> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Hayata başlık atamadım
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hayata başlık atamadım  (Okunma Sayısı 575 defa)
28 Temmuz 2010, 16:44:25
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 28 Temmuz 2010, 16:44:25 »



Hayata Başlık Atamadım

Bir gün, şehrin gürültülü caddelerinde, bütün sesler arasında en az kendi sesini duyan ve en az kendi sesini tanıyan, hayatın ağır yüküyle çok erken tanışmış bir çocukla karşılaştı. Oyun oynaması gerekirken, oyuncaklarını kucağına alıp pazarlara çıkaran bir çocukla.
Alfabeyi öğrenmesi gerekirken, sokakların bütün küfürlerini belki de anlamlarını bilmeden öğrenen, daha okul çağında kalem tutması gereken ellerini karanlığın koynunda kirletmek zorunda kalan bir çocukla...
Yaşayamadığı çocukluk günlerini görmezden gelerek “Al abi al, çocuğunu sevindir...”söylemleriyle, düşlerini düşüşe, yeşertemese de hep olması gereken umutlarını umutsuzluğa, hayallerini hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceği bir yalana teslim eden çocukla... Bir bayram sabahı, babasının ölmeden önce hediye ettiği son tebessümü, görmezden gelindiği her gününe inat, yok pahasına satmak için meydanlara çıkaran bir çocukla…
O yalnızca, vapur iskelesinde bir yerlere yetişmenin telâşesinde olan insanların, sonu ölüme çıkacak yollarında görmezden geldiği yüzlerce çaresizden biriydi. Uzunca bir süre onu ve ona şefkat göstermesi gerekirken, vefasızlık adına her şeyi ona bahşeden insanları izledi. Gördüğü her insana yalvarırcasına satmaya çalıştığı ve hayata tutunma çabalarından belki de sonuncuları olan üç beş oyuncak, mendil, sakız (v.s) birinin fiyatını sordu. Ona anlık tebessüm edebilmesi için ederinden fazla para uzattı.
Sevinçle paraya uzanan çocuğun ellerinde, hayatın bütün kirli işlerine en temiz günlerinde bulaşan masum bir yaşamın çektiği derin sancıyı gördü... Ki yaşamın o elleri, kim bilir kaç gecenin günahkâr koynunda, kötürüm isteklerin çaresiz ortağı olmuştu. Çocuğun ellerinden yüreğine damlayan bu ağır hicranı görünce, gözlerine bakmaya bir türlü cesaret edemedi. Belki de orada, renkleri yitirilmiş dünyanın hazin izlerini taşıyan, mavi uçurtmaların özlemini çeken bir çift hüzün görecekti. Her şeye rağmen, yinede son bir gayretle çocuğun gözbebeklerine çevirdi bakışlarını. Orada gördüğü; saflığın aynasından hayata yansıyan ve güneşi bile kıskandıran aydınlığın en canlı renkleriyle gülümsemesiydi. Çocuğun onlarca suça bulaştırılmış olduğunu bilse de, düşüncelerine onun masumluğundan başka bir şey yansımadı.
“Suçu, masum oluşu, hayatın ortasında dimdik duruşu” dedi, sustu.
İskeleden ayrılmak üzere olan vapura yetişmek için hızla koşan insanların saniyelik gecikmelerinin, yalnızca yüzlerine turnikelerin giriş kapıların kapanması anlamına gelmediğini, zamanında onlara, peşinden koştukları her şeyin kapılarını hiç açamayacakları bir ağırlıkta kapattığını bilmelerini istedi. Yaşamın bir saniyesi bile geriye atım atmıyor ve dünle ilgilenmiyordu. Hayatın rayları yoktu. Belki ancak rotası vardı. İki farklı geminin aynı rota üzerinde gitmesi mümkün olsa da, aynı su zerrecikleri üzerinde gitmesi mümkün değildi”
Adına hayat denilen şey her ne ise, rotasını şaşıranla, rotası istikametinde gidene aynı ölçüde davranıyordu. Tıpkı, en güçlü rüzgârların dev bir çınarın gövdesiyle, bir bahçedeki naif çiçeği ayırmadan ikisinin de üzerine aynı şiddetle esmeleri gibi.
Dalgaların kabarmasıyla iskeleden hareket eden vapura bakarken, çocukların dünyasından renkleri çalıp, onları bir başlarına, mavisi yitirilmiş hayatın kucağına bırakanların bu kalabalık şehirde bütün gözler onlara bakarken çırılçıplak kalmışçasına utanmaları gerektiğini düşündü. Bir zaman sonra vapurdaki yolcuların kendilerine atacağı bir lokma ekmek için amansız bir takiple birbirleriyle kıyasıya yarışa giren martılara çevirdi yüzünü.
Çocuğun yüzüne hafif bir tebessüm armağan ettikten sonra “Hayat, pazara çıkarıp sattığın her şeyden, oyuncaklarından ve kimsenin anlamlandıramadığı ekmek kaygından bile fazla eder be evlat” diyebildi içinden.
Ne garip şeydi şu yaşam dedikleri! Sanki umut yarışına hiç katılmamışçasına, daha yarışı en başta kaybeden herkes gibi, karşısında bir ceylan ürkekliğinde duran çocuğunda “Büyüyünce ne olacaksın?”' sorusundan nefret ettiğini hissetti. Bugününü kendi benliğinden çalan, ya da birileri tarafından zorla çaldırılan birisinin yaşayacağı yarınları olabilirimiydi? Yüreğinde büyütmeye çalıştığı sevgiye çelme takanlar oldukça, tebessüme güç yetirebilirimiydi?
Güçlü bir fırtınanın ortasında, tutunacak bir dal bulamamışçasına bir şey yapamamanın verdiği çaresizlikle koca denizin kıyısına iki damla yaş süzüldü gözlerinden... Ne deniz, ne de insanlar anlayabildi gözyaşının sebebini. Martı çığlıkları ve vapur sesleri arasında günü uğurlamaya hazırlanan bu şehirde, ses olması gereken nice anlam susarken, susması gereken nice anlamsız çığlıklar kulakları sağır edercesine haykırıyor, üstelik bir çocuğun çaresizliğine kahkahalar atıyordu. Bu anlamsız çelişkileri kendi dertleriyle birlikte denize serpseydi hayat mı arınırdı, yoksa deniz mi bulanırdı? Çaresizliğin çaresi yoktu ve aslında kimse yalan söylemiyordu. Herkesin davranışı, yaşam aynasından hayatın her köşesine yansıyan bir eylemse, kim görünenin yalanını söyleyebilir, kim gerçeğin yalan olduğunu ispatlayabilirdi? İyiliğin de, kötülüğün de sınırları sonsuzdu. Yalnızca kendi yolunda iyilikleriyle yürüyenler ve başkalarının yoluna kötülükleriyle sınırlar çizmeye çalışanlar vardı. Ve bu çelişki, bir çocuğun ideallerini söyleyebilecek kadar kişilik kazanıp kendine güven duymasına, “Büyüyünce ne olacaksın?” sorularından nefret etmeyecek kadar önünü görebileceği zamanlara kadar uzayıp gidecekti. “Sınır yok. Yalnızca sınırlamaya çalışanlar var...” diyebildi sınırlara hapsedilmiş çocuğun arayışlarına anlam katarcasına.
Güneş gözlerin görebileceği en uzak noktada, denizle ufuğun kesiştiği yerde, karanlığa meydan okurcasına kızıl bir aydınlık bırakıp şehre veda ederken, gecenin payına ederinden fazla uzatılan paranın mahzun yüzlere düşürdüğü sahte bir tebessümle, denizden habersiz kıyısına akıtılan iki damla gözyaşı kalıyordu. Karanlığın içinden kurtulmak istercesine her hücresinde yaşamın ağır yükünü hisseden ve ertesi sabah güneşe “Merhaba” deyinceye kadar, zifiri karanlığın en mahrem köşelerinde derin sancılar çekmeye aday bir yaşamdı günden, akşamla beraber geceye bırakılan. Belki de birkaç saat sonra şehrin içinde, hayatın ortasında, hep kıyısında durduğu ölümün köşküne kimseye duyuramadığı feryatlarıyla asil bir padişah edasıyla oturan çocuk, öylece, orta yerde bir başına duran ve “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusundan nefret eden birine yaşamın son hediyesi olarak sunulacaktı. Adı bu bahiste önemli olmayan onca sahipsiz yaşamların düşleriyse, ertesi sabah günü ağırlamaya hazırlanan şehirlilerin ardından, bir lokma ekmek için kıyasıya yarışan martıların kanatlarında, insanlığa haykırırcasına çığlıklar atacak, fakat seslerini kimselere duyuramayacaklardı. Dün, iskelede çare ararken çektiği sancıları haber yapmayan gazetelerin üçüncü sayfalarınaysa gecenin bir yarısında, kimsesiz tek başına hayata veda eden ve ölümün herkesten vefalı sahibine yönelen, bu kentin hep görmezden gelinen tebessüm yarışındaki isimsiz çocuklarının yaşanmadan biten hayatlarının hiç anlatamadıkları ilginç hikâyeleri düşecekti. Onların arkasından tek cümleyle “Öldüler” denip, ‘Öldürüldüler!’ diye yazılacaktı. Arkalarından bir fatiha bile okunmadan mezarlık bekçileri tarafından kimsesizler mezarlığına gömülecekler.
Ölmeden önce çektikleri acıları anlatamayan talihsizlerin trajik hayat hikâyeleriyse süslü cümlelerle ve acıklı bir fon müziği eşliğinde akşam ana haber bültenlerinin kıyısından, geride kalanların aldırmaz kaygısızlıklarına yansıyacaktı. Güneşse gidenlere ve geride kalanlara aldırmadan olanca hızıyla devam eden hayatın ufuklarından bir başka güne yeniden “Merhaba!” diyecekti.
Bir gün, herhangi birinizin yolu bindiğiniz vapuru takip eden martıların yaşadığı maviliklere düşerse, onların kanatlarında taşıdıkları düşleri ve çığlıklarıyla birlikte denize akıttıkları iki damla gözyaşını görmeye çalışın! Unutmayın ki sizin vefanızın başlangıcı, başka umutların yarınları olacaktır. Eğer aynı geceye aydınlık olmak için gidebileceğiniz cesaretiniz varsa, mutlaka aydınlanarak geri döneceksinizdir...


Nurdal Durmuş
 
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hayata başlık atamadım
« Posted on: 25 Nisan 2024, 08:35:59 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hayata başlık atamadım rüya tabiri,Hayata başlık atamadım mekke canlı, Hayata başlık atamadım kabe canlı yayın, Hayata başlık atamadım Üç boyutlu kuran oku Hayata başlık atamadım kuran ı kerim, Hayata başlık atamadım peygamber kıssaları,Hayata başlık atamadım ilitam ders soruları, Hayata başlık atamadımönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes