> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Adı Hicret Olan Gidişler
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Adı Hicret Olan Gidişler  (Okunma Sayısı 624 defa)
20 Mayıs 2010, 16:38:05
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 20 Mayıs 2010, 16:38:05 »



Adı Hicret Olan Gidişler

Yıl 1992 idi. Gençtim. Öğretmenlikte iki yılı geride bırakmıştım. Dünyayla ve nefsimle didişmelerim sürüyordu. Öğrencilerime, insanı aydınlatan ışığın merkezini görmeleri yolunda bir aracı olmaya çalışıyordum. Hepsi bu!

Kürsüde bir ‘Gülden Yürek’; sınırların yıkılışından, uzaktaki kardeşlerimizden, Semerkand’dan, Bakü’den, Kırım’dan, Tiran’dan söz ediyor, farkında olmadığımız bir coğrafyayı gözlerimizin önüne seriyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse ne Türk Cumhuriyetleri’nden haberdardım ne de Türk topluluklarından. Bildiklerim, Yavuz Bülent Bâkîler’in gözyaşlarıyla okuduğum Türkistan Türkistan’da anlattıklarıyla sınırlıydı.

1992 yazında bir avuç gönül eri, gönül tellerimizi titreten kutlu yüreğin karşısında bir araya gelmiştik. Bizi uzak kardeşlerimize taşıyacak olan vakfın salonunda biletlerimizi almak üzere toplanmıştık. Ne güzel bir andı o an. Ne güzel bir heyecandı o heyecan. Bir yanda Tiran; [Arnavutluk] diğer yanda Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan… Hep Orta Asya bozkırları geliyordu gözümün önüne. Bozkırda delice at koşturan alperenler geliyordu. Hepimiz uçarcasına gitmek istiyorduk oralara. Doğuya… Buhârâ’ya, Taşkent’e, Alma-ata’ya, Bişkek’e… Oysa istemediğimiz yerlere gitmenin daha sevap olacağını biliyor, turan yerine Tiran’ı getiriyorduk gözlerimizin önüne. Lâkin ben Tiran’a gitmek istemiyordum. Tiran’a gitmemek için dua ediyordum.

Hepimiz heyecanla gideceğimiz uzakları öğrenmeyi bekliyorduk. Daha evvelden yönetim kurulunca hazırlanmış listelerden isimler birer birer okunuyor, sıra bana yaklaşıyordu. Derken önce ismim okundu ve akabinde gideceğim yer: Tiran! Adımla Tiran yan yana gelmiş, turan benim için hayâl olmuş, uçmuş gitmişti. Heyecanım, buruk bir sevince dönüşmüştü. Biraz evvel düşündüğüm “istemeyerek gitmek” kavramına dönüyordum. Olsundu. Gidecektim ya, gitmeyi kafaya koymuştum ya… İstemeyerek de olsa…

Hayâl âleminden sahici dünyaya döndüğümde, evvelce okuduğum şu satırlar titrek yüreğime su serpti: “Dünyanın dört bir yanına dağılırken… Emsalleri yoktu onların. Daha önce gidilmiş de yol, şerha hâline gelmiş değildi. İlk defa gidiyorlardı. Üniversite bitirmişlerdi. Çiçekleri burunlarındaydı… Gittiler… Nereye gidiyordu? Tuva’ya gidiyordu. Moldova’ya gidiyordu. Moğolistan’a gidiyordu. Hiç itiraz etmeden gittiler. O gidiş dünyada bir ses, soluk oldu.”

Tiran ya da turan… Gitme tutkusu gerçekleşiyordu. Hedefim belli olmuştu. Pasaportlarımızı almak için memleketlerimize dağılmıştık. Ailelerimizin yanındaydık. Pasaport işlemlerini kısa sürede tamamladım. Bu sürede aileme yurt dışına gideceğimi söylemedim, söyleyemedim. Olur ya “Gitme!” derlerdi de ben onları kıramazdım. Görev yaptığım şehre dönüyormuş gibi ayrıldım memleketimden ve yurtdışına gitmek için beklemeye başladım. Nasıl heyecanlıydık, nasıl kıpır kıpırdık o günlerde. Gideceğimiz yeri ve orada nelerle karşılaşacağımızı bilmiyorduk ama bu, bizi hiç endişelendirmiyordu. Hoş, gideceğimiz yerler hakkında yeterli bilgisi olan da yoktu ki o zamanlar.

Tiran’la yatıp Tiran’la kalkarken yeni bir haberle yönüm doğuya dönmüştü: Turan’a. Kazakistan’ın Türkistan şehrine gidecektim. Arnavutluk’taki okulun açılışı gecikince böyle bir karar alınmıştı. Bu haberi aldıktan birkaç gün sonra Alma-ata’ya ayak basmıştım. Uçsuz bucaksız bozkırları olan Kazakistan’daydım. Tiran’da değil, turandaydım. Türkistan’a gidiyordum.

Ailemin hâlâ haberi yoktu. Gönderdiğim bir mektupla haber vermiştim. Kazakistan’da gördüğüm bir rüyâda almıştım mektubun cevabını. Annem: “Senin gitmenden memnunuz. Sevap bir iş için gitmişsin.” demiş, beni rahatlatmıştı. Korktuğum başıma gelmemiş, ailem gidişimi hiç mesele yapmamıştı.

Atalarımızın asırlarca önce at koşturduğu topraklara gelmiş, onların sofralarına oturmuş, cenâzelerine katılmış, Kur’ân okumuş, onlarla birlikte namaz kılmış, ellerinden tutmuştuk. Elimizden geldiğince, dilimizin döndüğünce… Asırlardır insanları aydınlatan ilahî ışığı bu topraklardaki insanlara göstermeye çalışıyorduk. Öğrencilerimizin adları, renkleri, kaşları, gözleri değişmişti belki ama işimiz aynıydı. Gözlerindeki ışıltı aynıydı. Farklı bir heyecan, yeni bir umuttu her doğan gün.

Gitmek istiyordum. Gitmiştim. Şimdi dua ediyordum. Elimi insanlara uzatıyordum. Elim boş kalmıyordu. Soframız boş kalmıyordu. Evimiz boş kalmıyordu. Kimi zaman biz onlardaydık kimi zaman onlar bizdeydi. Okulda, evde, pazarda, camide el eleydik.

Babamla dört ay sonra görüştük. Hastaydı. Ziyaret ettim. Hastanede kaldı, refakatçi oldum. Bu konuyu hiç konuşmadık. O sormadı, ben de açmadım. Oradan, oradaki insanlardan konuştuk. Zamanı geldi elini öptüm, helâlleştim ve tekrar yollara düştüm. Sanki Türkiye’deki bir ile gidiyordum. Hem onlar rahattı hem de ben. Kardeşlerime gidiyordum, insana gidiyordum. Gurbeti yaşamalı ve gurbetin hakkını vermeliydim. Üzerime düşeni en iyi şekilde yerine getirmeliydim. Allah’ın bana lütfettiği bu imkânı en güzel şekilde değerlendirmeliydim.

Gidiyorsun!
On altı yıl okudu, okuttum. Harçlığını verdim, giydirdim. Okulunu bitirip çalışmaya başladı. Okurken ayrıydık. Çalışmaya başladı, yine ayrıydık. Ama yakındı. Gel dediğimizde bir iki günde gelir, evimizin ihtiyaçlarını karşılar, cebimize harçlık koyar, elimizi öpüp tekrar işine giderdi.

Bir gün bir mektup geldi. Çocuklar okuduğunda hepimiz şaşırdık. Mektupta Kazakistan’a gittiğinden, orada çalışacağından söz ediyordu. Bilmezdik biz Kazakistan nereydi. Biz bir tek Almanya’yı bilir, duyardık. Biraz da Fransa’yı… Bizim için çalıştığı yer ha Uşak’tı ha Kazakistan. Uzaktı işte. Belki gelişi uzun zaman alırdı. Mektubun ardından telefonu da gelmeye başladı. İşle güçle uğraşıp dururken çıkıp geldi bir sabah. Galiba dört ay geçmişti aradan. Oğlum aynıydı. Bu gelişinde pasaport işleri uzadığından daha uzun kalmıştı yanımızda. Sayılı gün tez gelip geçmişti. Bir akşamüzeri helâlleşip elimizi öperek çıktı yola. Gidiyordu. Bu defa nereye gittiğini biliyorduk ama bu bir şey değiştirmiyordu. Uzağa gidiyordu. “Kardeşlerime gidiyorum.” diyordu. O mutlu ve huzurluysa bu gidişten, biz de mutlu ve huzurlu olmalıydık. Orada ona ihtiyaç varsa gitmeliydi. Orada öğrencileri varsa gitmeliydi. Orada Allah’ın rızasını kazanmayı düşünüyorsa gitmeliydi.

Öğretmendi oğlum. İnsanlığa hizmet etmek için yetiştirmişti kendisini. Öyleyse gitmeliydi. Gidebilmeliydi. Ha oğlunu askere gönderen baba, ha oğlunu öğretmen olarak başka ülkeye gönderen baba, aynıydık.

Allah ona güç verdiği gibi bize de verirdi. O, bize dua ettiği gibi biz de ona dua ederdik. Elimizi öpmüş, helâllik istemişti. Daha ne olsundu! Hiç düşünmeden helâl etmiştim. Bu yaşına kadar beni üzmemişti. Bundan sonra da üzmeyeceğine emindim. Bu yüzden hakkımı hiç düşünmeden helâl etmiştim. İyi ki de helâlleşmiştik; çünkü bu gidişin gelişini göremedim.

Gidiyor!
Hicretin meyvesidir oğlum. Daha iki aylıktı oraların havasını soluduğunda. Gülizar teyzenin sattığı ekmekle, Salimat halanın evimize kadar getirdiği sütle büyümüştü. Öğrencilerim, sevgileriyle doldurmuştu hala ve teyze sevgisinin yerini.

Türk dünyasını bizler gibi yirmi dört, yirmi beş yaşında duymamıştı. Türk dünyası sonradan girmemişti hayatına. Türk dünyasında, Derbent semalarına yayılan Kırklar’ın rûhuyla, hicret rûhuyla büyümüştü gün gün. Burkina Faso’yu, Kenya’yı, Vietnam’ı, Gana’yı, Moğolistan’ı duyarak, olimpiyatlarda oralardan gelen öğrencilere dokunarak, onlarla aynı karede yer alarak büyüyordu.

Gitmeyi, hicret etmeyi biliyorlardı. Babasının bir gün çekip gittiği gibi gidecekti, gidebilecekti inşallah. Ben Anadolu’nun bir köyünde yaşayan, köyünden pek çıkmamış bir babanın oğluydum ama babam gibi sınırlı bir yerde yaşamamıştım. Oğlumu gittiği, gideceği yere, çalışacağı mekâna, sofralarına oturacağı insanlara elimle teslim edecektim. Gidişi ve orada kalışı gözümü yaşartacaktı. Dünyanın sesi soluğu olabilmesi için bu gerekliydi. Bayrak düşmemeli, aksine daha da ileriye gitmeliydi. Ulaşılmadık bir yer kalmamalıydı. Karanlıkta oturan her insana bu ışık ulaşmalıydı. Evlatlarımı ışığımızı taşımaya gönderebilmeliydim.

Babamın beni gönderdiği gibi ben de oğlumu göndermeliydim ki o da oğlunu gönderebilsin. Göndermeyi, gitmeyi ve hicret etmeyi öğrensin ve hayatına yerleştirsin. Ben gidiyorum, sen gidiyorsun, o gidiyor; biz gideceğiz, siz gideceksiniz, onlar gidecekler. İnsana yürüyüş sürecek. Cennet’ten başlayan yolculuğumuz oraya dönene kadar devam edecek. Hicret, hayatımızı süsleyecek, bu gidişlerle hicret süslenecek.

 Mustafa OĞUZ

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Adı Hicret Olan Gidişler
« Posted on: 28 Mart 2024, 23:52:35 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Adı Hicret Olan Gidişler rüya tabiri,Adı Hicret Olan Gidişler mekke canlı, Adı Hicret Olan Gidişler kabe canlı yayın, Adı Hicret Olan Gidişler Üç boyutlu kuran oku Adı Hicret Olan Gidişler kuran ı kerim, Adı Hicret Olan Gidişler peygamber kıssaları,Adı Hicret Olan Gidişler ilitam ders soruları, Adı Hicret Olan Gidişlerönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes