> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > İslam Hukukuna Göre Hakimin Ahlakî Yönü
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İslam Hukukuna Göre Hakimin Ahlakî Yönü  (Okunma Sayısı 936 defa)
06 Eylül 2010, 20:22:20
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 06 Eylül 2010, 20:22:20 »



İslam Hukukuna Göre Hakimin Ahlakî Yönü

Ebubekir Yağmur

Bu makalemizde İslâm’ın, fürû’ denilen amelî/hukukî yönü ile iştigal eden fakih ve müçtehidlerinde aradığı ahlâkî unsurları inceleyip toplumları etkileme seviyesinde olan kimselerin İslâm’a göre nasıl bir manevî donanıma ve karakter yapısına sahip olması gerektiği konusu üzerinde detaylarına fazla girmeksizin durmaya çalışacağız.1

1) Müçtehidin Ahlâkî Yönü:

İçtihad, İslâm hukukunda önemli bir teşri’ kaynağıdır. Müçtehid fakih, ayrı ayrı delillerden amelî hükümleri çıkartmak için bütün imkânları kullanıp, tüm gücünü sarfederken teşri’ faaliyetine insanî yönüyle katkıda bulunmaktadır.2 İnsanın, teşri’ faaliyetini sürdürürken, sahip olması gereken ilmî donanımın yanında ahlâkî yönünün de, ortaya koyacağı hükümlerin isabet, sıhhat ve kabulü açısından önemi vardır. Müçtehidin sahip olduğu hayat anlayışı ve ahlâkî yapısı, olaylara bakışını ve değerlendirişini şüphesiz ki etkileyecektir. Müçtehid, nassların insan aklına bıraktığı alanı içtihadlarıyla doldurmaya çalışırken, önündeki somut meselelere uyarladığı meseleleri ister istemez hayat ve ahlâk anlayışı süzgecinden geçirmek zorundadır. Bütün bu durumlar, müçtehidin ahlâkî vasıflarını üzerinde hassasiyetle durulan bir konu haline gelmiştir.

İslâm açısından ahlâk kuralları, aslında sadece ilim erbabının değil herkesin uyması gereken kurallardır ve ilim ile uğraşmanın da lazım-ı gayr-ı mufarıkıdır. Mesela: Ömür boyu iffet ve namus abidesi bir bekar olarak yaşamış olan Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerini’n Van’da Tahir Paşa’nın konağında ikamet ettiği uzunca müddet zarfında başkalarının çarçabuk öğrenmesine karşın Paşa’nın kızlarının adını dahi öğrenememesi ve İstanbul Boğazı’ndan geçerken etrafındaki kayıklarda O’nun gibi karşıya geçen bayanları görmemesi.. görmemesinin nedenini de “İlmin izzeti bakmama mani oluyor.” sözleri ile ifade etmesi, dile getirdiğimiz bu gerçeği açık-seçik olarak anlatmaya kafidir.

Dinimizin temelini teşkil eden ilimler ile iştigal edenlerin ahlâkî yapıları daima göz önüne alınan bir unsur olmuştur. Özellikle hadiste cerh-ta’dil ilmi, hadis ravilerinin ahlâkî yönlerini araştıran bir ilim olarak İslâmî ilimler arasında yerini almıştır. Cerh-ta’dil ilminde ta’n noktaları, ravinin adalet ve zabt vasfına bakan yönleri itibarıyla ikiye ayrılmaktadır. Adalet vasfına yönelik olarak yapılan tenkitler, ravinin ahlâkî yönden özelliklerini gösterir. Ravinin yalancılığı veya yalancılıkla itham edilmiş olması, ehl-i bid’attan yahut ehl-i fısktan olması, ravinin güvenilirlik derecesini olumsuz yönde etkiler; rivayet ettiği hadislerin sıhhat derecesini belirler.3 Makbul rivayet şartları arasında adalet vasfının da olması ve adalet vasfının güzel ahlâk, insanı aşağılayan küçük günahlardan beri’ olmak mânâsına mürûeti ve takvayı muhtevi olması4 meselenin ehemmiyetini göstermeye kafidir.

Hadis ravilerinde aranan ahlâkî şartların, bu hadisleri kullanarak hüküm çıkaran müçtehidlerde aranmadığını düşünmek elbette ki yanlış olur. Ravilerde aranan adalet vasfı müçtehitlerde de aranmış, adalet vasfına zarar veren günahlardan salim olmaları müçtehit olabilmelerinin vazgeçilmez şartı sayılmıştır. Şevkânî, genel olarak adalet vasfının çerçevesinin dinî emirlere itaat ve küçük günahlar da dahil bütün nehiylerden içtinâb ve dinin esaslarına aykırı hiçbir şeye inanmamak ile çizilmiş olduğunu söyler.5

Müteahhirîn dönemi ile birlikte içtihad kapısının kapandığı yolundaki görüşler, bazılarınca siyasî amaçlı olarak nitelendirilse de bizce içtihada liyakatlı kimselerin azalması, fakat bunun yanında liyakatsızların kendilerini içtihada ehil görmeleri ve sözde içtihatlarıyla İslâm’a verebilecekleri muhtemel zararların önüne geçmek için alınmış yerinde bir tedbirdir. Bunda pek çok sebebin yanında müteahhirîn müçtehidlerinin ahlâkî zaafiyetleri de oldukça mühim bir rol oynamıştır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “İçtihad kapısı açıktır; fakat oraya girmeye altı mani var.” buyurur. Bu altı maniden birisi olarak müteahhirîn müçtehidlerinin takva-yı kâmile ve zarûriyât-ı diniye yoluyla içtihad kapısından içeri girmemelerini gösterir; ki takva-yı kâmile ifadesi genel ve câmi yapısıyla ahlâk kavramını da içermektedir. Kendisi şöyle demektedir: “İslâmiyetin dairesine selef-i salihîn gibi takva-yı kâmile kapısıyla ve zaruriyât-ı diniyenin imtisali tarikiyle dâhil olanlarda meylü’t-tevessü’ ve irâde-i içtihat bulunsa, o kemâldir ve tekemmüldür. Yoksa zaruriyatı terkeden ve hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye tercih eden ve felsefe-i maddiye ile âlûde olanlardan olan o meylü’t-tevsî’ ve irâde-i içtihat, vücûd-u İslâmiyeyi tahrip ve boynundaki şer’î zincirini çıkarmaya vesiledir.”6
Altıncı mânide ise: “Selef-i sâlihînin müçtehîd-i izâmı, asr-ı nur ve asr-ı hakikat olan asr-ı sahabeye yakın olduklarından, sâfi bir nur alıp, hâlis bir içtihad edebilirler. Şu zamanın ehl-i içtihadı ise, o kadar perdeler arkasında ve uzak bir mesafede hakikat kitabına bakar ki, en vâzıh bir harfini de zor ile görebilirler.” der. Müteakiben ise sahabenin insan olmakla beraber, içtihadların ve şeriat ahkamının medarı olduklarını, ekseriyet-i mutlaka itibarıyla hakka aşık, sıdka müştak ve adalete hâhişkâr olduklarını belirtiyor. Hissiyât-ı ulviyeye sahip bulunmaları, mehâsin-i ahlâkiyeye pereştiş etmeleri ve Şems-i Nübüvvet’in ziya-yı sohbetiyle nurlanmış olmaları sebebiyle onların küfürden ve yalandan âlâ-yı illiyyîn ile esfel-i sâfilîn arası uzak olduklarını ifade ediyor.7 Selef-i sâlihîn ibaresindeki sâlihîn kelimesi –malum olduğu üzere- ahlâk-ı hamîde ile mütehallik olmayı da içermesi bakımından, sonraki dönem müçtehidlerinden farklı, ulvî ve derûnî taraflarını anlatmış olmaktadır.

Bediüzzaman gibi Zekiyyüddin Şa’bân da içtihat kapısının kapanmasında (daha doğrusu açık olmakla birlikte bazı engeller sebebiyle oraya girilememesinde)8 içtihat edeceklerin ahlâkî yönden zayıflıklarının önemli rol oynadığına işaret etmektedir.9 Görülüyor ki, İslâm bilimleri ile uğraşan hemen bütün âlimler ve özellikle hukuk sahasında uğraşan kişilerden dinin istediği yüksek vasıfların içinde ahlâkî seviyeleri, hiç de küçük görülemeyecek derecede hayatî bir önem taşımaktadır.


2-)Hâkimin Ahlâkî Yönü:

İslâm hukukuna göre hâkimin ahlâkî yönünü mahkeme dışı ve mahkeme içinde takınması gereken ahlâkî tavır bakımından iki başlık altında incelemek mümkündür.

a-Mahkeme Dışındaki Ahlâkî Yönleri
Konuya d’Ohsson’un İslâm kâdı/hâkimleriyle alâkalı enfes bir tespiti vardır, der ki: “Bir kâdının kişisel hayatında bir leke varsa ve faziletli değilse, hiçbir kuvvet onu yerinde tutamaz.” Osmanlı Devletinin Hanefî mezhebi merkez alınarak bütün mezheplerden istifade ile oluşturulmuş olan son hukuk/kanun kitabı Mecelle, Kitâbü’l-Kaza bölümünün ilk bâbının ilk faslında hâkimlerin vasıflarını beyan eder. Beyne’n-nâs vukû’ bulan da’va ve musahamayı ahkâm-ı meşrûasına tevfikan fasl ve hasm için taraf-ı sultanîden nasb ve tayin buyurulan zat olan hâkim10; hâkim, fehim ve müstakim ve emin, mekin, metin11 ve salâh-ı hâl sahibi olmalıdır.12 Hâkim; baktığı dava ile ilgili konuları bilen, zeki, anlayışlı, kendisine güvenilen, emin doğru, vakar sahibi, hemen alelacele karar vermeyen, temkinli, hâdiselerden etkilenip duygusal davranmayacak kadar sağlam ve dayanıklı olmalıdır. Mecelle, hâkimlerin vasıflarını saydığı bu ilk maddesinde, ağırlıklı olarak hâkimlerin ahlâkî vasıflarını sıralar. 1792. maddede de bu hususu belirtmesine rağmen, hâkimin mesail-i fıkhiyeye ve usûl-ü muhakemeye vakıf oluşunu bir sonraki maddede13 ayrıca açıklamıştır.

Yukarıda geçtiği üzere hâkimin “fehim sahibi olması” ifadesi ile, onun anlayışlı, fetanetli, vücub-u fıkha, sünnete, âsâra ve toplumun âdetlerine vakıf olma kastedilir. “Müstakim” ile, doğru sözlü olma, hilekâr, muannid olmama, rüşvet ve hediye almama, namusu muhtel bulunmama kastedilir. “Emin” ile, gadirden hıyanetten berî’ olma, mevsuk ve mutemet olma kastedilir. “Mekin” ile, mekanet ve şerefe sahip olma, hafifü’l-meşrep olmama ve esâfil-i nâsdan (halkın bayağı tabakasından) olmama kastedilir. “Metin” ile kavi, te’sirata tâbi olmaktan uzak, sertlik ve gazap göstermeksizin pek ciddi, mehib, sabırlı olma kastedilir. “Salâh-ı hâl” ile diyanet ve ahlâk muktezası olan güzel ef’âl ve harekât ile ittisaf kastedilir.14

Hâkim, iki hasımdan hiçbirinin hediyesini kabul etmez.15 Başkalarının hediyelerini de kabul etmemelidir. Hediyesini kabul ettiği kişiye kalben meyledip adaleti zayi etme ihtimali vardır.16 Ancak kendi akrabasından veya daha önce hediye vermeyi âdet edinmiş kimselerin hediyelerini, davalarını görüyor olmamak koşuluyla kabul edebilir.17

Hâkim, iki hasımdan hiçbirinin ziyafetine gitmez.18 hâkim, hasımlardan birine ait olmasa da sadece kendisi için hazırlanan, kendisi bulunmasaydı hazırlanmayacak olan davetlere gitmez. Umumi davetlere icabet edebilir. Bu umumi davete, hasımlardan birinin de gelmiş olması töhmet konusu sayılmaz. Umumi daveti hasımlardan biri vermişse icabet edemez. Hâkim, akrabalarının hususi davetlerine gidebilir. Akrabası olmasa bile, hâkim olmadan önce hususi davetine gitmeyi âdet edindiği kimsenin davetine davası olmaması şartıyla gidebilir.19

Hâkim, verâ’ sahibi ve tamahkârlıktan berî’ olmalı, sefahete ve sefahet ehline yakın olmamalıdır. Harama düşmek korkusuyla şüpheli şeyleri bile terk etmelidir. Kâmil insana yakışır sıfatlarla muttasıf olmalı, rezillik, çirkinlik ve boş işlerden beri bulunmalıdır. Temiz nesepli olmalıdır. Varlıklı olmalı, borcu bulunmamalıdır. Zina gibi suçlardan dolayı cezâdide olmamalı, ittihamına vesile olacak hallerden kaçınmalıdır.20

Hanefilerin bir kısmına göre hâkimin, her veçhile adil, her surette fısktan beri olması lazım değildir. Çünkü bu husus şart olsa, yargılama yolunun kapanması lazım gelir. Önemli olan hâk...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İslam Hukukuna Göre Hakimin Ahlakî Yönü
« Posted on: 25 Nisan 2024, 13:48:21 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İslam Hukukuna Göre Hakimin Ahlakî Yönü rüya tabiri,İslam Hukukuna Göre Hakimin Ahlakî Yönü mekke canlı, İslam Hukukuna Göre Hakimin Ahlakî Yönü kabe canlı yayın, İslam Hukukuna Göre Hakimin Ahlakî Yönü Üç boyutlu kuran oku İslam Hukukuna Göre Hakimin Ahlakî Yönü kuran ı kerim, İslam Hukukuna Göre Hakimin Ahlakî Yönü peygamber kıssaları,İslam Hukukuna Göre Hakimin Ahlakî Yönü ilitam ders soruları, İslam Hukukuna Göre Hakimin Ahlakî Yönüönlisans arapça,
Logged
06 Eylül 2010, 20:22:51
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 06 Eylül 2010, 20:22:51 »

Günümüz Hukukçularına Gelince: Yürürlükte olan hukuk muhakemeleri usûlü kanunu (HMUK) ve ceza muhakemeleri usûlü kanunu (CMUK), yargılama esnasında hâkimin uyması gereken bazı kuralları düzenlemektedir. Bunlar taraflara yol göstermemek, öğüt vermemek, dava ile ilgili re’yini beyan etmemek gibi sınırlı hallere münhasır olan, muhakeme esnasında hâkim ve savcının riayet etmesi gereken kurallardır.

Yürürlükte olan 24. 02. 1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu, İslâm hukukunun yukarıda anlatığımız kurallarını ihtiva eden hükümler taşımaktadır. Kanun, hâkim ve savcı adaylarında mesleğe yakışmayacak davranışların olmamasını istemektedir. Uygulamada stajyer hâkim ve savcılar hakkında, staj yaptıkları mahkemelerde doldurulan gizli dosyalarda ahlâkî yönlerine ait bilgilerin de olması memnun edicidir.

Mezkur kanun stajyerler haricinde fiilen hâkimlik ve savcılık görevini ifa edenler için de değişik ahlâkî yükümlülükler getirmektedir. 2802 sayılı yasanın 32/f md. birinci sınıfa ayrılma şartlarını sayarken “mesleğin vakar ve onuruna dokunan veya kişisel haysiyet ve itibarını kıran veya görevle ilgili herhangi bir suçtan affa uğramış bile olsa” şeklinde hüküm sevk etmektedir.

2802 sayılı kanunun özellikle disiplin cezalarını düzenleyen altıncı kısmında (62 ile 81. md.) uyulması gereken ahlâkî kurallar daha açık olarak anlatılmıştır. 65. maddede düzenlenen kınama cezası, “hizmet içinde veya dışında, resmî sıfatının gerektirdiği saygınlık ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak, kılık kıyafetinde mesleğin gerektirdiği saygınlığı gözetmemek, devlete ait araçları özel işlerde kullanmak, meslektaşlarına, emrindeki personele, görevi nedeniyle muhatap olduğu kişilere veya iş sahiplerine kötü muamelede bulunmak.” durumlarında uygulanır.

68. maddede yer değiştirme cezası düzenlenmiştir. Değişik fıkralardan müteşekkil maddeden sadece şu fıkrayı aktarıyoruz; “Doğrudan veya aracı eliyle hediye kabul etmek veya iş sahiplerinden borç istemek veya almak”.

69. madde meslekten çıkarma cezasını düzenlemektedir. Kanun maddesine göre “Mesleğin şeref ve onurunu bozan veya mesleğe olan genel saygı ve güveni gideren nitelikte görülürse” meslekten çıkarma cezası verilebilir.

İslâm hukuku ile mer’î hukuk arasında hukukun süjelerinin uymaları gereken ahlâkî yükümlülükleri düzenleme açısından benzerlik olsa bile, bu yükümlülüklere uymama durumunda getirilen müeyyideler konusunda farklılıklar vardır. 2802 sayılı yasanın hükümlerinin, İslâm hukuku hükümlerine oranla daha hafif olduğunu söylemek mümkündür. 2802 sayılı kanunda sevk edilen ahlâkî yükümlülükler saydıklarımızla sınırlı değildir. Ayrıca 657 sayılı devlet memurları kanunu başta olmak üzere çeşitli kanunlarda ahlâkî yükümlülükler bulmak mümkündür.

Burada dikkatleri çekmek istediğimiz konu şudur: Hukuk, ahlâk, adalet, hukuka bağlılık şuuru, hukukun üstünlüğü ve iman, İslâm dininde birbiri içine girmiş kavramlardır. Birini yek diğerinden ayırmak mümkün olamaz. İslâm dinine mensup olup dinini yaşamak isteyen bir kişi bu dinin getirdiği ahlâk kurallarına da uyacak, Allah’ın emrettiği adaleti ibadet şuuru içinde yerine getirmeye çalışacaktır. Benzer cümleleri laik kökenli hukuk sistemleri için söylemek zordur.


Sonuç:

Kur’ân-ı Kerim’in35 ve Sünnet-i Seniyye’nin36 müteaddit yerlerde adaleti emretmesi, ütopik gibi görünen vasıflarla donanmış adalet kadrosu kurmanın zaruretini ortaya koymaktadır. Bu meyanda ''İnsanlara hâkim tayin edilen kişi bıçaksız boğazlanmıştır.'' hadisi37 meselenin ciddiyetini ortaya koyması bakımından ilginçtir. Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi Kur’ân-ı Kerim’in üzerinde durduğu dört-beş ana konudan birisi de adalettir.38 Ümmet üzerine Kur’ân'ın esaslarını yerine getirmek vaciptir. Şu durumda İslâm’ın temel referanslarından yola çıkılarak hukukun süjeleri için sayılan özellikler hiç de lüks ve abartılı kabul edilemez. Kaldı ki takva her mü’minin hedefidir. Hukukun süjeleri diğer mü’minlerden farklı olarak bu hedefle hassaten bağlıdır.

İslâm’ın amacı, insanı, insan-ı kâmil seviyesine çıkarmaktır. İnsan-ı kâmil olmak ise büyük ölçüde ahlâka ve edebe bağlıdır. Edep, bedenin, aklın ve ruhun disiplinidir. Edep, hayat içindeki vaziyetin bilinmesini ve doğru tasdik edilmesini, bu biliş ve tasdik edişe göre insanın rolünü oluşturmasındaki müspet ve içten katılımındaki kendi kendini disipline etme olayını gösterir.39 Kelime mânâsı bir ziyafette davranış kuralları olan edep, İbn Mes’ud tarafından rivayet edilen “Şüphesiz bu Kur’ân, Allah’ın arz üzerindeki bir sofrasıdır. Öyleyse O’nun sofrasından ilimlenin.”40 hadisi ile latif bir şekilde ilimle de bağlantısını ortaya koymaktadır.41 İnsan-ı kâmil ufkuna yürüyecek insan için edep ve ilim birbirinden ayrılmayacak derecede önemli iki kavramdır. İlim ve edep ile hikmete varan insan, marifet yoluyla ancak tam adalete varıp her şeyi ait olduğu yere koyabilir. Hukuk (fıkıh) ilkin, dinî bir derinlik ve idrak anlamında düşünülüyordu ve beraberinde takvayı doğurmuştu. İlk dönem İslâm hukukçularının aynı zamanda birer zahit olmaları da galiba bundandır.

Hz Ömer’in Ebu Musa’ya42, Muaviye’nin Ebu Süfyan’a43 ve Hz Ali’nin Malik b. Eşter’e44 gönderdiği adlî ve idarî emirleri içeren mektuplarda, hâkimlerin uyması gereken muhakeme usûlü yanında, onların ahlâkî özelliklerine de vurgu yapılması dikkat çekicidir. Demek ki bu mesele, Asr-ı Saadetten beri üzerinde durulan bir konudur.

Osmanlı Devleti uygulamada, İslâm hukukunun, hukukun süjelerine ilişkin ahlâkî yükümlülüklerine dikkat etmiş, gerek kadı atamalarında gerekse kadıların azlinde bu kıstasları kullanmıştır. Elimizde olan fetva kitapları ve sicil kayıtları bunu doğrulamaktadır. Kâdı tayinlerine ve azillerine ilişkin bazı sûiistimallerin olduğu ise tarihî bir gerçektir.

Yürürlükte olan 2802 sayılı hâkimler ve savcılar kanunu da hukukun süjelerinin ahlâkî yönlerine ilişkin kurallar içermektedir. Hukukun süjelerinin bazı temel ahlâkî sıfatlarla muttasıf olmaları öteden beri adaletin tahakkuku için vazgeçilemez bir gerçektir. Seküler hukuk sistemleri de bunun farkındadır. Bu konuda İslâm’dan ayrılan en bariz yönleri ise laiklik olgusu içinde hukukun süjelerine belirli bir kaynaktan referans gösterecekleri ahlâkî kaidelerin olmamasıdır. En azından evrensel ahlâkî olgular yasalara taşınabilirdi ki bu dahi yapılmamıştır.

Asıl olan adalet camiasında görev alan hâkim, savcı vs. gibi adaleti tevzi makamında olanların ahlâken yetkin insanlar olmalarıdır. Bütün zikrettiklerimiz muvacehesinde diyebiliriz ki: İdeal hâkim, karakter bakımından sağlam, güvenilir, dürüst, akl-ı selim ve kalb-i müstakim sahibi olmalı; evrensel değerleri üzerinde taşıyan, ahlâklı, namuslu, seçkin ve ciddi olmalıdır; harama meyletmemeli, servet-şehvet ve şöhret düşkünü olmamalıdır. Kur’ânî ifadesiyle kısaca “sâlih” olmalıdır.o

BİBLİYOGRAFYA

1. Fendoğlu, Hasan Tahsin. İslâm ve Osmanlı Anayasa Hukukunda Yargı Bağımsızlığı, İstanbul, 1996.
2. Atar, Fahrettin, İslâm Adliye Teşkilatı, Ankara, 1991.
3. Attas, S. Nakip, İslâm, Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi, Terc: M. E. Kılıç, İstanbul, 1995.
4. Şa’ban, Zekiyyüddin, İslâm Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Ankara, 1996.
5. Muhammed Ebu Zehra, İslâm Hukuk Metodolojisi, Terc. A. Şener. Ankara, 1994.
6. Çakan, İsmail Lütfi, Hadis Usûlü, İstanbul, 1991.
7. Zuhaylî, Vehbe, İslâm Fıkıh Ansiklopedisi, İstanbul, 1994.
8. Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuk-u İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu
9. Ebu Şehbe, Sünnet Müdafaası, Terc: M. Görmez-M. E. Özafşar, Ankara, 1991.
10.Hallaf, Abdulvehhab, İslâm Hukuk Felsefesi (İlmu Usuli’l-Fıkh), Terc: Hüseyin Atay, Ankara, 1985.
11. Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, Sözler Yay, İstanbul, 1990; Mesnevi-i Nuriye, İşaretul-İ’caz.
12. Yurtcan, Erdener, Ceza Yargılaması Hukuku, İstanbul, 1991.
13. Çeçen, Anıl, Adalet Kavramı, İstanbul, 1981.
14. Salih, Subhi, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Terc:Yaşar Kandemir. Ankara 1986
15. İbrahim Halebî, Mülteka, tarihsiz.
16. Güriz, Adnan, Hukuk Felsefesi Ders Notları.
17. Düzdağ, Ertuğrul Şeyhülislâm Ebussuud Efendi Fetvaları Işığında 16. yy. Türk Hayatı, İstanbul, 1983.
18. Mumcu, Ahmet, Osmanlı Devleti’nde Rüşvet (Özellikle Adlî Rüşvet), İstanbul, 1985.


DİPNOTLAR
1) Bir fikir vermesi açısından kaydetmek gerekir ki: Hıristiyanlığın kitabı İncil’de de hâkimin ahlâkî yönü ile alâkalı bazı yerler vardır. Örneğin: Hz İsa, miras taksimi meselesinden yola çıkarak hâkimin açgözlü olmaması gerektiğini söyler. (Luka 12/13-15). Bkz: Elçiler 16/20 vd.; I. Korint. 6/1-7.
2) Muhammed Ebu Zehra, İslâm Hukuk Metodolojisi, Terc: A. Şener, Ankara, 1994, s. 325, Yunus V. Yavuz, Hanefi Mezhebinde İçtihat Felsefesi, İstanbul 1993 s. 30
3) Bkz. Çakan İsmail Lütfi. Hadis Usulü. s. 93
4) Ebu Şehbe. Sünnet Müdafaası. 1/76, Terc: M. Görmez, M. E Özafşar, Ankara, 1991.
5) Bkz. Hallaf Abdulvehhab. İslâm Hukuk Felsefesi (İlmu Usuli’l Fıkh), s. 71 Terc. Hüseyin Atay. Ankara 1985.
6) Bediüzzaman Said Nursi. Sözler. s. 451
7) Said Nursi, a.g.e., s.452-453
8) Bkz. Said Nursi, a.g.e., s.449-453
9) Şa’ban Zekiyyüddin, İslâm Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l Fıkh). s. 442
10) md. 1785
11) md. 1792
12) Bilmen, Ömer Nasuhi. Hukuk-u İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, 8/213
13) md. 1793
14) Bilmen, 8/213
15) md. 1796
16) Bilmen 8/220
17) Mülteka 2/98
18) md 1797
19) Bilmen 8/220, Mülteka 2/98, Zuhayli Vehbe. İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, s. 8/255 İstanbul, 1994.
20) Bilmen 8/215 vd
21) Bilmen 8/214, Mülteka 2/96
22) Mülteka 2/98
23) md. 1705
24) md. 1815
25) md. 1795. Mülteka 2/98
26) md 1798, Bilmen 8/220
27) Mumcu...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes