> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Kulluğun Derûnî Boyutu Tevâzu
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Kulluğun Derûnî Boyutu Tevâzu  (Okunma Sayısı 1005 defa)
07 Eylül 2010, 14:36:40
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 07 Eylül 2010, 14:36:40 »



Kulluğun Derûnî Boyutu Tevâzu

Prof. Dr. Abdulhakim Yüce


Tevâzu kelimesi genellikle, huşû ve kibir kavramlarıyla birlikte ele alınmaktadır. Ucup, gurur, şımarıklık, riya, ihlâs, zillet, meskenet, katı kalplilik, tahdis-i nimet, küfran-ı nimet vb. kelimeler de tevâzu ile ilgilidirler. Bu durum, sadece tevâzu konusunun önem ve camiiyetini göstermekle kalmıyor, konunun bir makalede ele alınmasının zorluğuna ve mutlaka sınırlandırılması gerektiğine de işaret ediyor. Biz de yazımızda, mümkün olduğunca, sadece tevâzu kavramını işlemeye çalıştık.

Tevâzu kelimesi, çok isabetli bir şekilde dilimize, alçakgönüllülük olarak tercüme edilmiştir. Böylece tevâzuun kalbe, gönüle, iç âleme ait, ancak emareleri dışarıda da görülebilen bir özellik olduğu; gönülde yer etmedikten sonra, omuz düşüklüğü, bel büküklüğü, yırtık veya yamalı elbise, el bağlama, ikide bir ‘estağfirullah’ çekme, dilde tevâzu kavramının eksik olmaması, konuşmaya ‘biz’ diye başlama... vb. göstergelerin, tevâzudan çok tevâzu kılığına bürünmüş sinsi bir kibrin alametleri olduğu vurgulanmış olmaktadır. Öyle ise kalpte bencillik, nefsini beğenmişlik ve kibir varken, dildeki tatlı ifadeler ve yüzdeki sahte tebessümler tevâzu değildir. Bu hale korkaklık veya yağcılık demek mümkündür. Meyvesi de izzet değil, zillettir. Bu tipler tevâzu gösterisinde bulundukça belki dünya mal ve makamını kazanırlar, ancak dinlerinden kaybeder; belki insanlara yaklaşırlar fakat Allah’tan uzaklaşırlar.

Tevâzu bir terim (ıstılah) olarak, ahlakla ilgili eserlerde, daha çok da tasavvuf edebiyatında geniş olarak ele alınmış ve tarifleri yapılmıştır. Ezcümle tevâzu için şu kayıtlar düşülmüştür:

— Hak karşısında gerçek yerinin şuurunda olup, ona göre davranma ve halk arasındaki durumunu da bu anlayış zaviyesinden değerlendirip, kendini insanlardan bir insan veya varlığın herhangi bir parçası kabul etme,
— Kendini kapının alt eşiği, meskenin sergisi, yolların kaldırım taşı, ırmakların çakılı, başakların samanı kabul etme,
— Kendinde zâtî hiçbir kıymet görmeme,
— İnsanları, insana yakışır saygıyla karşılayıp onlarla muamelesinde mahviyet içinde bulunma,
— İlâhî inayetle fevkalâde bir muameleye tâbi tutulmazsa, kendini halkın en şerlisi görme,
— Benlik hesabına içinde beliren büyük-küçük her çeşit iç kıpırdanışa karşı hemen harekete geçip onu olduğu yerde boğma cehd ve gayreti,
— Hakk’a itaat etme, ona boyun eğme, kim söylerse söylesin hakkı kabul etme,
— Hizmette fark gözetmeme,
— Ne dünyada ne ahirette hiç kimsenin kendisine muhtaç olmadığı kanaatini besleme,
— Hakk’a teslim olma, O’nun hükmüne itiraz etmeme,
— Evinden çıkıp dışarıda karşılaştığı herkesin kendisinden daha faziletli olduğunu düşünme,
— Bir hal olduğunu; insanın kendi içinde kendini yenmişliğinin ifadesi ve kibirden, çalımdan; gururdan vazgeçmenin adı olduğunu düşünme...

Bir ahlak ve tasavvuf terimi olarak bu şekilde tarifleri yapılan tevâzuu Yüce Rabb’imiz seçkin kullarının bir sıfatı olarak bize bildirmekte ve mütevazı olmamızı emretmektedir: “Rahmân’ın has kulları onlardır ki, yerde tevâzu ile yürürler ve cahiller kendilerine laf atarsa ‘selametle!’ derler.” (Furkan, 25/63). (Ayrıca bakınız: Hac, 22/34. Ahzab, 33/35).

Fakirliğe düşme endişesi ile evlatları öldürmeyi (bu yüzden çocuk aldırma da buna girebilir), zina etmeyi, adam öldürmeyi, yetim malına el uzatmayı, ölçü ve tartıda haksızlık yapmayı, bilinmeyen şeyin peşine düşmeyi yasakladığı yerde Allah (c.c.), sözünü şöyle tamamlıyor: “Kibirli kibirli yürüme! Zira ne kadar kibirlensen kibirlen, ne yeri yarabilirsin ne de dağların boyuna erişebilirsin.” (İsra, 17/37).

Tevâzu ve Kulluk

Allah’a kul olmak hem en yüce insanlık mertebesidir hem de tevâzuun en mükemmel şeklidir. Zira kul, her hangi bir varlığı olmayan, kendi güç ve kuvveti dâhil her şeyden kopup uzaklaşan, sadece Allah’a dayanan ve teslim olan; sadece nefsine değil, Allah dilemedikçe hiç kimseye fayda ve zarar veremeyeceğinin şuuruna varan kimsedir. Bundan ötürü, başta Kâinatın Efendisi olmak üzere, Allah (c.c.) kendisine en yakın kişileri kulları olarak tavsif ve tebcil etmiştir. Ezcümle İsra, Furkan ve Kehf surelerinin ilk ayetleri şu şekildedir: “Bir gece kendisine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammed’i, Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren O zatın şanı ne yücedir.” (İsra, 17/1) “Hamd o Allah’a mahsustur ki, kuluna kitabı indirdi ve onun içine tutarsız hiçbir şey koymadı.” (Kehf, 18/1) “O da kuluna vahyetmek istediği her şeyi vahyetti.” (Necm, 53/10)

Efendimiz (s.a.s.)’in tevâzuu seçerek, kulluğu melikliğe tercih etmesi ise şöyle anlatılıyor: “Allah Rasûlü, Cibril’le oturmuş sohbet ediyordu. Kim bilir kaç günden beri ağzına bir şey koymamıştı. Cibril O’nun en sadık dostuydu. Zayıf bir rivayette Allah Resulü’ne şöyle demişti: “Ben, Sen’den sonra, yeryüzüne ancak birkaç defa ineceğim”. Çünkü Hz. Muhammed (aleyhisselam)’sız bir dünya Cibril’e de hicran olur. Ve Cibril’e bu durumunu söyledi: “Günlerdir ağzıma bir şey koymadım.” Birden gök gürültüsü gibi bir ses duyuldu. Bir melek iniyordu. (Taberanî onun İsrafil Aleyhisselam olduğunu söyler). Cibril, Efendimiz’e bu meleğin, dünyaya ilk defa indiğini haber verir. Melek Cenâb-ı Hak’tan selam getirmiştir. Allah (c.c.) sormaktadır: “Melik bir peygamber mi, yoksa kul bir peygamber mi olmak istersin?” Allah Resulü, Cenâb- ı Hak’tan gelen bu teklif karşısında tahayyürle Cibril’e bakar. Cibril Allah Resulü’ne işaret eder ve şöyle der: “Ey Allah’ın Resulü! Rabbine karşı mütevazı ol! Allah Resulü de aynı şeyi talep etti. “Kul bir peygamber olmayı isterim!” (Müsned, 2/231; Kenzü’l-Ummal, 7/191)

O kulluğu tercih edince, Allah (c.c.) da O’nun kulluğunu O’na baş tacı yaptı. Yukarıda geçtiği gibi Kur’ân O’nu birçok yerde hep kulluğu ile anlatır. Müslümanlar da şahadet getirirken, O’nun, Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şahitlik ederler. Evet O, evvela Allah’ın kulu sonra da Resulü’dür. Zira kulluk risaletten önce gelir.

Bu ayet ve hadisler, kullukla tevâzuun bir bütünün ayrılmaz iki parçası olduğunu belirtmekte, kulluk şuurunu taşımayanda tevâzuun olamayacağını, olsa da bir anlam taşımayacağını; mütevazı olmayanın ise kulluk zevk ve tadını almasının mümkün olmayacağını göstermektedir.

Efendimiz (s.a.s.)’in Tevâzuu

Büyüklerde büyüklüğün alâmeti tevâzu ve mahviyettir. Küçüklüğün emaresi ise tekebbürdür. Allah Resulü insanlar içinde en büyük insandır. Öyle ise tevâzuu da öyle olmalıydı.

Mescid yapımında, herkes bir kerpiç taşırken iki kerpiç taşıyan, hendek kazma işinde herkes karnına bir taş bağlarken iki taş bağlayan, karşısına gelen ve mehabetinden dolayı sıtmalı gibi titreyen bir adama, “Kardeşim, korkma, ben de senin gibi, anası kuru ekmek yiyen bir insanım” diyen Allah Resûlü hiç şüphesiz insanların en mütevazısıydı. Bu tevâzu hem selim fıtratından kaynaklanıyor hem de Allah’ın emrine imtisalin eseri olarak ikinci bir fıtrat halinde tezahür ediyordu. Zira Yüce Rabb’imiz O’na şöyle hitap etmişti: “Sakın o kâfirlerden bir kısmına geçici bir zevk olarak verdiğimiz dünya nimetlerine göz dikme! Onların iman etmemelerinden ötürü üzülme ve müminlere kol kanat ger, onlara alçak gönüllü ol.” (Hicr, 15/88). “Sana tabi olan müminlere (merhamet) kanadını indir.” (Şûarâ, 26/215).

Bundan ötürü hayatını hep bu çizgide geçirmişti. Nitekim O:

* Çocuklara uğrar, onlara selâm verir;
* Herhangi biri elinden tutup bir yere götürmek isteyince, tereddüt etmeden kalkıp gider;
* Ev işlerinde hanımlarına yardım eder;
* Herkes bir iş görürken, O da iştirak ederek, onlarla beraber olmaya çalışır;
* Ayakkabılarını tamir eder, elbisesini yamar, koyun sağar, hayvanlara yem verir;
* Sofraya hizmetçisiyle beraber oturur;
* Meclisini her zaman fakirlere açık tutar;
* Dul ve yetimleri görür-gözetir;
* Hastaları ziyaret eder, cenazelerde hazır bulunur ve kölelerin davetine icabet ederdi.

Fiili bu olan İnsanlığın İftihar Tablosu, tevâzu hakkındaki sözleriyle de şu incileri saçar gönül gözlerimizin önüne:

1. Allah bana, tevâzu ve mahviyet içinde bulunmanızı.. ve kimsenin kimseye karşı fahirlenmemesini emretti.

2. Size ateşin kendine ilişmeyeceği insanı haber vereyim mi? Ateş; Allah ve insanlara yakın, yumuşak huylu, herkesle geçimli ve rahat insanlara dokunmaz.

3. Allah için yüzü yerde olanı, Allah yükseltir de yükseltir; aslında o kendini küçük görmektedir ama halkın gözünde asıl büyük odur.

4. Allah’ım, beni benim gözümde küçük göster!

5. Dört şey var ki onları Allah (cc) sadece sevdiklerine verir: İbadetin ilki olan samt (sadece ihtiyaç kadar veya daha az konuşma), Allah’a tevekkül etmek, tevâzu ve dünyaya karşı zahid davranmak.

6. Bir gün Allah’ın Resulü ashabına, “Ne oluyor size ki, ibadetten zevk almıyor gibi bir hal sergiliyorsunuz? “İbadetten zevk almak nedir?” diye sorulunca, “tevâzu” diye cevap verdi.

7. Kerem takvadır, şeref tevâzudur, yakin gınadır.

Hakşinas Bir Batılı Gözü İle

Dünden bu güne Batı’da Efendimiz gereğine uygun tanıtılamamış ve bilinememiştir; çok azı müstesna, bilenler de gerçekleri itiraf etmemişlerdir. İşte o istisnalardan birinin söyledikleri: “O (s.a.s.) ciddî ve ağırbaşlı idi; çok az yer, çok oruç tutardı. Çok sade giyinir, gösterişten kaçar, bilgiçlik taslamazdı. Sadeliği tabiî idi ve giyim gibi hususlarla ayrıcalık sergilenmesinden asla hoşlanmazdı.

Muamelelerinde âdildi. Arkadaş olsun yabancı olsun, zengin olsun fakir olsun, güçlü veya zayıf olsun, herkese adaletle muamele ederdi. Bilhassa halk kesimlerine çok yakın ilgi gösterir, onların şikâyetlerini dinler ve onlar tarafından çok sevilirdi.

Askerî başarıları ve kazandı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Kulluğun Derûnî Boyutu Tevâzu
« Posted on: 27 Nisan 2024, 23:07:48 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Kulluğun Derûnî Boyutu Tevâzu rüya tabiri,Kulluğun Derûnî Boyutu Tevâzu mekke canlı, Kulluğun Derûnî Boyutu Tevâzu kabe canlı yayın, Kulluğun Derûnî Boyutu Tevâzu Üç boyutlu kuran oku Kulluğun Derûnî Boyutu Tevâzu kuran ı kerim, Kulluğun Derûnî Boyutu Tevâzu peygamber kıssaları,Kulluğun Derûnî Boyutu Tevâzu ilitam ders soruları, Kulluğun Derûnî Boyutu Tevâzuönlisans arapça,
Logged
07 Eylül 2010, 14:37:29
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 07 Eylül 2010, 14:37:29 »

Tevâzu İçin Söylenenler

Ayet ve hadislerin yanı sıra selef-i sâlihînin de tevâzu ile ilgili bir birinden güzel söz ve tespitleri bulunmaktadır. Giriş kısmında bazılarını vermiştik. İsim vererek, bir kaç tespitte daha bulunmak istiyoruz:

Hz. Aişe validemiz: “Siz en faziletli ibadetten gafil bulunmaktasınız ki o da tevâzudur.”

Abdülmelik b. Mervan’a sordular: “En faziletli kişi kimdir?” O şu cevabı verdi: “Yüce bir yerde olmasına rağmen mütevazı olan, varlık içinde zühd hayatı yaşayan, gücü yettiği halde affedip öç peşinde koşmayan.”

Urve b. Verd: “Tevâzu şeref ağlarından biridir.”

Hz. Ömer (ra), hızlı hızlı yürür ve “işlerin daha seri bir şekilde bitirilmesi ve kendini beğenilme halinden daha uzak kalınması için bu yürüme şekli lüzumludur” derdi.

İbrahim b. Şeyban: “Şeref tevâzuda, izzet takvada, hürriyet ise kanaattedir.”

Abdülkadir Geylanî, tavsiyelerinden birinde şöyle diyor: “Mücahede, muhasebe ve yüksek azim sahiplerinin tecrübe ettiği on haslet var ki, onlara uyup yerine getirdiklerinde, Allah’ın izni ile yüksek makamlara ulaşmışlardır.” İlk dokuzunu saydıktan sonra sözünü şöyle bağlıyor: “Ve tevâzu... Mütevazı olanın hem Hak hem halk katında şeref ve haysiyeti artar. Bu yolla hem din hem dünya işlerini kolaylıkla halleder. Aslında bu özellik bütün taatların özüdür. Bununla kul, salihlerin ve hem darlıkta hem genişlikte Allah’tan razı olanların makamına ulaşır. Tevâzu, kişinin herkesi kendinden üstün görmesi ve “ola ki Allah katında bilemediğim üstünlükleri vardır” şeklinde düşünmesidir. Mesela muhatabın yaşı küçük ise “bu Allah’a hiç isyan etmemiş, ben isyankârım”, büyük ise, “bu benden önce Allah’a ibadete başlamış”, âlim ise, “buna daha çok nimetler verilmiş, ulaşamadığım makamlara çıkmış”, cahil ise, “bu bilmeden isyan ediyor, bense bildiğim halde günah işliyorum, kimin imanla öleceği de belli değil”, kafir ise, “belki bu daha sonra imana gelir bense küfre girebilirim” şeklinde düşünmelidir. Bunun adı şefkattir.”

Ebû Süleyman Dârânî: “Tevâzu, yaptığın güzel işlere bakıp kendini beğenmemen ve şımarmamandır.”

Sadi: “İnsanoğlu topraktan yaratılmıştır, eğer toprak gibi alçakgönüllü olmazsa insan değildir.”

Sühreverdi, adını vermediği hikmet ehlinden birinin şu sözünü aktarır: “Kendisine, “kıskanılmayan bir nimet ve sahibine acınmayan bir belâ biliyor musun?” diye sorulunca şu cevabı verir: “Evet, kıskanılmayan nimet tevâzu, sahibine acınmayan bela da kibirdir.”

Bediüzzaman: (Nefsine hitaben) “Hem deme ki, ‘halk içinden ben seçildim, bu meyveler benim ile gösteriliyor, demek bir meziyetim var.’ Hâyır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünkü herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi.”

Tevâzuun Çeşitleri

Araştırmalar bize, değişik tevâzu şekilleri olduğunu veya durum ve muhataba göre tevâzu konusunun değişiklik arz edebileceğini göstermektedir. Bir kaç alt başlık şeklinde konuya kısaca açıklık getirmek istiyoruz.

1. Anne-babaya Karşı Tevâzu

Dünyaya gelmemize sebep olan, engin bir şefkatle kanat gerip büyüten, ilk hocalığımızı yapıp ruhumuzun şekillenmesinde birinci derecede etkili ve pay sahibi olan, en güçlü akrabalık bağından dolayı hiçbir zaman onlardan intisabımızı koparmaya gücümüzün yetmeyeceği, onlarla tanındığımız ve çağırıldığımız, kısacası her varlığımız ve varsa değerimizde etki ve emekleri olan kişiler, şüphesiz anne ve babalarımızdır. Elbette diğer akrabalarımıza karşı da, benzeri sebeplerden ötürü, mütevazı davranmak zorundayız, ama anne-babamız hep ilk sırada olacaklardır. Bundan ötürü de anne-babamız, kendilerine karşı kibir gösteremeyeceğimiz, yani ister istemez onlara karşı mütevazı olmamız gereken kişilerdir. Aksi bir durum, kişinin sadece kibirli olduğunu değil, insanlığını da kaybettiğinin göstergesi olacaktır.

Allah (cc), anne-babamıza karşı nasıl davranacağımızı ferman ederken tevâzua da vurgu yapmakta ve şöyle buyurmaktadır: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, anababanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi yanında yaşlanırsa, kendilerine “öf!” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onlara şefkat, tevâzu ile kol kanat ger ve şöyle diyerek dua et: “Ya Rabbi! Küçüklüğümde onlar beni nasıl özenle yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!” (İsra, 17/23–24)

Tevâzuda da zirve olan Efendimiz’in hayatından, konuya ışık tutan bir tabloyu kısaca zikretmek isteriz. Hz. Ebû Tufeyl anlatıyor: “Ci’rane denilen yerde Hz. Peygamber (s.a.s.) et dağıtıyordu. Yaşım daha küçüktü ve deve kemiğinden bir parça taşıyordum. Baktım bir kadın çıkageldi, Efendimiz’e yaklaştı. Allah Resulü (s.a.s.) onu fark edince hemen ayağa kalktı, cübbesini yere serip onu üzerine oturttu. “Kim bu kadın? “ diye sorduğumda, “Sütannesi (Hz. Halime)dir” dediler.” Sütannesine böyle davranan Tevâzu Abidesi, kim bilir öz anne-babası hayatta kalıp O’nun yanında yaşlansalardı nasıl davranırdı?

2. Değişik Mekânlarda ve Değişik Şahıslara Karşı Tevâzu

a. Fakir ve Düşkünlere Karşı Tevâzu

Tevâzu fakirden çok zengine, memurdan çok amire, cahilden çok âlime, halktan çok idarecilere lazımdır ve onlara yakışır. Nitekim Yahya b. Muaz şöyle der: “Tevâzu herkes için çok güzeldir, ancak zenginlerde daha güzeldir. Kibir her insanda çirkindir, fakat fakirlerde daha çirkindir.” Zayıf bir kişinin güçlü birine karşı takındığı izzet-i nefsi (ağırbaşlı ve vakur tutumu), güçlü biri zayıf birine karşı takınırsa kibir olur. Güçlünün zayıfa olan tevâzuunu, zayıf biri kuvvetli birine gösterirse tezellül (aşağılanma, bayağılaşma) olur.

b. Kibirliye Karşı Tevâzu

Kibirli insan, insanlığından çok şeyler kaybettiği için, kendisine karşı gösterilecek insanlığı anlaması ve takdir etmesi mümkün değildir. Böyle birine karşı gösterilecek tevâzu, sadece daha çok şımarmasına, mütevazı kişiyi ezmesine ve psikolojik baskı yapmasına neden olacaktır. Böyle birine karşı izzet-i nefsi korumak tevâzua aykırı olmayacak, aksine kibirlinin burnunu yere sürtmeye yarayacağı için alkışlanmaya değerdir. Yani mütekebbirlere karşı tevâzu tezellül zannedildiğinden, tevâzu göstermemek gerekir.

c. Evde ve İşyerinde Tevâzu

İnsanın günlük hayatı, her zaman aynı tavrı sergilemeye izin vermeyecek şekilde farklı durum ve ortamlarla örülüdür. Bazen işyerinde bulunur, bazen dostlarımızla oturur, bazen eşimiz ve çocuklarımızla sohbet eder, bazen de evimizde misafir ağırlarız. Bu yerlerin tamamında aynı tavırları sergilememiz hayatı çekilmez hale getirecek, dışlanmamıza ve bazen işlerin aksamasına neden olacaktır. Aslında bulunulan ortamda oraya uygun tavırlar sergilemek, hem güzel ahlakın ve sosyalleşmenin gereği hem de bir mecburiyettir. Örneğin bir hâkim, mahkemede ciddi olmalıdır. Bu vakardır. Ancak, aynı tavır evinde çocuklarına karşı kibir olur. Zira insan, evinde, ev halkından biri gibi davranmalıdır. İşyerinde, bazı işlerin belli bir disiplinle yapılabilmesi için çalışanlara karşı gösterilecek tutum, aynı kişilerin evimizde ziyaretimize gelmeleri durumunda bir olmayacaktır. Öyle ise her makam için oraya uygun bir söz olduğu gibi, oraya uygun bir davranış şekli de kaçınılmazdır.

3. Kibir-Tevâzu Dengesi

İnsanoğluna birçok nimet veren Cenab-ı Hak, her konuda olduğu gibi burada da dengeli davranmayı istemiştir. Yani bu nimetleri kullanırken, ne şımarıp kibre girmeli, ne de onları inkâr ve şükürsüzlük anlamına gelecek derecede tevâzu göstermelidir. Denge şu yaklaşımla sağlanabilir: Her nimetin iki yönü bulunuyor. Bir yönü insana aittir, onu süsler ve zevk verir. Halk içinde farklı görünmesine neden olur. Bazen bu nimetler gururlanmasına, hatta daha ileri giderek nimet sarhoşu olmasına ve asıl Nimet Vereni unutmasına neden olur. Neticede kibir ve şükürsüzlük çukuruna düşürür.

İkinci yönü ise nimeti veren Rabb’imize bakar ki, bu nimetler O’nun keremini gösterir, ne kadar merhametli olduğunu ilan eder, nimetlerini teşhir eder ve isimlerinin tecellisine şahitlik eder. Dolayısıyla birinci yönü itibariyle tevâzu gerekir, aksi, küfran-ı nimet (verilen nimetleri inkâr, görmezlikten gelme veya küçümseme) olur. Tahdis-i nimet (verilen nimeti üzerinde gösterme, değerini bilme, fiilî teşekkür etme) ikinci yönü itibariyle, yani Nimet Veren açısından güzel olur. Aksi takdirde kibir ve gurur içerdiği için tenkidi hak eder.

Orta yol için bir örnek: Mesela birine güzel bir elbise hediye edilir. Ona “ne kadar yakışıklı oldun!” denildiğinde cevaben, “teşekkürler, ama güzellik elbiseye aittir” derse orta yolu bulmuş olur. Çünkü hem o elbise ile yakışıklı olduğunu inkâr etmemiş olur hem de hediye vereni unutmayıp teşekkür etmiş olur. Ve unutulmamalı ki, bize verilen bütün nimetler Rabbimizin birer hediyesidir.

4. Hizmet Erbabında Tevâzu

Daha önce belirtildiği gibi tevâzu, herkese yakışır ancak bazı kişilere daha çok yakışır. Tevâzuun kendilerine daha çok yakıştığı ve temel vasıfları olması gereken kişilerin başında, hakkın, doğrunun, güzelin temsiline ve anlatılmasına kendilerini adamış kişilerdir. Elbette bu güzelliklerin başında Yüce Yaratıcıyı tanıma, O’na gereğine uygun kullukta bulunma ve Efendimiz’in ifadesiyle, adının girmediği bir ev bırakmama gelir. Dolayısıyla bu zamanda en büyük ihsan ve görev, kişinin imanını kurtarması ve başkalarının imanına güç verecek bir şekilde yaşayıp gayret göstermesidir. Bu iş için de benlik ve gururdan kaçınmalıdır. Evet, tevâzu, mahviyet ve bencillikten kaçınmak, özellikle bu dönemde, gerçeğe adanmış ruhların vazgeçemeyecekleri bir özelliktir. Çünkü günümüzde en büyük tehlike benlikten, enaniyetten, kendini beğenmişlikten ileri gelmektedir. Öyle ise bu kişilerin sürekli kendilerini sorgulaması, işler ters gittiğinde kusuru kendilerinde bulmaları ve daima müte...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes