> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Kuran Işığında Ubudiyyet İlişkisi
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Kuran Işığında Ubudiyyet İlişkisi  (Okunma Sayısı 715 defa)
06 Eylül 2010, 20:10:16
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 06 Eylül 2010, 20:10:16 »



Kur'an Işığında Ubudiyyet İlişkisi

Doç. Dr. Şadi Eren

İnsan bir cihetten kadere tâbi bir cihetten hür irade sahibi bir varlıktır. Var olması, sonsuz ihtimaller içinde insan olarak yaratılması ve fizyolojik özellikleri gibi hususlarda kadere göre şekillenen insan, iman-ibadet veya küfür-isyan gibi hususlarda ise hür irade sahibidir. Birinci cihetten her hangi bir sorumluluğu söz konusu değilken, ikinci cihet itibariyle bütünüyle sorumludur.

Tek Allah’a ibadet için yaratılan bu insan, bazen "hayır, ben kul olmayacağım, hür yaşayacağım" derse de, kul olmaktan kurtulamaz. Ya nefs-i emmaresinin istibdadı altına girer, ya şeytanın dediğini yapar, Allah’a tapar gibi farklı isim ve görüntülerdeki putlara tapar. İşte bu çalışmada, insanın hür olduğu alan içerisinde ibadet–hürriyet ilişkisi Kur’ân ayetleri ışığında ele alınacaktır.


Ma’bud ve İbadet Kavramı

İbadet itaattir.1 Istılahta ise, niyete mütevakkıf olarak, yapılmasında sevap olan ve Cenab-ı Hakka kurbet (yakınlık) ifade eden taat-ı mahsusadır.2 İbadette başkasını tazim maksadı vardır.3

Kul-köle anlamındaki "abd" kelimesi ibadetle aynı kökten gelir. Kölenin efendisine tam bir itaati misali, "Ben Allah’ın kuluyum" diyen her insanın Allah’a kayıtsız şartsız bir itaati söz konusudur.

"Ubudiyet" kelimesi de ibadetle aynı kökten türemiştir. Ubudiyetin aslı, "hudu" ve "tezellüldür" (saygı ve tevazu).4 Ubudiyet, Allah’ın yaptığına razı olmak; ibadet ise, Allah’ın razı olduğu şeyi yapmaktır.5 İbadet; namaz, oruç gibi belli bir takım şekillerle gösterilir, ubudiyet ise, insanda daimî bulunması gereken bir durumu ifade eder. Bu zaviyeden baktığımızda, insan için cennette ibadet olmadığını, fakat ubudiyet manasının devam edeceğini söyleyebiliriz.

"Bir şey mutlak zikrolunduğunda kemaline masruftur" esasınca, "ibadet" dediğimizde Allah’a ibadet kastedilir. Fakat Kur’ân-ı Kerim’e ve Hz. Peygamber’in hadîslerine baktığımızda, hak mabud olan Allah’a ibadetin yanında, pek çok batıl ilâha ibadet edenlerin bulunduğunu görürüz. Zira, insan fıtraten bir mabuda ibadet etmek ister. Hak mabudu bulamayınca batıl ilahlara tapar. Zira, "tabiat boşluk kabul etmez." Çölde yol alan birisinin bazen serabı su zannedip avuçlaması gibi, fıtraten tevhid denizini arayan insanoğlu, tarih boyunca kesret çöllerinde yol alırken pek çok batıl ilah seraplarına takılmıştır.

Kur’ân’ın bildirdiği gibi, bu batıl mabudlar "bir takım isimlerden ibarettirler,"6 gerçek dünyada karşılığı olmayan (müsemmasız) mücerred isimlerdir, yoktur.7 Mabudluk payesini insanlar onlara vermiş, sonra da onlara tapmaya başlamışlardır. Mesela, İlahî bir sanat olan tabiatı, bazıları Allah yerine ikame ederler. Allah’ın ilim, irade, kudret gibi sıfatlarından haber veren varlıkları "tabiatın eseri" olarak görürler.

"Biz her ümmet içinde ‘Allaha ibadet edin, tağuttan sakının’ diye bir peygamber gönderdik"8 ayetinin bildirdiği gibi, peygamberin gönderiliş hikmeti, tek Allah’a ibadeti temin etmektir. yette geçen "tağut" kelimesi, tuğyandan müştak olup, "Allah’tan başka ibadet edilenher batıl mabud" anlamındadır.9 Kendisine itaatte Allah’a masiyet olan herşey, her insan "tağut" mefhumuna dahildir. 10
Kur’ân’ın bildirdiği gibi, bu batıl mabudlar,
-Hiçbir şey yaratamazlar. Zaten kendileri yaratılmışlardır. Kendilerine zarar ve fayda vermeye güçleri yetmez. Ölüme, hayata ve tekrar diriltmeye malik değillerdir. 11


-Kendilerine ibadet edenleri işitmez ve görmezler.12
-Onlara bir zarar veya bir fayda veremezler1
-İnsanlar gibi, onlar da birer abddirler.14
-Bunların mabud olduklarına dair hiçbir delil yoktur.15

Kur’ânın teşbihiyle, bu batıl mabudlardan bir fayda beklemek, "örümcek ağı" gibi en zayıf bir eve sığınmak gibidir.16 Böyle olmakla beraber, tarih boyunca beşeriyet bu "örümcek ağlarına" takılmaktan kurtulamamıştır.

Bu batıl mabudların başlıcaları şunlardır:
1.Şeytan
2.Nefs-i emmare (Heva)
3.Putlar
4.İnsanlar

Hakka giden yolda şeytan en büyük bir engeldir. İlk insan Hz. Adem’e secde etmemesi yüzünden İlahî rahmetten uzaklaştırılan şeytan, kıyamete kadar Ademoğullarını saptırmaya çalışacaktır. Halbuki Cenab-ı Hakk "ey Ademoğulları, şeytana ibadet etmeyin, Bana ibadet edin!" şeklinde insanlardan ahit almıştır.17

Şeytanın insanları saptırması vesvese iledir. Bir kısım çirkin amelleri süslü gösterip insanları teşvik eder. Bazan suret-i haktan görünüp onları yoldan çıkarır. İnsandaki şehvet, öfke gibi zaaf noktalarından insana nüfuza çalışır. Zira, "Kaleler zayıf yerlerinden fethedilir."

İbadetin itaat mânâsından hareketle, şeytanın dediğini yapan kimselerin ona ibadet ettiğini, yani ona kul ve köle olduklarını söyleyebiliriz.18 Ayrıca, bazı kişilerin doğrudan doğruya belli ibadet kalıpları içerisinde şeytana taptıkları, günümüzde de görülen bir durumdur.
Nefs-i emmare, nefsin terbiyeden geçmemiş şeklidir. Heva ise, nefsin keyfi kendiliğinden meylettiği arzusudur.19 "Hevasını ilâhı edineni gördün mü?"20 âyeti hevanın batıl mabud oluşuna dikkat çeker. Zira mabud emir verir ve emri yerine getirilir. İnsanın nefs-i emmaresi bazı şeyler emrediyor ve emirler aynen yerine getiriliyorsa, o nefsin ve nefsin hevasının batıl bir mabud haline geldiği ortadadır.

Üstteki âyet, Hüda’ya tâbi olmayı bırakıp hevaya itaat edenin durumunu anlatır.21 Böyle bir
insan "ilahını hevası ittihaz etmiş hakkı düşünmeyip keyfi ne isterse onu mabud edinmiş, kendi zevkinin sefasına düşmüştür."22 Bu kişi, dinini heva üzerine bina eder, artık hiçbir delili görmez ve kulak asmaz.23

Batıl mabudlar, tarih boyunca insanlığın önünden hiç eksik olmamıştır. Bunların bir kısmı insanlar tarafından yapılmıştır. Tahtadan, taştan, gümüşten vb. şeylerden yapılan suretlilerine "sanem", sureti olmayanlara ise "vesen" adı verilir.

İnsanların büyük bir ekseriyeti Allah’ın varlığını kabulle beraber, genelde O’nun sıfatlarında ihtilafa düşerler. "Biz bunlara, ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz."24 diyen cahiliyye Arabı, aslında Allah’ı kabul etmektedir. Fakat onun itikadında, Allah çok ötelerde olduğundan ona bir sembol lâzımdır. İşte putlar bu sembol olmuş, tarih boyunca nice insan putlara tapmaktan kurtulamamıştır. İneği kutsal kabul eden bir Hindu, Buda heykeli karşısında secdeye varan bir Budist, bunlarda ilâhî bir sembol görmekte, o şekilde bunlara ibadet etmektedir.

Pek çok insan, Allah’ı bir mahluk olarak tasavvur eder, hemen karşısında görüvermek ister. "Ey Musa! Allah’ı açıktan görmedikçe sana inanmayacağız"25 diyen Hz. Musa’nın kavmi buna güzel bir misaldir.

Hamdi Yazır üstteki âyetle ilgili şu orijinal yorumları yapar:

"Böyle duyularıyla muhatap olduklarından başka bir şey tanımayan, gözlerine batmayan şeye inanmayan, inanmak istemeyenler, asasız yürüyemeyen âmâlara benzerler. Mabudlarını da elleriyle tutmak, yoklamak isterler. Nazarlarında manevî şeyler sadece akıllarıyla ulaştıkları mücerred şeyler ise birer vehim kabul edilir. Tapmak için mücessem şeyler ararlar. Bulamazlarsa yaparlar, ona taparlar, ondan imdad ararlar. Çünkü insanlarda ibâdet fıtrî bir kanundur, bundan kurtulamazlar. Fakat gerçek mabudu göremeyince, kalblerinden akıllarından kuvvet alamayınca, gözlerinin tuttuğu, ellerinin eriştiği bir şeyden kuvvet dilenirler. Hiç olmazsa bir öküz veya öküzün altında buzağı ararlar."26

Hamdi Yazır’ın "hiç olmazsa bir öküz veya öküzün altında buzağı ararlar" sözü, bir çok telmihleri ihtiva eder. Şöyle ki: Hz. Musa zamanındaki Mısırlılar, günümüz Hinduları gibi öküze kutsallık vermiş bir kavimdi. Uzun yıllar Mısır’da esir kalan Hz. Musa’nın kavmi de bu batıl inançtan etkilenmişti. Öyle ki, Hak Din’e girdikten sonra bile bu inancın etkisinden kurtulamamışlardı. Hz. Musa Tur’a gittiğinde, Samiri isimli birisi ziynet eşyalarından bir buzağı yaparak "işte sizin ve (haşa) Musa’nın ilâhı" diye ilân ettiğinde Musa’nın kavminin büyük bir kısmı buzağıya tapmakta tereddüt etmemişti.27 Keza Bakara suresinde anlatılan olayda, Cenab-ı Hak İsrailoğullarına bir sığırı kesmelerini emretmesinde28 , sığırperestliğin kaldırılması mesajı vardır. Yani, öküz tapınılacak bir ma’bud değil, Hak Ma’bud olan Allah’tan insanlara, isterlerse kesip yiyebilecekleri bir nimettir.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Kuran Işığında Ubudiyyet İlişkisi
« Posted on: 27 Nisan 2024, 03:17:46 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Kuran Işığında Ubudiyyet İlişkisi rüya tabiri,Kuran Işığında Ubudiyyet İlişkisi mekke canlı, Kuran Işığında Ubudiyyet İlişkisi kabe canlı yayın, Kuran Işığında Ubudiyyet İlişkisi Üç boyutlu kuran oku Kuran Işığında Ubudiyyet İlişkisi kuran ı kerim, Kuran Işığında Ubudiyyet İlişkisi peygamber kıssaları,Kuran Işığında Ubudiyyet İlişkisi ilitam ders soruları, Kuran Işığında Ubudiyyet İlişkisiönlisans arapça,
Logged
06 Eylül 2010, 20:10:43
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 06 Eylül 2010, 20:10:43 »

Şahısların kutsallaştırılması iki şekilde olur:

1.Despot insanların başkalarını kendilerine kul-köle yapmaları.
2.Önder insanların zamanla mabud kabul edilmesi,

Birincinin en tipik misalini Firavunda görebilir. "(Firavun) kavmini istihfaf etti, onlar da ona itaat ettiler. Çünkü onlar fasık bir kavim idi"29 ifadesinin bildirdiği gibi, Firavun kavmini hafife alır, onların idrakleriyle oynar. Sonuçta onları ?? şahsiyetli idraksiz insanları ???? getirmişti. "Ben sizin en yüce Rabbinizim"30 diyerek kendisine mutlak itaate sevkeder. Fakat ne gariptir ki, kendisini "rab" olarak takdim eden bu Firavun, başı sıkışınca "kullarına" kullarına kul gibi
davranmakta bir beis görmez. Şöyle ki:

Hz. Musa, Firavunun huzurunda asasını yılana çeviren, elini ışık saçar bir hale getiren
mu’cizeler gösterince Firavun telaşlanır. Etrafındakilere fikir danışarak "ne emredersiniz?" der.31 Hamdi Yazır onun bu ifadesini şöyle değerlendirir:

"Firavunun yakın çevresine böyle demesi, onların Firavun hükümetinde ulu’l-emr olduğunu itiraf etmek demektir. Bu ise, "ben en yüce rabbinizim" demekte olan Firavunun davasında büyük bir tenakuzdur. Demek olur ki, Firavun ehemmiyetli bir olayın baskısı altında kalınca rab’lık davasını bir süre bırakıp, kulları saydığı cemiyetine, memurlarına veya halkına karşı "emir sizindir. Siz benim amirim, efendimsiniz" dercesine sahte ve müraiyane bir yaltaklanma vaziyeti takınarak, tehlike kendisinin değil onların imiş ve binaenaleyh, emir sahibi de onlar olacaklarmış gibi göstermiştir."32

Cenab-ı Hak, Beni İsrail’e olan nimetlerini sayarken, "hatırlayın, sizi l-i Fiaravndan kurtarmıştık..." hatırlatmasını da yapar. "l-i Firavn, Firavunun etrafındaki kalbur üstü bürokratlar, önde gelen yetkili kişiler, kendileriyle meşveret edilen seçkin insanlardır."33 Bunun ile, "yapılan zulümlerin temsilcisi Firavun idiyse de, bunda asıl sorumluluğun ondan ziyade etbaına ait olduğu ifade edilmiştir. Çünkü Firavun, yaptıklarını bunların eli ve bunların hizmeti ile yapmıştır."34

Firavun sisteminde en temel hürriyetlerden olan inanç hürriyeti bile yoktur. Bunun en çarpıcı örneğini Hz. Musa’ya iman eden sihirbazlara karşı Firavunun söylediği şu sözde görmekteyiz: "ben size izin vermeden iman ettiniz ha!?... Sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim. Sonra hepinizi astıracağım!"


Allah’a "Abd" Olmanın Şerefi

Bilsin veya bilmesin aslında her insan Allah’ın kuludur. Hattâ "göklerde ve yerde olanların hepsi Rahman’a abd olarak varırlar"36 âyetinin hükmüyle, her varlık Allah’ın kuludur.
Küçük yaşta ormanda kaybolan bir şehzadenin, günün birinde şehzade olduğunu bilmesi, nasıl kendisini birden farklı bir atmosferde bulmasına sebebiyet verirse, "abdullah" olduğunu bilmek de insanı rahatlatır, yükseltir.

Kur’ân-ı Kerim, Hz. Peygamber’in en ileri seviyede bir mazhariyeti olan miracı anlatırken, Hz. Peygamberden "abd" olarak bahseder: "Âyetlerimizden ona göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya getiren Allah’ın şanı ne yücedir."37 yette Hz. Peygamber’in "abd" olarak nitelendirilmesi, ubudiyet makamıyla uluhiyet makamının birbirine karıştırılmamasını ders verir.38 Yani Hz. Peygamber (sas) en yüksek mertebeye bir kul olarak çıktı. Bu yükseliş-haşa- ilâh yapmadı. O, Miraç’ta da bir abd idi.
Kur’ân-ı Kerim, Hz. Musa’nın Hz. Hızır’la seyahatinin başlangıcını haber verirken Hz. Hızırı "kullarımızdan bir kul" ifadesiyle anlatır. 39

Hz. İsa’nın ilk sözünün "ben Allah’ın kuluyum"40 olması, ubudiyetin şerefine delalet eder.41
Kur’ân-ı Kerim, bir şükür kahramanı olan Hz. Süleyman’ı ve bir sabır kahramanı olan Hz. Eyyub’u "ne güzel kul" ünvanıyla taltif eder.42

Müfessirlerin de dikkat çektikleri gibi, gerek Hz. Peygamber’in, gerek diğer peygamberlerin "abd" olarak nitelendirilmeleri, "tekrim ve teşrif" içindir. Cenab-ı Hak bu ifade ile Allah’a kul olmanın mükerremiyetine ve şerefine dikkat çekmiştir.43


İbadet ve Hürriyet

Gerçek hürriyet Allah’a kul olmaktır. İnsanlar tek Allaha ibadet etmekle emrolunmuştur.
Hamdi Yazır bu konuda şöyle der:

"Âlemde ben Allah’tan başkasına hürriyetimi veremem."45
"Kendime kalırsam hiç. O’na intisabımla her şeyim." 46
"İyyake na’budü: Yalnızca Sana ibadet ederiz"47 diyebilmekten büyük hürriyet tasavvur olunamaz." 48

"Yalnızca Sana ibadet ederiz" ifadesinde hasr ve tahsis vardır.49 Yani, bununla "başkasına değil, sadece ve sadece sana kul oluruz" manası ilan edilir.

"Yalnızca Sana ibadet ederiz" ifadesi, abd olanlara kul olmakla, mutlak hürriyete kavuşmak noktasında bir yol ayrımıdır.50 İnsan, sadece İslamî esaslar çerçevesinde kula kulluktan kurtulur, hürriyete kavuşur.51 Başka sistemlerde ise, şahsa veya sisteme kulluk söz konusudur.

Hz. Yusuf, mazlumen atıldığı zindanda arkadaşlarına tevhidi anlatırken şu mühim esası da bildirir. "Ey zindan arkadaşlarım! Farklı farklı rabler mi hayırlıdır, yoksa Vahid ve Kahhar olan Allah mı?"52

Bu mukayese, şirk zindanındaki insanları tevhid hürriyetine çıkaracak önemli bir derstir. Hamdi Yazır, âyetin yorumunda şöyle der: "Ümit ve korku, bir mebdeden gelen ve yine onda birleşen müsbet ve menfi birer tesir şekli olarak duyulmalıdır ki, birinin yerine diğerini ikame etmek imkânı hasıl olsun da, kalb bir itminan duyabilsin."53

Cenab-ı Hak, bu hakikati şöyle bir temsille idraklere yaklaştırır: "Birbiriyle çekişen efendileri olan bir adamla, tek efendiye hizmet eden bir adam hiç eşit olurlar mı?"54

İşte, tek Allah’a kul olan, başka şeylere kulluktan kurtulur. Allaha kulluktan kaçanlar ise, nice şeylere kul olmakla karşı karşıya kalır.

Allah insanlar için bir takım sınırlar koymuş ve bu sınırlara riayet edilmesini emretmiştir: "İşte bunlar Allahın koyduğu sınırlar. Bunları aşmayınız. Kim Allahın koyduğu sınırları aşarsa nefsine zulmetmiş olur."55

Bu ilâhî sınırlar, insanın mutlak hürriyete sahip olmadığını gösterir. Zira "mutlak hür olan sadece Allahtır... İnsanın hürlüğü ise, ancak izafi ve sınırlıdır."56 Bediüzzamanın dediği gibi, "insanlar hür oldular ama, yine abdullahtırlar."57 Beşeri ilişkilerinde bile tam bir hürriyete sahip olmayan insanın, Allah’a karşı bütünüyle hür olması elbette düşünülemez.

Kavram kargaşasının yaşandığı günümüzde, hürriyet kavramı da çeşitli zihniyetlerce farklı farklı kullanılmaktadır. Özellikle Hedonist felsefe mensupları, zevklerinin önünde hiçbir engel ve otorite kabul etmezler. Gönüllerince hür ve özgür olarak yaşamak isterler. Halbuki, "insanda olan yarı hürriyettir. Diğer yarısı da başkasının hürriyetini bozmamaktadır."58

Ayrıca, insanın her istediğini yapabilmeyi hürriyet zannetmesi, nefsin ve şeytanın aldatmasından ibarettir. Çünkü, İlahi yasakları çiğnerken hür olduğunu zanneden insan, farkında olmadan şeytanın istibdadı altına girmekte, nefsine esir olmaktadır.
Keza, bazılarının hürriyeti, "başkalarına zarar vermemek şartıyla her istediğini yapabilmek"59 şeklinde algılamaları, İslâmî açıdan bakıldığında yanlıştır. Zira, başkalarına zarar verme hürriyeti olmayan insanın, kendi nefsine de zarar vermeye hakkı yoktur. Meselâ, başkasının yaşama hürriyetini bozmak olan haksız yere adam öldürmek yasak olduğu gibi, kendi hayatına intihar ile son vermek de dinen yasaktır.60

İlâhî emir ve yasaklar, insan hayatını bir nizam altına alırlar. Temsilde hata olmasın, trafik işaretleri gibi yol gösterirler. İlâhi emirlere itaat ve yasaklardan kaçmaktan ibaret olan ibadet, insanı insana layık bir hayata ulaştırır. İbadet, görünüşte insanın bazı hürriyetlerini kısıtlar. Fakat bu kısıtlama, insanın lehine bir durumdur. İçki içmemek, harama bakmamak şeklindeki ilahi yasaklar, insanı keşmekeşten, helaketten, harabiyetten kurtarır.

Allah’a ibadet, gerçek hürriyetin teminatıdır. Zira, Mü’min,

-Ne başkasını tahakküm ve istibdat ile zillet aldında bırakır
-Ne de zalimlere boyun eğer.61

Allah’a ibadetin hakim olduğu toplumlar, istibdattan, tahakkümden uzak bir şekilde gerçek hürriyetin zirvelerine doğru yol alırlar. Günümüzde çeşit çeşit istibdatlar altında inleyen İslâm âleminin bu manzarası, gerçek imanı elde edemediğinden ve tek Allah’a ibadetin şuuruna eremediğindendir. Halkın Firavuna itaatini anlatan ayette, "çünkü onlar fasık bir kavim idi" denilmesi bu hükmümüzü teyit etmektedir.62


DİPNOTLAR
1İbnu Manzur, Lisanu’l – Arab, Dar-u Sadır, Beyrut, III, 273 2 Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili I, 95 3 Razi, Fahreddin, Mefatihu’l-¼ayb (et-Tefsiru’l-Kebir), I, 242 4 Ibnu Manzur, age. III, 271 5 Ebussuud, İrşadu Akli’s – Selim, Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, Beyrut, 1990, I, 16; Yazır, age. I, 97 6 Yusuf, 40 7 Beydavi, Kadı, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1988, I, 484; Kurtubi, Ebu Abdullah, El-Cami’li Ahkami’l-Kur’an, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1993, IX, 126; Alusi, Ebu’l-Fadl, Ruhu’l-Meani, Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, Beyrut, 1985, XII, 244; Şevkani, Muhammed, Fethu’l-Kadir, Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, Beyrut, ts. III, 27. 8 Nahl, 36 9 İbnu Manzur, age. XV, 9 10 Bkz. Beydavi, age. 1, 273; Alusi, age. VI, 175 11 Furkan, 3 12 Meryem, 42 13 Maide, 76; Enbiya, 66 14 A’raf, 194 15 Hacc, 71 16 Ankebut, 41 17 Yasin, 60 18 Bkz. Ebussud, age. VII, 175; Nesefi, Ebu’l Berekat, Medariku’t –Tenzil, Daru’l-Fikr, ts. IV, 11 19 Yazır, age. V, 3589-3590 20 Furkan, 43; Casiye, 23 21 Beydavi, age. II, 389; Ebu’s-Suud, age. VIII, 73 22 Yazır, age. VI, 4321 23 Beydavi, age. II, 142 24 Zümer, 3 25 Bakara, 55 26 Naziat, 24 27 Taha, 83-97 28 Bakara, 67-74 29 Zuhruf, 54 30 Naziat, 24 31 Şuara, 35 32 Yazır, age. IV, 2231 33 Yazır, age. IV, 2227/2228 34 Yazır, age. I, 348 35 A’raf, 123-124 36 Meryem, 93 37 İsra, 1 38 Kutub, IV, 22...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes