๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Makale Dünyası => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 29 Temmuz 2010, 15:50:02



Konu Başlığı: Her şey nasıl değişir
Gönderen: Sümeyye üzerinde 29 Temmuz 2010, 15:50:02
Her şey nasıl değişir?

TENHALIÐIN hissettirdiği boşlukta günler deviren, tatilde çıkacağı seyahatin kendisine iyi geleceğini düşünen dostum, çıktığı seyahatin ilk durağında bana şunları yazmıştı: ‘İnsanın geçtiği her cümlede sanıyorum çokça acı var. Oysa biraz huzurdur istediğim... Geldiğim yerdeki tenhalık, bulunduğum yerdeki kalabalık problemi hiç değiştirmiyor. Hep kaos!’
‘İnsan gittiği yere kendisini de götürür’ sözünden ve bir iç değişim yaşamadan gerçekleştirilen her türlü ‘değiştirme’nin yaraya merhem olmadığından hareketle, cevaben şunu demiştim:
‘Hem tenhayı, hem de kalabalık olanı kuşatan hayatın, gerilimle mümkün bir şey olduğunu kavradığımızda, huzurun tanımını yeniden yapacağız. Ve beklentilerimizi de değiştirmiş olacağız.’
Problem, kendimizce kurduğumuz anlamsal yapı ile yaşanılan gerçeklik arasındaki uyumsuzluktan doğuyorsa; yani huzursuzluk, hayat ile ‘biz’ dediğimiz şeyin karşıtlığından besleniyorsa, bunun aslında problem olmadığını, doğal olanın bu olduğunu söyleyebiliriz. Dışımızda akıp giden bir akıntı var. ‘İyi’ ve ‘güzel’ olduğuna inanmadığımız bu akıntıya kendimizi bırakmıyoruz. ‘Değer’lerin kurduğu bir şey olarak biz, akıntının tersine akıyor, bunun daha önemli olduğuna inanıyoruz. Akıntı ile biz arasındaki çatışmanın ateşlediği gerilim her ne kadar canımızı yaksa da, bu gerilimi dindirmek adına yapacağımız her şeyin, kendimizden bir vazgeçiş ve akıntının yönüne doğru biraz yönelme olacağını biliyoruz. Biliyoruz ki, bu gerilim varsa, ‘biz’ dediğimiz ‘iyi şey’ devam ediyordur. İğneli bir fıçı olan bu gerilim hâlini, bu sebeple ‘biz’i yaşatan olumlu bir durum olarak değerlendiririz.
Dostumun hissettiği rahatsızlık, anlatılmaya çalışılan gerilimden doğmuyor. Onun rahatsızlığı daha çok varoluşsaldır; kendi kodları içinde insan tekine dokunan hayatın, çok da hoş bir şey olmadığını işaretliyor. Evet, böyle bir şey var; filozofînin sorun olarak isimlendirdiği bir rahatsızlık olarak var.
Hayatın can yakıcı bir huzursuzluk olduğunu dillendiren varoluşçularla buluşan, ama önkabullerini paylaşmayan dostumun durumu, sağlıksız bir ‘ben’e de işaret ediyor. Modern zamanların parçaladığı, bulamaçlı bir renge dönüştürdüğü bir ‘ben’e... Postmodernizmin parçalı kişiliğine... İnançlarla buyurgan yaşam arasında sıkışmışlıktan doğan bir huzursuzluğa...
Parçalanmış bir ‘ben’dir bu. İnanç ve değerler, bu ‘ben’i bir yerinden tutup onu bir yere ikâme ederken, güncelliğin dayattığı ihtiyaçlar da, bir diğer tarafından çekiştirmektedir. Bu çekişme içinde, ne inançları ne de derinden hissettiği ihtiyaçları temellendirebiliyor.
Bölünmüş benliğin evreninde verdiği kararlar kendisine huzur getirmemektedir.
Bir çok şeye bölünmüş bu benlik, zenginliğe veya renkliliğe işaret de etmiyor; çok şey içinde bir şey olamamayı gösteriyor.
Sağa sola dağılmış bu‘ben’in ürettiği çözümlerin, hayal kırıklığıyla sonuçlandığını görüyoruz. Her girişim çözümsüzlüğü biraz daha koyulaştırırken, sahip olunan ‘ben’e olan inanç yitirilmekte ve hayal kırıklığını doğuran girişimlerle ‘ben’ çürütülmektedir.
Evet, yaşanan derin huzursuzluk, bu ‘ben’den göç vaktinin geldiğini, bir değiştirmeyi dayatıyor. Ancak bunun tipik bir değiştirme, ‘A’dan ‘B’ye geçiş olmadığı da ortadadır. İhtiyaç hissedilen göç, bir ‘ben’den diğer ‘ben’edir; bölünmüş benden sıyrılıp, baştan ‘yeni bir ben’ kurmayadır.
‘Çıkacağınız seyahatin size ciddi bir faydası olmaz. Çünkü gittiğiniz yere kendinizi de götüreceksiniz’ dediğim dostuma, çözüm olarak gördüğüm bir şey daha söylemiştim; ‘Kendini, başkalarının hikayelerine vur’ demiştim.
Artık ‘ben’imiz bizi sıkıyorsa, kendimizden kaçışımız kaçınılmazdır. Değilse, hapishaneye dönüşen ‘ben’imizde kendimizi yer bitiririz.
Çözümsüzlükle eşanlamlı hâle gelen ‘ben’i geride bırakmak, başkasında kaybolmakla mümkündür. ‘Başkasında kaybolmak,’ hoş olmayan bir durum gibi görünebilir. Ancak öylece kalmış bir su birikintisi gibi devamlı rahatsızlık veren ‘ben’in terkedilmesi bir zorunluluk olunca, bu riske girmekten kaçınılamaz.
Başkasında kaybolmaktan korkmamalı. Çünkü ‘başkasında kaybolmak’ dediğimiz şey, bütünüyle yok olmak, öznelliğimizi yitirmek değildir. Başkasının hikayesinde gerçekleştirdiğimiz yolculuk, kendimizce yaptığımız bir yolculuktur; gözlerimizle görür, tenimizle hissederiz. Ve ‘başkasında kaybolmak’ ebed müddet devam etmez.
Kendimizi başka ‘ben’lerin hikayelerine açarak, artık tükenmiş benimizden sıyrılırız. Bir başka benin evreninden edindiğimiz gözlemler bize çözüm adına yeni ipuçları verir. O ipuçlarından tutarak gideceğimiz yolda karşımıza çıkacak durumlar bize daha önce düşünemediğimiz çözümleri düşündürür.
Keşfettiğimiz yeni patikalarda eski benimizi unuturken, bir anlamda koybolurken, yeniden başlama, baştan bir ben kurma çalışmasına koyuluruz. Kurduğumuz yeni ‘ben’de, önceki boşluklarımız giderilmiş olurken, bundan böyle yeni bir ‘ben’ olarak hayatı karşılarız.
Hayat yine aynı hayattır, ancak bu sefer, hayata içkin olan anlamı örten perdeler kalkmıştır. Hayat her bir şeyiyle anlamını bulmuştur; bize sadece bir ‘güzellik’ olarak görünüyordur.


Nihat Dağlı