ilgili sünnet zamanın şartlarına göre değişebilen içtihadî yorumlardır. Bu babtan olmak üzere sünneti teşri’ ve gayr-i teşri’ olmak üzere ikiye ayırmaktadırlar. Ve yine bu ekole göre hatta sahihayndeki hadisler bile şüphelidir.

Dr. Turabî “Fikrî, Usûlî Meseleler” adlı bir konferansında; “Buharî’nin hadis kabulü için koymuş olduğu şartlara sebep yoktur. Bu konuyu tekrar gözden geçirmek gerekir.” der. Örneğin Buharî’nin sika“ dediği neden “sika”, “mecrûh” dediği neden “mecrûh” oluyor” der.54

Bu ekole göre: Kur’ân ve Sünnet için itibar olan sadece dil, akıl ve çağa uygunluktur. Sünnetin kaza ve hüküm koyuculuğu olamaz. Zira sünnet hata edebilirliği Kur’ânca sabit bir beşerden sadır olmuştur. O’nun ma’sumiyeti sadece tebliğ ve vahiyle sınırlıdır.55

Günümüz modernistlerinden Fazlurrahman da; “Sünnet, İslâm öncesi Araplar tarafından bir kabilenin atalarınca tesis edilen örnek davranışı ifade etmek üzere kullanılmıştır.” der. Dolayısıyla bu bağlamda bu kavramı meydana getiren iki ana unsur bulunmaktadır:

a) Tarihî bir olgu olduğu iddia edilen davranış;
b) Gelecek nesiller için bunun kural haline gelmesi..56

Bu anlayış sünnetin tarihî bir olgu olması, sonra da gelecek nesiller tarafından bu olgunun hukukî boyut teşkil etmesi anlamına gelmektedir. Daha açık bir ifadeyle sünnet aslında Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemle kayıtlı olup, daha sonraki nesiler tarafından hukukî bir boyut kazanmıştır.

Bu ekol daha önce bahsi geçen oryantalizmden etkilenmiş olan ıslah ekolünün bir uzantısı olarak da görülebilir. Bu ekol kısaca sünneti beşer kelamı gibi, zamanın şartlarında irad edilmiş yorum ve içtihad olarak görmektedir. Hücciyeti yoktur. Hükmü kalıcı olamaz.

Araştırmamızın bundan sonraki bölümünde modernizm ekolü içerisinde gördüğümüz, Uluslararası İslâmî Düşünce Enstitüsü ve bu enstitünün sünnete bakışını inceleyeceğiz.

Arapça orijinal adıyla “el-Mahadu’l-Âlemi li’l-fikri’l-İslâmî” olan, Türkiye’de “Balkan İslâm Araştırmaları” adı altında bir şubesi bulunan bir nevi ekol diyebileceğimiz bu enstitü, özellikle son zamanlarda dünya çapında yayılımı ile dikkatleri çekmektedir. Halihazırda Malezya Uluslararası İslâm Üniversitesi bu enstitünün idaresinde sayılabilir. Üniversite bu enstitünün sloganlaştırdığı “Bilimin İslâmîleştirilmesi” ana teması üzerine eğitim vermektedir. Terim olarak bilimin İslâmîleştirilmesi; ilahiyat veya sosyal, bütün bilim dallarının İslâmî çerçeve ile takdim edilme düşüncesi diye özetlenebilir. Yani İslâm’ın bütün bu bilim dallarına bakışı, aynı zamanda bu bilimlere kaynak oluşu ve bu bilim dallarının günümüz insanına İslâmî perspektifte takdim edilmesi bu fikrin ana temalarındandır.

Yukarıda detaylarına girmeksizin vermeye çalıştığımız bu ana tema bazı İslâmî çevrelerce tenkide maruz kalmıştır. Özellikle İslâmî ilimlerin tekrardan İslâmîleştirilmesi ne anlama gelmektedir? Veya bugüne kadar te...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

06 Eylül 2010, 20:25:27
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 06 Eylül 2010, 20:25:27 »

Sonuç:
Kur’ân-ı Kerim bilindiği gibi nâzil olduğu bölge insanının diliyle Arapça inmiş, Arap dili üslûbuna uygun olarak âmm, mutlak, hâs müşterek, zahir, muhkem, hakikat, mecaz ve benzeri Arap dili kaidelerini ihtiva etmektedir. Mânâya delâleti bakımından da ibarenin delâleti, işaretin delâleti, nassın delâleti ve iktiza gereği verilen mânâ olmak üzere değişik Arap dili karakteristik ölçülere sahiptir. Evrensel bir hidayet kitabı olan Kur’ân-ı Kerîm bütün insanlığa hitap eden düsturlarını maddeler halinde ayrıntılarıyla zikretmemiş küllî kaideler şeklinde vermiştir. İşte bu lafızları ve bunların ihtiva ettiği mânâlarını Peygamber Efendimiz yeri geldiğinde ashabına açıklamış bazen de hayatında tatbik ederek öğretmiştir. Zira Kur’ân’ı tefsir etmek Peygamberimizin en önemli görevlerinden biridir. İbn Hazm’inde dediği gibi Resûlullah’tan (sallallahü aleyhi vessellem) sadır olan söz, fiil, takrir, ve işaretin hepsi Kur’ân için tefsir hükmündedir. Ve vahiy yoluyla açıklanmaya ihtiyacı vardır. Bu nedenle örneğin Tabiînden Mekhul, “Kur’ân’ın sünnete olan ihtiyacı; sünnetin Kur’ân’a olanından daha fazladır.” der. Bu demektir ki sünnet, Kur’ân’ın anlaşılmasında birinci derecede önemli, vazgeçilmez bir faktör, şer’î hükümlerde de Kur’ân’a eşit bir delildir. Yani helâl ve haram kılma mevzuunda sünnet ile Kur’ân arasında bir fark yoktur. Ve sünnetin şer’î delil olması zaman ve mekedef alma cesaretini gösteremeyip onun ikinci kaynağı sünneti yıpratarak neticede Kur’ân hakkında saf gönüllere şüphe tohumları ekmeye çalışan ekol, hareket ve düşünceler zuhur etmiştir. Bu gibi hareketlerin tesirinde kalarak bir iki asırdır batı ve müsteşrikler karşısında aşağılık duygusuna kapılan birtakım Müslüman ilim adamları da meseleye böyle bir kompleks içinde kısmen müsteşriklerin oyununa gelerek sünneti sorgulamaya kalkışmışlardır. İslâm’ı veya onun bazı özelliklerini, modern dünya görüşünün içinden çıkan düşünce, değer ve normlara göre tefsir etme gayretiyle batı kaynaklı değerlere geniş ölçüde teslim olmuşlar, bunları evrensel değerler sayarak kendi değerleri ile değiştirmenin yollarını aramışlardır. Bu düşünce bir yerde saliklerini dinin sadece iman, ibadet ve ahlâktan ibaret olduğu gibi bir telakkiye sevk etmiş, kendi tabirleriyle sünnet ilavesi (!) ile şüyû bulmuş ibadeti inkâr etmiştir. Bu yönüyle onlar nezdinde dinin sosyal hayatla ilgili emir ve yasakları, Kur’ân’ın indiği dönemi ilgilendirir. Bu konular her zaman için değişmeye mahkûmdur. Sünnet ise Hz. Peygamber’in (sallallahü aleyhi vessellem) dönemine ait içtihatlardır. Bu nedenle bu konudaki dinî emir ve yasakları ya tümden dönemi geçmiş kurallar olarak değerlendirir ya da modern değerlere uydurmak için onları te’vil yönüne gidilir. Bu eğilime yönelenlerin böylesi düalist bir ruh haline yönelmelerinin nedeni, İslâm aleminin mevcut olumsuz konumu ve gözlerini kamaştıran batı medeniyetinin önlenemez başarısıdır. Son olarak diyebiliriz ki, “Kur’ân’ı sünnetin dışlanarak salt ayetleri ile anlamaya çalışmak, Sadece Kur’ân’ı esas almak, ona sarılmak, o bize yeter” gibi zahiren sergilenmeye çalışılan İslâmî gayret ve hassasiyetin (!) kulaktan dolma bilgilere dayalı, ilmî ve mantıkî olmadığı ortadadır. Kur’ân-sünnet ilişkisi bir bütünün iki temel esasları gibi birbirinden ayrılmaz parçalarıdır. Kur’ân’a iman etme onu tebliğ ve tebyin eden Hz. Peygamber’e (sallallahü aleyhi vessellem) iman ve ittibayı gerekli kılar. Ahlâkı Kur’ân olan Zât’ın (sallallahü aleyhi vessellem) sünnetinin Kur’ân’dan soyutlanması mümkün olamaz.


DİPNOTLAR:
1) Keskioğlu, Osman, İmam Şafii, s. 198-200 D.İ.B.Y, 1987, Ankara, .
2) İbn Mace, Mukaddime, 203.
3) İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, 3/225-226. Beyrut.
4) Koçyiğit, Talat, Hadis Usûlü; Ank. Üniv. Basımevi, Ank. 1987, s. 15
5) Kara, Necati, Kur’ân Sünnet Bütünlüğü, 213 İhtar Yayıncılık.
6) Kara, Necati, a.g.e., s. 213
7) Bk. Çalışmamızın “Şîa ve Sünnet” adlı bölümü.
8) Enfal, 8/38; Hicr, 15/13; Yâsîn, 36/77.
9) Fazlurrahman, İslâm, s. 65. 3. Baskı, Selçuk Yay. 1993, İstanbul,
10) Fazlurrahman, a.g.e., s. 65.
11) Abdülhalık Abdulgani, Hücciyetu’s-Sunneh, s. 284 Dârul Alemiye li’l Kutubi’l İslâmî, 1995. .
12) Gülen, Fethullah. Sonsuz Nur, 2/275. 1994, İst.
13) İslâm Ansiklopedisi. 5/235. MEB Basımevi 1987,
14) En’âm, 6/57
15) Akyol, Taha, Haricilik ve Şîa; s. 97; Kubbealtı Neş. İst. 1988, Eren Şadi, Kur’ân’ı Anlamada Farklı Yaklaşımlar, 72’den naklen. Nesil, 1998 s.
16) Şehristanî, Abdülkerim Kerim, el-Milel ve’n-Nihal; Mektebetu’l Musenna. Bağdat,
17) ez-Zahirî Ali b. Hazm, El-Faslu fi’l Milel ve’l Ehva ve’n Nihal, 1/164 Mektebetu’l Musenna 2/114.
18) Çakın, Kâmil, Hadisin Kur’ân’a Arzı Meselesi, Cilt, XXXIV, 250 Ank. Üniv. İlah. Fak. dergisi,
19) Fığlalı, Ethem Ruhi, Milletlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiîlik Sempozyumu, Şiîliğin Doğuşu ve Gelişmesi tebliği, s. 28. İlmî Neşriyat, İSAV. İst. 1994,
20) Sofuoğlu, Cemal, Milletlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiîlik Sempozyumu, “Şiî-İmamiyenin Hadis Anlayışı tebliği,
21) Karaman, Hayreddin, Milletarası Tarihte ve Günümüzde Şiîlik sempozyumu, Şiîliğin Doğuşu ve Gelişmesi Tebliği, Şîada Fıkıh Usulü ve Şer’î Deliller. s. 138.
22) İslâm Ansiklopedisi 1987, 8/756.
23) Khadim, Huseyin Bahs, El Kur’âniyyûn ve Subuhatuhum Havle’s-Sunneh, s. 88-89. Mektebetu’s-Sıddıka, Taif, 1403- 1. Baskı,
24) Bkn: Khadim, Huseyin Bahs, a.g.e., s. 91.
25) Kadı Abdulcebbar, Fadlu’l İtizal ve Tabakatu’l Mu’tezile, s. 185.
26) Kadı Abdulcebbar, a.g.e., s. 190.
27) Bkn: el-Emin, es Sadik el Emin , Mevkifu’l Medreseti’l Akliyye, 1/126-131. Mektebetu’r-Ruşd
28) Gülen, Fethullah, a.g.e., 2/275.
29) Genel bilgi için bkn: Al-Manhal, Mecelletu’n lil Edebi ve’l Ulumi ve’s-Sekafati Sayı: 471. 18, 154.
Yukarıda zikri geçen isimlerden başka G. Bergstraser, O. Pretal, H. Fleischer, G. Flugel gibi tanınmıs oryantalistlerin, Kur’ân üzerine araştırmaları vardır.
30) Yıldırım, Suat, Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık, s. 341. Işık Yayınları, İzmir 1996,
31) Geniş bilgi için bkn: Al-Manhal; a.g.d. s. 258.
32) Bkn: Menahicu’l Musteşrikin fi’d Dirasati’l Arabiyye; Cemaatun mine’l Ulema. s. 269. Mektebetu’t-Terbiye 1985. Riyadh,
33) Selefî, Muhammed Lokman, es-Sunnah ve Hücciyetuha ve Mekanetuha fi’l İslâm; s. 215. Mektebetu’l İman. El-Medinetu’l Munevvere.
34) Cemaatun mine’l Ulema, Menahicu’l Musteşrikin. s. 273.
35) Geniş bilgi için bkn: el-Bahıy Muhammed, El-Fikril İslâmî el-Hadis ve Silatuhu bi’l İstimari’l Garbi, 1981, s .177 Mısır.
36) Bu konu ile ilgili Khadim, Huseyin İlâhi Bahş’in “el-Kur’âniyyûn ve Subehatuhum havle’s-Sunne” adlı Arapça basılmış mastır tezi ve Abdulhamit Birişik’in, 1996’da “Hint Alt Kıtasında Urduca Tefsirler ve Ehl-i Kur’ân ekolü adli Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsunde yapılmış doktora tezleri vardır.
37) Birişik, Abdulhamit, a.g.t. 288.
38) Khadim, Huseyin Bahs, a.g.e., s. 99. Mektebetu’s-Sıddik 1989,
39) Birişik, Abdulhamit a.g.t., s. 292.
40) Khadim, Huseyin Bahs, a.g.e., s. 333.
41) Birişik, Abdulhamit, a.g.e., s. 295; Khadim Huseyin Bahs, a.g.e., s. 366-82.
42) Khadim, Huseyin Bahs, a.g.e., s. 366-82.
43) Bkn: Birişik, Abdulhamit, a.g.e., s. 295.
44) Birişik, Abdulhamit. a.g.e., s. 326.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes