> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Güzellikten aşka
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Güzellikten aşka  (Okunma Sayısı 1047 defa)
16 Mayıs 2010, 15:26:38
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 16 Mayıs 2010, 15:26:38 »



Güzellikten Aşka

Kainatlar sayfa sayfa, satır satır, kelime kelime ve nakış nakış ma'nalarla bezeli muhteşem bir kitap, bir meşher, bir saray; her parçasıyla bütün eşya, her çeşidiyle topyekün hadiseler de "daha güzeli olamaz" mazmununu aksettirecek çerçevedeki baş döndüren ahengi, büyüleyen nizamı, göz kamaştıran güzelliği ve en iyi peyzajlardan geçmiş bağ ve bahçelerden daha mükemmel intizamı ve zenginliği ile hassas ruhların baş vurup değerlendirecekleri, değerlendirip en engin ihsaslarla şiirleştirecekleri öyle engin ve rengin bir kaynaktır ki, ne müracaat edenler bıkar-usanır, ne o kaynak biter-tükenir, ne de onunla alakalı sözler ve hikayeler. Doğrusu, "Rabbin, (her biri birer manidar lafz-ı mücessem olan) kelimelerini yazmak için eğer okyanuslar mürekkep olsaydı, hatta onlara bir misli daha takviye gönderilseydi, denizler tükenirdi de, Rabbin kelimeleri yine bitmezdi. " (Kehf, 109) Evet ne zaman, nazarlarımızı makro alemden enfüsi derinliklerimize, insani değerler atlasımızdan keh-keşanlara çevirsek, değişik ihsas yollarıyla gönüllerimize akan ma'nalar, tıpkı birer mızrap gibi kalb tellerimize dokunur ve her dokunuşunda ruhlarımıza hakikat aşkından ne besteler, ne besteler duyurur..! Duyurur ve bütün duygularımızı araştırma aşkına uyararak, hislerimizi ilim iştiyakıyla kanatlandırır ve vicdanlarımızda günde birkaç defa, imanın marifete dönüştüğünü, ma'rifetin aşk u şevk ufkuna ulaştığını, fiziki mülahazaların gidip tamamen metafiziğe bağlandığını hissederiz de, bu hissedişte ruh, maveraileşip kendi potansiyel derinliklerine ulaştığını, derken nice gizli şeylerin bir bir ayandan daha ayan hale geldiğini bütün benliğiyle duyar ve "Hak'tan ayan bir nesne yok / Gözsüzlere pinhan imiş." (Niyazi) diyerek, varlık içindeki yerini ve konumunu işaretler; işaretler ve İlahi takdire bağlı mazhariyetlerini gürül gürül haykırmaya durur.

Bu ölçüde hakikat merakı ve hak iştiyakıyla şahlanan her ruh, bütün insani duygularını seferber ederek, her zaman içinde yüzüp durduğu Rahmeti Sonsuz'un o engin lütuflarını daha bir derinden ve daha bir şeffaf duyup hissetmeye, isimlerinin ışıktan menfezleriyle Zatı'nı duyup tanımaya, kendi iç enginliklerinde Onun kanaviçesinden antika nakışları daha net ve daha renkli görmeye, her lahza mazhar olduğu gizli-açık ihsanların cebr-i lutfi yönlendirmesiyle bir köle-efendi münasebeti içinde hep onu anmaya, anmanın da ötesinde hiçliği içinde Sultanlar Sultanının engin lütufları sayesinde değerler üstü değerlere ulaştığı şuuruyla kendini ifade etmeye, yani kendi küçüklüğü çerçevesinde kalarak O'na nisbete bağlı izafi bir ululuğu haykırmaya; acizliğini, fakirliğini, erişilmez bir gücün, tükenmez bir servetin enstrümanı gibi seslendirmeye ve başkalarının da aynı mülahazaları paylaşıyor olduklarını düşünüp anlamaya yönelir ve adeta kendi derinliklerinin tecrübeli bir dalgıcı haline gelir. Sonra da, kendi içinde derinleşip enginleşmesi ölçüsünde duyup hissettiği her ma'nayı, anlayıp değerlendirdiği her hakikati başkalarına da duyurmaya çalışır.. imanını Hakk'a kullukla seslendirir.. ma'rifetini tefekkür ve tecessüslerle besler.. derunundaki alaka ve merakı her an daha da derinleştirerek iştiyaka dönüştürür. Mütalaa ve müşahedelerinde sürekli hayret ve takdir ufuklarında dolaşır.. hayret ve takdirlerini kalbin kadirşinaslığıyla rafine ede ede duygu ve tefekkür dünyasını bir aşk çağlayanına çevirir; çevirir de, artık oturur-kalkar yalnız O'nu düşünür.. O'na vuslat hülyalarıyla dolaşır.. O'nu arar.. O'na ulaşmak için yine O'na teveccüh ufuklarını kollar.. her emareyi bir davet mesajı sayarak, döner yine O'na yalvarır.. hayatını bütünüyle O'nun huzurunda bulunmaya bağlar ve ağzını açıp bir şeyler söylemek istediğinde yalnız O'nu söyler; söylemeyi de aşarak, adeta hep O'nunla söyleşir. Hatta, bazen bütünüyle his olur, şuur olur, idrak olur ve her nesnenin gülen yüzünde duygularına, göz görmemiş, kulak işitmemiş, insani tasavvurları aşkın ne ziyafetler, ne ziyafetler sunar..!

Aslında, Allah'ın, Zatına olan sevgisinin (muhabbet-i Zati) tezahürüne bağlı olarak yaratılan insan, ancak böyle davranmakla yaratılış esprisine uygun hareket etmiş sayılır., yani Allah'ın, Zatına ve sıfatlarına karşı olan muhabbeti, insanoğlunda O'na karşı aşk şeklinde tecelli edince, işte o zaman insan, yaratılış gayesiyle buluşmuş olur. Ve her şey de, gider, yerli yerine oturur.

Aşk, bütün varlıklar arasında insanoğluna ait bir iç kimliktir. O, bu kimlikle, çokluk içinde çokluğa takılmadan, güvenle hep öz kaynağına ve merciine yürür.. her zaman gönlünde par par yanan aşkın ziyası sayesinde gözleri kaymadan, bakışları bulanmadan, sürekli hedefini gözetler-durur. Hatta o, her zaman ona kilitlenmiş gibidir; ne ma'naların aşılmazlığı, ne de mesafelerin amansızlığı, onda kat'iyyen bir duraklama ve inhiraf meydana getiremez. Gerçi aşk yolu oldukça çileli ve ızdıraplıdır ama, insan bir kere de o yola girdi mi, artık elemler birer birer lezzetlere dönüşür.. rahmet, zahmetin önüne geçer; zehir de şeker şerbete inkılap eder.. hele bir de, gönül gözleri tam açılıp da, bakıp gördüğü, temaşa edip gönlüne sindirdiği her nesnede O'na ait izler, işaretler, mesajlar, değişik tecelli dalga boyunda nurlar görmeye başlayınca, artık onun nazarında izafi bütün ışıklar söner-gider; güneşler görünmez olur.. aylar husufa uğrar.. yıldızlar, bağı kopmuş tesbih taneleri gibi saçılıp, karanlıklara gömülür.. "Arzın üstündeki her şey fena bulur gider; ancak azamet ve kerem sahibi Rabbinin Zatı baki kalır." (Rahman, 26-27) fehvasınca, gönül ufkunu sadece ve sadece kemiyetler ve keyfiyetler üstü O kaplar; O kaplar da, bu seviyeye ulaşmış bir gönül, bedenin küçük bir mazrufu iken genişler ve bir baştan bir başa bütün zarfını kuşatır; hatta, istidadı ölçüsünde, topyekün kainatları içine alabilecek bir istiaba ulaşır; ulaşır ve her şeyde O'nu duyar, O'nu hisseder.. beden ve cismaniyetinin yer yer araya girmesiyle maruz kaldığı ay tutulması türünden husufları bir ölüm ürperticiliğiyle karşılar ve müşahedesini devam ettirmek için, hep yeni bir lütuf rampasına koşar.

Aşık, bazen his dünyasında aşk ve vuslatın birleşik noktasını öyle derinden duyar ki, fiziki aleme ait her şey gözünden silinir gider ve bir uçtan bir uca bütün varlığı O'na uzanan yollarda par par yanan ve ufuk ötesine işaret edip göz kırpan çerağlar gibi duyar. Bazen de, iştiyakının vuslat ümidine aşkınlığı karşısında, içine kor düşmüşçesine ocaklar gibi yanar, yanar ama, " 'Yansam da ocaklar gibi, gam eylemem izhar'; (M. Lütfi) elverir ki, düşmesin sineme nar-ı ağyar" diyerek, ümit ve şevk karışımı bir ruh haletiyle, hep iz sürmeye devam eder.

Aslında aşk, ne ise odur; o, ne tam bir nar, ne de nurdur. Nar da, nur da, onun mızrabının dokunduğu tellerden yükselen birer nağme, birer çığlık, birer sevinç veren birer hafakandır. Aşk, öyle paha biçilmez bir incidir ki, onun gerçek değerini bilenler de, ancak yine onun pazarında elli defa cevahir peylemiş sarraflar olabilir; "Cevahir kadrini cevher füruşan olmayan bilmez." (M. Lütfi) Evet, aşkı, tatmayan bilemez.. bilenlerin çoğu da söylemez veya söyleyemez.. söyleseler de, aşık olmayanlar anlayamaz.

Kaderin aşığa belirlediği çerçevede, sadece sevgiliye duyulan aşk u iştiyakın çizgileri vardır. O atlasta her renk sevgiliden bir tenezzül işareti, her hat, her nokta bir sonsuzluk remzi, her motif de bir vuslat çağrısıdır. Aşık, kaderinin çehresine her temaşa edişinde: "Allahım, gönlümü yarattığın ve aşkı var ettiğin için Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Yıllar ve yıllar boyu Mecnun gibi hep iz sürsem ve tecelli pususuna yatsam-uzaklığım, konumum itibarıyla bana ait bir nakise - işte böyle bir uzaklığı derinden hissedip, hep vuslat diyerek vadi vadi dolaşsam.. varlığın çehresine saçtığın güzelliklerle yer yer tanışsam; canlı veya cansız her nesnede, "bu da, O'nun ışığının gölgesi" deyip, her şeyi tutiya gibi koklayarak yüzüme-gözüme sürsem" der; her his ve her duygusuyla, ayrı ayrı fakat tek ufuklu olarak O'nu benliğinin her parçasında duymak için çırpınır durur. Zaten böyle davranmayınca da, o ak sevdanın hakkı verilemez.

Cemalini nice yüzde görem diyen diller,
Şikeste aynalar gibi pare pare gerek! (Meçhul)

Bu öldüren sevdanın hakkını verebilmek için aşık, sürekli gönül yamaçlarında O'nu izler; O'na ait saydığı her ses, her renk, her görüntü arkasından koşar durur.. kah sekerek, kah emekleyerek, kah uçarak; ama her menzilde gönül kulaklarıyla O'ndan bir "hoşamedi" alarak, Mecnunların iz sürdüğü gibi, gözlerini gönlünün emrine verir. Ve mesafelerin amansızlığına rağmen, en aşkın düşüncelerle ve bütün iç ve dış duygularını yolda bulunma hislerine bağlayarak, ruh atlasındaki vuslata koşar. O, bir ölçüde aşk u vuslatı beraber yaşadığından, her menzili ayrı bir vuslat koyu gibi tasavvur eder ve bir gün bu kutlu yolculuğun biteceğinden korkarak tir tir titrer. "Ne aşk bitsin ne ümit, ne de vuslat arzusu.. eğer bir gün mukadder olan vuslat bütün bunları alıp götürecekse, o da olmasın." der.

Aşığa göre hoş olan, aşık olmak, aşk yolunda bulunmak, vuslat emare ve işaretleriyle yaşamak ve bu duygu tufanını sonsuza kadar sürdürmektir. Evet, cayır cayır aşkla yanmak, her vuslat avansıyla tutuşup alevlenmek; alevlenirken de, "mükafatı aşkın kendisi" deyip, sadece onunla yetinmek; işte gerçek aşk! "Bak şu gedanın haline / Bende olmuş zülfün teline / Parmağım aşkın balına / Bandıkça bandım, bir su ver!" (Gedai)

Aslında, bu çerçevede olmayan aşka da aşk denmez. O, sadece aşkın dedikodusudur. Aşk, aşk sözünün edildiği yerlerde aranmamalı. O, alevin korla yer değiştirip durduğu yerlerde aranmalıdır. Zira aşk, ya içten içe sahibini yakan gizli bir kor veya tahammül-fersa bir haldir ki, gönüle düşünce, alevi her yanda hissedilir. Bu öyle bir alevdir ki, fitili de, yine onun gizliliğine emanettir. Sır urbalarını atıp alufteleşen söze sermaye, felsefeye malzeme olan aşk, aşk değildi...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Güzellikten aşka
« Posted on: 29 Mart 2024, 15:29:27 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Güzellikten aşka rüya tabiri,Güzellikten aşka mekke canlı, Güzellikten aşka kabe canlı yayın, Güzellikten aşka Üç boyutlu kuran oku Güzellikten aşka kuran ı kerim, Güzellikten aşka peygamber kıssaları,Güzellikten aşka ilitam ders soruları, Güzellikten aşkaönlisans arapça,
Logged
07 Mart 2011, 22:03:03
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #1 : 07 Mart 2011, 22:03:03 »



     Gerçek aşk, sadakat enginliğiyle derinliğini bulan aşktır. Henüz sadakat ufkuna ulaşamamış bir aşk, içi her türlü zenginliklerle dolup taşan bir mağazanın umumi muhtevasını iyi bir vitrinle sergilemeye benzetilecek olursa, sadakatle oturaklaşmış bir aşka da, na-mütenahi zenginliğine rağmen vitrinleri kapalı bir hazine nazarıyla bakabiliriz. Evet, sadakatle derinleşmemiş aşk, içindeki kaynamaları dışa taşan köpüklü bir derya, sadakatle gerçek derinliğine ulaşmış aşk ise, içinde renklerin, seslerin eriyip gittiği bir umman gibidir. O ummanın derinliklerinde ne renge rastlanır, ne dalgalarla karşılaşılır, ne de bir homurtu işitilir. O, derinliği kadar sessiz, zenginliği kadar da renksiz – bu, bütün renkleri birden ihtiva eden bir renksizliktir - ihtişamı ölçüsünde de gürültü ve şovdan uzaktır.

    Gerçek derinliğine ulaşmış bir aşkı..Bu yazıyı okuyunca anladım...Meğer ne kadar zor bir şeye talib olmuşuz..Yine de güzel olan, zoru başarmaktır..İnşaallahu Teala..
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes