๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Makale Dünyası => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 29 Temmuz 2010, 14:42:29



Konu Başlığı: İstanbul muhâfızı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 29 Temmuz 2010, 14:42:29
İstanbul Muhâfızı

Yedi Tepe, yedi âh, lâlelerin renginde,
Gönül bahara erer Boğaz’ın âhenginde…

Üsküdar’ın gözüyle seyrederim bu şehri,
Hatıra ikliminde kabarır zaman nehri…

Fethin kutlu günleri canlanırken ân be ân,
Top sesleri yükselir, düşümde titrer her yan…


Sarayburnu nurlanır okunan ilk ezanla,
Sabah rüzgarı inler, içimdeki bu zanla…

Böyledir Üftâdem bencileyin seraba turâb olmuşun hâl-i pür melâli… Derdimin konuşulduğu mahfillerde, ar eden hayalimin kızıl gölgesine düşen bir nûr iken o aziz belde, hülyasından öte ne kaldı ki elde? İstanbul salınır her dem, kucağımda inleyen sazın mızrabında, hem telde… Bîvefâ da olsan ey yâr… İstanbul hatırına bir daha gel de! Firâkın ilan edicisi dudaklara bir pişmanlık ilişmiş ne çıkar? Yine de sen bilirsin amma İstanbul bu defâ kaşını pek fena yıkar…

Kanatlanırken ruhum, bir asırdan bir asra,
Kosova’da hüzün var, bâ’de hârâb-ül Basra!

İstanbul’da görürüm üç kıtanın izini,
Hayal sandalım aşar esrarın denizini…

Hisarların nöbeti zamana meydan okur,
Güzelce mahzun bakar, Boğazkesen pek vâkur!

Çığlık çığlık doldurur martıların semâhı,
Ulvî bir esintiyle şenlenen bu sabahı…

Boğazkesen Hisârını üç ayda inşa ettiren kudretin eliyle, gönül çölüme mayalanan sevdâ rahmetiyle, yüklü bulutlara dönen gözlerimdedir Âsitâne… Ömrümün şah beyitini, her gece bağrına basan o Þehr-i şâha seslenirim her seher… Biri biterken biri başlayan sabah ezanlarının eden ele götürdüğü bir selâm olur aşkım… Nihâyet Fatih Camiinin yiğit minârelerinde güneşin endâmını seyre dalar… Endâmıyla güneş olanın ışığını beklerken şafak vaktinin mânâ girdabı, Bâkî’nin ruhâniyetine eşlik eder serçeler… Bir Hûmâ salınırken bin bir hatırâ sahibi kaldırımlarda, şuurun aldırmazlık makamında şu divâne gönlü çeler…


Haliç’e kanat çırpar gönül kuşum bin şevkle,
Aşk peşimden haykırır: “Ne olur beni bekle!”

Titreyerek konarım bir servinin dalına,
Eyüp’te gölgelenen Nedim’in masalına…

Þadırvanda yıkanan uhrevî güvercinler,
Þu kanayan ruhuma nice devâ perçinler…

Gözyaşım buhar olur duaların fevkinde,
İstanbul’u sevmenin anlatılmaz zevkinde…

Gözyaşım buhar olur da, sisten dokunmuş bir ipek şal misali sarılır O’na… Bu sarılış, nefsi dürtülerin ötesinde, suni yamalarla zedelenmiş hazineleri, âğyârın gözünden sakınmaktır âşıklığın töresince… Bu devr-i gârâbette aşık mı kaldı, aşıklık mı kaldı âh Üftâdem? Masal diyârından firâr etmişlerin türküsünü söyler şimdi lâleler… Kerevetine çıkılmamış masal mı olur Azizem? Hayal fırçasıyla masalları yeniden yazmak için çocuk olmak gerek değil mi? Çocukluk da firâr etmiş ömür diyârından… Yazık! İstanbul da el çekmesin şimdi bu vurgun yemiş hasret ihtiyârından…

Zebûn ederken gönlü, feleğin bildik sesi,
Bin vefâyla karşılar Yavuz Selim türbesi…

Gül aşığı sultanın mânevi huzurunda,
Tâyy-ı zaman eylerim hakikatin nurunda…

Kırkıncı hâfız için okuduğum Fâtiha,
Sıcacık bir hâz verir, ruhum kalkınca şaha!

Nal sesleri çınlayan sokaklardan geçerek,
Kan ter içinde kalıp, Fatih Camiine dek…

Yavuz’un bir âhu elinde, âleme nizâm verirken âciz kalmasını, aşk ehli gönlünün aşk rüzgârıyla itirafını düşünüp de; aşk elinden âmân dilemekte ısrar etmek yakışmaz âşıklık iddiama! Bunu ben bilirim de, dermanımı vermekten imtinâ eden, yâr namıyla andığım, her nefeste yâ sabır çeken nefeslerle andığım ve bir Emirgân ikindisinde gözyaşlarına kandığım bilmez… Tecâhül-ü arif sultanına, ârâftan teessüfler sökün ederken başlar gece… Yedi Tepe semalarında süzülen gümüş kanatlı kuğuları omzuna kondurunca o ece…

Yürüdüm öksüz gibi içimdeki sızıyla,
İstanbul’u bölüştüm, yârin vefâsızıyla…

Bir fincan acı kahve, Zeyrek’te hatır idi,
Gülen gülün kokusu, gülü ağlatır idi…

Yalnızlıkla seyrettim Sinan’ın dehâsını,
Mermerde yankılanan şiirlerin hasını…

Gözlerimden yaş olup aktı Süleymaniye,
Kendine dön der gibi baktı Süleymaniye…

Dönülmez akşamın ufkunda kanayan bir cân için dile kolaydır! Âh zaman… Seni arzuların örsünde, gözyaşımla çifte su vererek dövüp, gönlümdeki şekle sokmak dilek olaydır… Dil, şâd olmayacak bilirim… Lâkin yine de ümit denen sefilin parmak uçları gezinir dudaklarımda… Hasret ve firâk acısı izimi bulur o zât-ı şâhânenin uzaklarında… Esaretimin cesaretimi perdelediği bir manzumeye dönen bekleyişimin, murâdın açıklarında demirlemiş bulunduğunu seyreden Haliç içlenir ansızın…


Başı dik minareler göğe mühür vurmakta,
Rüzgar, Yahya Kemal’den bir mısra savurmakta…

Beyazıt Meydanı’nda sohbet eden çınarlar,
Nice bin âllâmeyi hayır ile anarlar…

Anılarda yaşayan o şâşâlı devirler,
Gitti gelmez nâfile! Dün elinde esirler…

Bunu anlamış gibi donuktur Çemberlitaş,
İnsanların yüzünde yine o bildik telaş…

Denizi fark etmeyen balıklar gibi hissiz!
İstanbul’un içinde, İstanbul’dan habersiz!

Kalabalıklar akar, yazık! Görmeden bakar!
Bu sebepten İstanbul keder tâcını takar…

İstanbul’un kederi benim de kederimdir!
Sanırım ki İstanbul gülmeyen kaderimdir…

Bu şehri yaşamayı bilen kaç fâni var aceb Üftâdem? Mevtâların yekunu dahi Der Saadetin bağrında, ruhlarını onun göklerine ışık bayramı yaparcasına katarken, kulağı sağır işgalcilerin elinde inleyen şehir şikâyetkâr olmasında ne yapsın? Sen ki henüz okumaya başladığım bir kitapsın… Dile gel ey tezhibinde şirâzeler ağlatan! Çârkûşe midir, zerduva mı, yekşah mı yoksa zilbahar mı ruhuma iliştirdiğin bu ulu ruh? İşte Yedi Tepe… Azizeliğinin farkında her seher… Her seher mahzun, mütevekkil, nâzende ve şûh…

Harap halde vardığım Sultanahmet Meydanı,
Nefes nefese bekler kadir bilir rindânı…

Kabul etmez rindlerin nihayet öldüğünü,
Yenilmenin zamanı ikiye böldüğünü…

Tesellisiz bu hâli maziden istikbâle,
Taşımakla övünür şimdi açan her lâle!

Ayasofya al giymiş, kızıl ufka dalarken,
Kadife bir karanlık duvarları yalarken…

Gecenin atlıları sökün eder semâdan,
Mehtâbın saltanatı, sıyrılır her imâdan…

Bir güne sığmaz yine Yedi Tepe sevdâsı!
Gün doğana kadarmış sevenlerin vedası…

Bayâtî’nin yegâne yâri sensin İstanbul!
Tâ ezelden ebede sevilensin İstanbul…




Güçer Kafa